- Bugünlerde konuşulan Rakka Operasyonu sonrasını sorarak başlamak istiyorum. Rakka operasyonu sonrasında siyasi çözüme ilişkin girişimlerin artacağı konuşuluyor. Siz bu yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Doğrusu biz de merak ediyoruz, bir çözüm süreci başlayacak mı diye. Bizim başından beri PYD olarak bir çözüm projemiz var. Suriye güçleri arasında bir tek bizim projemiz var. Çözüm için bir arayış başlamıştır. Daha önce Suriye karmakarışıktı. Kimin eli kimin cebinde belli değildi.
- Şu an karmaşa yok mu? Kimin eli kimin cebinde belli mi?
- Bu süreçte en azından taraflar daha somut. Tabi şu da var. Herkes çözüme ikna edilebilmiş değil. Rejim de dahil birçok kesim hala sorunu savaşla çözeceğine inanıyor. Bunların çözüme ilişkin toplantılarda görülmeleri siyasi baskı sonucudur. Yine de uluslararası bir çözüm arayışı başlamıştır. Bu ne kadar içeriye yansır, bilemiyorum. Biz başından beri siyasal çözümden yanayız. Daha daha önce Cenevre’de, Astana’da hep uzaklaştırıldık. Tarafların bir kısmı bizim masada bulunmamızı istemiyordu. Bizim varlığımız alanda olsun, siyasal anlamda olsun karşılığı olan bir varlıktır. Birilerinin karşı çıkması çözüm istememesidir. Gelinen durumda sanırım artık herkes ikna olmuş durumda. Bizim çözüm süreçlerinde yer almamamız durumunda gerçek bir çözümün yaşama geçirilemeyeceğini artık herkes görüyor. Bizi engelleyen taraflar da artık geçmiş güçlerine sahip değiller. Küçüldüler, etkileri azaldı.
'ÖNCE ÖZGÜR İNSANI DÜŞÜNMELİYİZ'
- Kuzey Suriye’de 3 federal bölge ile bunlara bağlı 6 özerk bölge oluşturulmasını fiili çözüm gibi sunanlar da bunu pazarlık gücünü artırmak için atılmış adım olarak değerlendirenler de var. Türkiye’de özellikle hükümete yakın medya bu konuda birçok spekülatif habere imza attı. Siz ne dersiniz?
- Biz esas olarak tabandan gelen demokrasiye inanıyoruz. O bölgede atılacak her adımı en iyi değerlendirecek olan bizzat bölgede yaşayan halkın kendisidir. Kendi değerini bilen, kendi sözünün sahibi olan, kendi özgür iradesine sahip çıkan halk demokrasiyi yaratır. Demokrasi, ancak özgür insanın yaratabileceği bir olgudur. Gerçek bir demokrasiden söz ediyor ve bunu yaşama geçirmek istiyorsak, önce özgür insanı düşünmeliyiz. Başından beri Demokratik Özerklik projesini yaşama geçiriyoruz ve bunu tüm Suriye’ye yayacağımıza inanıyoruz. Daha önce 3 kanton vardı, şimdi 3 federal bölge var. Eylül ayının 22’sinde komün seçimleri olacak. Kasım’da bu kez kanton yönetimlerinin seçimleri gerçekleşecek. Önümüzdeki yılın Ocak ayında da 300 kişilik Genel Meclis seçimleri gerçekleştirilecek. Bu yönetim anlayışı ilerde başka yerlere de sirayet edecektir.
- Peki bu bölgelerdeki ayrışmalar neye göre yapıldı? Süryaniler, Çerkesler, Araplar, Kürtler var. Birçok halkın ve farklı inancın yaşadığı bir toplumdan söz ediyoruz. Bu ayrışmalar etnisiteye dayalı mı yapıldı? Kararı nasıl verildi?
- Bir etnisiteye veya etnik yayılmayı esas alan bir yaklaşıma göre yapılmadı. Ayrışmalar, tamamen coğrafik esaslara göre yapıldı ve bunun kararını bir meclis verdi. Bunlar değişmez de değil. Yarınki gün seçim olur ve yeni meclisler oluşursa pekala oturup yeni kararlar alabilirler. Tabi koşullar nedeniyle eksikler yaşandı. Ancak önümüzdeki seçimlerde bu eksikler de giderilir. Örneğin Mınbiç meselesinde böyle zorluklar yaşandı, henüz bir karar verilmedi ve bölge halkının temsilcisi olan Mınbiç Halk Meclisi’nin kararı bekleniyor. Onlar karar vermedikçe kimse onlar adına karar almaz.
