Uzun bir yazı olacak. Netameli konularda yazınca, Kürtler arası birlikten, bölge devletleriyle ilişkilerden, bağımsızlık, referandum gibi tartışmalı konulardan söz edince, meramı anlatmak için uzun yazmak gerekebiliyor. Bu yazı belki birkaç bölümde de kaleme alınabilirdi ama konu bütünlüğünü bozmamak için tek bölüm olmasını tercih ettim. Şimdiden diyeyim, uzunluk dışındaki her türlü eleştiri baş göz üstüne.
BAĞIMSIZLIK, KONJONKTÜRDEN BAĞIMSIZ DÜŞÜNÜLEMEZ
Bağımsızlık referandumuna kısa bir süre kaldı. Kimse referandumun sonucundan şüphe duymuyor. Herhangi bir provokasyon yaşanmaz ve referandumun yapılmasını etkileyecek bir müdahale yaşanmaz ise –ki olmayacağ inancındayım– Güneyli Kürtlerin büyük çoğunluğunun, hatta ezici çoğunluğunun tercihini bağımsızlıktan yana kullanacağı çok açık.
Değil Güneyli Kürtler, bugün Kürtlerin yaşadığı hangi parçada bağımsızlığı bir referandum ile halka sorsanız, hiç kuşkunuz olmasın ezici bir çoğunluk tercihini bağımsızlıktan yana kullanır.
Bunun tarihsel nedenleri var. En başta gelen neden de Kürtlere son yüzyıldır yaşatılan acımasız katliamlardır. Bu katliamları yaşayan, bu acıları hisseden hangi Kürt, ‘Hayır, benim bağımsız bir devletim olmasın’ der.
Ancak şu da bir gerçek; Kürtler ne kadar da tercihlerini bağımsızlıktan yana koysalar bile nihayetinde bunun realize edilmesi konjonktür ile, evet sadece konjonktür ile ilgilidir.
Konjonktürü, realizmi bugün bağımsızlığı tek isteyenmiş gibi algılara zerkedilen KDP üzerinden açıklayayım ki meramım daha iyi anlaşılsın.
KÜRT’TEN KÜRDİSTAN’A, OTONOMİDEN FEDERASYONA
İlk Kürdistan Demokrat Partisi, 11 Ağustos 1945’te Mahabad Kürdistanı Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı Kadı Muhammed’in liderliğinde kuruldu. Mahabad’a desteğe giden, Genelkurmay Başkanı görevini üstlenen, peşmergeleriyle beraber ilk Kürt cumhuriyetinin korunmasını üstlenen Mele Mustafa Barzani, ilk KDP’den tam bir yıl sonra 11 Ağustos 1946’da Irak Kürt Demokrat Partisi’ni kurdu. Baba Barzani’nin liderliğindeki KDP’nin ilk adında Kürdistan yoktu, Kürt vardı ve bunun yine bizzat Baba Barzani tarafından izah edilen gerekçesi çok açıktı. Baba Barzani, Konjonktür uygun değil, Kürdistan kelimesini partinin adında kullanmamız işimizi zorlaştırır, diyordu. Nihayetinde partinin adındaki Kürt kelimesinin yerine Kürdistan’ın kullanılması 1 yıl sonra, Mahabad Kürdistanı Cumhuriyeti’nin yıkılmasından sonra yapılan ilk toplantıda kabul edildi ve partinin adı Kürdistan Demokrat Partisi oldu.
Partinin statüye ilişkin tanımı da benzer bir seyir izledi.
Yaşamının neredeyse tümünü sürgünlerde, dağda, peşmergelikte geçiren Baba Barzani’nin 1 Mart 1979’da yaşamını yitirdiği güne kadar KDP’nin tek şiarı vardı: Kürdistan’a özgürlük, Irak’a demokrasi. Parti programında ise Kürdistan için otonomi isteniyordu. 11 Mart 1970’te Saddam Hüseyin ile Baba Barzani arasında imzalanan otonomi anlaşması da parti programına uygundu. Ancak İran ve Irak’ın 1975’te Cezayir’de anlaşmasından sonra bu anlaşma fiilen uygulanmadı. Buna rağmen Saddam anlaşmayı yasal olarak feshetmedi, kendi korucularına bir KDP kurdurarak hala kullanılan Irak Kürdistanı Ulusal Parlamentosu’nu bu partiye teslim etti. 1991’e kadar da Kürdistan özünde ihanetçilere teslim edilirken sanki otonom bir bölgeymiş gibi yönetildi.
