Birinci bölüm;
Dersim soykırımında yaşananlar halen içimizdeki en derin yaralardan biridir. Dersim, tarihinde yaşadığı felaketin dur durak tanımadığı anları hafızamızdan silmemeye adeta and içmiş. Hesap günü gelmeden de kendisini bizlere unutturmayacak belli ki. O güne kadar Dersim her daim yeni nesillere hesap gününe kadar yaşadığı acıları anlatmaya devam edecektir. Dersim demek zalimin zulmü demektir. (aynı zamanda direnişin kalesi demektir)
Peki genç cumhuriyet Dersim’i neden hedef seçti? Kendi halinde kendi Raye Heq Alevi Kızılbaş inancını yaşayan Dersim (M.Kemal’in deyimiyle)neden “bir çıban” olarak görüldü? O tarihe kadar yıkılamayan Dersim kalesi nasıl bu sefer mağlub edilebilinidi?
Birinci bölümde kısaca Dersim soykırım tarihini ve ikinci bölümde farklı adımların Dersim’in ve özelliklede Raye Heq Kızılbaş-Alevi kürtlerin geleceğini nasıl değiştirebileceği yönündeki düşüncelerimi açıklamaya çalışacağım.
Yapılan planlı zulümü şimdi birde bu köşeden sizlerle paylaşacağım.
Tarihi Dersim coğrafyası, Tunceli ili sınırları içinde yer alan; Nazmiye, Mazgirt, Hozat, Pülümür, Pertek, Ovacık, Çemişgezek ilçeleri ve Sivas ilinin Zara, İmranlı, Divriği İlçelerinin tümü, Erzincan'ın bazı ilçelerini kapsar.
1915 Ermeni soykırımından kurtulan ermenilerin birçoğu Dersim’e sığınırlar. Zaten o dönemlerde Osmanlı ile ciddi ciddi karşı karşıya gelirler, çünkü Seyid Rıza o kadar tehdit edilmesine rağmen ermenileri Osmanlıya teslim etmez.
Türkiye cumhuriyeti 1923 yılında Kürtlerin inkarı üzerinden ilan edildikden sonra Dersim TC’nin büyük hedeflerinden biri haline gelir, çünkü büyük bir eyalet ve aşiretler-ocaklar arası büyük bir güç birliği söz konusuydu, yani osmanlının, 1908 yılında İttihat ve Terakicilerin mağlubiyet kalesiydi.
İşte tamda bu nedenle İsmet İnönü Dersim’i “tehlikli” bir eyalet olarak dillendirir ve Mustafa Kemal, 1936 yılında meclisin açılış konuşmasında, “dahili işlerimizden en mühim bir safha varsa, o da Dersim meselesidir. Dahilde bulunan iş bu yarayı, bu korkunç çıbanı, ortadan temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalı ve bu hususta en acil kararların alınması için hükümete tam ve geniş salahiyetler verilmelidir” der. 4 Mayıs 1937 günü Bakanlar Kurulu, Mustafa Kemal ve Fevzi Çakmak’ın da katılımıyla toplanır. Bu toplantı sonucu orduya, Dersim'i “tenkil” emri verilir. Dersimin soykırımı birbirine bağlı üç aşama ile gerçekleştirilir. İşgal süresi, kırım süresi ve göç süresi. İşgal süresi öncesi bir hazırlık süresi başlar. İşgal süresin ve ön hazırlıklar şöyle gelişir: 1935 TBMM'inde Tunceli yasası çıkartılır. Tunceli'nin İdaresi Hakkında Kanun'un hazırlandığı, görüşüldüğü ve kabul edildiği tarihte, Türkiye'nin idari teşkilatında, Tunceli vilayeti adı altında bir vilayet yoktur. Bu yasalarda tamamiyla tüm yetkiler türkiye cumhuriyetin atadıgı valiye ve komutana baglıdır. Buna itiraz gösterme talepleride tunceli yasasına göre kesinlikle reddedilecektir. Öte yandan İsmet İnönü Dersime gider ve dersimlilere bir çok vaadlerde bulunur. Birçok yatırım yapılacağına, dersimin ihmal edildiğini söyler. Birçok yerde inşaatlar başlatılır ve okul yapacaklarını söylerler. O dönemlerde Abdullah Alpdoğan paşa hem adli hemde idari bütün yetkilere sahipti. Aşiret reislerine şöyle bir emir çıkartır: “Herkes bütün silahlarını göndersin!” Dersimliler Türkiye ile sulhu tehlikeye atmamak için silahlarını ve hatta et kesme bıçaklarını bile teslim ederler. İnönü birçok rakip aşiretleri satın alıp onlara milislik yaptırır ve devlete ispiyonlamalar başlar. Başlatılan inşaatlar bittiğinde okul yerine karakolların ve kışlaların dikildiğinin ve bu karakollara birçok asker sevkiyatının yapıldığı ortaya çıkar.
