Uzun zamandır, İdlib’in temizlenmesinde jandarmalık görevinin Türkiye’ye verileceğini yazıyorduk. Nihayet bu görev başladı. Söz konusu haberi çok büyük bir başarıymış gibi yüzü gülücükler içinde veren ise Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu. Gerçi ilk açıklamada Türk askerinin henüz İdlib’e girmediğini, ÖSO’nun bölgeye giriş yaptığını söyledi ama Türkiye’nin sonu şimdiden belli bir yola girdiğini söylersek yanılmayız.
Görünen şu: Kısa sürede Türk askeri de aleni ve gösterişli bir ‘operasyonla’, Erdoğan’ı da ‘İdlib Fatihi’ gibi gösterecek bir şatafatla İdlib’e girecek. Türk askerinin bir kısmı İdlib’e konuşlandı ama yakında, kalan Türk askeri de uzun zamandır hazırlıkları yapılan noktalara konuşlanacak. Üstelik bunu Esad’ın onayıyla yapıyor/yapacak...
İşin özeti şu: Erdoğan, yeniden Esad’la işbirliğine girdi. Astana görüşmeleri falan işin Türkiye kamuoyunu ikna etmek için kullanılan yüzü... Esas olan, BAAS’ın varlığını sürdüreceği yeni dönemin inşası için Esad’a destek verilmesinin kabulüdür. Bunu gören Esad, Türkiye’nin varlığına itiraz etmedi, etmeyecek.
Bu tespite itiraz edenleri duyar gibiyim...
YPG ve YPJ’nin Suriye Demokratik Güçleri (QSD) ile birlikte IŞİD’e karşı savaşta yaptığı ne? Bu Esad’a destek vermek değil mi?
Yok! Değil. Biri, özgür ve ortak yaşamı perçinleştirecek bir yaklaşımı esas aldığından yani kendi özgürlüğünü ve geleceğini savunmak amacıyla savaşıyor. Diğeri, başından beri yürüttüğü yanlış politika nedeniyle gömüldüğü bataktan çıkmak için jandarmalık yapmaya hazır olduğunu söylüyor ve tabi, bu talebi kabul edildiğinden bölgeye müdahil oluyor. Bu müdahillik ile yapacağı tek şey ise açık diyelim, bölgeye zamanında bizzat kendinin gönderdiği ama denetiminden çıkan silahlı grupları ‘islah’ etmektir.
Hatırlamayanlara tekrar hatırlatalım.
Bugün İdlib’in kontrolünü büyük oranda ele geçiren Heyet-i Tahrir-i Şam’ın adı bir müddet önce Cephetül Feth-i Şam, yani Şam’ın Fethi Cephesi’ydi. Ondan önceki adı da Cephet-ul Nusra yani Nusra Cephesi’ydi. Bilinen kısa adıyla El Nusra; nam-ı diğer El Kaide’nin Irak kolu...
Bu grubun ilk elemanlarını Suriye’ye taşıyan bizzat Türkiye oldu.
2011’in Temmuz ayında, daha Müslüman Kardeşler (İhvan-i Müslimin) gücünü yitirmemişken Türkiye Esad muhaliflerini Antalya’da topladı. Onlarla Suriye Ulusal Konseyi’ni kurdu. Kürtler, tüm ısrarlarına rağmen bu toplantılardan dışlandı. Suriye’deki değişimin demokratik yollardan olmasını savunan Arap muhalifler de bu toplantılara alınmadı. Aynı yılın Aralık ayında toplanan Hatay Konferansı’nda işin rengi değişmeye başladı. Müslüman Kardeşler artık etkisini yitiriyordu; Suriye’deki belirleyici rolü Mısır’da zayıflamanın getirdiği etki ile bitişe doğru gidiyordu.
İşte bu noktada devreye Türkiye’nin “Stratejik Derinlik” aklı girdi ve bu 'akıl' öncelikle Kuzey Afrika’daki silahlı grupları Türkiye üzerinden 2 noktadan Suriye’ye taşınmaya başladı. Bu silahlı gruplar içinde ağırlıkla El Nusra’cılar vardı. Hatay ve Ceylanpınar üzerinden 4 bine yakın El Nusra üyesi silahlarıyla birlikte Suriye’ye geçti. Suriye’deki çete savaşını Kuzey Afrika’dan gelen bu gruplar başlattı.
