Türkiye yeni bir biçim kazanmadan Ortadoğu'nun yeni bir biçim kazanamayacağını; Türkiye’nin demokratik temelde yeniden dizayn edilmesinin kaçınılmaz olduğunu belirten KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, kapsamında olduğu III. Dünya Savaşı'nın yeni bir Türkiye gerçeği ortaya çıkaracağını söyledi. Besê Hozat, "Kürtler siyasi statülerini elde edecek. Demokratik Özerk Kürdistan ve Demokratik Cumhuriyet, 21. yüzyıl Türkiyesinin yeni yüzü olacak. AKP-MHP faşizminin bunu engellemeye gücü yoktur" dedi. En zayıf dönemini yaşayan Türkiye'nin, bu bataklıktan çıkamayacağını vurgulayan Hozat, geriye kalan tek yolu, "Bu faşist iktidarı yıkmak. AKP-MHP faşist iktidarı yıkılmadan, diktatör Erdoğan iktidardan düşmeden, Kürtlere ve Türkiye halklarına hesap vermeden, Türkiye ayakları üzerine oturamaz. Bu bataklıktan çıkamaz" şeklinde izah etti. DAİŞ'in Avrupa ülkelerinde yaptığı hiçbir eylemin, AKP ve MİT’ten bağımsız olmadığını açıklayan Hozat, mevcut Türkiye'nin, Avrupa açısından da büyük bir tehlike oluşturduğunu; Almanya ile Türkiye arasındaki krizin asıl nedeninin de bu olduğunu vurguladı.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, ANF’nin sorularını yanıtladı.
Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan 2011’den bu yana avukatları, 2015'ten bu yana da ailesi ile görüştürülmüyor. 2016'da Sayın Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan’la 40 dakikalık bir görüşme yaptırılmıştı. Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’la görüşmelerin engellenmesi ya da sağlanması ne tür sonuçlara yol açar?
Önderliğimize karşı özel bir politika uygulanıyor. Bunun hem 'milli' hem de uluslararası boyutları var.
'Milli' yanı soykırımcı sömürgeci politikalarla ilgilidir. AKP-MHP faşist rejimi Kürtlere soykırım uyguluyor. Mutlak tecrit bu soykırım politikalarının gereğidir. Önder Apo’yu halktan, toplumdan koparmaya, sesinin halka ulaşmasını engellemeye çalışıyorlar. Kendilerince Önderliğimizi etkisizleştireceklerini ve halkımızın iradesini kırarak teslim alacaklarını düşünüyorlar.
Mutlak tecrit politikasının uluslararası boyutu da Önderliğimizin etkisini kırma, Kürtleri kendine bağlama arzularının bir sonucudur. Uluslararası komplonun amacı ne idiyse mutlak tecritin amacı da aynıdır. Uluslararası komplocu güçler soykırımcı sömürgeci Türk devletinin Kürtlere karşı verdiği savaşın yarattığı kaos ve şiddet ortamını halen kendi çıkarları açısından faydalı görüyor. Bundan kaynaklı AKP-MHP rejimi büyük bir insanlık suçu işlemesine rağmen ses çıkarmıyorlar. Bu, Önderliğimizin fikirlerinden, demokratik özgürlükçü çözüm projelerinden duydukları korkuyla alakalı bir durumdur. Önderliğimizin faşist soykırımcı ulus devlet sistemlerine alternatif olarak geliştirdiği demokratik ulus sisteminin kökleşmesini engellemeye, halkların demokratik çözüm iradelerini zayıflatmaya çalışıyorlar.
ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜ DERİNLEŞTİRİYOR
Önderliğimiz ile görüşmelerin olmaması Türkiye’de ve genel olarak bölgede savaşı ve çözümsüzlüğü derinleştiriyor; sorunları içinden çıkılmaz bir hale getiriyor. Önderliğimizin pozisyonu, Türkiye ve bölge barışı/demokrasisi açısından kilit bir öneme sahiptir. Geliştirdiği projeler, Türkiye’de ve bölgede savaşa son verecek; demokrasiyi, özgürlüğü ve barışı getirecek gerçek çözüm projeleridir. Önderliğimizin günlük olarak fikirlerini, görüş ve önerilerini toplumla, demokrasi ve özgürlük güçleri ile paylaşması muazzam demokratik gelişmelere yol açacaktır. Tecrit politikalarıyla bütün bu gelişmeler engellenmek isteniyor.
ÖCALAN KOLEKTİF BİR KİMLİKTİR
Önderliğimizin özgürlüğü için verilecek mücadele, genel bir demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet mücadelesidir. Her yerde demokrasi ve özgürlük mücadelesini büyütmek Önderliğimizin de özgürlük mücadelesini vermek anlamına geliyor. Önderliğimizin özgürlüğü ile halklarımızın, kadınların özgürlük ve demokrasi mücadelesi etle tırnak gibi iç içe geçmiştir. Özgürlük ve demokrasi mücadelesinin zaferi Önderliğimizin fiziki özgürlüğünü sağladığı gibi, Önderliğimizin fiziki özgürlüğü de demokrasi ve özgürlük mücadelesinin zaferi olacaktır. Yani demek istediğim şudur; Önder Apo Kürt halkının, halkların, kadınların ve insanlığın özgür iradesini temsil ediyor. Bir kişi olmanın ötesinde kolektif toplumsal bir kimliktir. Bu anlamda tutsak edilen ve tecritte tutulan Önderliğimiz şahsında bir halkın, halkların, kadınların özgür iradesidir. Yani tecrit Kürt halkının, halkların, kadınların özgür iradesine uygulanmıştır. Önder Apo’nun özgürlüğü için verilecek her mücadele ve geliştirilecek her direniş aynı zamanda toplumsal özgürleşmeyi sağlama ve demokrasiyi geliştirme mücadelesi oluyor.
