Figen Yüksekdağ, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı iken 4 Kasım 2016’da milletvekilleriyle birlikte tutuklandı. Yüksekdağ’ın önce milletvekilliği, ardından da parti üyeliğiyle birlikte eş genel başkanlık görevi “gasp” edildi. Halen tutuklu bulunan Yüksekdağ, kendisine ve partisine dönük saldırılar ve gündemdeki konulara ilişkin dihaber’den Hayri Demir’in sorularını yanıtladı.
Yüksekdağ’ın mektup aracılığıyla yazılı olarak verdiği yanıtlar şöyle:
* Önce milletvekilliğiniz ardından HDP Eş Genel Başkanlığı göreviniz alındı. Bu uygulamayla asıl amaçlanan neydi?
Son iki yıldır yaşadığımız darbe sürecinin yargı darbesi aşaması, milletvekilleri ve belediye eş başkanlarının tutuklanmasıyla somutlaştı. Siyasetçi, gazeteci, memur, akademisyen, muhalif kesime ve milyonlarca yurttaşa karşı yürütülen tasfiye ve sindirme operasyonu bugün de darbe mekanizmasıyla yürütülüyor.
Milletvekilliğim ve parti üyeliğimin düşürülmesi de halk muhalefetine yönelik bu genel operasyonun parçası. Darbe, operasyonlarının en sivri ucu merkez ve yerel siyasete en görünür demokratik duruş sergileyen partimize yöneldi. Diğer yandan bu yönelim HDP’yi eş başkanlık düzeyinde darbeleyerek intikam alma, duruş ve kazanımların sembolize olduğu siyasetçileri devri dışı bırakma, bize oy veren seçmenlerimizi cezalandırma amacı taşıyor. Siyasi mücadele ve meşru demokratik yollarla HDP’nin varlık ve gelişimiyle baş edemeyen iktidar, doğrudan gayrimeşru yollara, gasp etme, darbe vurma yoluna yöneldi. Milletvekilliği düşürüp, bizi haklarımızdan men etseler de milyonların tercih ve iradesi yerli yerinde duruyor. Önemli olan bu iradeye her koşulda sahip çıkmaktır. Bizlerin meşruiyet ve temsiliyet sorunu yok. Asıl 84 belediyeye el koyanların, milletvekilliklerini gasp edenlerin, meşruiyet ve temsiliyet krizi var. Bir de mühürsüz, kanunsuz referandum sonuçlarını eklersek, rejimin meşruiyet krizi daha da derinleşmiş durumda.
‘HEDEFTE ESASTA KADIN MÜCADELESİ VAR’
Parti üyeliğim ve siyasi görevlerimin gasp edilmesi seçilen ilk hedefin ben olmam nedeniyle siyasi tasfiye operasyonuna kadının kazanımlarını darbeleyerek başlama hareketidir. Bana dönük ‘özel’ saldırı ve nefretin esasta kadını hedefleyen kısmıyla ilgileniyorum. HDP deneyimine baktığımızda yarattığı en radikal toplumsal siyasal kazanımın kadın eşitliği ekseninde olduğunu görürsünüz. Bu bizler için iyi bir deneyimdir ama eril otoriter siyasi iktidar gözünde kötü emsal oldu. Aslında öteden beri, toplumun uyuyan devi kadın kitlelerini uyandırmamak için sistematik bütün baskı aygıtları kullanıldığı gibi eşbaşkanlık kurum ve zihniyetine de hücum edildi. Bu saldırıların sonuncusu da benim parti üyeliğiyle birlikte eş başkanlığımın düşürülmesidir. Benim şahsımda kadınların eşbaşkanlık temsiliyetine bu kadar hiddetle yönelmelerinin nedeni özünden siyaseten söylediğim sözler ve siyasi rolüm değil bir kadın olarak rolüm. HDP’nin, DBP’nin belediyelerin kadın eş başkanları da rol model oldukları için en sivri okları üzerlerine çektiler. Bugün, benim yerimde başka bir kadın siyasetçi de olabilirdi ama saldırının özü ve amacı değişmezdi.
‘SURUÇ’TA YAPILMAK İSTENENLE…’
Diğer yandan Türkiye sol hareketi ve sosyalist bir partiye dayanan aidiyetim, kişisel tarihimin sokak siyasetiyle şekillenmiş, ulusal sosyal kökenim gibi faktörler de egemen siyaset algısına sığmayacak bir profildi. Belki tek başına olsaydı, tepki bu kadar keskin olmazdı, ama Kürt siyasetiyle birleşikliğin göstergesine dönüşünce öncelikli tehlike, önü kesilmesi gereken bir çizgi olarak görüldü. Farklılıkları birleştiren bir köprü kuruldu. Bu köprünün bir ayağını dinamitlemek ve oluşan düzeyi bir yerden darbelemek için eş başkanlık temsiliyetim hedeflendi. Aslında Batı’da Kobanê’ye yürüyenlerin Suruç’ta katledilmesiyle ne yapmak istedilerse benim vekilliğim ve parti üyeliğimi gasp ederek aynı şeyi yapmak istediler.