'MASAYA OTURMAYI DEĞİL GELECEĞİN SURİYE'SİNİ DÜŞÜNÜYORUZ'
- Cenevre’de, Astana’da masalar kuruldu. Demokratik Suriye Meclisi yöneticileri, “Cenevre masası Suriye’de kurulmadıkça çözüm olmaz” diyor. Sizin bu anlattıklarınız, bir anlamıyla Cenevre veya Astana’yı Suriye’ye taşımak olarak tanımlanabilir mi?
- Biz başından beri bu siyasal süreçlere farklı baktık. Bu kadar çelişkili güçlerle, insanlarla ne çözüm süreci başlar, ne de halkların yararına adımlar atılır. Masada olanlara bakıyorsun, biri radikal Müslüman, diğeri radikal BAAS’çı. Bunlar nasıl anlaşacak, nasıl çözüm üretecek? Biz, çözüm demeyelim de Suriye’nin geleceği için bir projemiz olduğundan söz edelim. Biz bu adımların bir süreç işi olduğuna ve aşama aşama yaşama geçirileceğine inanıyorduk. Demokratik federal bir Suriye istiyoruz. Herkesin özgür yaşayacağı bir Suriye’den yanayız. O masalara nasıl oturacağımızın değil, geleceğin özgür Suriye’sini nasıl kuracağımızın hesabını yapıyoruz.
"KARALAMALARIN NEDENİ KÜRT DÜŞMANLIĞI"
- Partinize ve bölge yönetimine yönelik bir karalama operasyonu da sürdürülüyor, demografik değişiklik yaptığınıza ilişkin. Ayrıca göçmen kamplarıyla ilgili iddialar var.
- Bunu diyenler bir kez gelip oraya bakmalı. Araplar var, Çerkesler var. Bu nasıl sadece bir Kürt projesi olabilir? Bizim projemizi anlayan Araplar daha fazla sahip çıkıyor. Böyle olmasaydı bizim Rakka Operasyonu’nu başlatmamız mümkün olur muydu? Bu yönetim sivillere kamp kuruyor, onları yönlendiriyor, ihtiyaçlarını karşılıyor. Tabi bölgede kıtlık var, zorluklar var ama yine de koşulları zorluyorlar. Keşke daha önce Türkiye’ye verilen yardımların yarısı ki o yardımların da önemli bir kısmı kayboldu, ihtiyaç sahiplerine verilmedi, işte onların yarısı bizim göçmenlere verilseydi, bugün bu kadar şikayet de olmazdı. Bazıları, bu kamplarda ne suyun, ne ekmeğin olmadığını propaganda ediyor. Bu karalamaları yapanlar, aslında dertleri Kürt karşıtlığı olduğu için böyle davranıyor.
- Sivillere yönelik yürütülen çalışmaların koordinasyonunda sivil meclislerin yanı sıra ABD ve Uluslararası Koalisyon’dan görevliler, yöneticiler de yer alıyor. Buna rağmen yürütülen karalamaları neye bağlıyorsunuz? Bir tek Türkiye’den değil, farklı kesimlerden de benzer iddialar ileri sürülüyor.
- Suriye krizinin başından beri Kürtler sahaya çıkmasın görünür olmasın, Kürtlerle ilgili bir gelişme tartışılmasın deniyordu. Ayrıca Kürtlerin yaşadığı bölgelere ilişkin demografik değişimden Kürtlerin katledilmesine kadar yapılan birçok kanlı plan vardı. Şengal’den tutun Afrin’e kadar Kürtlerin bu bölgedeki yaşam alanları tehdit altındaydı ve Kürtlerin buna sessiz kalması isteniyordu. Kürtler bir realite olarak vardılar, ortaya çıktılar, direndiler ve kendilerini kabullendirdiler. Türkçe’de bir misal var, denir ki ‘Bu nasıl köy, taşları bağlayıp köpekleri salmışlar.’ Bu karalama yapanlar da aynen böyle. Bölgede birçok kurum var. Kimin ne yaptığını biliyoruz. Bazıları kendini düşünce kuruluşu olarak tanıtıyor. Bakıyorsunuz bunların bir kısmı yalan dolan bir sürü şey söylüyor. Peki madem böyle, defalarca açık çağrı yaptık, isteyen gelsin bizzat yerinde görsün dedik. Bunu dediğimizde de sınırları kapatıyorlar, gazetecilerin bölgeye geçmesine izin vermiyorlar. Mesela soykırım suçlaması bile yapıldı, bize. BM temsilcileri gidip yerinde inceleme yaptılar ve tüm iddiaları reddettiler. İddia edilen bir temizlik operasyonunun yapılmadığını, insanların yaşam alanından edilmediğini açıkladılar.
