Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / Nedir şu ihanet? / Hasan Bildirici

Nedir şu ihanet? / Hasan Bildirici

23 Ekim 2017, 17:28

Peşmergenin, Kerkük ile birlikte Kürtlere ait bir çok kasabadan herhangi bir direniş sergilemeden çekilmesi zaten yaralı olan Kürt toplumunda büyük yaralar açtı.

Yanlış işlerini bugüne kadar sorumluluk payını başkalarının üstüne atarak idare edenler sonuçtan tamamıyla ihaneti sorumlu tutarak, Kerkük’ü Talabani ailesinin Irak’a hediye ettiğini söylediler. Her toplumun tarihinde ihanet vardır. Kürtlerdeki ihanet diğer toplumlarıkinden ne aşağı ne yukarıdır. Hitler orduları Sovyetler Birliğine saldırdığında, amansız saldırı karşısında bir çok Sovyet subayı ve generali Alman ordularına teslim olmuştu. Hitler teslim olmuş bu Rus generallerini Rusya’ya karşı savaşta kullanacaktı. Yine ikinci dünya savaşında Alman işbirlikçisi Fransız hükümeti, Paris’i kendi elleriyle Hitler’e teslim etmiş; Almanların isteği doğrultusunda binlerce Yahudi’yi soykırıma göndermişti. Dünyanın en çetin kurtuluş savaşı olan Vietnam savaşında ikiye bölünen Vietnam’ın güneyi Amerika’yı destekliyordu. Başka topraklara gitmeye fazla gerek yok. Son yıllarında Osmanlı hanedanlığı da Osmanlı’ya ihanet etmişti. Mustafa Kemal’in kurduğu cumhuriyet Osmanlı’ya rağmen bir cumhuriyetti.

Kürtlerin sorunlarını ihanetle açıklamaya kalkarsanız sağlıklı bir sonuca ulaşamazsınız. İhaneti başarıya götüren Kürtlerin kendi iç tutumlarıdır. Şöyle ki:

Bir yerde bir dükkan bulsanız ve tutmak isteseniz, dükkan sahibi ile bir kontrat, sözleşme imzalamak zorundasınız. Kira koşulları o sözleşmede yazılıdır. Sonra bir anlaşmazlık çıkarsa sorun mahkemeye götürülür ve sorunu mahkeme çözer.

Kürt partilerinin; KDP, YNK, PKK, PSK ve diğerlerinin Kürt toplumuyla imzaladıkları bir sözleşme veya akit yok. Kürt toplumuyla Kürt siyasetçileri arasında imzalanmış veya kabul edilmiş bir vatan veya hizmet sözleşmesi de yok. Siyasetçinin hakları nelerdir, bu siyaseti destekleyen kitlelerin hakları nelerdir, böyle bir belge de yok.

Siyasetçi ne karar verirse, o odur. Ne kadar Kürdistancılık yapılacağına; kimlerin seçilip, kimlerin ebedi başta kalacağına da toplum değil mevcut siyasetçiler karar verir. Normal bir demokrasi kültürüne sahip olmayan milyonlarca Kürt bireyinde vatandaşlık kavramı olmaz, vatandaşlık kavramı ona lüzumsuz gelir, yalnızca parti taraftarlığı vardır.

Bu nedenle bir çok yazımda Kürtlerde şu an geçerli olanın “siyaset aşiretçiliği”olduğunu belirtmiştim. Siyasal aşiretçilik bütün gelişmelere, değişimlere, normal vatandaşlığa karşıdır. Siyasal aşiretçi kişiye göre bağlı olduğu parti ne yaparsa doğrudur.

Siyasal aşiretçilikte hiç bir hata ve suçun hesabı sorulamaz. Parti sorumluları ayyuka çıkmış suç ve günahlarını birbirine özeleştiri vererek örtbas ederler. Yargı, yasama, yürütme kendileridir. Kralıkllarda ve imparatorluklarda bile bu kadar yetki ve kayırma yoktur. İslam dinindeki Şeriat mahkemelerinin görece bir bağımsızlığı olabilir; ancak Kürt siyasetçilerini kendi içlerinde yargılayabilecek hiç bir kurum ve kuruluş yoktur.

Kürt siyasetçilerinde ve liderlerindeki yetkinin Tanrı’da olmadığını söylersem konu daha iyi anlaşılır.

Ölümünden kısa bir süre önce Talabani’yi apar topar İran’a götüren; Barzani’yi Diyarbakır’a getirip Recep Erdoğan ile el ele tutuşuturan Kürt hukuksuzluğu ne ise, Talabani ailesi ve bir kısım KDP’li peşmergenin Kerkük’ü Irak’a teslim etmesinin hukuksuzluğu aynıdır. Şengal’de bir birini kıran Kürt hukusuzluğu Şengal’e gelen Irak güçlerine tek mermi atmamıştır.

Vatan nedir, vatandaşlık nedir? Vatandaşın ve siyasetçilerin hak ve görevleri nelerdir, bunlardan habersiz bir toplum, siyasetçi ve askeri güçten ne yaparsanız yapın bundan fazlası çıkmıyor. Birbirinin felaketine sevinen ve felakete yol veren garip bir askerlik ve siyasetçilik tarzı Kürdün yakasından bir türlü düşmüyor.

