Bektaşiliğin tarihsel süreç ve günümüzdeki etkisi ile Aleviliğin aldığı form ve durduğu yer sürekli bir tartışma noktasıdır.
Hace Bektaş Veli felsefesinin döneminde oynadığı toplumsallık, hümanizm, eşitlik yaklaşımları ve yarattıkları ile kendisinden sonraki tarikatlaşma sürecini ayırmadan, yürütülen tartışmalar, varılan sonuçlar yanıltıcı olmaktadır. Bektaşiliğin özellikle Balım Sultan sonrası yaşanan özden kopuş ve sistem içileşme, Hace Bektaşı Veli’ye kadar uzatılarak ciddi bir yanlış içerisine girilmektedir. Bektaşiliğin özden koparak sistem içileşme sürecini doğru anlamak için Bektaşiliğin geçirdiği aşamaları ve dönemsel konjonktürleri ele almak gerekiyor.
Hace Bektaş Veli’yi yaşamadığı bir dönemin açığa çıkardığı gelişmelerde dolayı mahkum etmeye çalışmak; ciddi bir haksızlık olduğu kadar yolun düsturlarına da ters bir yaklaşımdır. Yaşadığı çağın önemli bir düşürünürü, inanç önderi olarak “serçeşme” sıfatını kazanmış olan Hace Bektaş Veli’yi doğru anlamak ve içselleştirmek sonrasında yaşanan bozulmayı da bilince çıkarmayı sağlar. Hace Bektaş Veli felsefesi ve Bektaşiliğin gelişim dinamiklerini kısa bir yazıyla anlatmak mümkün olmasa da bu konuda temel noktalardan yola çıkarak tartışmanın faydalı olacağı kesindir.
Hace Bektaş Veli Kimliği
1209-1210 yıllarında Nişabur’da doğduğu genel olarak ortalaşılan bir konudur. Moğolların saldırıları ve sonrasında yaşanan baskılar sonucu doğduğu yeri terk ederek önce Khuzistan’a ardından da Kürdistan üzerinden Anadolu’ya dek süren uzun bir göç süreci yaşadığı konusunda da bir hem fikirlilik var. 1240 yılında gelişen Baba İshak ve Baba İlyas önderliğindeki Babailer ayaklanmasında yer aldığı da yine biliniyor.
Babailer ayaklanmasında kardeşi Menteş’i kaybettikten sora Suluca Karacahöyük’e yerleşir. Bugünkü Hace Bektaş Veli Dergahı olarak bilinen yerde ilk çalışmalarını yapar ve kısa sürede tanınarak etkili bir inanç önderi haline gelir.
Süreç içerisinde Anadolu’ya göç etmiş Batını inanç gruplarını etrafından toplamaya başlar; Melamilik, Haydarilik/Kalenderilik, Kadirilik, Vefailik, vb. Batını inançları aynı pota altında buluşturmayı başaran Hace Bektaş Veli felsefesi dalga dalga yayılmaya başlar. Hace Bektaşı Veli ile beraber Alevi-Bektaşiliğin yol uluları olarak kabul edilen Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Geyikli Baba, Yunus Emre, Taptuk Emre, Sarı Saltık gibi isimler Anadolu’a Mevlana Celaleddin-İ Rumi ve Hacı Bayram Veli gibi döneme damga vurmuş isimler de yaratmıştır.
Horasan Erenleri, Urum Erenleri, vb. isimler altında yola hizmet etmek isteyenlerin buluştuğu serçeşmede yeni bir toplumsal felsefe açığa çıkmış ve yayılmıştır.
“Doksan Altı bin Horasan Erenleri,
Elli Yedi Bin de Rum Erenleri
Cümlesinin serfırazı serveri,
Pirin Hacı Bektaş Veli değil midir? “ (Abdal Musa)
Hace Bektaş Veli ve yol ulularının emek ve çabaları ile Anadolu bozkırlarında ‘İnsan-ı Kamil’ felsefesini yeşertecek eşitlik, kardeşlik, hümanizm içerikli, yeni toplumsallaşma, felsefe yaygınlaştıkça gücünü de artırır.
