Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / Kader ortaklığından düşmanlığa doğru mu?

Kader ortaklığından düşmanlığa doğru mu?

04 Ağustos 2017, 17:08

Daha düne kadar öyle veya böyle bırakın çatışmayı; kamuoyu önünde açıktan tartışmaktan bile kaçınan Türkiye ile Almanya ne oldu da bu noktaya geldi?

Cafer Tar yazdı..

Türkiye’deki 16 Nisan referandumu öncesi Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel referandum öncesi Türk-Alman ilişkilerinin nereye doğru evrildiğinin sinyalini vermişti, "Erdoğan türü rejimler sadece yumruğu masada görmekten etkileniyorlar, Putin bunu yaparak sonuç aldı; ama biz daha henüz o aşamada değiliz!“ diyerek, Almanya’nın o dönemki tutumunu çok net ortaya koymuştu. Anlaşılan o ki; Almanlar da artık tıpkı Putin gibi yumruğu masaya vurmaya karar verdiler.

Hem içerde hem de dışarıda bu tarz rejimlerle alttan alarak; aklı selime davet ederek sonuç alınamayacağını artık insanlar anlamışlar gibi gözüküyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu gibi gölgesinden korkan; oturduğu koltuğu her an bırakıp kaçacakmış gibi duran birinin bile yollara düşmesi; artık Erdoğan rejimi ile hiçbir şeyin sadece konuşarak halledilemeyeceğinin iç siyasetteki yansıması oldu.

Almanya da artık Erdoğan Rejimi ile sadece müzakere ile sonuç alamayacağını anlamış gözüküyor.

Reuters ajansının aktardığına göre aralarında AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ve Avrupa Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Johannes Hahn olmak üzere Avrupalı yetkililere Alman makamlarınca gönderilen mektupta, Alman hükümeti, “AB üyeliğine hazırlık kapsamında Türkiye'ye yapılan mali desteğin gerektiği durumlarda kesilme olasılığının netleştirilmesini” ve “gümrük birliğinin modernizasyonuyla ilgili Türkiye ile yapılan görüşmelerin dondurulmasını” talep ediliyor.

 

İsteseler de uzlaşamazlar

Aslında bu iki talep de başta Avusturya olmak üzere birçok Avrupa Birliği ülkesinin talebi olarak zaten masadaydı; ancak Almanya sürekli bu talepleri öteliyor, Erdoğan rejimini “aklı selime!” davet ediyordu. Ancak olmadı; bu tarz rejimler bir süre sonra gerçeklik algılarını kaybediyorlar; ayrıca çok gerçekçi olsalar ne olacak; geldikleri yerden artık onlar için dönüş yok! Hem içerde hem de dışarıda birçok açık hukuksuzluğa bulaşmış bu tarz rejimler geri adım atamazlar, isteseler de uzlaşamazlar, onlar geçmişte yaptıkları ile “her zaman ya hep, ya hiç noktasında durmaya mecburdurlar!” Halbuki bunu kendi yaşadığı tarihsel tecrübeden sonra en iyi bilecek devlet Almaya olmalıydı. Almanya uzun süre ya kendini fazla abarttı veya Erdoğan'ı çok küçümsedi.  

Ard arda gelen ve sürekli ertelenen sorunlar nedeniyle Türk-Alman ilişkileri belkide tarihinin en kötü zamanını yaşıyor; halbuki bu iki ülke tarih boyunca öyle veya böyle birbirleri ile açık çatışmaya girmemiş, ilişkilerini sürekli bir istikrarda sürdürmeyi başarmışlardı. 

Almanya'nın siyasal birliğini geç sağlaması; aynı dönemde Türklerin ise dönemin güçlü ülkeleri karşısında sürekli gerilemeleri Türkleri ve Almanları güç paylaşımı mücadelesinde; başta İngilizler ve Fransızlar olmak üzere o dönemin güçlü ülkelerine karşı birlikte hareket etmeye zorluyordu.

Son bir kaç yüzyıldır bir çok önemli tarihsel olayda ya birlikte davranmış; ya da en azından birbirleri ile açık çatışmaya girmemiş bu iki devlet geleneği şimdilerde yoğun bir tartışma yer yer uluslararası platformlarda çatışma yaşamaya başladılar. 

