Dersim Ekoloji İnisiyatifi, Türk devletinin Dersim coğrafyasındaki soykırımcı saldırılarına ilişkin yazılı açıklama yaptı.
DERSİM ON YILLARDIR HEDEFTE
Açıklamada, yakın tarihte Dersim'in hedef alınmasıyla ilgili şu hatırlatmalara yer verildi:
"1970’lerin başlarında yapımı tamamlanan Keban Barajı’yla ortaya çıkan zamanın en büyük yapay gölü, Murat havzası üzerinde bulunan yüzlerce Dersim köyünü, mezrasını tarım alanları, çevre arazileriyle haritadan sildi. İlerleyen yıllarda Aşağı Munzur havzası üzerinde kurulan Uzuncayır Barajı, ardı sıra Dinar, Peri, Mercan, Pülümür-Harcik, Tağar ve Karasu çayları üzerinde yapımı tamamlanan, inşası sürmekte olan, yapılması planlanan onlarca baraj ve HES projeleriyle bölgenin doğası ve hayat alanlarının yok edilmesinin izleği oldu.
Akarsu kaynaklarına, havzalarına zehir taşıyan siyanürle altın arama girişimleri bir yana, yıllar yılı askeri operasyonlara sahne olan Dersim yerleşkeleri, dağları, ormanları sayısız kez bombalandı, bu bombalamalarla ortaya çıkan çevre tahrifatı ve orman yangınlarının çetelesini tutan olmadı.
1990’ların ortalarında beş yüze yakın köy ve mezra askeri operasyonlarla boşaltıldı. Viran edilen hanelerin örenleri, tahrip edilen tarlalar, bozulan bahçeler, bostanlar ve çevre arazileri bozkırları insansız bir yalnızlık tarafından yurt edildi. 1938 kırımında boşaltılıp, Memnu Mıntıka ilan edilen yasaklı bölgelere, ‘90’lı yıllarda insansızlaştırılan köylerin eklenmesiyle Dersim’de yaşam alanları daraltıldıkça daraltıldı.
Bununla da yetinilmedi: İl merkezi ve kasaba merkezleri -koloniler çağında görülen cinsten- kışla düzeniyle ablukaya alındı. Birbirini gören tepelere, müstahkem mevkilere, yollara, geçitlere, köprübaşlarına kurulu kalekolları, karakolları, gözetleme kuleleri, kontrol noktalarıyla bölgede hayat sürmeye kalan Dersimliller güvenlik cendere içinde, kalebentler gibi yaşamaya mahkûm bırakıldı.
Bu güvenlik ablukasının gündelik hayatta ne anlama geldiğini unun, tuzun, çayın, şekerin grama bağlandığı gıda ambargosu yıllarının mahrumiyetini yaşayanlar bilir. Paramiliter güçlerin dağı-taşı tuttuğu, sistematik işkencelerin, yargısız infazların, faili meçhul cinayetlerin ayyuka çıktığı Olağanüstü Hal yılları, Cumhuriyetin ilk on yıllarındaki Bölge Valiliği uygulamalarını ve 'Tunceli Kanunu' dedikleri orman kanunlarını hatırlatır bir geleneğe oturdu."
'VURDUMDUYMAZLIK SON BULMALI'
Açıklamada, Dersim’i büsbütün yaşanılmaz kılmanın, Dersimlileri yerlerinden yurtlarından uzak tutmanın ve bir arada olmalarına fırsat vermemenin; dilleri, inançları, kültürleriyle aidiyetlerinden yoksun bırakmanın gelmiş geçmiş iktidarların temel politikası olduğuna dikkat çekildi.
"Onca kırım, sürgün, inkâr ve asimilasyon süreğine karşın, Dersimlilerin Dersim’den vazgeçmemeleri, aidiyetlerini elden bırakmamaları, Osmanlı'nın olanca bakiyesini; azlarını, azınlıklarını kızgın potasında eritip, yok eden Türk-Sünni-İslam temelli egemen silsileye dert olmuş olmalı ki, Dersim’in doğasını, mevcut yaşam alanlarını yok etmeye hız kesmeden devam ediyorlar" vurgularının yapıldığı açıklamada, şunlar da kaydedildi:
"1938’de petrol varilleri taşıyarak yıktıkları Dersim köylerini, ormanlarını bugün yangın bombaları, havan ateşleri, hava bombardımanlarıyla yakıp yıkmaya devam ediyorlar.
