öncelikle şunu söylemek zorundayım. yazara düşenin okuruna umut ya da akıl vermek değil, bilgi ve fikir sunmak olduğunu düşünüyorum. bu yazı belki biraz karamsarsa sebebi bu, ve gerçekçiliğe duyduğum ihtiyaçtır.
akp iktidarı abd ve ab gibi iki büyük emperyalist odakla ilişkilerinde sıkışıklık yaşıyor. ülkenin doğusundaki bölgede değişen dengelere uygun siyaset yürütemediği de ortada. bu da iktidarını kırılganlaştırıyor.
servetin kendisine yakın sermaye çevrelerine doğru el değiştirmesi için yürüttüğü politikalar diğer sermaye çevrelerinin canını sıkacak sonuçlar doğuruyor. akp, sermayenin tüm kanatlarını tatmin edecek önlemler de almasına rağmen kendisine karşı arayışlar olmasını engelleyemiyor.
ekonomik kriz giderek derinleşiyor, iktidar bunun yükünü başta vergiler olmak üzere çeşitli yöntemlerle halkın sırtına yıkıyor ama bu arada kendi seçmeninin yükünü sadaka tarzı desteklerle hafifletiyor. böylece kendisine karşı doğabilecek tepkileri hafifletebiliyor.
diğer yandan kararlarına engel olabilecek yargı vb. kurumları denetimine almaya yönelik tüm hamleleri başarıyla gerçekleştirdi. ve hâlâ çok yüksek bir seçmen desteği, bunu sağlayamadığı noktalarda da ysk’sı var.
böyle iktidarların muhaliflerine karşı politikaları esas olarak gövde ve güç gösterisine dayanır; o yüzden sola yönelik baskı ve şiddeti korkuya yormak biraz züğürt tesellisi gibi görünüyor bana.
böyle bir iktidarın sürdürülemez olduğu fikrini de yalanlayan birçok şey var; her şeyden önce tarih diktatörlüklerin kısa süreli değil uzun soluklu olduğuna şahitlik ediyor.
ve akp’den rahatsız olan, chp’den ümidini kesmiş ve hdp’nin hattına mesafeli bulunan veya bu hattı beğensin beğenmesin kürt hareketinin gücünün iktidara yetmeyeceğine inanan geniş bir kesime –ki bunların önemli bir bölümü gezi kitlesi- bugün büyük bir çaresizlik hakim. bu çaresizlik, haklı olanın veya umudunu kaybetmeyenin bir gün kazanacağına dayanan ajitatif söylemlerle hafiflemiyor.
kaldı ki, bu söylemler bile çok sınırlı bir kesime ulaşabiliyor. onlar da muhalif olmayı bir yaşam tarzı, bir varoluş biçimi olarak tercih etmiş insanlar. referandumda “hayır” oyu vermiş çoğunluk, ne 1990’lı yıllarda kürtlere karşı yürütülen politikaları ne de milliyetçi, ırkçı fikirleri rahatsız edici buluyor; kadın karşıtı tutum ve politikalar ancak laklikle çeliştiğinde onların tepkisiyle karşılaşıyor. lgbti düşmanlığına karşı çıkmak solda bile yaygın değil.
kaldı ki, muhalefetin ürettiği argümanlar kolaylıkla asimile, hatta asimile ne kelime, iç edilebiliyor. geçen yılmaz özdil, allah affetsin, meral akşener’i bir kadın politikacı olarak selamladığı yazısına, adı feminist tarihçiler sayesinde gün yüzüne çıkmış olan nezihe muhiddin’i anarak başlamıştı.
berbat bir zemindeyiz ama siyaset, saha çamurluysa başka sahaya taşıyabileceğimiz bir maç değil.
artık iktidarın hangi politikasının ne kadar kötü olduğunu teşhir etmenin anlamlı ve işlevli olduğu dönem geçti, bugün “ne yapmalı?” sorusuna detaylı, gerçekçi ve inandırıcı bir cevap bulmadan olmaz. temsil ettiği kesimler git gide küçülenlerin birliğini inşa etmeye vakit ve enerji harcamak da gerçekçi değil. emekçilerin demokratik alternatifi oluşturulmadıkça çareyi burjuva siyasetinin sunması da kaçınılmaz.
sağ siyasetlerin tabanını, seçmenini çıkarları sol siyasette olan kitleler oluşturuyor. ama onlara ulaşacak bir siyasi söz yok, emek örgütleri ekonomik krizin sonuçlarından onları korumak konusunda yetersiz kalıyor. gezi’de denizi coşturan, kıyıları temizleyen dalga geri çekildi.
bugün, “ne yapmalı?” sorusuna, katalonya ya da güney kürdistan referandumları üzerine düşündüğümüz kadar derinlemesine kafa yormazsak, gerçek ve gerçekçi bir strateji öneremeyiz. denize düşünce yılana sarılmak tabii ki doğru değil ama bu refleksle baş etmenin yolu yılanın yılan olduğuna işaret etmek yerine sağlam bir halat fırlatmak değil mi?
artıgerçek