 

‘Viyana kuşatması’ tehditti

Soru şudur aslında: “Daha düne kadar öyle veya böyle bırakın çatışmayı; kamuoyu önünde açıktan tartışmaktan bile kaçınan bu iki devlet ne oldu da bu noktaya geldi?” Bu sorunun bir tane cevabı yok elbette; insanlar gibi devletlerin ve tabi ki halkların da hafızası var; geçmişte yaşadıkları şeyler onlarda kimi duygusallıkların oluşmasına neden oluyor. İşte bu sebepten dolayı Türk-Alman ilişkilerinde yaşanan gerilimi anlamak için bu iki ülkenin geçmişine gitmekte fayda var; o zaman bugünü anlamak biraz daha kolay olur. 

Kimileri Türk-Alman ilişkilerini çok gerilere götürüyorlar; ancak bizim muhatabı olduğumuz sorunu anlamak için tarih okumasını sadece Türk tarihinin değil, aynı zamanda dünya tarihinin de önemli olaylarından biri olan Viyana kuşatması ile başlatmak daha doğru bir tutum olacaktır diye düşünüyorum.

‘Viyana Kuşatması’ Türklerin Batılı devletler açısından doğrudan tehdit haline geldiği ilk olaylardan birisidir. Batı medeniyetinin dış tehditlere karşı ilk kollektif savunma çabası Osmanlı'nın I. Ve II Viyana kuşatmasından sonra artarak devam etmiştir. Her ne kadar kendi içlerinde çatışmalar yaşasalarda bu kuşatmalardan sonra Batılı devletler medeniyetlerini yabancı istilacılara karşı korumak için ortak bir tutum alabilmeyi Viyana kuşatmasından sonra geliştirebilmişlerdir. 

Almanlar'la Türkler'in askeri olarak ilk karşı karşıya gelmesi II. Viyana kuşatması sırasında olmuştur. II. Viyana Kuşatması sırasında Avusturya'ya yardıma gelenler arasında Hannover Prensi Ernst August'un oğlu Veliaht Prens Ludvig komutasında bir Alman birliği de vardı. Türkler ve Almanlar arasında günümüze kadar bu olay dışında hiç bir sıcak çatışma yaşanmamıştır. Neredeyse dünyanın her yerinde sorunları savaşla çözmeye çalışmış bu iki devletin son üçyüz yıldır birbirlerine kurşun sıkmamış olması gerçekten istisnai bir durumdur.

 

Osmanlı-Prusya ilişkileri

Oysaki Türkler ve Almanların tarih boyunca dünya üzerinde sıcak çatışmaya girmedikleri halk neredeyse yok gibidir. Her ikisi de dünya devleti olmak adına kılıçlarının yetiştiği her yerde sorunları şiddet ve savaşla çözmeye çalışmış; son bin yılın en önemli savaşlarında taraf olmuş devlet geleneğinin devamcılarıdırlar. 

1556 yılında V. Karl'ın ölümünden sonra siyasal birliğini uzunca bir süre yitiren ve küçük prensliklerce yönetilen Alman coğrafyası 18. yüzyılda yeniden Prusya krallığı (Şimdiki Almanya’nın o zamanki adı Prusya krallığıydı!) olarak siyasal birliğini sağlamayı başarmıştır. Prusya devletinin Alman birliğini sağlamış bir güç olarak Avrupa siyasetinde yeniden ortaya çıkması en çok Osmanlı devletini memnun etmiştir. 

O günün koşulları içinde; Avusturya ve Ruslara karşı sürekli toprak kayıpları yaşayan Osmanlı devleti Prusya'yı bu iki ülkeye karşı ittifak yapabileceği bir güç olarak görmüştür. Bundan dolayı Prusya kralı Friedrich'i ilk kutlayan ülke de Osmanlı devleti olmuştur. Hemen sonrasında iki ülke karşılıklı elçilikler açarak resmi ilişkilerini başlatmışlardır.