Yine hatırlayın, Kürtler 2012'nin Ocak ayında ilk olarak Ceylanpınar’ın hemen karşısındaki Serêkaniyê kasabasında El Nusra ile çatışmıştı. YPG’nin kuruluşunu bu çatışma getirdi. 3. Yol politikası ile bölgelerini savaş dışında tutmak için çaba gösteren Kürtler, önce Öz Savunma Birlikleri’ni, ardından YPG’yi, 2012’nin ortalarına doğru ise YPJ’yi kurmak zorunda kaldılar. Dışarıdan taşınan çeteci gruplara karşı kendi yaşam alanlarını savunmak için yapabilecekleri başka şey yoktu.
Kürtlerin kendi yaşam alanlarını savunması Türkiye’nin düşmanca tutumunun da başlangıcıdır. Kürtleri, biraz da Çözüm Süreci’nin etkisi ile kendi ekseninde tutacağını sanan Türkiye, bu politikanın tutmayacağını görünce 2013’te başlattığı Çözüm Süreci’ni daha ilk aylarından itibaren ağırdan almaya başladı, Kürtleri Suriye'de engellemeye dönük tutumunu da giderek sertleştirdi.
El Nusra Afrika’dan taşındı. 2013’ün ortalarına doğru bu kez Irak El kaidesi olarak bilinen Irak İslam Devleti elemanlarını Irak’tan Suriye’ye taşıdı. Bir müddet sonra Nusra ile birleştiğini açıklayarak Adını Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) olarak değiştirdi. Musul işgalinden sonra da İslam Devleti adını aldı. El Nusra bu birleşmeyi reddetti. El Kaide, IŞİD’i tanımadı. Ancak IŞİD, bölgedeki denetimini, işgal ettiği alanları giderek artımaya başladı.
Gel zaman git zaman önce YPG ve YPJ, ardından QSD, IŞİD’in tozunu attırmaya başladı. IŞİD, İslam Devleti'nin başkenti olarak ilan ettiği Rakka'yı kaybetmek üzere. IŞİD’den kaçanlar, Türkiye’nin oyunuyla Halep’i Suriye ordusuna teslim edenler, İdlib’e geçmeye ve çoğunluğu bugünkü adı Heyet-i Tahrir-i Şam olan El Nusra’ya katılmaya başladılar.
Türkiye, Astana toplantılarında bu grupları İdlib’den çıkarabileceğini öne sürdü. Bunu görüşmeler yoluyla yapacağını sandı. MİT, El Nusra ile defalarca görüştü. Halep hezimetini unutmayan El Nusra ve yanındaki örgütler, Türkiye’ye, İdib’den çıkmayacaklarını, savaşacaklarını açıkça söylediler.
Türkiye, ilk olarak Ahrar-ul Şam adlı grubu bunların üzerine sürdü. Ahrar-ul Şam’ın gücü El Nusra’ya yetmedi. Nihayetinde göstermelik olarak ÖSO adını verdiği 40 yamalı bohçayı, İdlib’deki grupların üzerine sürdü. Herkes biliyor ki bu gruplar El Nusra’nın gölgesinin bile yanından geçemezler. Yakın zamanda hiç kuşku yok Türk askeri de bu gruplara karşı kara gücü olarak savaşa girecek.
Türkiye bu sürecin sonunda -becerebilirse- kendi askeri gücünü kullanarak Rusya ve Suriye’nin İdlib dışından verdiği destekle İdlib’i kendi taşıdığı gruplardan temizleyerek Suriye’ye verecek.
Şimdi anlaşıldı mı, Cerablus’tan Bab’a kadar inen hattın niçin Türkiye’ye verildiği?
Kürt karşıtlığının işe yaraması amacıyla bu bölgenin Kürtlerin ve müttefiklerinin eline geçmesini istemeyen Türkiye bu bölgenin demografisini değiştirmek, Afrin’i yalnızlaştırmak, mümkünse Afrin’i de işgal edip Kürtsüzleştirdikten sonra Suriye’ye teslim etmek için İdlib’in karşılığı olarak bu bölgenin denetimini istedi. Şimdi bu rüşvetin bedelini Türk askerinin kanıyla ödüyor.
İlginç olan, Türkiye’de kendine uzman diyen aklı evvellerin bu gerçeği görmeyip Erdoğan’ın bu adımını 'stratejik başarı' gibi göstermesi...
Açık demek gerekirse yaşananlar Rusya’nın direkt, Suriye'nin dolaylı başarısıdır. Rusya, Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını korumak için ustaca hamlelerle bölgeyi kontrolüne aldı. Suriye lideri, bu olanakla kendi iktidarını korudu.
İran’ın da, Türkiye’nin de hiç şansı yok. Rusya her ikisini de tepe tepe kullandı, kullanıyor.
Esad'a gelince; onun Putin’i dinlemekten başka şansı yok. Tam bittiği anda Putin imdadına yetişti, onun sayesinde kendini toparladı.
Canına minnet. Niye karşı çıksın ki!..
artigercek