Çadır beyliği olan Osmanlı’nın kuruluşunda yer alarak, Osmanlının cihan imparatorluğuna ulaşmasında Hace Bektaş felsefesinin yol sürdürücüleri ve hizmetkarlarının büyük payı olduğunu görmek gerekiyor. Belki de Bektaşiliğin ve önderi olan Hace Bektaş Veli hakkındaki tartışmaların en önemli sebeplerinden biri budur. Hace Bektaş Veli’nin hayatta olmadığı dönemlerde onun ısrarla Türkleştirilmesi, İslamlaştırılmasında bunun önemli bir payı vardır.
Anadolu’dan Balkanlara, oradan Avrupa’ya kadar Bektaşi felsefesinin güçlü etkilerini görmek mümkündür. Bu etkiyi değerlendirirken, Bektaşiliğin olumlu yönleri kadar olumsuz yanlarını da görmek gerekiyor. En olumsuz yanı, bölgenin Türkleştirilmesi ve İslamlaştırılmasında oynadığı roldür.
Bu noktada Hace Bektaş Veli üzerinden geliştirilmek istenen Türkçü-İslamcı anlayışın bir yalanını da vurgulamak gerekiyor. Günümüzde dahi Alevi-Bektaşi inancını Türk-İslam çizgisinde gösterme konusunda temel bir dayanak ve buluşturma noktası olarak Ahmet Yasevi-Hace Bektaşı Veli ilişkisi kurgulanmaktadır.
Hace Bektaş Veli’nin Sunni İslam Nakşibendiliğinin önemli isimlerinden biri olarak kabul edilen Ahmet Yasevi’nin halifesi olduğu söylemi gerçeklikten uzak, koca bir yalandır. Ahmet Yasevi, 1166-67 yıllarında Türkistan olarak anılan Yesi şehrinde ölmüştür. Hace Bektaş Veli ile aynı dönemde yaşamadığı göz önüne alınırsa, Ahmet Yasevi’den el alması, halifesi olması da mümkün değildir. Ahmet Yasevi’nin ölümü ile Hacı Bektaş’ın doğumu arasında 43-44 yıllık bir süre var.
Yine Hace Bektaş Veli’nin mürşidinin Lokman Parende olup ondan el aldığı iddiası da benzer bir durumdur. Lakman Parende’nin öldüğü iddia edilen süreçte Hace Bektaş Veli’nin çok küçük olduğu tarihi olarak sabitken, böyle bir ilişkinin kurulmasının gerçekle bir ilgisi olamaz. Dolayısıyla bu söylemler, Nakşibendilik üzerinden Hace Bektaş Veli’yi Türklüğe bağlamak, Nakşibendilik üzerinden Ahmet Yasevi ile ilişkilendirerek Sunni İslama bağlamak resmi ideolojinin bir tahrifatı olup, daha çok Bektaşiliğe oynatılmak istenen rolle alakalıdır.
Hace Bektaşı Veli’nin etnik kimliği ile ilgili kesin ve net bilgilere sahip olunmasa da inançsal anlamda yaşadığı göç yollarında Küdistan’da İran’da mevcut inançladan etkilendiği söylenebilir. Kürdistan’da, İran’da Zerdüştlüğün, Mazdeizm ve Manicilik vb. Batıni inançların Hace Bektaş felsefesinin oluşumunda etkileri olduğunu söylemek daha doğrudur.
Sunni İslam’a karşı direnen baskılarla göç edip Horasan’a Kürdistan ve son olarak Anadolu’ya kadar gelen Türkmenlerin inanç sistemlerine bakıldığında, Hace Bektaş’ın göç süreçlerindeki etkilenmelerine ipucu olabilir. Bir diğer nokta ise Baba İshak ve Baba İlyas öncülüğündeki Babailer ayaklanması sırasında Hace Bektaş Veli’nin orada olması da bu açıdan önemli bir işarettir.
Babailer ayaklanmasının sebeplerinden birini Sunni İslam egemenliği olduğu düşünülürse, Hace Bektaş Veli’nin orada olmasının neyi benimsediğinin de işaretidir.
