Ücüncü Aşama:
Göç süreci Kıyım sonrası göç süresi başlar. Dersimliler kamyonlara, vagonlara tıka basa doldurulup uzun yolculuklara gönderilir. Gitmeden önce erkek ve kadınların saçı başı kazınır. İlhan Tekeli’nin verdiği bilgilere göre, İskân Kanununun uygulanmasından sonra Tunceli (Dersim), Erzincan, Bitlis, Siirt Van, Bingöl, Diyarbakır, Ağrı, Muş, Erzurum, Elazığ, Kars, Malatya, Mardin, illerinden 5 bin 74 haneden 25 bin 831 kişi Batı Anadolu’ya nakledilir. O günden sonra kürtler için “mezar sesizligi süreci“ başlar. Tüm direnişler kırılmış, tüm ihanetler hançer gibi Raye Heq yolunu süren kızılbaşların sırtına saplanmıştı ve Kürdistan 20 yıldan fazla mezar sesizliğine bürünür.
Dersim tarihe bakıldığında soykırımı engellemek için Seyid Rıza bir çok yola başvurmuş, fakat başarılı olamamıştır. Bunun sonucunda başına ne geleceğini bilmesine rağmen yine de teslim olmamıştır. Ne Dersim’e ihanet etmiş, ne de devletin önünde diz çökmüştür. Hatta idam sehpasına yürürken korkusuz, asil ve dik duruşu ile cellatlarını bile kendisine hayran bırakmıştır. Çağrılara cevap gelmemesinin en büyük etkeninden biri de Lozan’da yapılan anlaşmalardı. Lozan anlaşması Türkiye’de yaşayan azınlık gurubunun katline de ferman vermeyi onaylamaktı zaten. Dersim’de yaşanan vahşet İngilizler için beklenmedik bir durum değildi. Yani Türkiye’de yaşayan azınlıklar üzerinde gelişebilecek tüm zulme göz yumacaklarının imzasını Avrupa ve özellikle İngiltere çoktan atmışlardı bile. Çünkü Türkiye ile ilişkilerinin zedelenmemesi yeni kurulacak sistemleri için insan yaşamı pahasınada olsa vazgeçilmezdir. Bu durumda Avrupa’nın çağrılara kulak vermesinin ihtimali söz konusu bile olmazdı. Esas olan emperyalist ülkelerin uzun vadeli askeri ve ekonomik çıkarlarıydı. Bu nedenle kürdistanın uluslararası sömürge yapılması ve kültürel assimilasyon ve fiziki imhanın iç içe yürütülmesi önemliydi. Cumhuriyetin ilanı ve sonraki gelişmeler de bize göstermiştir ki, kurulan aslında faşist karakterli sömürge tipi bir diktatörlüktü. AKP’nin bugün tamamlamaya çalıştığı da Kemalist diktatörlüğün ve 12 Eylül darbesinin yarım bıraktığı uygulamalardır.Kürdistan’da bugün yaşanan katliam ve yıkımlara da bu açıdan bakmak gerekir.
Hatta siyasi hamleler bile benzeşmektedir. Akp ve Erdoğanin 2003 tarihinde Siirt´de boş vaadleri ve oyalama politikasi bize İnönünün Dersimlileri´nin göz boyamalarını hatırlatmakda. Halen Rayberler ve Zeyneller Kürdistanda para karşılıgı ajanlık etmeye ve kendi halkına ihanet etmektedir.