- Herşeye rağmen iddiaları gidip yerinde inceleyenler oldu mu?
- Oluyor tabi. Gidenler de oldu ve yazdılar. Ayrıca Amerikalılar hep orada. Bret McGurk ve diğer yöneticiler Rakka, Tel Abyad, Eyn İsa, Kobani ve Tel Abyad’a gittiler.
"ABD İLE İLİŞKİLERİMİZ KARŞILIKLI ÇIKARLAR ÜZERİNDENDİR
- Sizin adınıza basına yansıyan bir demeç oldu. Alman Haber Ajansı’na verdiğiniz bir söyleşi, Türk basınına, Rakka operasyonu sonrasında Amerikalıların Türkiye ile anlaşabileceğini söylediğiniz biçiminde yansıdı.
- Ben Türk basınına yansıdığı gibi bir demeç vermedim. Amerika büyük bir devlettir. Çıkarları vardır. Kiminle nasıl ilişki kurmak istiyorsa öyle ilişki kurar. Türkiye veya başka ülkeler ile ilişki kurduğunda bize danışacak durumda değil. Bugün eğer Demokratik Suriye Güçleri ile birlikte hareket ediyorsa bu ABD’nin de bizim de çıkarımızadır. Kimse bir diğerine söz vermiş değil. Bizim öyle bir şartımız da yok. Ayrıca Amerika’nın ilişkisi Türkiye ile kesilmiş değil. Zaten ilişkisini sürdürüyor. Burada esas eksiklik nerede? Türkiye, “Ya ben, ya o” diyor. Rusya ile ilişkilerimiz var. Moskova’da büromuz var. Üstelik daha ileri düzeyde ilişkiler. Şimdiye kadar bize, şöyle yapın veya böyle yapın diye tek bir direktif vermiş değiller. Aramızdaki ilişki çıkarlara bağlıdır. Aynı şey Amerikalılar için de geçerlidir. Biz, ABD ile daha ileri ilişkilerimizin olmasını istiyoruz. Rusya’yla da ilişkilerimizin gelişmesinden yanayız. Ama bunu direktiflerle yapma yanlısı değiliz. Kimsenin bize şunu veya bunu yapın deme hakkı yok. Elbet kimseye şart da koşmuyoruz. Ayrıca kimseye şart koşacak halimiz de yok.
- Niye şart koşacak haliniz yok? Suriye’de belirleyici bir politika sergilendi.
- Biz Suriye’nin geleceği için çalışıyoruz. Başkalarının amacı farklı olabilir. Herkes bilsin. Biz kimsenin hatırı için bir şey yapmıyoruz, kendimiz ve geleceğimiz için yapıyoruz.
"TÜRKİYE'NİN MUSUL KONSOLOSLUĞU DAİŞ KARARGAHIYDI"
- Türkiye’yle de ilişkileriniz vardı. Siz de Türkiye’ye gittiniz. Salt bu nedenlerle mi Türkiye ile ilişkileriniz koptu, yürümedi? Türkiye sizi yönlendirmek mi istedi?