Bektaşi-Osmanlı buluşması
Moğol saldırılarının başta İran olmak üzere İslamın yayıldığı ve yaşadığı alanlara yönelmesi ve egemenlerin politikaları ile yaşam koşularından kaynaklı göçler yaşayan Türkmenler ve diğer etnik kimlikler, Anadolu’ya doğru kaymaya aşlamıştır.
Bu geçişlerde hakim İslami kimliğe muhalif olanlar ve İslamiyeti kabul etmeyen Türkmenler de göçün içerisinde ve daha çok kendilerinin batıni inanç grupları içerisinde ifade ederler.
Türkmen ileri gelenleri kurulan beylik ve devletlerin hakim inancıyla uzlaşırken, yoksul edilen kesimler ise daha çok İslamın muhalif yorumlarını ya da Zerdüşti, Şamanist etkili inanç grupları içerisinde yer alıp bu inançları kendilerine rehber edinmişlerdir.
“Büyük Selçuklu ya da Anadolu Selçuklu devletlerinin yanı sıra yine devletçikler biçiminde kurulan beylikler, Türkmen nüfusuna yabancıdır. Onunla çelişkili ve çatışmalıdır. Bundan dolayı da Türkmenler egemenlere karşı sürekli isyan halindedir.
Baba İlyas ve Baba İshak yönetimindeki Babailer ayaklanması bu yüzden dönemin en büyük direnişi olmuş ve Alevi Bektaşi hareketinin geleceğinde dönüm noktası olmuştur.
Büyük direnişi Alevi-Bektaşi potansiyel dikkate alınmıştır. Anadolu Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykubat (1220-1237) toplumun önemli bir kesimin ifade eden Alevi Bektaşi-Ahi vb. kesimlerle ilişki geliştirmiştir.
Egemenlerin Alevi-Bektaşi potansiyelini değerlendirme yaklaşımını Osmanlının kuruluş sürecinde de görüyoruz. Osmanlılar Anadolu’da önemli bir güç haline gelmiş olan Alevi Bektaşi toplumunu kullanma noktasında kararlıdır. Hatta Osman Bey, Orhan Bey, Murat Hüdavendigar’ın bektaşi oldukları iddiası mevcuttur.
Osmanlı’nın Kuruluş sürecinde Ertuğrul Gazi, önemli bir Batıni önderi ve Ahi olan sonradan ise Bektaşi olma olasılığı güçlü olan Şeyh Edebali’nin kızı Rabia Bala Hatun ile Osman Beyi evlendirmiştir. Bu evlilik sıradan bir gönül ilişkisinden ziyade Osmanlı’nın kuruluşunda stratejik bir adımdır. Osmanlılar kuruluş sürecinde önemli bir güç olan Bektaşi-Ahi kesimi ile stratejik birlik sağlamıştır. Anadolu’daki diğer Türkmen-Türk beyliklerinin bir adım ötesine geçen Osmanlılar bu adımın faydasını çok belirgin olarak görmüşlerdir.
Bu ilişki ile Anadolu’da Alevi-Bektaşi -Ahi örgütlenmesine dahil olan kendine Horasan Ereni, Rum Abdalı, Pir, derviş vb. unvan veren ileri gelenler, kurulan Osmanlılar içerisinde asker, komutan, bürokrat olarak görev almışlardır. Ahi pirlerinin öncülüğünde kurulan Ahi alayları Osman Bey’in emrinde savaşmıştır. Şeyh Edebali tüm bu süreçlerde Osmanlıya büyük destek vermiştir.
Moğol saldırılarında yaşanan Ahi kırımında Ahi Evran 1261 yılında öldürülmüş ve esasında kent merkezlerinde esnaf örgütlenmesi olan Ahilik-Babailik-Kalenderilik- Vefailik gibi tarikatlar Bektaşilikte toplanmış ve önemli bir güç olmuştur. Osmanlı’nın kuruluş sürecinde Bektaşilik içerisinde yer alan Ahiliğin bu anlamdaki desteği önemlidir.
Osmanlının gelişip büyümesinde pay sahibi olan askeri güç olarak Yeniçeri Ocağı, Bektaşi dergahında kutsanmakta, Bektaşi Gülbangları okunmaktadır. Bazı Osmanlı padişahlarının da Bektaşi inanç önderleri tarafından kılıç kuşandığı da biliniyor.