MÜCADELE YÜKSELTİLEREK SÜRDÜRÜLMELİ
Önderliğimizin özgürlüğü temelinde halkımızın, kadınların ve dostlarımızın yıllardır verdiği mücadele çok önemli ve değerlidir. Özellikle bir yılı aşkındır Avrupa’da, Rojava’da, Kuzey Suriye Federasyonu'nda ve tüm Kürdistan’da, Türkiye’de önemli bir mücadele süreci gelişti. Kongra Star, TJA ve diğer kadın hareketleri gelişen eylemselliklere güçlü öncülük yaptı. Toplumsal özgürleşmenin ve demokrasinin garantisi olan bu anlamlı mücadele, yükselerek çok yaratıcı ve zengin yöntemlerle devam etmelidir.
AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET, TÜRK İCADIDIR
Türkiye’de ağırlaştırılmış müebbet yasası uygulayarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a karşı suç işlemiyor mu?
Dünyada hiçbir ulusal ve uluslararası hukukta ‘ağırlaştırılmış müebbet’ diye bir kavram ve bir yasa yoktur. Hukukta böyle bir yasanın yeri yoktur. Ağırlaştırılmış müebbet, soykırımcı sömürgeci Türk devletinin kendi icadıdır. Kuşkusuz bu, dünyada insan hakları yasasına ters olduğu kadar büyük bir suçtur da. Pratik ifadesi, idama tekabül ediyor. Mutlak tecrit bu yasanın uygulama biçimidir. Soykırım politikalarının vücut ve yaşam bulmuş halidir. Bu durumu büyük bir sorun haline getirerek adeta kıyamet koparmak gerekiyor. Aslında Türk devletinin uluslararası mahkemelerde yargılanmasına götürecek sürecin de ta kendisidir.
AVRUPA, İMRALI'DA SUÇ ORTAĞIDIR
Avrupa'da ilgili kurumların bu yasa ihlali karşısında sessiz kalmaları ne anlama geliyor?
Avrupa’da uluslararası hukuk ve sivil kurumlar, AB’nin siyasetine göre işliyor. Siyasetin denetiminde olan, bağımsız iradeleri olmayan kurumlardır. Avrupa mevcut politikalarıyla İmralı’da işlenen suçun ortağıdır. Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi ve AB'ye adaydır. Türkiye, altına imzasını attığı tüm uluslararası sözleşmeleri yerle bir etmiştir. Uluslararası hukuku çiğnemiştir. Avrupa’nın demokratik değerlerini ayaklar altına almıştır. Avrupa ülkelerinin buna sessiz kalması sadece kendi değerleriyle Avrupa’yı çelişir-çatışır duruma getirmiyor, aynı zamanda kendi değerlerini yok sayması anlamına da geliyor. Bu, Avrupa’yı hukuk devleti olmaktan çıkarıyor. Toplumla karşı karşıya getiriyor. Hukuk devleti, insan ve topluluk haklarına saygılı olmakla, onları güvenceye almakla övünen Avrupa devletlerinin bu tutumla, toplum nezdinde güvenirliği ve etkisi kalmıyor. Kürtler, Avrupa’nın ikiyüzlü, Türkiye’nin soykırım politikalarına göz yuman tutumundan dolayı büyük tepki duyuyor.
AVRUPA, ORTAKLIKTAN VAZGEÇMELİ
Avrupa, Türkiye’nin işlediği insanlık ve savaş suçlarının ortağı olmaktan vazgeçmelidir. Sessiz kalmak, hiçbir şey olmamış gibi ilişkileri sürdürmek de ortak olmaktır. Avrupa ülkeleri Türkiye’ye karşı ciddi anlamda siyasi, ekonomik ve askeri yaptırımlarda bulunsalar, hukuksal süreci işletseler Türkiye bu insanlık suçlarını işlemeye cesaret edemez. AKP, suç işlemeyi bir tarafa bırakır Kürtlere ve Türkiye toplumuna hesap vermek zorunda kalır. Avrupa’nın oportünist, ikircikli tutumu AKP-MHP faşist rejimini cesaretlendiriyor.
TEK IRK YARATMA ÇALIŞMASI
Türk devleti, tutsaklara tek tip elbise giydirmeye hazırlanıyor, bu uygulamayla ne yapmaya çalışıyor?
AKP-MHP faşist rejimi, tek tip insan, tek tip kadın, tek tip toplum, tek dil ve tek din yaratmaya çalışıyor. Türkiye’deki tüm farklı etnik, inanç, kültürel kimlikleri ortadan kaldırmaya, Hitler faşizminde olduğu gibi tek ırk yaratmaya çalışıyor. Bu korkunç bir soykırımdır, en büyük insanlık suçudur. Bakınız AKP-MHP faşist iktidarı kendi anlayışı dışında olan Kürtler başta olmak üzere herkese soykırım uyguluyor. Karşı koyan herkese acımasızca saldırıyor, iradelerini kırmaya ve teslim almaya çalışıyor. Şimdi bu politikayı zindanlara taşıdı. Tutsaklara 12 Eylül faşizm sürecinde olduğu gibi tek tip elbise uygulamasını dayatıyor. Bunun anlamı açıktır; tutsakların iradesini kırıp teslim almak istiyor. Yani hiçbir yerde tek bir direniş odağı bırakmak istemiyor. Tüm direniş odaklarını tek tek ortadan kaldırmayı amaçlıyor.