- Tam olarak öyle değil. Osmanlı entrikalarını biliyorsunuz, birçok şey söyleyip kendi bildiklerini yaparlar. AKP hep taktiksel yaklaştı. Görüşmeler, güler yüz gösterme ve sonrasında kazık atma yaklaşımları hep vardı zaten. Aynısını Suriye’ye de yaptılar. Beşar Esad ile kolkola geziyorlardı, sonra ne oldu? Misak-ı Milli rüyası ile girdikleri yolun sonunda Suriye’nin halini görüyorsunuz. Suriye’deki cihatçıların hepsi Türkiye üzerinden geldi. DAİŞ’e yardımların tümü belgelenmiştir. DAİŞ’i beslemeleri soykırım istemelerinden kaynaklanıyordu. Musul’daki konsolosluğun nasıl kullanıldığını gitsinler araştırsınlar. DAİŞ’in bu konsolosluğu nasıl kullandığı biliniyor. Konsolosluğun kendisi bir DAİŞ karargahı olmuştu. İnsanlar çık diyor, konsolos hala ayak sürüyor. Biz, iyi komşu olmak istiyoruz ve hiçbir zaman Türkiye için tehdit olmadık. 10 parmağımızla bastık, bizden size hiçbir tehdit gelmez, dedik. Eğer Arap’la, Kürt’le, Süryani’yle, Türkmen’le Kamışlo’da, Kobani’de birlikte yaşayacak isek bu niye size tehdit olsun? Evimizin istikrarlı olması, niye tehdit olarak görülsün? Eğer Misak-ı Milli’yi çözüm olarak dayatıyorsan –ki Suriye’nin bir parçasını işgal etmişsin– bil ki bu tutmaz. Kimse o bölgeleri sana bırakmaz. Ne Suriye bırakır, ne Rusya bırakır. Kabullenmemesi bizden değil, onlardan. Bir Kürt fobileri var, Kürtler demokratik haklarını almasınlar diye uğraşıyorlar.
"BUNCA ÖLÜM VE YIKIMDAN SONRA BAAS MI KALIR?"
- Suriye’de BAAS veya Esad hükümeti ile hareket ettiğinize dair iddialar dillendiriliyor. Siz bu durumu nasıl görüyorsunuz? Bir de Suriye’de yaşanacak bir çözümde Esad ya da BAAS, çözümün neresinde duruyor?
- Başından beri BAAS sorunludur. İktidara geldikten kısa süre sonra iktidara yalnız BAAS değil, oligarşi hakim olmaya başladı. Adı BAAS iktidarda tüccarlardan değişik kesimlere kadar geniş bir kesim bir oligarşik diktatörlük oluşturdu. Bu demokrasi değil. Düşünce olarak BAAS ulusal milliyetçi bir devlet zihniyetine sahiptir. Azınlıklara, hatta azınlık da demeyelim, farklılıklara tahammülsüzdür. Türkiye’deki milli yaklaşım gibi düşünürler, ya ayrılacaksın, ya seveceksin, denir. Bu anlayış ile ülkede kalacaksan Arap olacaksın. Ayrıca rejim bir diktatörlük rejimi. BAAS öyle bir despotikti ki insan düşüncesini bile dile getiremezdi. Böyle bir sistem olmaz, Suriye halkı bunu kabul etmez. Özellikle yüzbinlerce insan öldükten, milyonlarca insan yerinden edildikten, bunca yıkımdan sonra BAAS mı kalır? Suriye’nin sorunu bir kişiye bağlı bir sorun değil. Suriye’nin yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacı var. Biz başından beri bunu savunuyoruz. Suriye halkları birlikte kendi toplumsal sözleşmelerini yazabilmeli. Bizim projemiz tüm Suriye’ye uygulanabilir bir projedir.
- Toplumsal sözleşmeden söz ediyorsunuz ama Demokratik Suriye Güçleri’nin veya ortak hareket ettiğiniz siyasal ve askeri kesimlerin tüm Suriye’ye hükmedebileceği bir yakın gelecek görünür değil. Örneğin İdlib’de, Şam’da, Hama’da, diğer yerlerde bu proje nasıl gerçekleşecek?
- Demokratik Suriye Güçleri’nden bahsetmiyorum. Bu olmadıkça çelişkiler sürecek, çatışmalar sürecek.
- O halde ufukta, uzun zaman alacak bir çözümsüzlük mü var?
- Uzun zaman alsın ama sağlam olsun. Eğer böyle olmaz ise Suriye parçalanacak. Başka yol yok. Eğer Alevileri Alevistan’a, Sünnileri Sünnistan’a ayıracaksan ortaya başka şeyler çıkar. Bunu aşmak için bir toplumsal sözleşmenin olması gerekiyor. Kimsenin ben Ezidilerle yaşamak istemiyorum deme hakkı yok. Ya da Müslümanların, Hristiylanların bu ülkede yaşama hakkı yok, yaşayacaksa Cizye verecek deme hakkı olmamalı. Bizim gelecekteki Suriye için yaklaşımımız budur.
