Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / Selahattin Erdem yazdı.. / Faşizmi yıkmak için

Selahattin Erdem yazdı.. / Faşizmi yıkmak için

31 Temmuz 2017, 19:32

Kuşkusuz HDP’nin başlattığı son direniş önemlidir ve bunun sürekli kılınması gerekir. Nitekim siyaset boşluk kabul etmemektedir. Faşizme karşı direniş de kopukluk ve boşluk kabul etmemektedir.

DAİŞ faşizminin 3 Ağustos 2014’te Şengal’e saldırarak Êzîdî Kürt soykırımını gerçekleştirmesinin üçüncü yıldönümü yaşanıyor. Faşist-soykırımcı DAİŞ saldırılarının HPG ve YJA-Star gerillalarının müdahalesiyle kırıldığı ve Êzîdî Kürt soykırımının bu temelde önlendiği de biliniyor. Dolayısıyla son üç yıldır PKK öncülüğünde faşizme karşı tarihin en büyük savaşlarından biri veriliyor. Şimdi bu büyük savaşın da üçüncü yıldönümü yaşanıyor ve birçok çevre tarafından bu üç yıllık savaşın muhasebesi yapılıyor. Bizim de DAİŞ ve AKP-MHP faşizmine karşı yürütülen bu savaşın muhasebesini bazı yönleriyle yapmaya çalışmamız daha anlamlı olacak gibi görünüyor.

Tabi buna geçmeden önce, DAİŞ denen gücün kim olduğunu bir kez daha sorgulamak gerekiyor. Çünkü üç yıl geçmiş olmasına ve sözde herkes tarafından karşı çıkılmasına rağmen, söz konusu güç hala tam tanımlanamamış gibi görünüyor. Öyle ya, bir anda DAİŞ denen güç hemen nasıl Musul ve Reqa gibi kentleri alarak Irak ve Suriye’nin ortasında yeni bir devlet kurduğunu ilan ve iddia edebildi? Hatırlanacağı üzere, DAİŞ Haziran’da Musul’a, Temmuz’da ise Reqa’ya saldırmıştı. 3 Ağustos’ta ise Şengal, Maxmur ve Kerkük üzerinden Kürdistan’a saldırdı. Tüm bu saldırılar HPG ve YJA-Star gerillaları(PKK Güçleri) tarafından kırılınca, bu sefer de 15 Eylül’den itibaren Kobanê’ye yönelik saldırıya geçti. Yani kim veya kimler tarafından türetildiyse, sonunda Kürtlere saldırtılarak Kürdistan Özgürlük Hareketi-PKK’ye ihale edildi.

DAİŞ’in Kürtlere ve PKK’ye saldırtılmasında temel rolü AKP ve Tayyip Erdoğan’ın oynadığı bilinmektedir. Öyle ki, bu durum DAİŞ açısından ciddi bir stratejik ve taktik hata olarak bile değerlendirilebilir. Nitekim DAİŞ’in hızı PKK tarafından kesilmiş, iradesi PKK tarafından kırılmış ve PKK’ye saldırı DAİŞ için sonun başlangıcı olmuştur. İşte buradan bakarak DAİŞ’in kimliği hakkında bazı fikirlere ulaşmak mümkündür. DAİŞ’i PKK’ye saldırtan birinci gücün TC Devleti ve AKP Hükümeti olduğu tartışmasızdır. O halde DAİŞ’in arkasında birinci planda TC ve AKP vardır. Bu kesin bir gerçektir, ancak yeterli değildir, yani DAİŞ’in arkasındaki güçler bununla sınırlı değildir.

Hiçbir çatışmaya girmediklerine göre, DAİŞ’in arkasında İsrail’in olması da ihtimal dahilindedir. Diğer yandan, uzun sınır boyunca önemli oranda ateşkes konumunda kalabildiklerine göre, en azından KDP ile de kuvvetli bir dirsek teması vardır. Aslında DAİŞ denen güç, hegemonik kapitalist modernite sisteminin kriz ve kaosunun yarattığı ciddi bir provokasyon gücüdür ki, eğer böyleyse o zaman şimdi DAİŞ’e karşı savaşıyor görünse veya öyle olsalar da aslında tüm kapitalist modernite güçlerini DAİŞ’in gerisindeki güçler olarak tanımlamak hatalı değildir. Kendini öyle göstermeye çalışsa da, DAİŞ aslında Ortadoğulu değildir ve kapitalist moderniteden kopuk da değildir.

Her neyse, son üç yılın dünya çapında faşist DAİŞ saldırıları ve ona karşı direniş içerisinde geçtiği açıktır. Herkese saldırsa da, gerisindeki güçlerin de teşvikiyle DAİŞ’in en çok Kürtlere saldırdığı da ortadadır. Bu nedenle, çağımızın faşizmi olan DAİŞ saldırılarına karşı en büyük mücadeleyi Kürtler, PKK öncülüğündeki özgür Kürtler vermiştir. Dolayısıyla da üç yıllık savaşın yükünü en çok Kürt halkı omuzlamış ve en ağır bedeli Kürt halkı ödemiştir. Böyle bir savaşta Kürtlerin, Şengal’de olduğu gibi soykırım yaşadığı, on binlerce şehit ve yaralı verdiği, Kobanê’de olduğu gibi evini ve şehrini terk etmek zorunda kaldığı ortadadır.

Böyle bir durumla karşılaştığı ve faşizme karşı savaştığı için Kürtler elbette şikâyet etmemektedir. Bu savaş Kürtler açısından varlık ve özgürlük savaşı olmuştur. Onur ve şeref savaşı olmuştur. Özgür insanlıkla güçlü bir biçimde buluşmasına hizmet etmiştir. Dolayısıyla bir insanlık ve özgürlük görevini yerine getirmiştir. Bundan dolayı bir yakınması yoktur. Sadece gerçekleri anlamaya, kimlerle neden savaştığını daha derinden bilince çıkarmaya çalışmaktadır. Zira söz konusu savaş Kürtlere kaybettirmemiş, tersine büyük kazandırmıştır. Ve bugün de kazandırmaya devam etmektedir.