SİYASİ TUTSAKLAR DİRENECEKLER
Zindan direnişlerinin toplumsal direniş üzerinde çok büyük bir etkisi vardır. Zindan direnişleri topluma her zaman büyük bir moral ve güç vermiştir. Toplumsal direniş kültürünü beslemiş ve büyütmüştür. Siyasi tutsak demek faşizme karşı direniş, onur mücadelesi demektir. Aslında AKP-MHP faşist rejimi tutsaklar şahsında toplumsal direniş iradesini kırmayı, direniş kültürünün temel odak noktalarından birini ortadan kaldırmayı hedefliyor.
Tabii ki tüm siyasi tutsaklar direneceklerdir. Bu onur kırıcı, alçakça uygulamalara karşı büyük bir onur direnişi ortaya koyacaklardır. Bundan en küçük bir şüphemiz ,yoktur. Halkımız da her yerde direniyor ve direnecektir. Tutsaklara karşı geliştirilen bu onur kırıcı saldırılar halkımızın, Türkiye halklarının ve emekçilerinin onuruna da büyük bir saldırıdır. Kadınların iradesine saldırıdır. Herkes zindanlarda gelişecek direnişin yanında saf tutacak, direnecek ve onur mücadelesini büyütecektir.
HDP'NİN NÖBETİ OLUMLUYDU
HDP’nin saldırılara karşı başlatmış olduğu vicdan ve adalet nöbeti sizce nasıl bir toplumsal duyarlılık yarattı?
AKP-MHP faşist hükümeti HDP’ye karşı bir tasfiye siyaseti yürütüyor. HDP şahsında demokratik muhalefeti tümden tasfiye etmeye, demokratik siyaseti boğmaya çalışıyor. HDP’ye karşı geliştirilen bu tasfiye politikaları da esas olarak soykırım politikalarının bir parçasıdır; siyasi ayağıdır. Kürtlerin, Kadınların ve demokrasi güçlerinin siyaset üzerindeki etkisini tamamen yok etmeye yöneliktir. Bu anlamda HDP’nin direnişi önemlidir. Vicdan ve adalet nöbeti bir mücadele yöntemi olarak anlamlıydı. Şimdi çeşitli eylemselliklerle devam ediyor. Bu mücadele, toplumun belli kesimlerini bir duyarlılık ve canlılık içerisinde tutuyor. Bir dinamizm ve haraketlilik yaratıyor. Bu açıdan olumludur. Ancak soykırımcı faşizme karşı bu tarzda bir mücadele kuşkusuz yeterli olmuyor.
VİCDAN VE ADALET BEKLENMEZ
Türkiye’de vicdansızlığın ve adaletsizliğin temel nedeni faşizmdir, demokrasinin olmamasıdır. Demokrasinin olmadığı yerde vicdan da adalet de yaşam şansı bulamaz, bulsa bile rengini açığa vurmaya cesaret edemez. Kuşkusuz vicdanın ve adaletin olmadığı yerde demokrasi de olamaz ama demokrasi her türlü insani duygu ve düşüncenin yeşerme vahasıdır. Demokratik zihniyete sahip olmayan bir devlet ve yönetim biçimi, vicdan ve adalet suçu başta olmak üzere her türlü suçu ve cinayeti işleme özelliğine sahiptir. AKP-MHP faşist devleti böyle bir karakterdedir. AKP-MHP faşist iktidarı demokrasi, özgürlük ve eşitlik düşmanıdır; dolayısıyla adalet düşmanıdır. Demek istediğim şudur: Faşist soykırımcı bir devletten, faşist diktatöryal bir yönetimden vicdan ve adalet beklenemez.
Yapılması gereken nedir?
Yapılması gereken tek doğru tutum, güçlü/büyük bir demokrasi ve özgürlük mücadelesini örgütlemektir. Buna biz demokrasi cephesi ya da hareketi, anti faşist hareket diyoruz. Başkaları başka bir biçimde de ifade edebilir ama ne denilirse denilsin ortak bir demokrasi mücadelesine acil ihtiyaç olduğu bir gerçektir. Birleşik devrimci-demokratik cepheyi hızla örgütleyip harekete geçirmek gerekiyor.
TÜM ANTİ FAŞİSTLER ORTAKLAŞMALI
Anti faşist tüm güçler, toplumsal kesimler bu hareket içerisinde yerini alabilmelidir. Kadınlar ve gençler bu hareketin bel kemiğini, atar damarını oluşturabilir. Kürtler, Aleviler, işçi-emekçi ezilen tüm kesimler, Türkiye’de ezilen farklı etnik ve kültürel topluluklar, Müslümanlar, çevreciler, hukuk ve insan hakları mücadelesi veren çevreler vb. faşizme karşı olan herkes bu hareketin bileşeni olabilir. Tüm bu kesimleri bir araya getirdiğimizde Türkiye toplumunun yüzde 65-70’ini oluşturuyor. Bu muazzam bir demokrasi gücüdür. Bu gücün önünde hiçbir faşizm dayanamaz. İnanın bir günde yıkılır. Yeter ki Türkiye’nin demokratik güçleri bir araya gelerek bu sinerjiyi ortaya çıkarabilsinler. Bu sinerji ortaya çıktığında ve harekete geçtiğinde Türkiye’ye demokrasi de adalet de vicdan da barış da gelecektir. Hareket berekettir denilir. Toplum harekete geçtiğinde insana dair her duygu ve düşünce de şaha kalkacaktır. Cesaret cesareti, direniş daha büyük direnişleri doğuracaktır.