"TÜRKİYE'NİN POLİTİKALARI NEDENİYLE İDLİB'DE BOĞAZLAŞMA YAŞANACAK"
- Görünen o bu sürecin en ciddi engelleri bölge devletleri olacak. Özellikle fiili işgale yönelenler...
- Bölge halkı kararını verdikçe başkalarının bir etkisi kalmaz. Şimdi sınıra 600 kilometrelik duvar yapıyorlar ya... Diğerleri de duvarlarını örsün o zaman ve bu model de bize kalsın, ne yapalım!
- Peki bölge devletlerinin Suriye’ye müdahalesi, özellikle Türkiye’nin tehditvari yaklaşımı nasıl bir etki oluşturdu? Örneğin İdlib çok karışık bir bölge ve İdlib’in geleceğine dair kimse net bir şey söyleyemiyor. Rusya ve ABD’nin bakış açıları da farklı.
- Türkiye krizin başında iyi görünmek istedi. Göçmenleri aldı. Onlara, “Siz devrim yapıyorsunuz, ben de en büyük destekçinizim” dedi. Ama amaç kısa sürede açığa çıktı. Örneğin Halep’i sattı. Hepsini oradan toplayıp İdlib’e koydu. Şimdi İdlib’de bir soykırım yaşanacak. Bu ciddi bir riskttir. Herkes korkuyor. İdlib’de neler olacağını kimse bilmiyor. İdlib’de ne yazık ki büyük bir boğazlaşma yaşanacak. Türkiye buna taraftır. Herkesi toplayıp oraya koydu. Kimse bundan memnun değil. Şimdi gidin oradaki örgütlere sorun, onlar da Türkiye’den memnun değil. Halep’te satılan örgütler, Türkiye’ye tepkililer. “Türkiye bizi sattı” diyorlar. Türkiye, El Nusra’nın İdlib’den Cerablus’a gelip Kürtlerle savaşmasını istedi. El Nusra, bunu kabul etmedi.
- Türkiye bölgede bir aktör olmaktan çıktı mı? Artık etkisi yok mu?
- Halk nezdinde çıkmıştır.
- Bölgesel aktörler nezdinde, ABD ile Rusya nezdinde...
- Artık hiçbir şey yapabilecek durumda değil. Şimdi bir tek beslediği gruplar ile bu gruplara gönderdiği paralar var, başka bir şey yok. Şehba bölgesinde, Türk bayrağı kaldıracaksınız, polisleri ben eğitecem filan diyordu. Halk nefret ediyor. Zaten oradaki Kürt bölgelerinin tümünü boşaltmış. Başka yerlerden insanları getirip oraya yerleştirdi, onların da bir kısmı döndü. Rejimden kaçıp oraya gelenler, şimdi rejimin olduğu bölgelere geri dönüyor. Baktılar ki rejim Türkiye’den daha insaflı.
"AFRİN'E YÖNELİK BİR İŞGALDE HALKIMIZ DİRENİR"
- Erdoğan’ın söylemlerine baktığımızda Afrin’e, İdlib’e bir müdahale olacağını söylemek mümkün. Hatta ordu içinde de bu konuya ilişkin tartışmalar olduğu biliniyor. Bazı generallerin daha alt görevlere çekilmesini buna bağlayanlar var.
- Zaten Afrin’e dönük saldırılar, top atışları günlük olarak sürüyor. Bizimkiler en fazla kendilerini savunmak, saldırıları etkisizleştirmek için cevap veriyorlar. Yani bir saldırı pozisyonunda değiller. Ama içeri girmeye kalkarlarsa sanmasınlar ki seyrederiz, direniriz. Öyle zayıf falan değiliz. Kobani gibi de olmaz. Afrin Kobani’den daha fazla direnir.
- Peki, ABD ile Rusya niye bu kadar sessiz?