1990’ların ortalarında viran ettikleri yüzlerce yerleşim biriminin enkazı yerli yerinde dursun, 2015-2016 yıllarının yaz sonunda kundaklanan bölge ormanları, bu yıl yine askeri operasyon mizansenleri içinde ateşe verildi. Dersim’in beş ayrı bölgesinde haftalardır süren orman yangınları yayılarak yerleşim alanlarını tehdit eden bir sınıra dayandı. Ülkede tek ses yok!
Tarihi boyunca azlara, azınlıklara dönük her melaneti reva gören, alkış tutan, sessizlikle onaylayanların tekbenlikle körelen anlaklarına, vicdanlarına seslenmek beyhude görünüyor. Hükümet, ana muhalefet, ana akım medya geçmişte olduğu gibi suskunluğunu koruyor. Belli ki Lice, Fis Ovası, Kulp, Bitlis, Norşin- Şeyh Cuma,Yayladere, Nusaybin, Eruh, Silopi’de olduğu gibi Dersim’de kundaklanan ormanlar onlar için haber değeri taşımıyor. Susmak onaylamak anlamına mı geliyor yoksa?
Kendi imkânlarıyla yangınları söndürmeye yol arayan bölge insanlarının yangın mahallerine ulaşması engelleniyor. Kepçelerle ulaşım yollarına hendekler kazılarak, beton bariyerler dikilerek, panzerlerle geçitler tutularak günlerdir süren yangınların köyleri, bağları bahçeleri sarması bekleniyor. Güç bela ulaşılıp kontrol altına alınabilen yangınlar, inadına dağlar, ormanlar rastgele bombalanarak yenileniyor.
1938 yangınlarında olduğu gibi ekinlerin sarardığı, otlakların, ormanların kavrulduğu zamanlar gözetilerek, her yaz sonları Dersim’de orman yangınları çıkarmak hükümet edenlerin geleneği olageldi.
Tutuşturulan ormanlarla kül olan yaban hayatın, börtü böceğin çığlığı, üç maymunu oynayan kahhar çoğunluğa ulaşmıyor. Bu yangın yerinde kabuk çatlatan tosbağaların sızısı, kalın kabuklu vurdumduymazlara değmiyor."
Dersim Ekoloji İnisiyatifi, açıklamasını Zazaca ve Kurmancî olarak şöyle bitirdi:
" Ma e ke heniyo,
Wayî-birayî, ded û derazayî, sarê Dêrsimî, sêre na Hardê Dewrêsî de, binê na asmênê kalî de bêkeşîya xo bizanîme. Adirê zalimû oncîa der û berê ma, birrê ma gureto xover. Poşt bidîme jubînî, ju dest ra na adir bisaynîme we. Têlewe de bivîndîme, jubînî rê poşt bivejîme. Zerê homete de haştîye ronîme. Zonê xo, îtîqatê xo, kulturê xo, hardê xo, birrûnê xo, kowûnê xo, çemûnê xo bêkeşîye de meverdîme.
“Eger ku were;
Bira û xwişkno, gelê Dêrsime, li ser vê axa Derwêş, di bin vê asîmana pîr û kal de, bê em bêxwedîtiya xwe zanibin. Agirê zordaran dîsa li derdora me ye. Çiyayên me dayine pêşiya xwe, em piştevaniyê bidine hev, bi destekî em vî agirî bimirênin. Em bi pevre bibin, em piştevaniyê bidine hev, di nav civakê de aşitiyê sazbikin. Em zimanê xwe, baweriyên xwe, çanda xwe, daristanên xwe, çiyayên xwe, çemên xwe bêxwedî nehêlin.”
ANF