HDP'nin sokaktan çekilmemekte ısrarı, biraz buna yönelik değil mi?
HDP, faşist Türk ulus devlet sisteminin partisi değil, demokratik ulus sisteminin partisidir. Demokratik özerk bölgelere dayalı demokratik cumhuriyet sistemini savunan, bunun siyasetini geliştiren bir partidir. HDP, Türkiye’de toplum karşıtı devletçi klasik partilere alternatif olarak halkların demokratik partisi olarak ortaya çıktı. HDP halkın içinden çıkan halkın sesi olan bir partidir.
HDP GÜCÜNÜ SOKAKTAN ALIYOR
AKP-MHP faşist iktidarı HDP’yi halktan kopararak, özünden saptırarak tasfiye etmeye çalışıyor. HDP’nin mücadelesi bu anlamda daha büyük bir önem kazanıyor. HDP gücünü halktan, kadınlar başta olmak üzere tüm ezilenlerden, sokaktan alıyor. HDP’yi var eden, varlığını oluşturan gerçeklik halkın kendisidir. Bundan koptuğu an biter. Bu açıdan sokak mücadelesini çok önemsemek, bu mücadeleyi her yerde geliştirmek ve süreklileştirmek gerekiyor. Bu da ancak örgütlü toplumla mümkündür. Sokak kendi gücünü örgütlü toplumdan alır. Örgütlü toplum en büyük mücadele ve direniş gücüdür. Halkların demokratik partisinin de varlık ve mücadele gerekçesidir.
CHP, YÜRÜYÜŞÜ DOĞRU ANLAMADI
CHP de 'adalet' kavramını kullanıyor ve bazı etkinlikler yaparak toplumsal muhalefeti çeperine çekmeye çalışıyor gibi. Sizce CHP'nin yapmaya çalıştığı nedir?
CHP sıranın kendisine geldiğini görünce adalet yürüyüşü başlattı. Bu yürüyüş belli düzeyde bir ses getirdi. Faşizm altında inim inim inleyen Türkiye demokrasi güçleri, kadın hareketleri, sivil toplum kurumları ve toplumun çeşitli kesimleri bu yürüyüşe ciddi bir toplumsal destek verdi. Öyle ki 'Adalet Yürüyüşü' CHP’nin yürüyüşü olmayı aştı, faşizme karşı olan tüm toplumu önemli oranda hareketlendirdi. Ancak CHP bu yürüyüşü doğru değerlendiremedi. Toplumda oluşan beklentilere cevap veremedi, verdiği sözleri tutmadı. Yürüyüşün bitiminden hemen sonra sokağa arkasını döndü, klasik politikasını sürdürmeye devam etti.
CHP'NİN ÇIKMAZI KÜRT MESELESİDİR
CHP Kürt politikasını değiştirmediği müddetçe AKP-MHP faşist hükümetinin koltuk değneği olmaya devam edecek; giderek de tamamen tükenecektir. CHP’nin en büyük çıkmazı devletin Kürtlere karşı 93 yıldır uyguladığı inkarcı ve imhacı politikayı esas almaktan vazgeçmemesidir. Ulusalcı-milliyetçi ideolojik kodlamalardan kurtulamamasıdır. CHP, Kürt sorununun demokratik siyasi çözümüne dönük bir program geliştiremiyor. Demokratik siyaset yürütemiyor, gerçek bir ana muhalefet gücü olamıyor. Aksine sürekli olarak AKP iktidarını besleyen, iktidarın faşist soykırımcı uygulamalarını meşrulaştıran bir rol oynuyor.
CHP DE MEVCUT DURUMDAN SORUMLUDUR
Mesela CHP destek vermeseydi, AKP MHP-Ergenekon ile ittifak kuramazdı; milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldıramazdı; HDP Eşbaşkanları, milletvekilleri, DBP'li belediye eşbaşkanları başta olmak üzere onlarca yüzlerce siyasetçi tutuklanamazdı. CHP, 'Yenikapı Ruhu'nun bir parçası olmasaydı, AKP 20 Temmuz faşist sivil darbesini yapamazdı, OHAL rejimini kuramazdı. CHP AKP’ye destek vermeseydi, AKP Suriye’ye giremezdi. Bu anlamda aslında CHP, AKP-MHP faşist rejiminin kurulmasından ve uygulamalarından sorumlu bir partidir.
CHP PASİFLEŞTİRME ROLÜ OYUNUYOR
Diğer yandan CHP, demokratik muhalefeti liberalleştirme, devlet sınırlarına çekme gibi çok olumsuz bir rolü yıllardır sürdürüyor. Bir bakıma devrimci-demokratik muhalefeti pasifleştirme ve sistem içine çekerek tüketme misyonuyla da hareket ediyor.
