16 Mart gününe gelmeden önce, o güne nasıl gelindiğine dair kısa bir hatırlatma yapalım. 1977, 5 Haziran seçimlerinde Ecevit’in CHP’si yüzde 42 oy almış ama Hükümeti kurmak için 226 milletvekili kazanamamıştı. Yine o günlerde Kara Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Ersun darbe örgütlüyor diye emekli edilmişti. 1 Mayıs 1977’de kontrgerillanın organize ettiği ve otuz küsur işçi ve devrimcinin öldüğü bir katliam yaşanmıştı.
16 Mart gününe gelmeden önce, o güne nasıl gelindiğine dair kısa bir hatırlatma yapalım. 1977, 5 Haziran seçimlerinde Ecevit’in CHP’si yüzde 42 oy almış ama Hükümeti kurmak için 226 milletvekili kazanamamıştı. Yine o günlerde Kara Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Ersun darbe örgütlüyor diye emekli edilmişti. 1 Mayıs 1977’de kontrgerillanın organize ettiği ve otuz küsur işçi ve devrimcinin öldüğü bir katliam yaşanmıştı.
Ecevit Hükümet kuramayınca AP,MHP ve MSP’nin Koalisyonu, İkinci Milliyetçi Cephe kuruldu. Milliyetçi Cephe hükümetinin üniversiteler politikası; üniversitelerde faşist-polis-idare işbirliğinde devrimci-ilerici öğrencileri üniversitelere sokmama politikasıydı. İstanbul’da bazı fakültelerin yanı sıra Hukuk Fakültesi faşist işgal altındaydı. Devrimci-ilerici öğrenciler okula devam edemiyordu.
1977 Aralık ayında AP’ den 11 milletvekili istifa etti, Milliyetçi Cephe (MC) Hükümeti düştü ve Ecevit Hükümetini birlikte kurdular. Devrimci gençler birkaç toplantı yaptıktan sonra 1 Mart 1978 günü Hukuk Fakültesine gitme kararı aldılar.
1 Mart günü Süleymaniye kahveleri önünde toplandık. Sayımız 50-60 kişi civarındaydı. Okula doğru yürüyüşe geçtik. Polis önümüzü kesti ve saldırarak bizi dağıttı. Tekrar toplandık ve yürüdük. Polis yine saldırdı ve bizi dağıttı. Üçüncü kez yürüyüşe geçtiğimizde artık okulun kapısına kadar gelebilmiştik. Kapıdan içeriye girdiğimizde bu kez faşistlerin saldırısı ile karşılaştık. Heykelin önünde toplanmışlardı ve bize taşlarla, sopalarla saldırdılar. O saldırıyı da püskürtüp okulun içine girdik. Ben birinci sınıftaydım. Bizim sınıfta ilk gün yedi kişiydik.
İlk birkaç gün sözlü ve fiili saldırılar oldu ama onları püskürttük. Her gün sayımız artıyordu. Yedi, dokuz, on üç …Derken bir baktık sayımız yirmiyi geçti. Sınıfta kendini gizlemiş devrimci-ilerici öğrenciler bize katılıyordu. Ya da ilk gün gelmemiş olanlar gün geçtikçe bize katılmaya başlamıştı.
Faşistler bizi “Yakında göreceksiniz” diye tehdit ediyorlardı ama hiç birimiz üzerimize bomba atacaklarını tahmin etmiyorduk.
15 Mart günü okul çıkışında (Giriş-çıkış toplu oluyordu. Okulun bahçesinde toplanıp grup halinde Süleymaniye’ye kadar gidip orada dağılıyorduk) Merkez Kapı önünde dışarıdan getirilmiş faşistler taş ve sopalarla saldırdı. O günkü saldırı, ertesi günün provası imiş.