Seyid Rıza bu durumunun sonunu tahmin edebiliyordu. Bu nedenle Dersim’deki tüm aşiret reislerini biraraya toplayıp şu sözlerle uyardı: “Niyetleri kötü. Tedbirli olun. Ezmek için üstümüze gelecekler. Hem de yakında.“ Ne yazik ki, devlet tarafından satın alınan aşiretlerin reisleri onu o ortamda boşa çıkarmayı başarırlar. Seyid Rıza bu olaydan sonra dışardan destek aramaya başlar. Birçok ülkenin dışişleri bakanına yardım istemek adına mektuplar gönderir, fakat hiçbir yerden ne destek ne de cevap geldi. Aslında herkes o dönemlerde bırakın dersime destek sunmayı, yardım çağrılarını ciddiye bile almadılar. Çünkü o dönemlerde Dersim katliamı japon militarizimi, İtalya faşizimi ve Almanya nazizminin gölgesinde yapılıyordu. Dünya kamoyu bu siyasi olaylarla meşguldü. Türkiye kamuoyunda ise, Dersim’deki “gericilere” yada “haydutlara” karşı “ilerici hizmet ve medeniyet” götürme propagandası hakimdi ve bu kara propaganda, dünyanın Dersim halkının acılarına kulak tıkamasına yetmişdi.
Birinci aşama; işgal süreci:
Seyit Rıza ve Şahin Beyler aşireti ile Alişer ve karısı Zarife dersimi imha saldırısına karşı savunma kararı alır ve çatışma başlar. Türk ordusu, çepeçevre sardığı Dersim'de saldırıya geçip 19 Mayıs 1937’de Kırmızı Dağ hattında ilerler. Ağır bombardıman altındaki halk, dağlara, mağaralara, kitlesel halde Kutu ve Kalan derelerine sığınır. Dersim soykırımına karşı direnenlerin savaşı kızışıyor. Ama etrafındaki çember de daralır. Koçgiri’den beri peşinde olan Jandarma İstihbarat teğmeni Nazmi Sevgen harekatın asıl akıl liderinin Alişer olduğunu bildiğinden onu ortadan kaldırırsa savaşın kazanılacağına üstlerini ikna ederek, hain tuzağını uygular. Daha önce para ve çeşitli vaadlerle elde ederek hain bir işbirlikçi muhbir ve milise dönüştürdüğü Seyit Rıza’nın kardeşinin oğlu olan Rayber’i (Qopo) görevlendirilir. Rayber de bu iş için kuşkulanılmayacak biri olan Alişer’in kirvesi de olan Zeynel Top’u seçer. Alişer ve karısının kellelerini getirirlerse kendilerine bir teneke altın verileceğini ve ayrıca birçok vaad ile toprak alacaklarını söyleyerek anlaşırlar. Bunun üzerine 9 Temmuz’da Alişer ve Zarifeyi pusuya düşürüp öldürürler ve başını kesip devlete teslim ederler. Kirveliğin kutsal kabul edildiği bu topraklarda kirvenin kanına giren Zeynel’in cinayet günü Dersim’in kara günü (roja reş) diye anılır. Alişer ve Zarife ’nin öldürülmesinden sonra asker dağların zirvesini ve her vadiyi işgal eder. Şahan Bey de 28 Ağustos 1937’da çatışmada öldürüldükten sonra direniş sona erer. Görüldüğü gibi Faşist Türkiye devleti sadece dışarıdan saldırmamış ve esas olarak aşiret reislerini biribirine düşürerek Dersimi işgal etmişti.
