50 milyonluk Kürt dünyası ve dostları kahırlı. Hüzün büyük, ruhlarda açılan travmatik yaranın acısı anlatılır gibi değil.
Kürtlerin kan, elem, keder ve göz yaşı ile geri kazandığı yurt parçaları o gece, mirasyedinin eline geçen çiftliği, en iyi fiyatı verene satması misali, düşmanlarına devir ve teslim edildi. Teslimatı yapanlar, Kürt halkının kuşaklar boyudur, “önder" bildikleriydi…
Bunların, satıştan elde ettikleri kazanç, Edrisê Bedlîsî‘nin altınları tutarında mıydı, bilinmiyordu. Çünkü, ücrete ilişkin söylentiler çeşitliydi…
Onurları da yaralı Kürtler, kayıptan dolayı hüzün yumağı ama, “kardeş" Türkler mutluydu. “Mutluluğun resmi" zafer naraları olarak, medyayı süslüyordu.
Oysa, Türkler şantaj unsuru olarak öne sürülüp kullanılmış, ama kazançta kırıntı kadar da olsa pay sahibi değillerdi. Kazancın büyüğü İran aitti. Irak da harita üstünde pay sahibiydi.
Olsun, Türk ırkçılığı için, kimin kazançlı çıktığı hiç önemli değildi. Kürtler zarara uğratılmış, onurları da kırılmıştı. Bu yeterliydi. Ama, Kürtleri ezen tıngırtının olduğu yerde, eski “pexas mahalle belengazı" durur muydu?
Onun için, durma anı değildi. Ama aşka gelmiş Deli Dumrul gibi, sokağa fırlayıp “yandan anam yandan" avazeleriyle, göbek atmaktan kendini zapt etmeyi başardı. Sabrını sakladı.
Ertesi gün muhtarları, Sarayının salonunda “Kerkük Türküsü" dediği, çalınma “Altın Hızma" müziğiyle karşıladı. Şarkıyı hep beraber, ölüm marşı ciddiyetiyle suskun dinleyerek, Pers Ayetullahının askerleri zaferini kutladılar. Kutlamayı alkışlarla kapatanlar arasında, aidiyetlerine ilişkin onurlarını, satma utancıyla beslenen Kürtler de vardı.
Aynı gün, Türk ırkçılığı bir başka cepheden gelen kara haberle, yasa bürünüyordu. Dünya odağındaki Kürt savaşçılar, Gezgin hırsızlar, tecavüzcü ve katiller imparatorluğunun merkezi Reqa’yı ele geçirmiş, üçbuçuk yıl süren hilafet rüyalarına son veriyordu.
Kirli Kerkük zaferi gölgelenmiş, sevinç naraları gırtlaklarına tıkanmıştı. Türk medyası, kara haberi, “şok gelişme" diye duyuruyordu. Irkçılıkla teslim alınmış, vicdanı “puç" edilmiş kamuoyu derinden şaşkındı.
Çünkü, İslamı da kullanan katillere yapılan onca yatırım, harcanan emek, çöllere dökülen TIR’lar dolusu silah, savrulan paralar, tıpkı Kobanê’de olduğu gib heba olmuştu. Anka kuşu misali kendi küllerinden yaratılan Kürtler, galebe gelmiş, IŞİD (DAİŞ) isimli “Müslüman Kardeşler" oligarşisini kumlara gömmüştü. Böylece, yer yüzündeki tüm Müslümanların birleşeceği “tek vatan, tek devlet, tek millet" ve altında toplanacakları “tek bayrak" hayali havaya uçmuştu. Üstelik, Erdoğan bu hayali, AKP tüzüğüne bile yazdırmışken…
Öte yandan dünya, bir kere daha Kürt hareketini saygıyla karşılıyordu. Kürt kadınları, yeniden “çağın Amazonları" anonsuyla medyada yer alıyorlardı.
Recep Erdoğan ise yüreği vurgun yemiş, beyni kanamış misali, ne yapacağını bilmezlikle, “sen uyuyor musun Amerika, Kürtler Reqa’nın kurtuluşuna seviniyor" diye naralanarak Amerika’ya saldırıyorlardı.
Bütün bu yaşananlar ve geri alınmış, kazanılmış Kürt topraklarının, kurşun atılmadan düşmanlarına teslim “travma"sından sonra, “Partiya Karkerê Kurdistan" PKK’nin görev ve sorumluluklarını arttırıyor.
Ne yapacaksınız ki, umut olmanın getirdiğidir, bu…
Konuya girmişken, çok önemli bir olay olmadığı takdirde, gelecek yazıda sosyal konulara ve özellikle de ekonomik beklentilere değineceğiz. Ancak bugün, ön söz olarak şu kadarını söyleyeyim:
Umut haline gelmeleri sebepsiz değildir. Denendiler ve kabul gördüler. Umulanlar, beklenti olarak önlerine konuyor.
Kabul gördüler, dedim. Çünkü dürüstlükleri, şaşmaz gerçektir. Onlar, ülke ve halkına adanmış insanlar olarak, ellerinden geleni yaptılar, ama asla kendileri için bir şey istemediler.
Önderleri, bu adanmışlıkla, yirmi yıla yakın zamandan beri, dünyanın en gaddar düşmanın elinde esir. Kimse durumundan yakındığını söyleyemez. Bir adanmış olarak dört duvar arasında…
Ötekiler karda, yağmurda hareket halinde. 70‘lik “ri sipî ve por sipîler"in de, özel bir yatak odası, yastığı yok. Karavanadan ne çıkarsa onu yeriyorlar.
Düşmanları, hayal ettikleri her iftirayı sıraladı, onlar için. Ama kimse, çıkarını düşünen hırsızlar diyemedi, bu hareket için. İçlerinde en cimrileri Cemil Bayık’tır. Onun ikinci gömleği var mı bilemiyorum. Ama, en zenginleri Murat Karayılan, Ali Haydar Kaytan ve Bahoz Erdal’dır. Bildiğim kadarıyla, onların fazladan birer gopalı var.
Ama bu durum, onlara beklentilere muhatap olmama hakkını vermiyor. Savaş şartlarına rağmen, pek çok sosyal olgu onların yolunu, ekonomi bir zamanların Vietnam’ında olduğu gibi el değdirmesini bekliyor.
Ahmet Kahraman / Politika