* HDP’ye dönük baskılar, milletvekili tutuklamaları, milletvekilliğini düşürme bunlar ne anlama geliyor. Bu baskılar karşısında HDP’nin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz, baskılarla oluşturulan boşluk sizce dolduruldu mu?
HDP deyince son bir yılda 5 bin üye ve yöneticisi tutuklanmış, yerel parti örgütlerinin tamamı neredeyse boşaltılmış siyasi faaliyeti her yerde sistematik olarak engellenen, milletvekilleri ve yöneticileri çalışamaz hale getirilen bir partiden söz ediyoruz. Elbette, böyle bir süreçte HDP’nin hareket alanı epeyce kısıtlandı. Referandum çalışmalar bu ağır şartlar altında yapıldı.
‘AKP-MHP-CHP, HDP’YE KARŞI TASFİYE HAREKETİ BAŞLATTI’
Elbette baskı ve saldırıların oluşturduğu boşluk hala doldurulamadı. Kolay dolacak boşluklar değil, bunu da kabul etmeliyiz. Eşbaşkanların ve tutuklu milletvekillerin olmadığı koşullarda, partinin etkileme çeperi ve niteliği darbe aldı her şeyden önce. Bu durumun etkileri başta referandum sonuçları olmak üzere kritik gelişmelerin her bir aşamasında görüldü. Geliştirilmek istenen dikta rejiminin önündeki en etkili engel HDP olarak görüldüğünden önce bizleri devre dışı bırakma taktiği uygulandı. HDP’yi siyaset dışına itme, parti kapatmadan daha ağır bir iç boşaltma ve sadece cezaevleriyle değil, her türlü baskı biçimi ve hapsetme yöntemini kullanıldı. 7 Haziran’dan bu yana toplam siyasi etkisi yükselen HDP’nin önünü almak için AKP-MHP CHP’siyle blok bir tasfiye hareketi geliştirildi.
‘CHP GECİKLMELİ DE OLSA GİDİŞATA İTİRAZ EDİYOR’
Şimdi dokunulmazlıkların kaldırılmasına hapsedilmemizi sağlayanlar hepsi tam bir düzen için düzensizlik kaderi tek kişiye bağlı bir kadersizlik içinde kıvranıyor. Şimdilik bu gidişata gecikmeli de olsa CHP itiraz ediyor ama AKP’nin içi de dahil kimse mevcut durumu kaldıramaz, sürdüremez.
‘BİZE VERİLEN VEKALETİN GEREĞİNİ YERİNE GETİRECEĞİZ’
* Parti üyeliğiniz elinizden alındı, bundan sonraki siyasi yaşamınızı nasıl sürdürmeyi düşünüyorsunuz? Tahliye edildiğiniz durumda siyasi faaliyetlerinizi nasıl sürdüreceksiniz?
HDP üyesi, eşbaşkanı veya milletvekili olmadan önce de dinamik bir siyasi yaşamım vardı. Bundan sonra da olacak. Bu nedenle “Şimdi ne olacak sorusunun benim nezdimde pek bir geçerliliği yok. Daima olanın ve sürecin içindeyiz sonuçta. Eşbaşkanlık görevini hukuki zorunluluktan dolayı devrettiğimde de partime ve halklarımıza karşı görevlerimin devam ettiğini belirttim. Kaldı ki tutuklandığım günden bu yana siyasi görevlerimiz kesintisiz sürdü. Bundan sonra da bir HDP’li olarak, bir kadın olarak, bir sosyalist olarak içeride ya da dışarıda görev omuzlamayı sürdüreceğim. Zaten profesyonel siyasetçi olmaya vaktim de koşullarım da elvermediği için resmi temsiliyetim olmayışını yadırgamayacağım kesin. Halkın temsiliyet vekaleti hiçbir koşulda düşürülmeyeceğine meşruiyetini kaybetmeyeceğine göre, bana ve bizlere düşen görev o vekaletin gereğini yerine getirmektir.
CEZAEVİ GÜNLERİ
* Tutukluluk süreciniz 250 güne yaklaşıyor. Cezaevi koşullarında böylesi uzun bir dönemi nasıl geçirdiniz? Neler yaptınız?