Osmanlı’nın gelişim sürecinde Anadolu ve Rumeli’de yayılmasında Bektaşi “dede-baba”larının büyük rolü vardır. Batı Anadolu ve Balkanların Müslümanlaştırılmasında Bektaşi tekke ve dergahlarının etkisi, günümüzde dahi sürmektedir. Bölgenin müslümanlaştırılması ve Türkleştirilmesinde Osmanlı yayılmacılığına öncülük eden Bektaşi tekke ve dergahların oynadığı rol göz önüne getirildiğinde, egemenlerin Bektaşiliği sistem içine çekme çabası da daha anlaşılır olmaktadır.
Osmanlının kuruluş sürecinde Bektaşiliğin verdiği bu destek iyi irdelenmelidir. Zira, Osmanlı-Bektaşi ilişkisinde Bektaşiler verdiği güçlü desteğin karşılığını alamamışlardır. Kuruluşunda önemli bir paya sahip olmasına karşın Osmanlılar, hakim olan İslamın sunni yorumunu kabullenmiş, Bektaşileri ise sadece ihtiyaç hasıl olduğunda hatırlamışlardır.
Doğası toplumsallık dışı karakterde olan bir yapının, toplumcu karakterdeki yapılarla ilişkisi çıkarlara göre şekillenir. Önemli olan bu durumun önceden fark edilerek ona göre tedbir alınmasıdır. Yani istismarcılığa açık kapı bırakılmamasıdır. Ama ne Bektaşi şeylerinin ne de müritlerinin bu istismarı anlayacak gücü ya da düzeyi vardır. Halbuki, o günün Anadolusunda değil Bektaşiler, hiçbir tarikat ya da inanç topluluğunun dönemin en cılız gücü olan Osmanlıya ihtiyacı vardır. Aksine, Osmanlı’nın herkese ihtiyacı vardır.
Osmanlıların pragmatist yaklaşımı güç oluncaya kadar devam etmiştir. Güçlendiğinde ise tercihini çıkarlarına uyun gördüğü Sunni İslam’dan yana yapmış ve Bektaşileri dışlamıştır. Çünkü hakim İslam yorumunun cihat, gaza anlayışı Osmanlının çıkarılarınaydı.
Bektaşiler Osmanlının oyununu ve yaklaşımını doğru anlamadığı için halkların inançların geleceğinde olumsuz ve şansız bir rol oynamış, asimilasyonunun yayılmacılığın aktörü olmuştur. Bektaşiler kendileri açısından da egemenlerin kulandığı bir konuma çekilmiş, toplumcu karakterinden uzaklaştırılarak devletçi bir zihniyete dönüştürülmek istenmiştir.
Balım Sultan’ın sahneye çıkışı
Bektaşiliğin sistem içileştirilmesi ve devletçi bir zihniyete çekilerek kullanılmasında dönüm noktası Balım Sultan’dır. 1501 yılında II. Beyazıt tarafından Hace Bektaş Dergahına Balım Sultan atanır.
İran Safevi Devletinin Şah İsmail üzerinden Anadolu’daki Alevi Bektaşi nüfusu etkilemeye başlamasının Balım Sultan kararının alınmasında en etkili sebeptir. Safevi politikasına karşı, Osmanlı, hamle olarak Balım Sultan’ı Bektaşi Dergahının başına atar. Bu şekilde Safevilerin etkisine girebilecek, Kürt-Türkmen Alevi-Kızılbaş-Bektaşiler kontrol edilmeye çalışılır. Toplumcu olarak varlık bulan Bektaşilik, Balım Sultan döneminde Osmanlı devletinin çıkarlarının İran’a karşı korumak için devletin resmi tarikatına dönüşüyor. Bu aşamadan sonra önemli sayıda bürokrat Bektaşi Dergahına kaydolduğu dikkat çeker.
Beyazıt’ın bu hamlesi ile Osman İran başta olmak üzere yayılma stratejini genişletiyor. Yavuz Selim Döneminde, Safevilerin yenilmesi halifeliğin elde edilmesinde BalımSultan hamlesinin payı olduğunu görmek gerekiyor.