Ancak Türk-Alman ilişkilerinde uzun süre devam edecek köklü ilişkiler 19. yüzyılda başlar. Önceleri daha çok siyasal ilişki düzeyinde devam eden ilişkiler bu dönemde bir adım daha ileri götürülerek; askeri ve teknik işbirliğine dönüşmüş, zamanla Almanların Osmanlı İmparatorluğu'nda kültürel ve ticari alanda etkinliklerini artırması biçiminde devam etmiştir. 

 

Ordunun dizaynı ve Bağdat demiryolu

Geleneksel ordu örgütlenmesi ile neredeyse girdiği bütün savaşları kaybeden Osmanlı devleti, Almanlar'dan ordusunu yeniden dizayn edebilmek için askeri danışmanlar istemek zorunda kalır. 1836 yılında Mareşal Helmuth von Moltke ile başlayan Almanya'dan danışman olma süreci daha sonra Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar devam eder; başta Harp Okulları olmak üzere modern Osmanlı ordusu Alman subaylar tarafından örgütlendirilmiştir. 

Osmanlı İmparatorluğu ile Prusya Krallığı arasında 1840 yılında imzalanan Ticaret Anlaşması ile Almanların Osmanlı İmparatorluğu’ndaki etkileri I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar artarak devam eder. 

Prusya Kralı II. Wilhelm'in 1888 yılında izlemeye başladığı Weltpolitik “Dünya Politikası” çerçevesinde Osmanlı İmparatorluğu ile yakın ilişkiler kurulmasına özel önem verilmiştir. Diğer tarafından da Padişah II. Abdulhamit; Rus ve İngiliz ortak tehdidine karşı Almanya'ya yakınlaşma ihtiyacı duymuş ve bu iki hükümdar zamanında iki ülke arasındaki ilişkiler artarak devam etmiştir.

1898 yılında Bağdat demiryolu hattının tamamlanması için Osmanlı İmparatorluğu ile Deutsche Bank arasında bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma çerçevesinde “Anadolu Demiryolları Şirketi” kurulmuş ve Bağdat Demiryolları hattı hayata geçirilmiştir. 

Bu hatla Sultan II. Abdulhamit Mekke'ye kadar olan bölgeyi bir birine bağlayıp kendi halifeliğinde müslümanları arkasında alarak Osmalı devletini güvenceye almaya çalışıyordu; Almanlar ise Hindistan'a kadar uzanıp İngiltere'yi baskı altına almak istiyorlardı. Yani her iki taraf da bu hattan azami fayda sağlayacaklardı ve bu projeye stratejik bir önem yüklüyorlardı.

Bu dönemde İstanbul'da Alman okulları ve hastaneleri açılmış; başta askerler olmak üzere birçok farklı mesleklerden insanlar Almanya'ya eğitim görmek için gönderilmişti. Başta ordu olmak üzere modern Türk kurumları Alman sistemi taklit edilerek yeniden düzenlenmeye çalışıldı. 

Abdulhamit sonrası iktidara gelen İttihat ve Terakki partisi de Abdulhamit'in başlattığı Almanya ile yakınlaşma siyasetini sürdürmüştür. Bu siyaset Osmanlı devletini I. Dünya Savaşı’nda Almanların yanında savaşmaya kadar götürmüştür. Böylece her iki ülkenin yakın dönemleri iç içe geçmiştir. Türkleri her 18 Mart'da törenlerle kutladıkları Çanakkale Savaşını bir Alman generali olan Liman von Sanders komuta etmiştir.

 

Almanya-Türkiye işçi anlaşması

Birinci ve İkinci Dünya savaşı arası dönemde Türk-Alman ilişkileri ticari alanda devam etmiştir; ancak 1933 yılından itibaren Nazi faşizminden kaçarak Türkiye'ye gelen muhalif Almanlar; üniversitelerin yapılandırılmasından, sanayi tesislerinin kurulmasına, sanat ve kültürün gelişmesine kadar Türk modernleşmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bir çok üniversite, hastane bu dönemde kurulmuştur. 

