"Bıçak kemiğe dayandı", "Bu karar faşizmin tescilidir."
Bu sözler CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel'e ait.
Nedir CHP'lilere bu sözleri söyleten? CHP Milletvekili Enis Berberoğlu'nun tutuklanması.
İki yıldır bir darbe sürecindeyiz. Yaşanmadık zulüm, katliam, haksızlık, hukuksuzluk kalmadı. Kürtlerin Cizre bodrumlarında yakılmasından tutun, toplu kitle katliamlarına, bir muhalefet partisinin eşbaşkanları ve milletvekillerini gece yarısı evlerinin kapılarını kırarak gözaltına almaktan tutun, yüz binlerce insanın bir gecede işinden edilmesine, üfürük iddianamelerle binlerce insanın hapse konulmasından tutun, üniversitelerin boşaltılmasına kadar yaşanmadık zulüm, katliam, haksızlık, hukuksuzluk kalmamış, CHP faşizmi yeni idrak ediyor.
En ileri sözü “sine-i millet” tartışmasından sonra istifa eden Selin Sayek Böke söylüyor: “E. Berberoğlu’nun tutuklanması adım adım inşa edilen AKP faşizminde yeni adımdır. Bu süreç bugün başlamadı. Yavaş yavaş derinleştirildi. Bir kez daha altını çizelim: Tek çare, Türkiye ‘normal-miş’ gibi yapmadan, faşizm gerçeğini kavrayarak bir siyaset ortaya koymaktır. Mesele iyi hakim/kötü hakim meselesi değil, faşizm karşısında toplumsal muhalefetin ortaya koyacağı cesaret ve siyaset meselesidir. Çünkü faşizmle müzakere edilmez, mücadele edilir. Toplumla beraber yürüyerek, büyüyerek...”
CHP’nin bugüne kadar yaptığı neydi? Faşizmle müzakere mi?
Hayır.
CHP’nin bugüne kadar yaptığı; devletin bekası için ne gerekiyorsa, “demokrasiyse demokrasi, faşizmse faşizm” idi.
Böke’nin söylediği gibi faşizm bugün başlamadı. CHP, rejim krizini çözmek için ne gerekiyorsa yaptı. Ezilen halklar, inançlar, laiklik, din, yoksulluk, işsizlik, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü vs. sistemin çözemediği tüm sorunları/çelişkileri zor ve baskı yoluyla “çözmek.” Elbette diğer düzen güçleriyle birlikte…
Kılıçdaroğlu’nun “pasif muhalefeti” eleştiri konusu oluyor. Mesele Kılıçdaroğlu’nun pasif muhalefeti değil, bir düzen partisi olarak CHP’ye biçtiği misyondur. Bu misyonun doğal sonucu olarak da CHP faşizmin değirmenine su taşımıştır.
Her şey CHP’nin dokunulmazlıkları kaldıran yasaya “anayasaya aykırı ama evet” demesi ile başlamadı. Süreç 2002’ye, yani Erdoğan’ın milletvekili seçilmesinde Deniz Baykal’ın rolüne kadar uzanır. Birinci dönüm noktası bu oldu. İkinci önemli dönemeç; 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı ile Erdoğan Cumhurbaşkanı seçtirildi. 2015’de genel seçimler yapıldı. Krizin en uç noktası. 7 Haziran seçimleri, “tekçilik” üzerine kurulu sisteme önemli bir darbe vurdu. Parlamentoya bu toprakların tüm farklılıkları girdi. Üstelik 12 Eylül’de oluşturulan yüzde 10 barajını fiili olarak yıkarak. Ancak hiç şaşırtmayan bir şekilde Saray darbesi geldi. Bu darbede Saray’ın suç ortaklığında MHP ile CHP arasında hiçbir fark yok. Hükümeti kurma görevi Davutoğlu’na verilmeyince, CHP tıpış tıpış Kasım seçimlerine gitti. Kasım’da da HDP’nin parlamentoya girmesi engellenemeyince, vekilleri tasfiye etmek için düğmeye basıldı. CHP dokunulmazlıkları kaldıran yasaya ‘evet’ diyerek, milletvekillerinin tutuklanmasının yolunu açmış oldu. Bu, dördüncü dönemeç oldu.
7 Haziran akşamı başlayan darbe süreci, 15 Temmuz’dan sonra başka bir aşamaya evrildi. Kılıçdaroğlu burada yine doğal politikalarının sonucu olarak “Yenikapı ruhu”na teslim oldu. Oysa “Taksim ruhu”nu sürdürseydi, orada açıkladığı deklarasyonda Kürtlerden çok AKP’yi eleştirseydi, bugün durum bambaşka olabilirdi. Bu da beşinci.
Altıncı dönemeç, 16 Nisan referandum sandıklarından hile ile “evet” çıkarılması karşısında aldığı tutum. Sokağa çıkan yüz binlerce insanı sokaklardan geri çekilmeye çağırdı.
Yani bir değil, iki değil, üç değil… Tüm bunlar tesadüf ya da dün Şirin Payzın’ın sorduğu gibi “siyasi hesaplama hatası” olamaz. Hepsi de çok bilinçli yürütülen politikaların sonucu.
Zira, Kılıçdaroğlu pişman olmadığını söylüyor. Dokunulmazlıklar konusunda “Bugün de olsa aynı kararı yine söyleriz. Durduğumuz yerde aynen duruyoruz” diyor.
Gelelim adalet yürüyüşüne.
“Halka sesleniyor musunuz?” sorusuna verdiği yanıt şu: “Arzu eden herkes gelebilir ama gelenler asla provokasyonlara teslim olmayacaklar.”
Bir mücadele başlatırken ilk sözünüz “provokasyona gelmeyeceğiz”, “kaosa izin vermeyeceğiz” ise o mücadelenin kararlılığından şüphe ederim.
CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun kararlılığını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak bu kararlılık, yürüyüşü 23 günde tamamlaması ile bitmiyor. Faşizme karşı mücadelede eğer samimiyse, HDP’li milletvekilleri için de yürümeliler. HDP’li vekiller için yürümek de yetmiyor. Kürt düşmanlığından vazgeçmeliler.
Yürüyüşe ilk gün on binlerce kişi katıldı. Muhabir arkadaşlarımız 18 kilometrelik yol boyunca sloganların hiç susmadığını, Gezi sloganları atıldığını ve Gezi kitlesinin ağırlıkta olduğunu söylüyor. On binlerce kişinin bir ay sürecek bir yürüyüşe çıkmasındaki iradenin kesinlikle görülmesi gerekiyor.
Bu yürüyüşün verdiği mesaj şu oldu: Artık böyle yaşamak/yönetilmek istemeyen ve mücadele etmek isteyen geniş bir kesim var. Bu mesajı 16 Nisan referandum sürecinde “hayır” kampanyasında ve hileli referandum sonuçlarına karşı “hayır bitmedi” eylemlerinde de görmüştük. Ve bence bu mücadele isteğinin kaderi CHP’ye teslim edilemez.
Kılıçdaroğlu’nun arkasına takılarak, -yani ne kadar ve ne şekilde gidecekse o kadar giderek- Saray darbesine karşı etkili bir mücadele verilemeyeceği açık. Geriye tek bir seçenek kalıyor: İlerici güçlerin daha devrimci bir hattan kitle hareketlerini büyütmesi.
Derya Okatan