İktidar, en başta Arap turistleri olmak üzere, bölgeye gelen turist sayısını arttırmak için büyük yatırımlar istiyor. Bölgedeki ev pansiyonculuğu hem Arap turistlerin konfor, din ve kültür anlayışlarına uygun olmaması hem de büyük sermaye yatırımlarına uygun olmaması nedeniyle yetersiz görülüyor.
Etkin Haber Ajansı / Cemil Aksu
CEMİL AKSU - Milletin anasına küfreden Mehmet Cengiz'i yanına alarak, Karadeniz turuna çıkan Erdoğan, "Şu andaki Ayder bizim temsilimiz olamaz. Allah'ın bize verdiği Ayder bambaşka, ama biz Ayder'i kirlettik rezil ettik" açıklamasında bulundu. Çamlıhemşin'e bağlı Ayder ve Trabzon'a bağlı Uzungöl, Doğu Karadeniz'de turizm açısından en çok bilinen, öne çıkarılan "marka yerler". Yani iktidarın Karadeniz'e vaatleri olan "turizm cenneti"nin gerçekleşmiş halidir. Erdoğan'ın daha önce de yaptığı bu açıklamasının peşinden yeni "müjde"sini de verdi: TOKİ olaya el koyacak, "şanına yakışır" hale getirilecek Ayder.
Erdoğan'ın bu açıklaması, suretini aynada gören ucubenin kendisinden (bile) korkmasını anımsattı. Evet, birer ucube olan Ayder'in, Uzungöl'ün şu andaki hali sizin eserinizdir; sizin suretinizdir. Zira, Ayder, Uzungöl ve aslında hem Karadeniz'in hem de ülkemizin daha birçok nadide bölgesi Erdoğan ve AKP'nin temsil ettiği neoliberal politikalarla kirletildi, rezil edildi.
Hatırlayalım, ülkemizde neoliberal politikaların yürürlüğe girdiği 1980 darbesinden sonra iktidara gelen ANAP iktidarı ile birlikte Karadeniz ciddi bir yıkım sürecine sokuldu. Özelleştirme politikaları kapsamında çay ve fındıkta özelleştirmenin önünün açılması, nüfusun köylerden merkez kentlere doğru taşınması, eğitim ve sağlık gibi hizmetlerin il/ilçe merkezlerine toplanması, gibi uygulamalarla yeni piyasa ilişkilerine tabi kılınan bölge halkı, "yerel kaynakları piyasalaştırmak"la görevli birer "girişimci" olmaya teşvik ve tahrik edildi. ANAP döneminde başlayan Karadeniz sahil yolu inşaatının müteahhitleri bugün Türkiye'nin inşaat kralları oldu.
1990'lardan beri hükümetlerin Karadeniz'e en büyük vaatleri "turizm cenneti", "enerji cenneti" yapmak oldu. İktidarlar bir taraftan turizmi geliştirmek namına Karadenizlileri "cennet köşesi" köylerini, yaylalarını turizme açmaları, evlerini, barklarını pansiyona, otel çevirmeleri için teşvikte bulunurken, öbür taraftan da enerji yatırımları ile bu "cennet köşesi" vadileri HES, taş ocağı, maden ocakları ile yoketmek için de inşaat şirketlerine ne istedilerse verdiler. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu misali yani. İktidarın ne "enerji cenneti" ne de "turizm cenneti" yapma herhangi bir planlamaya, stratejiye bağlı oldu. "Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" liberal ilkesi doğrultusunda geçiş sürecinde "ilkel birikim"lerin sağlanması için piyasaya giren bütün girişimcilere her türlü kolaylık sağlandı.