Genellikle hapishanenin inziva yerler olduğu söylenir; ama bizim pek münzevilik şansımız olmadı. Tutukluluğumun önemli bir kısmında adeta dışarıdaki yoğunluk içeriye taşınmış gibiydi. 3 aylık katı tecrit ve F tipi koşullarına OHAL kısıtlamalarına rağmen partiyle ve dönemsel siyaset gelişmelerle bağı önemli ölçüde koruyabildik. Bu arada bizler vesilesiyle F tipi cezaevleri kadın tutsaklara açılmış oldu. Pek hayırlı bir açılış yaptığımızı söylemem; ama kadınların bu ağır şartlarda da kendine özgü direnç ve renkleriyle F tipine başka bir anlam kattıklarını söyleyebilirim. Seçilmişler dışında yaşamının onlarca yılını hapishanelerde geçirmiş “özgürlük profesörlerinin” yanında bizim mahpusluğumuz “bir mısra boyu” kalıyor tabi.
8 aylık tutukluluğum boyunca daha çok okumaya biriktirmeye ağırlık verdim. MYK üyemiz Aysel Tuğluk ile aynı yaşam alanını paylaşıyoruz. Ve ortak çalışma – tartışma fırsatımız oluyor. Mesajlar, mektuplar, davalar ve buranın elverişsiz koşullarına rağmen geliştirdiğim paylaşımlar derken günlerimiz epeyce doluyor. Tutukluluk günlerinde sanat edebiyat alanına eğilmek için de fırsat oluyor. Bu konuda birbirimizi teşvik ediyoruz. Paylaşımcı ve verimli bir dönem olduğunu söyleyebilirim.
* AYM’nin tutuklu milletvekilleri konusunda emsal kararına rağmen başvurunuza yanıt verilmiş değil. AYM’nin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye yargı adalet beklentisini zaten oldum bittim karşılamaktan uzaktı. Yasama, yürütme ve yargının tek elde toplandığı mevcut koşullarda Anayasa Mahkemesi de hakem bir kurum olarak işlevini yitirdi. Ya siyasal kararlar alıyor ya da iktidar baskısıyla karar alamıyor. Öyle ki AYM kendi verdiği kararlara esas, usul ve içtihatları inkar eden bir noktaya geldi. 8 aydır başvurularımız gündeme dahi alınmıyor. Oysaki milletvekillerinin tutuklu yargılanamayacağı ceza verildiği durumda dahi infazın durdurulacağı yönünde verdiği karar var. Ama en yüksek mahkeme başvurularımızı işleme alıp sonuçlandırmak yerine tek adamın ağzına bakıyor. Bu nedenle AYM sürecini de hukuki bir süreç olarak göremiyoruz.
‘AYM YA KARAR VERECEK YA DA…’
Karşımızda bağımsız bir yargı, adil yargılama mekanizması olsaydı belki iyimser olabilirdik. Ancak bu koşullarda AYM’nin başvuruları sürüncemede bırakma tavrı iktidar tarafından tutuklanan bizlerin yine iktidar tarafından bırakılmadığının açık göstergesi. “Peki böyle nereye kadar” diye sorarsanız onlar da cevap veremiyor. Bana kalırsa çok uzağa kadar değil. Ya olması gereken karar AYM’de verilecek, ya da rejimin kendi krizinin yargıya boca etme çaresizliği büyük bir rejim fecaatine dönüşecek.
* Referandumda “hayır” yüzde 49 çıktı. Bu oran ittifak ve birlik tartışmalarını da beraberinde getirdi. Size göre önümüzdeki dönem için nasıl bir ittifak hattı çizilmeli?
Demokratik ittifak konusu yakıcı bir ihtiyaç olarak gündemi meşgul ediyor. Ne var ki ittifak alanına girenlerin kırmızı çizgileri ya da her kesimin kendine göre, kendisi için demokrasi tanımı aşılamadığı için demokratik ittifaklar bölük pörçük ve dönemsel olmaktan çıkamıyor. Referandumda ortaya çıkan sonuç bu sorunların aşılmasına dair çok önemli bir uyarıydı. Kimsenin sırasını beklemeden ortak talepler etrafından güç birliği yapması çağırısıydı. Halk referandumda üzerine düşen görevin kritik bir kısmını yerine getirdi. Ama politik merkezlerin yaşadığı çözüm üretme ve yaşama zafiyeti aşılabilmiş değil. Gerçek ve tutarlı, herkesi kapsayacak bir demokrasi programı olmadan da bu zafiyet aşılamaz.