Türkiye ve Almanya arasında 30 Ekim 1961 tarihinde imzalanan "Türk işçilerin Federal Almanya Cumhuriyeti'ne Gönderilmesine Dair Anlaşma” ile o güne kadar sadece devlet arasında süren ilişkiler halklar arasında bir ilişkiye dönüşerek yeni bir karakter kazandırır. O tarihten sonra artarak devam eden göç hareketleri Almanya'yı; Türkler ve Kürtler açısından önemli bir ülke haline getirmiştir. 

Uzun yıllar Türk ekonomisi için göçmen işçilerin gönderdiği paraların Türkiye'nin cari açığının kapatılmasında önemli bir yeri vardır. Türkiye de bütün bir soğuk savaş dönemi boyunca Sovyetlere karşı NATO içinde önemli bir müttefik olarak hizmet etmiştir. 

Göçmen işçi alımıyla başlayan süreç zamanla; askeri darbeler ve Türkiye'de yaşanan kirli savaşla birlikte Almanya'ya yönelik yoğun bir mülteci akınına da yol açtı. Bu iki ülke arasında daha önce sadece devletler arası ilişkiler yaşanırken; önce göç, sonra mülteci akını ile Türkiye'den Almanya'ya doğru akan Türkiyeli nüfus hareketi, Türkiye'de var olan bütün gerilimleri Almanya'ya taşıdı. Türkiye'nin içinde yaşanan bütün sorunlar artık Almanlar'ın da sorunu haline gelmişti. Türkiye artık Almanlar'ın iç sorunuydu. 

 

Almanya’nın iç barışının tehdidi

Önceleri hiç tereddütsüz Türk devletinin yanında ve onunla aynı pozisyonu alan Alman devleti; bir süredir bu siyasetin sonuç vermekten çok uzak ve mevcut sorunları hem Türkiye'de hem de Almanya'da daha da büyüttüğünün farkına varmaya başladı. Demokratikleşemeyen bir Türkiye hem bütün dünya barışını hem de bizzat Almanya'nın iç barışını tehdit eder hale gelmişti.  

Türk tarafının önce inkar ettiği sonra ise yanlışlık oldu diyerek hasır altı etmeye çalıştığı; aralarında Daimler Benz'e kadar uzanan köklü Alman şirketlerinin Türk devletince soruşturulduğu bilgisinin Almanya'ya iletilmesi Türk-Alman ilişkilerinde bir dönüm noktasına işaret etmektedir. Bu ne İncirlik üssüne Alman parlementerlerin girmesine izin verilmemesine, ne de Almanya'yı göçmenlerle tehdit etmeye benziyor. Bu durum Almanya açısından içinde inanılmaz tehlikeler barındıran bir durumdur. 

Alman sermayesi Türkiye'de şantaj ve tehditlere boyun eğerse eğer, bundan sonra dünyanın hiç bir yerinde kendini güvencede hissedemez. Sadece ekonomisi değil aynı zamanda sosyal refahı da dış ticarete bağımlı, sürekli dünya ihracat şampiyonu olan Almanya açısından bu durum kabul edilebilir değildir; bırakın bunu yapabilmeyi buna cüret etmek bile Alman çıkarlarını doğrudan tehdit eder. Türkiye'de Erdoğan rejimi Almanya'yı en hassas olduğu yerden baskı altına almayı denemiştir. Dikkat edilirse Alman kamuoyu tarafından Türkiye’ye karşı yeterince sert olmamakla suçlanan Başbakan Merkel ,bu kez oldukça sert bir tutum almış; Türkiye ile Almanya arsında var olan görüş farklılıklarının artarak devam ettiğini söylemiş, Türkiye'ye yönelik yaptırımların arkasında olduğu mesajını doğrudan kameralar önünde ortaya koymaktan çekinmemiştir.

 

Ekonomik ambargonun işaret fişeği

Almanya Ekonomi Bakanı Brigitte Zypries, “Eğer Alman şirketler kara listeye alınıyor ve terörün destekçisi olarak damgalanıyorsa, du durum Türkiye'de yeni iş yapmayı son derece zorlaştırır!” diyerek Türkiye'ye yönelik ekonomik ambargonun işaret fişeğini de ateşlemiş oluyordu.