Benim bildiğim ve tarih okuduğum kadarıyla elli tür uluslaşma olmamıştır. Ulusun sınırları ya bir kral, bey veya imparator tarafından kılıçla çizilmiştir; ya da bu zamanı kaçıranlar ulusal kongreleri aracılığıyla bunu yapmıştır. Almanlar, Ruslar, İngilizler, Araplar, Türkler, İranlılar; kral, imparator veya şah aracılığıyla devletlerinin ve topraklarını sınırlarını çizmişler. Bu zamanı kaçıran veya devletlere sonradan dahil olan Amerika, Avusturalya veya Kanada gibi ülkeler ise uluslaşmalarını kongreler aracılığıyla sağlamışlardır.

Kürtlerde ikisi de yok. Ne kılıç zoruyla sınır çizecek güçlü imparatorlara sahip olmuşlar ne de ulusal kongre kurmayı becerebiliyorlar. Bu ikisinin yerine birer siyasal parti aracılığıyla siyasal aşiretçilik yapıyorlar. İyi de, ulus sadece bir partinin taraftarlarından oluşmuyor ki... O zaman bir araya gelmek ve herkesin hesap verip alacağı, siyasetçinin, askerlerin ve vatandaşın hak ve görevlerini belirleyen ulusal bir kongre kurmak zorundasınız. Bunu yapmıyorsanız yasal ve meşru değilsiniz.

Kerkük düştüğü gün Rakka’ya başka bir Kürt gücünün, YPG’nin zafer bayrakları asıldı. Kuzey Kürdistan şehirleri yerle bir edilirken öteki Kürtlerin tümü sessizdi. Parçacı, aşiretçi, siyasal aşiretçi bir tarzdan ulusal bir Kürt hukuku çıkmıyor. Çıkmadığı için de Kürtler işlerini başkaları aracılığıyla sürdürmek zorundalar. Aracılar çekildi de mi bu sefer çığlık atılıyor: “Ey dünya, neredesiniz!”

Dünya kendini düzeltmekle meşgul iken peki sen ne yapıyorsun? Dünya iki de bir Kürdün çığlığına koşmak zorunda mı? Dünya seninle iş yapmaya çalışıyor, Ortadoğu’ya çeki düzen veriyor. Ama sen kendi kendinle iş yapamıyorsun.

Suriye iç savaşı başladığı günden itibaren KDP güçleri PYD-YPG güçleri ile Kürt ulusal hukuk temelinde bir araya gelseydi, gerçek bir ulusal dayanışma içine girselerdi Irak’ın ve Haşdi Şabi’nin İŞİD önünde kaçan tankları Kerkük il sınırlarına yaklaşamazdı.

Hayatın temel bir kuralı vardır: İnsan önce kendi evinin önünü temizler sonra başkalarının evinin önündeki kire karşı rahatsızlığını bildirir.

Kürtler sadece siyasette değil, kendi içlerinde, kendi askeri savunmalarında da başarısızlar. Kürtleri ancak birileri destekleyecek ki, bir adım ilerleyebilsinler. Dünya Kürtlerin askerliğine ve cesaretine hayran, ancak tek başına vatan topraklarına savunmaya sıra geldiğinde bu gücü insan tanıyamıyor. Şehirlerin peşmerge komutanları her yenilginin ardından bıraksalar geri dağlara kaçacaklar: “Kürtlerin dağlardan başka dostu yok,” diyorlar. Dağlar saklanmaya elverişli ya, onun için diyorlar. Ama halk şehirlerde ve savaş şehirlerde sonlanıyor. Şehirleri kim koruyacak?

Kürdün her geriliğini, pasifliğini ve yenilgisini ihanetçilere yıkan tutumdan vazgeçmek gerekiyor. İhanetçileri şehirleri teslim edecek büyüklüğe taşıyan bu tarz siyasetin kendisidir. Yargılanacaksa ve işten el çektirilecekse önce bu siyaset yargılanmalı ve işten el yağı çekilmelidir.

Dört parçada ayrı ayrı kurulmuş; fraklılıklara fırsat tanıyan, açık, demokratik ve tam yetkili ulusal kongreler zaferin kendisi, ihanetin baş düşmanıdır.

Güney Kürdistan’daki parlamento tam yetkili çalışsaydı şimdi çoktan Kürdün ulusal birliği sağlanmış, peşmerge içindeki aşiretçilik kırılmış ve gerçek anlamda bir ulusal siyaset ve ordu kurulmuş olacaktı. O ulusal kongerde ihanetin de tarifi olacak ve hainleri kongreye bağlı tarafsız mahkemeler layıkıyla yargılayacaktı. Amerika’da ve Avrupa’da işler böyle yürüyor.

Eğer biz bunu yapamayız diyorsak, biz o zaman normal insanlar değiliz ve insanın en yüksek örgütlenme biçimi olan bağımsız ulus olmayı hak etmiyoruz. Bu durumda bırakalım başkaları bizi yönetsin.

Ne yönetmeye ne yönetilmeye gelmemek ne tuhaf.

Yönetilmesi ve kendi kendini yönetmesi mümkün olmayan garip bir halkız. 

Rojevakurdistan

Bu haber 578 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Dersim İnşa Kongresi (DİK) dahil Avrupa'daki 8 sivil toplum kurumları, ..