Bektaşiler üzerindeki asimilasyoncu, kullanmaya dayalı politikaya karşı çıkan ve Balım Sultan’ı kabul etmeyen muhalifler ise bizzat padişah tarafından sürgüne gönderiliyor. Bu şekilde Balım Sultan’a yönelik muhalefet önlenerek, güçlenmesi sağlanıyordu. Bu politika sonucu özellikle Balkanlarda Bektaşiliğin toplanması ve gülenmesini sağlıyordu. Bektaşilik, “Dedegan”-”Babagan” ayrışması da bu dönemde başladı ve giderek ciddi bir derinleşmeye vardı.
Bektaşilik açısından Balım Sultan, Hace Bektaş’tan sonraki en önemli figür olduğu tespiti bir anlamda doğrudur. Bektaşiliğin doğuş ve gelişiminde Hace Bektaş gib Sarı Saltık, Abdal Musa, Taptuk Emre vb. inançsal figürler katkı sunmuş olsa da Balım Sultan’ı ayrı tutmak gerekiyor. Çünkü Bektaşiliğin sistem içine çekilmesinde ve toplumcu karakterinin değiştirilmesinde Balım Sultan uğursuz bir rol oynamıştır.
O Bir dönüm noktasıdır. Çünkü Bektaşiliğin tüm toplumsal inançsal yönlerini bir tarafa iterek, tarikatı Osmanlı devletinin zulmünün hizmetine sunmuştur. Onun dönemi ile birlikte toplum içinde ahlaki bağlar yerini ağırlıklı olarak devletin resmi bağlarına yani Osmanlı hukukuna bırakmıştır. Bektaşiliğin toplumcu geleneğe dayalı demokratik ruhu terk edilmiş, yerine egemenlikçi, tekçi yazılı kuralar geçmiştir. Böylece var olan ve çokluk biçimde özgünlükleriyle birlikte zenginlik yaratan dergah özerklikleri aşılmış, devlet genleri ve yönetim tarzı anlayışı dergah içine sokulmuştur.
Balım Sultan ile birlikte Bektaşilik, Hace Bektaş’ın yaşamını ve öğretisi de dahil olmak üzere gerçeğe dayandırılmadan yeniden yorumlanıp bugüne aktarılmıştır. Böylece XVI. yy.’da Bektaşilik diğer tüm toplumcu Alevi esaslı tarikatlardan kopmuştur. Halbuki, Hace Bektaşı Veli ile birlikte diğer tarikatlarda Bektaşilik içinde yer almaktadır. Ancak Balım Sultan sorası Bektaşilik halka ve onun manevi bağlılığından çok, devletin gücüne dayanarak yaşama gibi bir eğilim güçlenmiştir.
Balım Sultan’ın geliştirdiği çizgi, Bektaşiliğin karakterinde ve gelişiminde oynadığı rol gibi Bektaşiliğin etkilediği toplumsal kesimleri de farklılaştırmıştır. Devletle ilişkilenen bürokrasinin içinde yer alamaya çalışılan bu dönemlerde Bektaşilik içerisinden çıktığı kırsal nüfustan kopmuş ve kent Bektaşiliği gelişmeye başlayarak ağırlık kazanmıştır.
Tarik-i Nazenin ya da Kent Bektaşiliği
Alevi-Bektaşi inancı tarihsel süreç içerisinde egemen baskısı ve yaşam tarzından, üretim biçiminden kaynaklı olarak ağırlıklı kırsal alanda yaşamıştır. Bunda güvenlik boyutu da önemli bir etken olarak görülmelidir. Alevi- Bektaşiliğin kırsal alanda gelişimi güvenlik kadar asimilasyona karşı kendini korumasını da sağlamıştır. Balım Sultan ile beraber gelişen Kent Bektaşiliği, ağırlık kazandıkça, kırsaldan kopmuş kentlere kendini hapsetmiştir. Bu haliyle kent aydın, bürokrat, esnaf arasında kendini örgütlemiş ama kendisini besleyen temel güç ve kaynak olan kırsaldan kopmuştur. Nazenin Tarikatı adı verilen Kent Bektaşiliği ya da Babagan Kolu bu koşullar altında ortaya çıkmıştır.