16 Mart günü yine toplu olarak Merkez kapıdan çıkıyorduk. Bir grup faşist yine Beyazıt Meydanı’nda toplanmıştı ama bu kez saldırmadılar, sadece slogan attılar. Bizim grubun en ön sırası Eczacılık Fakültesi kapısının önüne gelmişti ki, “bomba” diye bir ses duyduk. Patlama sesiyle birlikte ayaklarımız yerden kesildi ve iki metre öne doğru uçup yere kapaklandık. Kalkarken arkaya dönüp baktığımda kara bir duman gördüm on metre gerimde, herkes yerdeydi.
Daha sonra yedi arkadaşımızın öldüğünü, altmış civarında arkadaşımızın yaralandığını öğrendik.
Okul tatil edildi. Nisan başında açıldı. Bir süre faşistler okula gelemedi. Nisan ayı ortalarında da en sevdiğimiz hocamız, Server Tanilli’ye bir suikast düzenlendi. Tanilli felç oldu.
Olayın faili olarak okulda tanınan faşist liderleri ve Ülkü Ocakları Başkanı ile MHP Gençlik Kolu Başkanı’nı gözaltına aldılar. Bir süre sonra bıraktılar. Biz o dönem yargı sürecini takip etmedik, şikayette de bulunmadık. Katliamın hesabını biz sorarız diye düşünüyorduk. Polis, mahkemeler bunları korur, zaten işbirliği içindeler diye düşünüyorduk. Aralık ayında Maraş Katliamı yapıldı. Sıkıyönetim ilan edildi. Dava Sıkıyönetim Mahkemesi’ne gitti. Sonra da 12 Eylül darbesi yapıldı. Dava faili meçhul dosyalar arasına girdi.
1999 da bir kadın medyaya demeç verdi ve kardeşinin 16 Mart Katliamı’nda bomba atan kişi olduğunu, bunu itiraf etmek istediği için ülkücü arkadaşları tarafından öldürüldüğünü açıkladı. Başka itiraflarda yapıldı. Katliamın bombası bir yüzbaşıdan Abdullah Çatlı tarafından alınmıştı. Beyazıt’a bir polis minibüsü ile gelinmişti. Minibüsün içindeki dört kişiden biri Mustafa Doğan isimli bir polisti. Polis daha sonra Almanya’ya kaçmıştı. Bombayı atıp kaçanları takip eden polisleri bir komiser durdurmuş, takip etmeyin demişti. O komiser, Reşat altay, daha sonra Susurluk Olayı’nda Abdullah Çatlı’nın arkadaşı çıkmıştı. Siyasi Şube müdürlüğü yaptı. Hrant Dink cinayeti günlerinde ise Trabzon’da üst düzey emniyet görevlisi olarak onu gördük.
İtiraflar ve delillerin ortaya çıkması ile dava yenilendi. Fakat, yargı ve idare Katliamın faillerini bulup cezalandırma konusunda hevesli görünmüyordu. Polis ve asker mahkemenin sorularına cevap vermiyor, istedikleri belgeleri göndermiyordu. Askeriyeden gelen cevaplarda imzası olanlar, daha sonra Ergenekon sanığı ya da şüphelisi oldular. Katliam bir kontrgerilla eylemi olmasına rağmen dosya Ergenekon Davası ile birleştirilmedi ve 78’ in 30. Yılında dava zamanaşımından düşürüldü.
AKP Hükümeti 12 Eylül Referandumu ile Anayasa’nın Geçici 15. Maddesini kaldırdı ve 12 Eylül generallerini yargılamak için dava açtı. 12 Eylül davasının iddianamesinde darbecilerin darbeyi haklı kılmak için 1 Mayıs 1977 ve 16 Mart katliamlarını kontrgerillaya yaptırdığını iddia etti. Ancak AKP sanık sayısını iki generalle sınırlı tuttu. 16 Mart Davası’nı bu dava ile ya da Ergenekon Davası ile birleştirmedi zamanaşımından düşürdü.
Biz 16 Mart Katliamı mağdurları açısından ise dosya hala açıktır. Mutlaka, önünde sonunda bu katliamın failleri tek tek tespit edilecek, yaşayanlar cezalandırılacak, yaşamayanların sorumluluğu ise tarihe yazılacaktır.
(*)Katliamın mağdurlarından/Avukat
Evrensel