- Bu çıkar meselesidir. Afrin düşmüş mü? Gitmiş mi? Gelmiş mi? Onlar için o kadar önemli olmayabilir. Ama bizim halkımız orada yaşıyor. Biz direneceğiz. Tabi şu da var. Örneğin Amerika. Beraber bir cephede savaşıyoruz, değil mi? Arkadan biri gelip Demokratik Suriye Güçleri’ni vurunca, arada bir anlaşma olmasa bile en azından “Ne yapıyorsun, niye benim cephedaşımı vuruyorsun?” demeli. Bu konuda mutlaka bazı adımlar atmalılar, bu bir. Ruslar, kardeşim sen niye buradasın? Suriye’yi koruyacağım, diyorsun. Peki, şimdi Türkiye gelip işgal ediyor. Sen niye susuyorsun? En azından Türkiye’ye, beni utandırma demesi gerekmiyor mu? Ahlaki olarak bunları yapmaları, gerekir. Ama susuyorlar. Eğer onların bu tutumu olmasaydı, Türkiye Şehba’da olamazdı, ta Bab’a kadar gelemezdi...
"KÜRTLERİN GÜÇLENMESİ BİRLİKLERİNE BAĞLIDIR"
- Hem Kürdistan Federe Bölgesi’nde, hem Rojava’da Kürtler arası ilişkiden, bir uzlaşı noktası bulunmamasından söz edilir. Rojava’da ENKS ile olsun, diğer partilerle olsun, PYD bir ortak uzlaşı noktası bulamadı. Son günlerde KNK bir kongre girişimi başlattı. PYD bu girişime destek veriyor. Bu sorunun çözümüne dönük PYD olarak hangi çabalar içindesiniz? Ne yapmak lazım?
- Kürtlerin birleşmeme meselesine iki ayrı noktadan bakmak lazım. İlki bir zihniyet meselesidir. Bazıları hala söylüyor, “Bir devlet bize destek vermez ise sen ne yapabilirsin?” diye soruyorlar. Bu, halkın gücüne güvenmeyen zihniyetin yansımasıdır. Kobani’de, diğer alanlarda Kürtlerin kazanımları hep halkın kendi özgücüyle gerçekleşmedi mi? Bu durum Kürtlerin örgütlülüğünden gelen sonuçlardır. Halkın gücüne ve örgütlülüğüne güvenmek gerekir. Bunları yaptın mı, o zaman sana saygı gösterir ve destek verirler. Birlik oldun mu, bu durum daha da güçlenir. Ama dağınıklık durumunda kimse sana zerre önem vermez. Kürtlerin güçlenmesi birliğindedir. Bu zihniyeti değiştirmemiz gerekiyor. Kürtler örgütlü olursa, beraber olursa en büyük güç onlardır. Bu durumda herkes onlara muhtaç olur ve herkes saygı da gösterir. İkinci neden ise çıkar meselesidir. Hırsız misali gibi, birisi kalkıp senin ülkeni çalıyor, sen de onunla ortak oluyorsun. Kardeşim sen diğerleri ile ortak olacağına kendi geleceğini düşün. Bu zihniyette çıkar söz konusu. Biraz direnirsen, görürsün ki çıkarını daimi eden sadece halkındır. Bir maaşa bile halkına sırt dönen var. Bu iki fikirden kurtulduk mu, o zaman birlik kendiliğinden sağlanır. Bizim kanaatimize göre önemli olan halkın birliğidir. Halk 4 parçada birleşmiştir. Kobani’de şehit kanına saygı duyuyorsak eğer, görürüz ki direnenler Amed’den, Van’dan, Mahabad’dan, Süleymaniye’den gelip şehit olanlardı. Siyasal anlamda bakınca, KNK son zamanlarda değerli çalışmalar yaptı. Tüm partilerle görüştüler. Önümüzdeki dönem tekrar toplanacaklar. Sonra bir kongre çağrısı olacak. Tabi gönül isterki herkes bu süreçte yer alsın. Ama öyle bir dereceye geldi ki gelmeyen gelmesin, diyebiliyoruz. Dışarda kalıyorlarsa kalsınlar. Onlar gelmiyor diye bu toplantı yapılmaz demenin bir anlamı yok. Bu aşamadan sonra gelmeyenler bilmeli ki düşmanlık yapacaklarsa bir tek partiye değil kongreye katılan tüm partilere düşmanlık yaparlar. Biri, herşeye rağmen dışarda kalmayı tercih ediyorsa, ne yapabiliriz?