1991’de Güney Kürdistan’da koşullar değişince KDP ilk özgür kongresini, Mesut Barzani’nin başkanlığında 11 Ağustos 1993’te yaptı. Günler süren kongre sonrasında KDP, programındaki otonomiyi, federasyon ile değiştirdi. KYB’de benzer bir değişiklik ile federasyonu programına aldı. Ancak parlamentoda tüm koşullar kendi lehlerine olmasına rağmen konjonktür lehlerine olmadığı için ne KDP, ne de Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) federasyonu ilan etmedi. Bir yıl sonra federasyon talebini parlamentoda gündeme getirmelerine rağmen statüyü fiilen, Saddam’la imzalanan 1970 tarihli otonomi anlaşmasından öteye taşımadılar.
Bu durum 2003’te Saddam’ın iktidardan tamamen gitmesinden sonra değişti. 2005’te Irak’ta kurulan yeni merkezi hükümetin yönetimi üstlenmesi sonrasında yapılan yeni anayasada, Irak devleti federal olarak tanımlandı, Kürdistan bölgesinin statüsü de federasyon olarak onaylandı. Bu anayasaya göre Kerkük, Şengal, Xanekin, Mendelin gibi ihtilaflı kent vekasabaların Kürdistan Federe Bölgesi’ne bağlanması için de referandum yapılması gerekiyordu. Ancak bölge devletleri ile merkezi Irak hükümeti el ele vererek bu referandumun yapılmasını engelledi. Bu referandum yapılmayınca, 2005’te yine resmi olmayan bir referandum yapıldı. Daha çok imza kampanyası biçiminde yapılan 2005 referandumunda, 2 milyon Güneyli Kürt tercihini bağımsızlıktan yana kullandı ve toplanan imzalar BM’ye de gönderildi. Bu imzaların karşılığı yeni Irak anayasasında federasyon oldu.
Şimdi de benzer bir durum mu yaşanır?
REFERANDUM SONUCU BAĞIMSIZLIĞIN İLANI ANLAMINA GELMİYOR
Çok açık, Kürtler tercihlerini bağımsızlıktan yana kullanır ancak o bağımsızlık hemen ertesi günü ilan edilmez. Bağımsızlığın fiili ilanı da emin olun ancak yeterli uluslararası desteğin varlığında ve konjonktürün en uygun olduğu anda realize edilir. Bu ne kadar zamanı kapsar bilemeyiz ama sanıldığı gibi o kadar kısa zamanda olmayacağını söyleyebiliriz. Daha da ötesi, Kürdistan’ın bağımsızlığının bölgedeki gelişmelerin bütününden bağımsız olarak düşünülemeyeceğini de hesaba katmalıyız. Bir adım ötesini de yazarak devam edeyim; Suriye ve Rojava’da yaşananlar öncelikli olmak üzere Güney Kürdistan’ın bağımsızlığının bölgedeki gelişmelerin bütününden bağımsız düşünülemeyecek bir durum olduğunu bilmeliyiz.
Peki, madem bağımsızlık ilan edilmeyecek ne diye İran, Irak ve Türkiye başta olmak üzere birçok bölge devleti referandumun yapılmasına karşı?
Çok basit; tüm dünyanın gözü önünde yapılacak meşru bir referandumun Kürtlerin elini güçlendireceğini ve Kürtlerin geri dönüşsüz bir yola gireceğini iyi biliyorlar. Yani Kürtler, bağımsızlık referandumundan hemen sonra bağımsız devleti ilan etmeseler bile artık tüm adımları bağımsızlık için olacak. Bağımsızlık ilanı temel strateji olarak hep gündemde kalacak.
KDP DAHİL HER KESİMİN ULUSAL BİLİNCİN GELİŞİMİNDE YADSINAMAZ PAYI VAR
Hal bu iken ve başından bu yana siyasetini konjönktür üzerinden yürütüp stratejisini de tamamen realist politikalarla belirleyen KDP açısından da durumu değerlendirmek gerekir, inancındayım.