Peki Kürtlerin bölge çapında faşizme karşı yürüttükleri savaşın bugünkü durumu nedir? DAİŞ savaşında artık sona doğru gidilmekte olduğu ve giderek bölgede siyaset belirleyecek başka çelişki ve çatışmaların öne çıkmaya başladığı görülmektedir. En azından 5 Haziran’da Reqa’yı özgürleştirme hamlesinin başlangıcından itibaren durum böyledir. Irak Hükümeti Musul’un DAİŞ’ten kurtarıldığını ilan etmiştir. Demokratik Suriye Güçleri de Reqa’nın yarıdan fazlasının özgürleştirildiğini belirtmektedir. Reqa savaşında sona doğru gidilmesinin bölgede yeni siyasi-askeri denge ve ilişki yaratacağı, yeni çelişki ve çatışmaları körükleyeceği kesindir. Bunun da bölgede ulus-devlet statükosunu ayakta tutan TC ve İran gibi güçlerle küresel sermaye güçleri arasındaki çelişki ve çatışmanın derinleşmesi ve yaygınlaşması anlamına geldiği açıktır. Yıkılan DAİŞ yıkılan ulus-devlet statükoculuğu olmakta, bu da TC ve İran’ı geriletmekte ve korkutmaktadır.

Böyle olduğu içindir ki, her iki güç de Suriye’ye yönelik askeri girişimlerini artırmaya çalışmaktadır. Nitekim İran Devleti kendine bağlı çeşitli güçlerle Irak-Suriye sınırında askeri denetimini artırmaya çalışırken, TC Devleti de Efrîn ve Şehba’ya yönelik askeri saldırılarını ve işgal hazırlıklarını artırmaktadır. Dahası her iki güç de içerdeki baskı ve denetimini güçlendirmek için çalışmaktadır. Nitekim İran Devleti özellikle Kürdistan sınırındaki askeri denetimini güçlendirmek için çaba harcarken, Erdoğan-Bahçeli Yönetimi de Kürdistan’daki savaşı ve katliamları büyütmeye ve Türkiye’de faşist baskı ve terörü artırmaya çalışmaktadır. AKP’nin meclisten geçirdiği iç tüzük ve artan tutuklamalar bunun son örneğidir.

O halde DAİŞ faşizmine karşı olduğu gibi, ondan daha fazla Erdoğan-Bahçeli faşizmine karşı mücadele etmek günümüzün en temel görevi olmaktadır. Bu çerçevede gerillanın, kadın ve gençlik örgütlerinin, devrimci-demokratik güçlerin önemli bir antifaşist direnişi vardır. Zindanlara doldurulmuş olan tutsaklar önemli bir direniş içindedir. Yine demokratik siyaset güçlerinin de önemli bir direnişleri söz konusudur. Fakat tüm direnişlerin siyasi sonuçlarının derlenmesi açısından demokratik siyaset alanının daha güçlü ve örgütlü mücadele etmesi gerektiği açıktır. Nitekim HDP tarafından Amed’te bir nöbet eylemi başlatılmıştır ve HDK gibi birçok demokratik güç tarafından da desteklenmektedir.

Kuşkusuz HDP’nin başlattığı son direniş önemlidir ve bunun sürekli kılınması gerekir. Nitekim siyaset boşluk kabul etmemektedir. Faşizme karşı direniş de kopukluk ve boşluk kabul etmemektedir. Boşluk bırakılırsa, son Kılıçdaroğlu yürüyüşünde görüldüğü gibi, özel savaş sistemi hemen boşluğu doldurmaktadır. İkinci olarak, faşizme karşı direniş faşizmi yıkmayı hedeflemelidir. Bu konuda açık olunmalı ve faşizme karşı açık duruşa cesaret edilmelidir. Üçüncü olarak, faşizme karşı direniş bir demokrasi programı temelinde ve demokratik cephe tarafından yürütülmelidir. Öyle adalet ve vicdan gibi kavramlarla sınırlı kalınarak faşizm yıkılamaz. Gerçek bir demokrasi programı olmadan kitleler antifaşist direnişe sevk edilemez.

 

Türkiye’de bugün demokrasi programının birinci maddesi de Kürt halkının varlığının ve demokratik haklarının kabul edilmesidir. Bunun Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü ile birleştirilmesidir. Kürt halkının ve Önderinin özgürlüğü Türkiye demokrasisinin birinci maddesi ve olmazsa olmazıdır. Bu konu demokratik güçleri belirleyen turnusol kâğıdı gibidir. Bu nedenle, herkese olduğu gibi, özellikle CHP’ye bu konu dayatılmalıdır. Eğer CHP Kürtlerin varlığını ve özgürlüğünü kabul ederse, o zaman Türkiye’nin tüm sorunları hemen çözülür. Dolayısıyla Türkiye’nin sorunlarını çözümsüz kılan ve çözebilecek olan düzen gücü AKP-MHP değil, CHP’dir. Ve cumhuriyeti kuran bir parti olarak CHP’nin isterse bunu yapmaya gücü vardır. Hiç kimseyi kandırmaya çalışmasın, yeter ki istesin ve zihniyeti ile siyasetini değiştirsin; işte o zaman Türkiye’deki her şey çözüm yoluna girer.

Politika

Bu haber 680 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Dersim İnşa Kongresi (DİK) dahil Avrupa'daki 8 sivil toplum kurumları, ..