Alman Sanayi ve Ticaret Odaları Birliği'nin Dış Ticaret Sorumlusu Volker Treier, Alman şirketler arasında güvensizliğin darbe girişimi sonrasında hissedilmeye başlandığına dikkat çekti. Türkiye ile son yaşanan gerginliklerin güvensizliği artırdığının altını çizen Treier, "Şu ortamda Alman şirketlerin Türkiye'de yatırım yapacağını düşünmek zor" değerlendirmesinde bulundu. 

Türkiye'de 15 Temmuz ile birlikte hortlayan Osmanlı'dan kalma müsadere geleneği bütün yabancı yatırımcıları endişelendirmiş gözüküyor. Uyduruk mahkeme kararları ile olur olmaz insanların mallarına bu kadar kolay el konulabilen bir ülkede hiç bir yabancı yatırımcı kendini güvencede hissedemez. 

Volker Treier açılamasının devamında “şu anda hiçbir Alman yatırımcıya Türkiye'de yatırım yapmanın tavsiye edilemeyeceğini” ifade ederek; “Türkiye'ye yönelik güven kaybının çok büyük olduğu ve ekonomide en önemli şeyin güven olduğunu” söyleyerek Türkiye'deki rejime Alman sermayesinin artık güvenmediğini de çok açık ifade etmiş oluyordu.

Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel de hemen arkasından “Türkiye'ye yönelik seyahat uyarısının sertleşeceğini açıklayarak, ”Turizm şirketlerine Türkiye'den uzak durun mesajı da vermiş oldu. Seyahat davranışlarında güvenlik kaygılarını ve siyasi atmosferi öne çıkaran Alman turistlerin bu yıl Türkiye yerine başka ülkeleri tercih edeceklerini kolaylıkla söyleyebiliriz! 

Ayrıca Türkiye'nin en önemli dış ticaret ortağı olan Almanya'nın Türkiye'nin artık yatırımcılar için güvenli bir ülke olmadığı yönündeki açıklaması gayet tabii ki ikili ekonomik ilişkilerin çok ötesinde bir etki yaratacaktır. Çinli ya da Japon yatırımcılar için Türkiye'nin Almanya ile ticareti en önemli göstergedir. Almanya verdiği bu mesajla Türkiye'nin restini görmüştür. Almanya'nın güven duymadığı bir Türkiye'ye başkaları hiç güven duymayacaktır.

Bundan dolayıdır ki; olayın duyulmasından hemen sonra Türk Başbakanı Binali Yıldırım, Alman yatırımcılarla hemen bir araya gelmiş “yaşananların bir yanlışlıktan kaynaklandığı” gibi saçma sapan açıklamalar yapmaya başlamıştır. Adalet bakanı listenin aktüel olmadığını, bir yanlışlıktan kaynaklandığını, bir daha olmayacağını açıklamak zorunda kalmıştır. Bu kervana en son Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi de katılmış; kendisini Alman şirketlerinin Türk ekonomisine katkıları üzerine güzellemeler yapmak zorunda hissetmiştir.

 

Nazi benzetmesi ve tutuklamalar

Türk-Alman ilişkileri derin bir travma yaşıyor; Erdoğan'ın sürekli Almanya'ya yaptığı Nazi benzetmeleri Alman toplumunda ve devletinde derin kırılganlıklara neden olmuşa benziyor. Öte yandan Türk makamlarınca Alman yetkililere gidip teslim olması tavsiye edilen Die Welt gazetesi Türkiye muhabiri Deniz Yücel'in tutukluluğunun devam etmesi, Alman milletvekillerinin İncirlik ziyaretine izin verilmemesi ve bu nedenle Almanların İncirlik'ten çekilme kararı alması, hemen sonrasında bir NATO üssü olan Konya'da konuşlu Alman askerlerini Alman milletvekillerinin ziyaret etmesine de izin verilmemesi Türk-Alman ilişkilerinde bardağı taşıran gelişmeler oldular.