Bu aynı zamanda inanç önderleri olan Dedeganlara karşı kent Bektaşiliğinin yani Balım Sultan’ın yönelimi olarak ortaya çıkar.
İttihat Terakki dönemi
Egemenlerle Bektaşi ilişkilerinin Osmanlı sürecindeki gelişim seyrinde öne çıktığı bir süreçten sonra dışlanan Bektaşiler ihtiyaç halinde yeniden kullanılmıştır (Şah İsmail-Yavuz Selim Savaşı). Egemenlerin ihtiyacı bittiğinde ise yine dışlanmıştır. Osmanlı padişahlarından II. Mahmut’un devlet içerisinde yenileme arayışlarında yaptığı müdahaleler ile Bektaşi ağırlığı olan Yeniçeri ocağı tasfiye edilmiş, Bektaşiler devlet imkanlarından mahrum bırakılmıştır. Bu süreçte bektaşi ileri gelinlerinin bir kısmı asılmış, bir kısmı bir kez daha sürgüne gönderilmiş, Bektaşiler bir kez daha Devlet gerçeği ile tanışmışlardır.
II. Mahmut’un sürgüne gönderdiği Bektaşiler daha önce Balım Sultan döneminde sürgün edildiği Batı Anadolu ve Balkanlarda buluşarak büyük bir güce dönüşmüşlerdir. Osmanlı kuruluş sürecinden bu yana zaten var oldukları bu alanlarda sürgünlerle beraber ekonomik, siyasi birçok alanı denetler duruma gelmişlerdir.
Osmanlının çöküş sürecinde 20. yy. başlarında egemenlerin başlattığı reform ve yeniden kurtuluş sürecinde Osmanlılar içerisinde birçok yeni çevre türemiştir. İmparatorluğu kurtarma olmazsa yeni bir ulus devlet anlayışı ile ortaya çıkan hareketlerden biri de İttihat Terakkidir. Ağırlıklı olarak Batı Anadolu’da güçlü olması ve Balkan çıkışlı olması ise hiç tesadüfi değildir.
İttihat Terakki’nin Bektaşi ağırlıklı olduğu bütünüyle bunu demek mümkün olmasa da Bektaşilerin güçlü desteğine sahip olduğu tarihçilerin ortak kanısıdır. Jön Türk hareketi içerisinde yer alan Resneli Niyazi adlı Bektaşi günlüklerinde; Bektaşi topluluklarından yoğun bir katılım olduğu için Bektaşilerle İttihatçıları aynı görüldüğünü belirtir.
Osmanlının son dönemlerinde etkili olan ve cumhuriyet kuran kadronun ideolojik felsefesini etkileyen Jön Türkler içerisinde çok sayıda Bektaşi yer almaktadır. En çok bilinenleri şunlardır: Ahmet Nesimi (Hariciye Nazırı), Ali Rıza Paşa, Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Hilmi Tunalı Bey, Şeyhülislam Ürgüplü Hayri, İbrahim Temo, Lütfi Fikri Bey (Dersim Mebusu), Hariciye Nazırı Rıfat Paşa, Recep Peker.
Yine Jön Türkler içerisinde Mason-Bektaşiler olarak nitelendirilen isimler olarak, Ali Fethi Okyar, Cemal Bardakçı, Enver Paşa, Kazım Karabekir, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Salih Cimcoz (İstanbul Mebusu), Prens Sebahattin Bey, Talat Paşa, Cemal Paşa ve Ziya Paşa.
Bu listenin yanında M. Kemal’in Bektaşi olduğu ve tarikat toplantılarına katıldığı halk arasında konuşulan ve kimi yazarların iddiasıdır.