Bütün bunlar devletin kurucu partisi olan CHP’nin geleneksel politikalarıdır. Onlarca yıldır CHP bu politikaları yürütüyor. Kürtleri yok sayıyor. Türkiye’nin sol ve demokratik dinamiklerini devletin çarkları arasında öğütüyor, eritiyor. Devlet dışı demokratik, muhalif karaktere sahip Alevi toplumunu devletin içine çekerek mücadele iradesinden düşürüyor, asimile ediyor, doğal toplumcu, direnişçi özünü yok etmeye çalışıyor. CHP, bu geleneksel politikasından tümden vazgeçmeden doğru ve etkili bir demokrasi, adalet mücadelesi de yürütemez. 'Adalet Yürüyüşü'nde olduğu gibi canını kurtarmak için bile çalışsa canını kurtaramaz; Rodeo Atı gibi bulunduğu noktada kalkıp iner.
KLASİK CHP BIR KENARA BIRAKILMALI
CHP, Türkiye’de gerçekten iktidar olmak istiyorsa eski klasik CHP olmayı bir tarafa bırakmalıdır. Milliyetçi, kültürel soykırımcı ideolojiden vazgeçmelidir. Kürt sorununu demokratik müzakere yolu ile çözmeye dönük bir siyasal program ortaya koymalıdır. Önder Apo’yu ve PKK’yi muhatap almalıdır. Demokratik dönüşümü sağlamaya, demokratik adım atmaya cesaret etmeli ve demokratik çözüm iradesini ortaya koymalıdır. CHP demokratik temelde dönüşmeyi, köklü bir politika değişikliğini ortaya koymayı başarabilirse bir yıl içerisinde iktidar olur. Kürtler ve kadınlar başta olmak üzere demokrasi ve barış isteyen tüm toplumsal kesimlerden çok ciddi bir destek alır.
Sizce toplumun 16 Nisan'da verdiği mesajı, demokratik muhalefet güçleri yeterince doğru anlayıp ona göre davrandı mı?
Türkiye toplumunun yüzde 60’tan fazlası 16 Nisan'daki referandumda HAYIR dedi. AKP-MHP-Ergenekon-Hüda Par ittifakı, özel savaş gücüne dayanarak baskı ve hilelerle YSK’yı da satın alarak zorla EVET oyu çıkardı. Atın Üsküdar’ı geçmesi, bu hırsızlığın ve gaspın sonucuydu. İşlenen suçun da itirafıydı. Fakat hırsızlıkla, gaspla elde edilen kazanç hem haramdır ve hem de hakikati, Türkiye gerçeğini kapatma gücüne sahip değildir. Herkes gerçeğin ne olduğunu biliyor. AKP özel-psikolojik savaşla bu gerçeği örtbas edemez. Edemiyor da zaten. Adalet Yürüyüşü'ne, 'Adalet ve Vicdan Nöbeti'ne destek, yükselen direnişi ve Kürdistan’ın dört bir yanında gelişen tepkiler, bu gerçeğin bir parçasıdır.
DEMOKRASİ GÜÇLERİ PARÇALILIĞI AŞAMIYOR
Türkiye halkları, AKP-MHP faşist diktatörlüğüne karşıdır. Demokratik siyaset yürüten siyasi partiler ve güçler bu büyük toplumsal gücü iyi değerlendirmelidir. Bu konuda zayıflık vardır. Demokratik mücadelenin öncülüğü etkili yapılamıyor. Demokratik siyaset yürüten partiler, yeterince sokak partileri olamıyor. Sokak partisi olmak; halkın içinde, yanında, önünde olmaktır; halkın yüreği ve dili olabilmektir. Bir de tabii demokrasi güçleri kendi aralarındaki parçalılığı aşamıyor. Örgütlü toplumsal iradeyi ortak bir noktada buluşturmayı başarabilseler milyonları sokaklara dökerler.
7 HAZİRAN'DA BAŞLAYAN SÜREÇ
7 Haziran'dan beri Türkiye, Erdoğan-Bahçeli yönetiminde nereye gidiyor?
Türkiye’de Kürtler, Aleviler, kadınlar ve diğer sol devrimci demokratik güçler onlarca yıldır demokrasi ve özgürlük mücadelesi veriyor. Bu mücadele sonucunda 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıktığı üzere 93 yıllık tekçi, milliyetçi faşist ulus devlet sistemi dağıldı. Türkiye çok renkli, çok sesli, çok kimlikli demokratik bir yapıya bürünmeye başladı. Bu bir bakıma gerçek toplumsal öze dönüş süreciydi. Bu sürecin oluşmasında Önder Apo’nun çabaları belirleyici oldu. Bu çabaların sonucu olarak HDP şahsında demokrasi güçleri irade ve güç kazandı, Türkiye’de demokrasi güçlendi. Bu durum demokrasi ve özgürlük düşmanı olan AKP’yi rahatsız etti.