Bu hikayede akılları karıştıran soru şudur: “Türkiye ve Erdoğan Rejimi nasıl bir akıl tutulması yaşıyor ki; toplam ihracatının yüzde 10'nu yaptığı ve neredeyse her yıl 14 milyar Euroluk ürün sattığı Almanya'ya ve dolayısıyla Avrupa Birliği'ne bu kadar pervasızca kafa tutabiliyor; açıktan tavır alıyor? Türkiye, Almanya'dan; makine, elektronik ve kimyevi ürünler alıyor. Turizmde de 2016 yılında yüzde 15’lik payla Alman vatandaşları Türkiye’de tatil yapan yabancı turistler arasında birinci sırada yer alıyorlar. 

Ayrıca sadece Türkiye'yi yönetenler de değil, konuya ilgisi olan herkes biliyor ki Almanya sadece Almanya değildir. Almanya Avrupa Birliği'dir.  

Erdoğan rejimi sadece Almanya ile ilişkilerinde değil; Avrupa Birliği ve NATO ile ilişkilerinde de maraza çıkarıyor. Türkiye'nin tam da Suriye'de ABD ile, diğer tarafdan Almanya ile gerilim yaşarken NATO müttefiklerinin açıktan karşı çıkmasına rağmen Rusya ile S 400 hava savunma sistemleri almak için görüşmeler yürütmesi, Erdoğan rejiminin sorununun aslında sadece Almanya ile olmadığını ortaya koyuyor.

 

İktidar için her yol mübah!

Aslında Erdoğan rejiminin bu tutumununda ilkesel bir tarafı yok, Erdoğan rejimi için; ha Avrasyacılık, ha Batıcılık hiç fark etmez. Yeterki Erdoğan iktidar olmaya devam edebilsin. Erdoğan iktidarının ilk yıllarında hızlı Batıcıydı, şimdi ise anti Batıcı oldu. Eskiden Batı kurumları aracılığıyla Türkiye'deki vesayet kurumlarının gücünü kırıyordu; şimdi kendisi iktidar oldu, aynı kurumlar kendi iktidarını sorguluyor, hesap soruyorlar. Halbuki Erdoğan kimseye hesap vermek istemiyor; verecek hali de yok zaten. Erdoğan rejimi Avrasyacı falan da değil; onlar sadece Türkiye'ye sonsuza kadar el koymak istiyorlar. Bunun için herkesle çalışabilirler; dün savaşın eşiğine geldikleri Rusya bir anda en güvenilir müttefik haline gelebilir.

Heinrich Böll Vakfı'nın Türkiye Temsilcisi Kristian Brakel Türk-Alman ilişkilerini “Sevginin bittiği, boşanmak isteyen ancak çocuklar ve ortak ev nedeniyle bunu yapamayan bir çifte benzetiyor!” “Türkiye ile Almanya salt siyasi ve ekonomik bağlarla değil, birçok farklı düzlemde iç içe geçmiş durumda. Ayrıca ortak stratejik çıkarları da var. Ama son dönemde Türkiye siyasetini uzun vadeli stratejik çıkarlar değil kısa vadeli, siyasi iktidarın gücü elinde tutmaya dönük hamleleri, çıkışları, feveranlar belirliyor. İkili ilişkileri bu denli güçleştiren de bu. Çünkü ortak stratejik çıkarlar var ama bu tutarsızlıklar nedeniyle bunlar üzerinde konuşmak bile mümkün olmuyor. Önümüzdeki yıllarda da bu inişli çıkışlı ilişkiler bu şekilde devam edecek gibi görünüyor.”

Türkiye Almanya ilişkilerinin çok uzun bir geçmişi var; “uzun vadede bundan sonra ne olur?” bunu hiç birimiz tam olarak kestiremeyiz; ancak bu kadar yaşanan şeyden sonra “Almanya'nın, Erdoğan rejimi ile ilişkilerinin artık dikiş tutmayacağını, bu ilişkinin sürekli; iniş çıkışlara, krizlere açık olduğunu kolaylıkla ön görebiliriz!”

Politika

Bu haber 506 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Dersim İnşa Kongresi (DİK) dahil Avrupa'daki 8 sivil toplum kurumları, ..