Nitekim bugün "bizim temsilimiz olamaz" dedikleri Ayder Yaylası, 1987 yılında turizm bölgesi ilan edilmişti. Ama 1998'de Mesut Yılmaz, BM Holding'e baraj yapması için izin vermişti. O zamanlar henüz turizm ve ona bağlı yapılaşmalar başlangıç aşamasında olduğundan Çamlıhemşinliler, baraj projesine karşı örnek bir mücadele vererek iptal ettirdiler. Bu mücadele esnasında "turizm" alternatif olarak görüldü ve kabul edildi. 1994 yılında Milli Park, 1998'de Doğal SİT Alanı, 2006'da da "Kültür ve Turizm Koruma Gelişim Bölgesi" ilan edilmişti. Ama bu kararların hiçbiri "koruma" yönünden işletilmedi. Fakat gittikçe hızlanan kitlesel turizmle beraber Ayder ve Uzungöl başta olmak üzere ekolojik açıdan son derece önemli ve koruma altında olan bölgelerdeki yapılaşmada aldı başını gitti. Hatta bu yapılaşmadan pay kapmak isteyen AKP yandaşları, sırf bu yüzden HES'lere karşı mücadelenin önüne "HES isteriz, SİT kararı kaldırılsın" eylemleri ile çıktılar. Çamlıhemşin Belediyesi Meclisi, Ayder Yaylası'ndaki 290 yapıdan 158'i hakkında, kaçak ve ruhsata aykırı olduğu gerekçesiyle yıkım kararı aldı. Fakat bu kararlar uygulanamıyor, çünkü enerji yatırımları, inşaat izinleri vb. hiçbiri belli bir imar planına vb. göre yasal denetime tabi olmadan işlemediği yerde, Ayder'deki işletmelerden "yasalara uyma"yı beklemek abesle iştigal olurdu. ANAP'tan AKP'ye her yerde ve her zaman yandaşlar için hukuk aranmadı, aranmıyor.
Ayder'in, Uzungöl'ün mevcut halini görenler için iktidarın TOKİ müjdesi, "kötünün iyisi" gibi gelebilir. Gerçekten de, TOKİ bile mevcut durumdan daha kötüsünü yapamaz, denebilir. Fakat sözkonusu TOKİ, vaatte bulunan Erdoğan olunca, her zaman beterin beteri vardır, diye düşünmek gerekir.
Birincisi, TOKİ, nerede ve ne zaman doğaya, ekolojiye, yerel ihtiyaçlara ve mimariye uygun, doğru ve düzgün bir iş yapmıştır ki, Ayder'de ve Uzungöl'de yapsın. Bozuk düzende sağlam çark olmaz, bunu unutmamak lazım. Ayder'in, Uzungöl'ün bugünkü durumunun müsebbibi zaten TOKİ'nin felsefesidir.
İkincisi, TOKİ'nin Ayder ve Uzungöl'e, hemen akabinde yaylalara vb. girişinin arkasından başka bir süreç yatıyor. Bu yeni süreç, bölgedeki turizm piyasasının büyük sermaye için tekelleşmesi doğrultusunda atılmış bir adımdır.
Karadeniz'de turizm faaliyetleri uzun zamandır küçük çaplı işletmeler eliyle sürdürülüyor. Fakat bu küçük işletmeler üzerinden kitlesel turizmin sürdürülme kapasitesi yetmiyor. İktidar, en başta Arap turistleri olmak üzere, bölgeye gelen turist sayısını arttırmak için büyük yatırımlar yapıyor. Yeşil Yol Projesi, Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı eliyle yapılan turizm strateji planında geliştirilen inşaat projeleri kitlesel turizmin daha da büyütülmesini hedefliyor. Bu nedenle bölgedeki ev pansiyonculuğu hem Arap turistlerin konfor, din ve kültür anlayışlarına uygun olmaması hem de büyük sermaye yatırımlarına uygun olmaması nedeniyle yetersiz görülüyor.
TOKİ'nin bu gözde turizm bölgelerine girişinin anlamı, büyük kentlerdeki "kentsel dönüşüm" mantığı ve pratiği ile aynıdır. Dolayısıyla burada süreç iki türlü işleyecek; TOKİ'nin yaptığı yeni yapacağı işletmeleri almak için sermayesi yetenler ya da kredi imkanları ile sermaye bulanlar yoluna devam edecek, diğerleri ise işlerinden olacak ve bu yeni işletmecilerin yanında hizmet elemanı olacaklar.
Elbette bu "dönüşüm" planlarının da uygulanıp uygulanamayacağı garanti değil. Zira hükümetin de kaderi garanti değil. Ama her halükarda bu dönüşümün de doğanın zararına olacağı, yeni bir inşaat dalgası ve doğa katliamına sebep olacağı garanti.