İttihat ve Terakki Cemiyetinin birçok konuda araştırma ve raporlar hazırlattığı gibi Alevi-Bektaşi-Ahi vb. inanç gruplarına dönük olarak da çalışmalar yapmıştır. İttihatçılar, Kızılbaş-Bektaşileri incelemek üzere Baha Sait Beyi’i, Ahi topluluğunu incelemek üzere Bursalı Mehmet tahir ve Hasan Fehmi’yi görevlendirmiştir. Raporlara bakıldığında, Jön Türklerin ırkçı milliyetçi yaklaşımlarının sonuçları çok net görülmektedir. Bektaşiliği tamamen Türk inancı olarak kabul eden İttihatçılar, Baha Said üzerinden Kürdistan’da Kızılbaş Kürtler-Türkmenler ve Özellikle Dersim Rêya Heq inancını Türk olarak tarif etmiştir. Yer yer hakaretler içeren raporların amacı ise Kürdistan’daki Kızılbaş Alevi-Dersim inancını saflarına çekme ve asimile etme; edemediğini ise yok etme fikri üzerine kurulmuştur
Anton Jozef Dierl, Jön Türk hareketinin tarikat ehli Bektaşiliği resmen desteklediğini, Bektaşiliğin de İttihatçıların Pantürkist ve milliyetçi yaklaşımlarına destek verdiğini belirtmektedir. İttihatçılar ve Bektaşiler arasındaki ilişki de güncel, konjonktürel realite kadar tarihsel gelişmelerin de rolü olduğu söylenebilir. II. Mahmut sonrasında devlet içerisinde varlığını tümüyle kaybeden Bektaşiler, ittihatçılar ile yeniden dizayn edilecek Osmanlı gerçeğinde rol oynama ve pay alma arayışı söz konusu olduğu kadar kendilerine dönük uygulamaların intikamını almayı da hesaplamış olabilirler.
İttihatçılar ile Bektaşilerin ilişkilerinde yeni kurulacak ulus devlet inşasında İttihatçı zihniyetin devamı olarak görülen M. Kemal’e verilen destek ile devam ettiği de düşünülebilir.
Cumhuriyet ve Bektaşiler
M. Kemal önderliğindeki Cumhuriyetin kuruluşunu büyük bir heyecan ve coşku ile karşılayan Bektaşiler, M. Kemal’i “Beklenen mehdi olduğu” ya da “Hace Bektaş Veli donunda” göründü şeklindeki söylem ve yaklaşımlar bu desteğin en somut göstergeleridir. M. Kemal’in Hace Bektaş Veli dergahında Çelebi Cemaleddin Efendiyi ziyaret edip görüşmesinde biçilen abartılı rol ve değerlendirmeler de Bektaşilerin Cumhuriyete desteğinin kanıtı olarak görülebilir.
Bektaşilerin cumhuriyete verdiği büyük desteğe karşın M. Kemalden buna denk düşecek bir karşılık alamadıkları rahatlıkla söylenebilir. Tam tersine, Bektaşiler baskı altına alınmış, Hace Bektaş Dergahı başta olmak üzere Alevi-Bektaşi dergahları kapatılmıştır. Cumhuriyetin resmi dini Sunni- Hanefi İslam olarak belirlenmiş, devlet dinini idare ve yaygınlaştırılması, yani asimilasyon için Diyanet kurulmuştur. Bektaşiler-Aleviler baskı görürken, Sunni tarikatlar büyütülmüş, devleti etkiler hale getirilmiştir. Yaşananlar Bektaşi tarihinin tekrarı gibidir. M. Kemal’in pragmatist anlayışını anlamayan Bektaşiler Osmanlıda uğradıklarının bir benzerini yaşamaya başlamıştır. Balım Sultan’ın geliştirdiği devlet için, sisem içileşme sürecinin devamı olan M. Kemal ve cumhuriyet desteği, Alevi-Bektaşi toplumu için bir kez daha yanlış bir tercih olmuştur.
Bektaşilerin duruşunu göstermesi açısından trajik örnekler ise cumhuriyet döneminde yaşanan Kürt Alevi katliamlarına karşı duruşudur. Bektaşiler, destek verdiği cumhuriyetin Kürt Alevilere dönük kırımlarına sessiz kalmışlardır. Koçgiri ve Dersim kıyımlarından Kürt Alevileri desteklemedikleri gibi yer yer Cumhuriyetin faşizan kırım politikalarını destekler söylem ve pratikleri geliştirmişlerdir.