Şunu çok açık yazmakta yarar var. Melle Mustafa Barzani’nin liderliğinde kurulan KDP, Kürdistan’ın en kadim, en mücadeleci partilerindendir ve Kürdistan ulusal mücadelesinde, Kürt halkının ulusal bilincinin oluşmasında, direnişçi ruhun gelişmesinde yadsınamaz, reddedilemez payı vardır.
Şu anda Güneyli Kürtlerin ilk kuşak liderlerinin neredeyse hiçbiri yaşamıyor; ikinci kuşak liderlerinden bir kısmı hala hayatta ve partilerinin başında, ancak hayatını kaybedenler de var. İlk aklımıza gelenlerin bazılarını aktaralım. KYB’nin iki kurucusu ile KDP yöneticilerinden Sami Abdurrahman yaşamını yitirmiş durumda. Ali Askeri 1979 yılında bir iç çatışma sonrasında KDP tarafından sağ yakalanarak Sami Abdurahman liderliğindeki Geçici Komite (Qiyadeyî Muaqqat) tarafından idam edildi; Sami Abdurrahman 2 Şubat 2004’te Erbil’de bir bombalı saldırıda yaşamını yitirdi. Goran Hareketi lideri, KYB kurucusu Noşirvan Mustafa ise 2 ay önce hastalık sonucu hayata veda etti. İlk kuşak liderlerin de, ikinci kuşak liderlerin de elbet yadsınamaz hataları, eksikleri var. Ancak her birinin de, her birinin liderliğini yaptığı siyasi yapıların da Kürdistan ulusal mücadelesinde, Kürt halkının ulusal bilincinin oluşmasında, direnişçi ruhun gelişmesinde yadsınamaz, reddedilemez payları vardır.
BAĞIMSIZLIĞI İSTEYEN BİR TEK KDP Mİ?
Ama ilginçtir, tüm bu realite orta yerde iken ve bağımsızlık referandumunun aleyhine açıklama yapmış tek Kürt partisi, tek Kürt şahsiyeti yokken KDP tek başına bağımsızlığın savunucusu, Kürdistan Bölge Başkanı ve KDP lideri Mesud Barzani de tek başına bağımsızlığın hamisi olarak ilan edilir. Diğerlerinin tümüne ilişkin ise bağımsızlık karşıtıymışlar gibi bir algı oluşturulur.
Bunun anlaşılır bir nedeni var elbet. Çünkü referandum sadece bağımsızlığın ilanı için yapılmıyor! Görünen o aynı zamanda bu referandumun tek savunucusu ve tek hamisi gibi gösterilen KDP’nin de geleceği bu siyaset üzerinden dizayn ediliyor.
Siyasi partiler iktidar olmak, yönetmek isterler. Bunun için program yazar, taktik ve strateji üretirler. KDP de, bağımsızlık siyaseti üzerinden giderek zayıflayan gücünü yeniden toparlamak istiyor. Bu yönüyle bir yanlış durum söz konusu değil. Buyursun diğer partiler, KDP’den daha iyi siyaset yapsınlar.
BÖLGE DEVLETLERİYLE GELİŞTİRİLEN İLİŞKİLER STRATEJİK OLAMAZ
Hal böyle ama hem KDP, hem diğer partiler açısından anlaşılmayan ve anlaşılmayacak tek durum var. Bu, özellikle KDP-Türkiye ilişkileri açısından değerlendirildiğinde daha da anlaşılmazdır. Kısmen, KYB – İran ile Goran Hareketi – İran ilişkileri üzerinden de benzer bir durum ile karşı karşıya olunduğunu söyleyebiliriz.
Bu devletlerle ilişkiler üzerinden geliştirilen stratejiler anlaşılmazdır, risklidir ve hiç kuşku yok tehlikeli sonuçlara yol açabilecek sonuçları da içinde barındırıyor. Daha açık dersek, hem Rojava’da, hem Güney’de birçok kazanımın engellenmesinde söz konusu ilişkiler üzerinden geliştirilen stratejilerin alabildiğine olumsuz etkileri vardır. Partilerin parçacı davranması, grupsal çıkarların öne çıkarılması, KDP etkisindeki bazı Rojavalı siyasi partilerin bu ilişkiler üzerinden Türkiye Dışişleri’nin Rojava bürosu gibi davranmaları, bu parçadaki kazanımları çok ciddi risklerle karşı karşıya getirdi. Bu durum ayrıca Kürtler arasındaki gergin ilişkileri daha da gerdi. Kuzey’de Kürt gençleri bodrumlarda sağ yakılırken, kentler yerle bir edilirken bazı siyasi partilerin yaşamını kaybedenlere başsağlığı dilemek ya da Türkiye’yi yönetenlere tek söz söylemek yerine bu işin müsebbibi olarak PKK’ye verip veriştirmelerinin nedeni de bu ilişkilerdir.