Dersim’deki aşiret reislerinin bir çoğu Seyid Riza ile ittifaka yanaşmıyordu. Kimisi güvenmiyor kimisi de türk devleti ile işbirlikçilik yapıyordu. Yani Dersimin dört bir yanına ihanet sızmıştı. Seyid Rıza’nın şu öngörüsü önemliydi: Bir aşiret reisine, “Benim ölümüm bir ip ile ama ben öldükten sonra sizi kafile kafile öldürürler.” Ne kadar da Dersimliler Ermenilerle Elazığda karşı karşıya gelmiş olsa da, ortak ittifak yinede mümkündü. Çünkü azınlıklar üzerindeki baskıların durmayacağının ilanıydı Dersimde yaşananlar. Bu nedenle “Ermeni Devrimci Federasyonu”ndan destek istemesi olumlu bir sonuç verebilirdi. Sonuç itibari ile Dersimde birçok Ermeni mülteci olarak sığınmışdı. Bunları korumak istemesi büyük bir ihtimaldi, çünkü halen orda binlerce Ermeni yaşıyordu. Unutmayalım ki, Şeyh Saide destek vermeyen Seyid Rıza´ya desteği Şeyh Abdurrahim vermek istemişti. Tarih bize göstermiştir ki, Dersim’de güç birliği yapıldığında hep düşmana karşı galip gelinmiştir. Bu olayda da işte böyle bir ittifaka girilebilinseydi, Dersimin soykırımdan kurtulması öyle küçük bir ihtimal değildir. Bugün Rojava’da kurulmuş olan “Suriye Demokratik Meclisi” ve onun silahlı güçleri sayesindedir ki, kürtler ve diğer halklar büyük tehlikelerden korunabilmektedirler. Kobani direnişi bunun en açık kanıtıdır. Eğer Şeyh Said ve Seyit Rıza’ da bugün Özgürlük hareketi’nin ittifaklar politikasına sahip olsalardı, bugün Kürdistan’ın da dünya haritasında bir yeri olacaktı. İşte yarın da keşke denmemesi için ulusal kongre’nin toplanması ve kürdistani güçlerin birliğinin oluşturulması kadar, tüm kimliklerin içinde temsilini bulduğu bir halkların ortak meclisinin kurulması da hayati derecede önemli olmaktadır. İşte o zaman S.Rıza’nın idam sehpasını kendisinin tekmelemesi gibi, Qazi Muhammedin şu son sözleri de gelecek kuşaklara taşınan zaferi daha da anlamlandırmış olacaktı : “Kürt milleti bilsin ki, ben yaşamımın son nefesine kadar onun vefakâr evladıyım!“
Ya Dersime destek gelseydi ve bahs ettigimiz gibi ittifak kurulabilinseydi...
Şimdi kendimize soralım, eğer Ermeni Devrimci Federasıyonu destek sunmayı kabul etmiş ve hatta Şeyh Abdurrahim ve arkadaşları Dersime yetişip isyanda yerini alabilmiş ve bunun sonucunda Dersim jenosid’ten kurtulmayı başarmış olsaydı, o zaman ne olurdu?
O zaman Dersimde yaşayan bu halk bu ölümü, zulümü, sürgünü ve mal kayıbını yaşamazdı. Dersim eyaleti bölünmezdi, yani bugünki Tunceli ile sınırlı kalmazdı. Siyasi açıdan böyle bir gelişme mümkündür: Dersimliler kendi dil, kimlik ve renkleri ile yaşamaya devam ederdi. Bugün UNESCO nun açıklamasına göre dımlıkı (zazaca) dili yok olmak ile karşı karşıya kalmıştır, lakin alternatif tarih gerçekleşseydi dımlıki (zazaca) dili tam tersi çok gelişirdi, çünkü bu dilin konuşulması Dersim’de yasaklanamazdı ve bununla da türkleştirme siyasetine (beyaz katliam) ilk balta vurulmuş olunurdu. Türkiye`nin genelinde de Mustafa Kemal öncülüğünde hayata geçirilmek istenilen beyaz katliam başarılı olamazdı, çünkü bu siyasete karşı zaten tüm türkiyedeki kürtler isyan ediyordu ve bugün bile beyaz katliam tam anlamıyla gerçekleşmiş değil. Bilhassa 1925 yılında şark islahat planı ile kürtçe dilinin yasaklanması ile başlatılan direnişleri hiçbir zaman bitiremediler. Dersim ve özellike Seyid Rıza direnen bu kürtlere destek sunarmıydı sorusuna gelince, İngilizlere yazdığı mektupda açığa çıkıyor sanırım. Seyit Rıza ingiltereye yazdıgı mektuplarda kürt kimliğine saldırıldığını yazmıştı. Bu da demek oluyor ki, Seyid Rıza kürt kimliğinin korunmasının önemli olduğunun bilincindeydi.