1 KASIM DARBESİ YAPILDI
AKP, MHP ve ulusalcıların da desteğini alarak '1 Kasım faşist sivil darbesi'ni gerçekleştirdi. Çünkü demokrasinin gelişmesi, demokratik siyasetin güç kazanması, AKP’nin hesaplarını bozuyordu. AKP’nin diyalog sürecini geliştirmesinin nedeni Kürtlerin oyunu alarak devleti tamamen ele geçirmek ve kendi anlayışına-çıkarına uygun dikta bir rejime dayanarak dinci ve milliyetçi temelde devleti yeniden yapılandırmaktı. AKP, diyalog sürecini bu amaca hizmet temelinde kullandı, Kürt sorununu araçsallaştırdı. Barış, demokrasi, çözüm söylemlerini özel savaşın birer argümanı olarak kullandı. Gerçekte ise inkar imha siyasetini sürdürdü. Laikliğin yerine dinciliği geçirerek Kemalist rejimin tasfiyesi üzerinden dinci ve milliyetçi faşist ulus devlet rejimine, tek adam faşist diktatörlüğünü de ekleyerek geçmişin gerisinde tekçi bir rejim kurmak istedi.
OHAL KARARI 2014'TE ALINDI
AKP, Önder Apo ile diyalog sürecinin demokratik siyasetin gelişmesine hizmet ettiğini, Rojava Devrimi'nin bölgeye, Türkiye’ye olumlu etkisini görünce 30 Ekim 2014'teki MGK’de aldığı çöktürme- soykırım kararıyla sürece müdahale etti ve topyekun savaşı başlattı.
AKP-MHP-ERGENEKON YÖNETİMİ
Ekim 2014'ten bu yana AKP-MHP-Ergenekon faşist ittifakı bir süre gizli, son iki yıldır da açıktan Türkiye’yi yönetiyor. Türkiye’de OHAL rejimi esas olarak 30 Ekim 2014 yılından itibaren fiili olarak uygulamaya konulmuştur. OHAL rejimi bu tarihten itibaren kurulmuştur. 20 Temmuz 2016, OHAL’in resmi ilan tarihidir. Yani Türkiye aslında yıllardır fakat özelde son üç yıldır OHAL rejimiyle yönetiliyor.
PRAGMATİZMİN SONUNA GELİNİYOR
Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğü Türkiye’yi içeride ve dışarıda çok büyük bir savaşın içerisine sokmuştur. Bu savaş devletteki dağılmayı derinleştirmiştir. Diktatör Erdoğan’ın devlet üzerindeki operasyonları fazla dikiş tutacağa benzemiyor. Diktatör Erdoğan, MHP ve Ergenekon desteğini Kürtlere soykırım uyguladığı için almaktadır. Ortak noktaları milliyetçiliktir, Kürt inkarı ve imhasıdır. Fakat ortak olmadıkları, karşıtlaştıkları noktalar da vardır. AKP’nin ittifak güçleri kırılgandır, AKP sonuna kadar Kürt düşmanlığı üzerinden MHP ve Ergenekon desteğini alarak dinci bir devlet kuramaz. Bu güçler AKP’nin Kürt soykırım politikasına destek vermeyi sürdüreceklerdir ancak kendi hesap ve planlarının dışında AKP’nin hareket ettiğini gördükleri an kafasına balyozu indirmekten çekinmeyeceklerdir.
Pragmatizmin babası diktatör Erdoğan’ın bütün ilişkileri taktikseldir, dönemseldir, amacına hizmet ettiği kadardır. Ancak Erdoğan’ın 'amaç için her şey mubahtır, her türlü kirli ilişki ve araç vaciptir' felsefesi, artık son noktaya gelip dayanmıştır. Erdoğan’ın başında Demokles'in kılıcı sallanıp durmaktadır. Diktatör Erdoğan, Kürtlerin ve mazlumların kanını içerek artık çok fazla iktidarını sürdüremeyecektir.
BU FAŞİST İKTİDAR YIKILMALI
Erdoğan’ın benden sonrası tufan anlayışı Türkiye’yi büyük bir şiddet ve savaş sarmalına sokmuştur. Bu savaş Türkiye’yi her gün büyük bir yıkıma uğratıyor. Türkiye döneminin en zayıf sürecini yaşıyor. Bu biçimiyle düze çıkması çok zordur. Geriye tek bir yol kalıyor; bu faşist iktidarı yıkmak. AKP-MHP faşist iktidarı yıkılmadan, diktatör Erdoğan iktidardan düşmeden, Kürtlere ve Türkiye halklarına hesap vermeden, Türkiye ayakları üzerine oturamaz. Bu bataklıktan çıkamaz. Türkiye bu yönüyle bir siyasi intihar sürecini yaşıyor.
HER TÜRLÜ MİSİLLEME MEŞRUDUR
Erdoğan Kürt kentlerini, Sur ve Hasankeyf gibi tarihi ve kültürel yerleri yıkarak; Dersim’de, Botan’da, Amed’de ormanları yakarak; barajlarla tarihi kutsal yerleri suların altında bırakarak sadece suçlarını çoğaltıyor. Bu soykırım saldırılarına karşı her türlü mücadele; misilleme hakkı, haklıdır, meşrudur. Kürdistan gerillası ve gençliği misliyle karşılığını veriyor, vermeye de devam edecektir. AKP-MHP faşist rejimi Kürt halkının tarihsel, kültürel hafızasını yok etmeye, kültürel soykırımı sonuca götürmeye çalışıyor. Halkımız direnişini büyüterek buna izin vermeyecektir.
AKP MUTLAK BİAT İSTİYOR
AKP’nin geliştirdiği yeni eğitim müfredatının 'şeriata göre bir müfredat olduğu' iddiaları var. Bundan kız çocukları ve kadınlar nasıl etkilenir, AKP’nin kadın politikası neyi amaçlıyor?