PKK’nin kent savaşlarındaki tutumunu olumlamak ya da silahlı mücadeleyi tek çıkar yol olarak göstermek adına demiyorum. Ama nihayetinde bir hareket silahlı mücadele veriyor ve bu ilişkiler üzerinden stratejisini geliştiriyor ise devrimci halk savaşı kararı da alır, kent savaşı kararı da alır, elindeki silahın gücünü sonuna kadar kullanmak yönünde de adımlar atar. Bunu eleştirirsiniz, beğenmezsiniz, anlaşılır. Yapın, yapalım! Ancak bu mücadeleyi veren bir harekete “ölümlerin tümünün sorumlusu sizsiniz” derseniz, bir başsağlığını çok görür, Kürt gençlerini katleden sömürgeci bir devlete tek söz söylemezseniz, haklılığınız kalmaz. Böyle düşünüyorsanız, Kürdistan’ın 4 parçasında son yüzyılda katledilen milyona yakın insana ilişkin ne diyeceksiniz? Enfal’de 182 bin Kürdün ölümünden KDP ve KYB mi sorumlu? Halepçe’de 5 bin Kürdü Saddam’ın emriyle Kimyasal Ali değil de bölgede Irak ordusu ile çatışan KYB peşmergeleri mi katletti?
DOĞULU KÜRTLER SİLAHI İSTEYEREK BIRAKMADI
Benzer bir durumu 1990’lı yıllarda Doğulu Kürtler de yaşandı. İran’ın baskılarını gerekçe eden Güney Kürdistan hükümeti silahlı mücadelenin devam etmesi durumunda İran KDP ile İranlı Kürt komünistlerinin partisi Komala’ya yaptırım uygulamak zorunda kalacaklarını açıkça söyledi. Her iki Doğulu parti önce radyolarını, ardından askeri kamplarını sınır bölgelerinden içeri taşıdılar, bir müddet sonra da silahlı birimlerini dağıtmamakla birlikte silahlı mücadeleyi bırakmak zorunda kaldılar.
Şimdilerde yeni yeni silahlı mücadeleyi tekrar canlandırmak istiyorlar ama ne yazık ki çok zaman ve çok enerji kaybettiler. Her bir parti iç sorunlarla çok uzun zaman uğraştı.
Bu tabloyu izah etmek isteyen Doğulu Kürtler, ‘Güney Kürdistan’ın kazanımlarına sahip çıkmak adına silahı bıraktık’ deseler de o dönemin tüm siyasi aktörleri biliyor ki onlar sadece KDP ve KYB’nin baskıları nedeniyle silahı bırakmak zorunda kaldılar. Aksi takdirde her iki partiyle çatışmaya gidecek kadar ciddi sorunlarla yüzyüze kalabilirlerdi.
KÜRTLERİN SİLAHI NEDEN DEĞİL, SONUÇTUR
Kürtlere dönük her uğursuz uygulamanın müsebbibi, nedeni hiç kuşku yok Kürtlerin topraklarını işgal edip kendi aralarında paylaşan devletlerdir; buna karşın mücadele veren her bir Kürt siyasi yapılanması da sonuçtur. Neden ortadan kalkmadıkça, kaldırılmadıkça sadece sonuca vurmak, egemenlerin ekmeğine yağ sürer.
Tarihsel alt okumalarla birlikte yazmaya gayret ettiğim bu gelişmeler, Kürt siyasi partilerinin birbirlerine karşı olumsuz tutum almaları, eleştiri ile düşmanlık arasına sınır koymamaları, bölge devletleri ile diğer parçalar aleyhine ilişkiler geliştirmeleri, parçacı düşünmeleri hiç kuşku yok bağımsızlık referandumunu da, Kürtler arası ilişkileri de, önümüzdeki orta vadede yapılması muhtemel bölgesel dizaynda Kürtlerin yine kapı aralarından toplantı odalarını seyretmekle yetinmelerini de beraberinde getirebilir ki bu çok ama çok ciddi bir kayıp olur.
artigercek