Buradan çıkan somut sonuç şudur:
Seyid Rıza kürtlere destek verip beyaz katliama karşı direnişini yükseltecekti. Ne kadarda Şeyh Said isyanında ve özellikle 1925 yılında idam edilen ve şahadete ulaşan Şeyh Sayid olayında sessiz kaldı ise de Seyid Rıza bu suskunluğunu Dersim direnişden sonra bozacaktı. Çünkü susduğunda sıranın ona nasıl geldiğinin farkına varmış olacaktı. Bu direniş sonucu dersim türkiyede yaşayan tüm kürtlerin merkezi haline gelecekti. Şeyh Abdurrahim ve arkadaşları Dersim’in imdadına yetişip yerini Dersim direnisinde alabildikleri içinde inanç farklılığının ulusal demokratik birlik ve direnişinin önünde engel olmadığının ispatı olacaktı. Kürtlerin birliğinin sembolü olan Seyid Rıza ve Şeyh Abdurrahim’in öncülük ettiği bu onur direnişinde hangi kürt geri durabilirdi ki? Kürtlerin direnişi için büyük moral gücü verirdi bu hamle. Alevi ve sunni kürtleri omuz omuza savaş verdikleri için herkesin birbirine birer can borcu vardı. Devletin bu kürtleri birbirine düşürmeye gücü yetmezdi artık. Ermenilerde kendi kimlik ve din savunması adına ittifak kurup isyanda yerini alacaktı. Tabiki zorunlu İmam Hatip Liseleri ve gerçek müslüman „hanifi mezhebinden gelen sünnidir“ fikride kürtler arasında etkili olamazdı. Topyekün direnişe karşı devlet pek fazla bir zarar veremezdi, çünkü türkiyede halk savaşmaktan yorulmuştu. Türk askerininde topyekün bir isyana karşı muaffak olması o dönemlerde imkansızdı. Bu durumda devlet osmanlıda olduğu gibi heterojen toplumu (çok ırk, çok din ve çok dil) gerçeğini kabul etmek zorunda kalacaktı. Yani aslında şu an barış sürecinin hayata geçebilmesi için gerekenler o dönemlerde hayata geçmiş olacaktı. Sonuc itibarı ile Kürt halkı ne türkleştirebilinecek ne de kürt olduğu için ötekileştirebilinecekti. Dediğimiz gibi, bugün vardığımiz sonuç, kürt sorunun çözümündeki ısrarlarının hiç bir zaman bitmeyeceği ve bu uğurda ne kadar bedel verilsede Dersim isyanının ölümsüz lideri Pir Seyid Rıza gibi devlet önünde diz çökmeyeceğidir. Özellikle şark ıslahat planı ile başlatılan kürtçe konuşma yasağı 1980 yılındaki Kenan Evren darbesi ile yeniden yasallaştırılmış olmasına rağmen kürtçe dili bitirilemediği gibi büyük bedel ve direniş sonucu 1991 tarihinde kaldırıldı. Devletin yalnış ısrarı sonucunda hedefine ulaşamadığı gibi türkiyede yaşayan tüm halklar kayıp verdi ve her yüreğe birer ateş düştü. O günlerde kürt sorunu bir kör düğüm haline getirilmemiş olunsaydı halklar bu acıları yaşamayacaktı. Türkiyenin demokratikleşememedeki en büyük etkenlerinden biri de halen türkiye cumhuriyetinin sistemini kendi iç dinamiklerine dayanarak oturtamadığı gerçeğidir. Ne osmanlı sistemini geride bırakıp türk cumhuriyeti olabilmiş nede osmanlı gibi başka kimliklerinin, inanç ve dinlerinin içinde yasak koymadan islami bir birlik oluşturabilmiştir. Bunun da temelinde sömürgeci bir karaktere sahip olması, erkek egemen temelli askeri yanı ön planda olan cumhuriyet kılıklı örtülü ve zaman zaman da açık bir faşist rejimin devlet biçimi haline gelmesi yatmaktadır. AKP faşizmi bunu fazlasıyla kanıtlamıştır. Yaşanan askeri faşist darbeler ve hükümeti ele geçirmeler yeniçerinin zafer kutlamasından hiç bir farki yokdur. Osmanlıda`da olduğu gibi hep zulüm ve kan esastır. Öte yandan Osmanlı gibi farklılıkların bir arada yaşamasına da tahamülü yoktur.
Dersim soykırımında 100.000’ leri aşan insanın kanına girdiler. Amed’te Şeyh Said’i idam edip ortalığı kasıp kavurdular. Herkesi yerinden yurdundan edip göçe zorladılar ve bugünde sulh istendiğinde halen yaşananları inkar eden ve çözümsüzlük dayatan bir devlet ile karşı karşıyayız.
Ama bugün direnen kürt halkı hendekler kazıp öz savunma direnişi ile kendi kaderini kendisi belirlemektedir. Hiç bir din, dil ve kimlik farkı koymadan topyekün bir dirinişin gerçekleşebileceğini Rojava ve Şengal zaferleri bize bir kez daha göstermiştir. Yani demem o ki… Bu sefer tarihin tekerrürü kürtlerin hendeklerinde yeniliyor ve tüm insanlığa armağan ediliyor.
bitti..