Dersim Soykırımı sırasında Dersim’e giden Çelebi Cemalettin Efendi, Dersim aşiretlerinin ikna etmeye ve teslim olmaya çağırmıştır. Çelebi Cemalettin Efendi’nin bu ziyareti, sonrası kimseyi etkilemeyi başarmadığı için döndüğü iddiası kadar, Dersimlileri haklı bulduğu için döndüğü de öne sürülmektedir. Burada kesin olan Çelebi Cemalettin Efendi ve Bektaşilerin Koçgiri ve Dersim kıyımlarında kendi yol canlarına destek vermediği gerçeğidir.
M. Kemal’den sonraki süreçte siyasal gelişmeler ve toplumsal değişimlere rağmen Bektaşiler açısından değişmeyen tek nokta Kemalist politikalar ve CHP’nin desteklenmeye devam edilmesidir. Alevi-Bektaşi toplumunu CHP’nin arka bahçesine dönüştüren Bektaşi ileri gelenleri geçmişte olduğu gibi bu dönemde de verdikleri desteğin karşılığını alamamışlardır. Egemen devlet zihniyetinin ağır baskısını yaşayan, katliamlara uğrayan Alevi-Bektaşiler devletçi zihniyetin kendilerine yaklaşımını anlayamamış, çözememiştir. Bu noktada egemenler ve inanç önderleri arasındaki geri ilişkileri çıkar ilişkilerini de görmek gerekiyor.
Kemalizmin güçlü asimilasyon ve katliam politikaları ile kendi gerçeğinden, inancı toplumsal özünden koparılan toplum gerçeği kendisi için yazılmış kadere ve toplum mühendisliği ile şekillendirilen gerçeğini değiştirememiştir.
Selçuklulardan Cumhuriyet sürecine kadar, Bektaşi inanç önderlerinin devlet ile geliştirdikleri ilişki, Alevi-Bektaşiliğe kaybettirmiştir. Kent Bektaşiliğinin devletçi yaklaşımları sürekli beklenti hali yaratırken, kırsal alandaki Alevi-Bektaşilik, ezilen pozisyondan kurtulamamıştır.
Bektaşilikte ittihatçı çizgi ile gelişen Tükçü, milliyetçi anlayış, Cumhuriyet sürecinde de devam etmiştir. Alevi-Bektaşi yol felsefesi, kültürüne aykırı olan milliyetçi eğilimlerin varlığı realitedir. Milliyetçi Bektaşi anlayışı için, Bektaşi üst sınıfının egemenlerle girdiği ilişkinin açığa çıkardığı bir sonuçtur demek yanlış olmaz.
Bugün dahi Bektaşi nüfusun yoğun olduğu yerlerde Kemalist CHP’ye hatta kimi yerlerde Irkçı MHP’ye verilen destek görülmektedir. Yaşanan bu durum tarihsel anlamda egemenlerin Bektaşilik üzerindeki çıkarcı politikalarına yatan Bektaşi üst sınıfının bu ilişkilerden sağladığı maddi-manevi rant olayını da görmek gerekiyor.
Felsefesi, kültürü insana dayanan İnsan-ı Kamil yolunun büyük yol mürşitlerinden biri olan Hace Bektaş Veli yolundan gider görünenlerin öze dönmesi gerekiyor. Kucağında Ceylan ve Aslanı buluşturan Serçeşme Hace Bektaş Veli’nin yol sürdürücülerinin milliyetçi, devletçi yaklaşımları en başta yol büyüğü Hace Bektaş Veli’ye haksızlıktır.
Bu anlamda Bektaşi yol evlatlarının nefeslerini dara çekerek öze dönmesi, kıblesi insan olan yolun gereklerini yerine getirmesi elzemdir. Balım Sultan ile başlayan sapmadan çıkarak Serçeşme Hace Bektaş Veli’nin ışıklı yolunda yürümek, ikrar veren yol erenlerini anlamak yaşamak, Bektaşiliğe ve yola en büyük hizmettir. Gerçeğin demine Hu.
(Elazığ Kapalı Cezaevi)
Dersim Gazetesi