Türkiye’nin bu sömürgeci ulus devlet politikası halen de sürmektedir:
“Böl, parçala ve yönet!“
İşte bu sömürgeci ulus devlet çuvalını o dönemlerde Türkiye’nin başına geçirmek isteyen biri vardı. Bu kişi Şeyh Sayidin kardeşi Şeyh Abdurrahimdir. Dersime saldırı başladığında Rojava’da olan Şeyh Abdurrahim Dersim`e yapilan zulümü işitir ve “Ya pirim” diyerek, bir grup arkadaşıyla birlikte Dersim’e destek vermek için yola çıkarlar. Kuzey Kürdistan’daki Bismil ilçesi Salat Köyündeki Deşta Perxane’ye varırlar. Deşta Perxane’de mola verirken, ihbar edilir ve türk askerlerinin baskınına uğrarlar. Hepsi oracıkta katledilir. Dersime, Seyid Rızalara, Alişerlerlere yetişemeden, 20 Temmuz 1937’de Dersim yolunda hain bir saldırı sonucu şehit düşerler. Seyid Rıza 1937 sonbaharında Ovacık ilçesinin sarp dağlarına çekilir. Bu bölgede kış mevsiminde türklerin savaşması imkanzısdır. Ordu kumandanı Seyid Rızayı hile yoluyla ele geçirme kararı alır. Erzincan valisi aracılığı ile haber göndererek dersimlilerin isteklerinin kabul edileceği, şimdiden bütün orduya ateşkes emri verilmiş olduğu ve oluşan zararları ödemeye hazır olduklarını bildirilir. Seyid Riza arkadaşları ile bu teklifi istişare ederek kabul etme kararı alırlar. Seyid Rıza 15 arkadaşı ile birlikde 5 Eylül 1937’de görüşmeler için Erzincan’a giderken Muti Köprüsünde yakalanıp Elazığ‘a götürüldüler. Elazığa(Eleziz) geldiğinde yapılan hilenin farkına varmışlardı ama artık olan olmuştu. Düzmece bir mahkeme ile idamla yargılandılar. O dönemde Malatya emniyet müdürlüğü’nde görevli olan İhsan Sabri Cağlayangil infaz sürecini şöyle anlatıyor: “Okuma yazma ve Türkçe bilmeyen sanıklara ne iddianame, ne avukat verilmiş, asabilmek için Seyit Rıza’nın yaşı 57’ye indirilmiş, oğlunun yaşı da 17’den 21’e çıkartılmıştı, bölge komutanı Alpdoğan Paşa, kararın yazılacağı boş kağıdı önceden imzalamıştı. Seyid Rıza’yı meydana çıkardık. Etrafta hiç kimse yoktu ama Seyid Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa bağırdı:
„Ewladı Kerbelayık, Be xetayık, Ayıbo, zılmo, cinayeto“.
Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap-rap yürüdü, çingeneyi itti, ipi boynuna geçirdi, sandalyeye ayağı ile tekme vurdu ve kendini astı. Gömüleceği yer türbe olmasın diye cenazesi de yakıldı.” Mustafa Kemal, bu sırada Elazığ garında infazların bitmesini beklemektedir. Bu idamlarla birlikte 1937 yılında direniş ve işgal süreci sona erer. " Zamanın Başbakanı İsmet İnönü, Seyid Rıza ve beraberindekilerin idamı üzerine verdiği demeçte, “Dersim meselesini ortadan kaldırdık...Dersim müşkilesinden kurtulduk“ derken, Cumhuriyet gazetesi başyazarı Yunus Nadi, “Tarihe Gömülen Dersim’e Dair“ başlıklı 18 Kasım 1937 tarihli yazısında, “Senelerden beri adına Dersim denilen mesele tarihin ummanına katılmış ve ebediyen ölmüştür“ demektedir. İkinci aşama; soykırım süreci: 1938 yılı boyunca Dersim’de baştan başa toplu katliamlar yapılmış ve bu iki yıl boyunca devam etmiştir. 70 ile 100 bin civarında çaresiz insan öldürülmüş ve binlerce insan da planlandığı şekilde Batı illerine sürgün edilmiştir. Binlerce Dersimli kız çocuğu “besleme” (hizmetçi) olarak Türk ordusunun subayları tarafından alıkonulmuş ve halen de akibetleri belli değildir. 12 Eylül faşist darbesinin faşist generali Kenan Evren’in eşi Sakine’de bunlardan biridir. Bu süreç 11/12 Haziran 1938‘den 10 Ağustos 1938‘e kadardır. 1938 yılı olayları “yasak bölgeler“ olarak ilan edilen İç Dersim’in neredeyse tümü (Kutuderesi-Kırmızı Dağ-Sin ve Halvori’nin kuzeyindeki Haçılı Dere hattından Mercan Dağları eteklerindeki Karacakale’ye kadarki bölge) ile Koçan aşiretlerinin bölgesini (Ali Boğazı ve çevresi) boşaltma girişiminin yapıldığı 11/12 Haziran’da başlar. Bu durum 1937 direnişine katılmamış olan adı geçen iki bölgede yerleşik Kör Abbas, Bal, Keçel ve Koçan gibi aşiretlerin direnişine yol açar. Bu direnişler özellikle 22 Haziran’dan itibaren toplu katliamlar yapılarak bastırılır. 1938 yılının en büyük katliamı 19-24 Temmuz Laç Deresi’nde cereyan eder. Laç deresi kana bulanır ve binlerce raye Heq yolunu süren Kızılbaş kürdün cesetleriyle dolar. Öz savunmaya dayalı direniş kırıldıktan sonra vadinin tabanındaki mağaralar ve kayalıklar kuşatılır. Top ve makinalı silah ateşi ve tahrip kalıpları atılarak ve zehirlenerek mağaralar içindekilerle birlikte imha edilir. Dışarı fırlayanlar öldürülür. Kadınlar, kızlar askerin eline geçmemek için kendisini Munzur Suyu‘na atarak intihar eder.
devam edecek.