Diktatör Erdoğan dinci ve milliyetçi tek tip bir toplum yaratmak istiyor. Ders müfredatı bu amaçla değiştirildi. Araştıran, inceleyen, sorgulayan, zihni açık, ufuk sahibi çocuklar, gençler istemiyor. Bu açıdan bilimi tamamen okulların, eğitimin dışına itiyor. AKP, sorgulamayan, biat eden, köle bir gençlik ve toplum yaratmaya çalışıyor. Bu toplumu yaratmak için esas aldığı ve üzerinde ameliyat gerçekleştirdiği iki önemli toplumsal kesim var. Bunlardan biri toplumun da yarısından fazlasını oluşturan kadınlardır. Diğeri ise toplumun geleceği olan çocuklar ve gençlerdir.
AKP’nin kadın politikasına bakın ne yapmak, ne yaratmak istediğini çok iyi anlarsınız. AKP tek kelime ile kadın kırım-toplum kırım politikası yürütüyor. Türkiye toplumu hiçbir zaman bu kadar yozlaşmamış, bu kadar çürümemişti. Kadınlar hiçbir dönemde olmadığı kadar bugünün Türkiye’sinde cinsel bir obje olarak görünüyor. Yüzde 1400 artış gösteren kadın katliamları, bu kadın kırım politikalarının sonucudur. AKP kadınlara ve çocuklara yönelik gelişen tecavüzü meşrulaştırdı. AKP’nin bu politikaları toplumu da inanılmaz düzeyde yozlaştırmıştır. Kadının salt bir cinsel obje olarak görülmesi, bu temelde gelişen düşünüş tarzını, erkekte ve toplumda yerleştirmeye çalışıyor. Bu kadar kadın katliamı, devlet ve erkek terörü, bu düşünüş tarzının da bir sonucudur.
KADIN KÖLELİĞİNİ DERİNLEŞTİRİYOR
Erdoğan başta olmak üzere AKP yönetiminin aklı fikri kadının saçında, başında, giydiği kıyafettedir. Kadın nasıl giyinecek, nasıl yürüyecek, nasıl oturacak, nasıl gülecek, nasıl ve kaç çocuk yapacak, nasıl bir eş olacak, bunları bu faşist iktidar belirlemektedir. Bütün çaba ve gayretleri kadın köleliğini daha fazla derinleştirmek, kadını mutlak köle haline getirmek, erkeğe ise sınırsız egemenlik ve istismar alanları açmaktır. Devletin din memurlarına nikah yetkisi de bu amaçla verildi. Bu yetki erkeğe sınırsız egemenlik ve istismar alanı açıyor. Kadını mutlak köleliğe mahkum ediyor. Erkek istediği sayıda, istediği yaşta kadınla evlenebiliyor ve istediği zaman da boşayabiliyor. Erkek bununla kadın üzerinde sınırsız tecavüz ve istismar özgürlüğüne sahip oluyor. Tecavüze, kadın katliamlarına meşruluk ve yasallık kazandırıyor. AKP, 15 yıldır uyguladığı kadın kırım politikalarını bu tür yasalarla kurumlaştırıyor.
İşte AKP yeni toplum inşasını kadın kırımı üzerinden geliştiriyor. Kadın bedenine indirgenmiş gerici bir toplumsal yaşam yaratmaya çalışıyor. Kadını yaşamın dışına iterek eve kapatıyor, nesneleştiriyor. Erkeğin mutlak kölesi haline getiriyor. Bir toplumda kadınlar köle haline geldi mi artık o toplum köleleşmiş demektir. AKP istediğini o topluma yaptırabilir, istediği biçimde toplumu kullanabilir. AKP’nin kadın kırımı ile amaçladığı da budur. Köle, emre amade ve biat eden bir toplum yaratmaktır.
İRADESİZ VE KİŞİLİKSİZ BİR KUŞAK
Çocuk ve gençleri de hem dincilik eksenli eğitim sistemiyle hem de uyuşturucu ve fuhuş bataklığına çekerek yozlaştırıyor, iradesini kırıp teslim almaya çalışıyor. İradesiz, kişiliksiz, her işini yaptırabileceği bir kuşak yaratmaya uğraşıyor. AKP’nin istediğinde sokağa dökeceği, istediğinde savaşa süreceği, istediğinde ise tetikçi yapacağı bir gençliğe ihtiyacı var. Şimdi hızla bunu yapmaya çalışıyor. İmam hatipleri, kuran kurslarını, camileri bu amaçla kullanıyor. Din istismarı üzerinden katil-tetikçi gençler yetiştiriyor.
Parayla, uyuşturucu ve fuhuşla gençleri, çocukları teslim alıyor ajanlaştırıyor. Bununla iradesi kırılmış kişiliksiz, toplumuna, değerlerine ihanet eden bir kuşak yaratmaya çalışıyor. Gençleri mücadeleden, toplumsal değerlerden kopararak yozlaştırıyor.
SİSTEMATİK ÖZEL SAVAŞ POLİTİKALARI
Şehir bekçiliği ve köy koruculuğu da aynı şekilde Kürt toplumunu birbirine düşman hale getirme, birlik ve güç olmasını engelleme, toplumsallığını dağıtma amaçlı geliştirilen sistematik özel savaş politikalarıdır. Bu tuzağa düşmemek ve bu iğrenç soykırım politikalarına karşı tutum almak, mücadele etmek her Kürt çocuğunun, gencinin, kadınının ve erkeğinin yurtseverlik görevidir ve onur mücadelesidir.
ÖZERK KÜRDİSTAN’I ENGELLEYEMEZ
Türk hükümetinin mevcut siyasetinin ve gereği olan uygulamalarının, dış politikaya yansımaları nedir?
Faşist AKP-MHP hükümetinin Kürt düşmanı politikası hem içerde ve hem de dışarıda Türkiye’yi savaşın içerisine koydu. Türkiye mevcut durumda III. Dünya Savaşı'nın merkezinde yer alıyor. Savaşın yoğunluğu giderek Türkiye’ye kayıyor. Diktatör Erdoğan liderliğinde AKP herkesle savaş ve kavga halinde. Kürt soykırımını gerçekleştirmek için taviz vermediği, umduğunu bulmadığında ise çılgınca kavga etmediği ülke yok nerdeyse. Herkesi tek tek deniyor. Önce Amerika ile bu planı yürütmek istedi, Amerika’nın Suriye ve bölge politikası Kürtlere ihtiyacı ortaya çıkarınca Amerika ile kavgaya tutuştu. Sonra bir zaman önce katliamcı-katil dediği İsrail’e yüzünü döndü o da pek yürümedi. Ardından NATO’nun desteğini almak için uçağını düşürdüğü Rusya’dan özür diledi, yönünü Rusya’ya çevirdi. Derken Çin, ardından Pers milliyetçiliği ile suçladığı İran. Şimdi bu güçlerle her türlü tavizi vererek yol almaya çalışıyor, ancak bu yol nereye kadar gider, belli değildir. Açıkçası çok gideceğe de benzemiyor.
Bölge artık ciddi bir değişim sürecine girmiştir. Türkiye, bu değişime karşı korkunç direniyor. Fakat bu direniş pek sonuç vermeyecek. III. Dünya Savaşı, yeni bir Türkiye gerçeği ortaya çıkaracak. Kürtler siyasi statülerini elde edecek. Demokratik Özerk Kürdistan ve Demokratik Cumhuriyet, 21. yüzyıl Türkiyesinin yeni yüzü olacak. AKP-MHP faşizminin bunu engellemeye gücü yoktur.
Şu açık bir gerçektir ki; Türkiye yeni bir biçim kazanmadan Ortadoğu yeni bir biçim kazanamaz. Türkiye’nin demokratik temelde yeniden dizayn edilmesi kaçınılmaz bir durum olarak ortaya çıkıyor.
Türkiye’nin dış politikasında yaşadığı krizlerden yola çıkarak Almanya-Türkiye krizini nasıl görüyorsunuz?
Türkiye ile Almanya arasında siyasi bir kriz yaşanıyor. Bunu, Almanya’daki seçimlerle bağlantılı değerlendirmek çok gerçekçi olmaz. Krizin nedenleri daha derin ve boyutlu. Türkiye, mevcut durumuyla Avrupa ekseninden kaymış durumda. AKP’nin kurmak istediği faşist dikta rejimi, dinci-milliyetçi devlet modeli, Avrupa’nın öngördüğü ılımlı islam modeline terstir. AKP Türkiye’yi El Kaide eksenine çekti. Türk devlet sistemini-rejimini, toplumsal şekillenmeyi Avrupa’ya, Avrupa değerlerine karşıtlık üzerinden geliştiriyor. AKP yönetimindeki Türkiye, El Kaide’ye, DAİŞ’e vb birçok çeteye yardım ve yataklık yapıyor.
DAİŞ'İN EYLEMLERİ MİT'TEN BAĞIMSIZ DEĞİL
DAİŞ'in Avrupa ülkelerinde yaptığı hiçbir eylem, AKP ve MİT’ten bağımsız değildir. Ciddi bir araştırma ve soruşturma yapılırsa arkasında MİT ve AKP’nin olduğu ortaya çıkacaktır. Mevcut Türkiye, Almanya başta olmak üzere Avrupa açısından da büyük bir tehlike oluşturuyor. Almanya ile Türkiye arasındaki krizin asıl nedeni Türkiye’nin üzerine oturduğu bu eksenle ilgilidir. Diğer yaşanan güncel olaylar, bu durumun yansımalarıdır.
TÜRKİYE'DEN DEĞİL, ERDOĞAN'DAN VAZGEÇİŞ
Avrupa-Türkiye krizi, Avrupa’nın Türkiye’ye dönük stratejisinde bir değişikliğe gideceğini mi ifade ediyor?
Avrupa, Türkiye’den kolay vazgeçmez. Siyasi, ekonomik ve askeri olarak derin ilişkilere sahip. Karşılıklı bağımlılıkları var. Birbirini bırakmaları öyle sanıldığı gibi kolay değil. Böyle bir durum çok ağır sonuçlara yol açar. Ancak Avrupa’nın Erdoğan’dan, AKP’den vazgeçmesi, Türkiye’den vazgeçmesi anlamına gelmiyor. Avrupa bunu yapabilir. Adım adım buna doğru da bir gidiş var. Türkiye’nin mevcut pozisyonu Avrupa açısından çok büyük bir risktir. Avrupa’nın Türkiye’nin bu gidişatına daha fazla göz yumması, Avrupa’yı da büyük bir kaosa sürüklüyor. Avrupa’nın uzun süre bunu kaldırma gücü yoktur.