Referandum sonuçlarında Türkiye tarihinde ilk kez asgari demokrasi talep edenlerin çoğunluk kazandığı, aradaki farklara ve iç karşıtlıklara rağmen ileri faşizme karşı en azından geri bir demokraside birleşme eğiliminin güçlendiği görülüyor. Yeni dönem ittifak ve güç birliklerinin de bu eğilimi kuvvetlendirmeye, ona tutarlı demokratik öncülük yapmaya odaklanması gerekiyor. Tabi bu süreçte harekette, eylemde ittifak, tabanda ittifak hattını güçlendirmeliyiz. Merkez siyasetin tıkandığı ve toplumun önünde adeta bir engele dönüştüğü koşullarda en doğru hat budur. Parlamento devre dışı bırakılmış durumda, hiçbir denge- düzenleme mekanizması çalışmıyor. En çok siyasete doğrudan katılamadığı gibi seçtiği temsilciler de tutuklanıyor, cezalandırılıyor. Bu durumda taban siyasetinin de demokratik merkez siyasetin de fiili meşru mücadeleye daha fazla ağırlık vermesi kaçınılmazdır. Bizlerin içinden çıktığımız ve defaten gündemleştirdiğimiz fiili meşru mücadele ve sokağın belirleyiciliğini ana muhalefet partisi yeni yeni keşfediyor. Bu gecikme, halklarımızın bugünü ve geleceği açısından çok şeye mal oldu. En azından bundan sonra statüko prangalarından kurtarılmalarını, başlayan yürüyüşü sürdürmelerini dileyelim. Ancak en ağır zulme ve haksızlıklara karşı yürürsek yürüyüşlerimizi birleştirilebiliriz. Ana muhalefeti saplandığı yerden çıkarabiliriz.
* HDP bu hattın neresinde durmalıdır? HDP’nin önünde bu anlamda nasıl bir yol haritası olmalı? Tutuklu HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın “Demokrasi Cephesi” çağrısını da hatırlarsak, CHP ve diğer kesimler buna nasıl dahil olacak.
‘ASIL MESELE MALTEPE ÖNCESİ VE MALTEPE ÖTESİ’
HDP birlik ve demokratik ittifak zeminin klik partisi durumundadır. Bu nedenle HDP’nin içinde olmadığı temsil ettiği taleplerin içerilmediği bir girişim kendi cürmünü aşamaz. Dahası ilerici, muhalif muhtevasını yitirir. HDP çizgisi itibariyle gelişen veya gelişecek ittifakların demokratik güvencesi ve tutarlı öncülük fonksiyonunu içinde barındırır. Tabanımızın çoğunluğunu oluşturan Kürt demokrasi dinamiğinin, Batı’da gelişen hareketle buluşması için HDP güçlü bir köprüdür. Özgürlükçü, çoğulcu bir koalisyon partisi olması bu niteliğin muhalif diğer dinamiklere taşınması açısında da ileri bir rol oynayacaktır.
Bugün başta iktidar olmak üzere egemen merkez siyasetin 2019’a odaklandığı buna yönelik bir hazırlığa yöneldiğini görüyoruz. Ancak olan bir şey var ki bugüne öncülük yapamayanlar, demokratik gündem belirleme ve sonuç elde etme inisiyatifi gösteremeyenler, 2019’a çıkamazlar. AKP Saray rejiminden rahatsız bütün kesimlere güven veren halkın somut yakıcı taleplerine somut müdahale eden, hareketi tartışmaların önüne koyan bir yaklaşıma ihtiyaç var. Politik özgürlükler ve adalet mücadelesinin öznesi olma görevi önümüzde duruyor. Meşru politik hak ve temsiliyeti açıktan gaspedilen; eşbaşkanları, milletvekilleri, belediye eş başkanları esir alınmış, üye ve yöneticileri hapishanelere doldurulmuş bir hareketin temel gündemi ve öncülük pratiğinin buradan geliştirilmesi gerekir. CHP demokrasi cephesi beklentileri karşısında nasıl bir rol oynayacağı da son dönemde geliştirdiği “Adalet Yürüyüşü” tavrını sürdürüp sürdürmemesine bağlı. Demokrasinin kazanılması için sergilenen her çaba ve hareketi destekleriz. Dilerim Kılıçdaroğlu yürüyüşünün son durağı Maltepe olmaz. Zira asıl mesele Maltepe’nin öncesi ve Maltepe’nin ötesi.
Asıl önemli olansa CHP tabanıyla son dönem kurulan olumlu bağ ve ilişkinin sürdürülmesidir. HDP olarak CHP tabanı başta olmak üzere bütün partilere oy veren, destek olan yurttaşlarla aramızda sınır ve duvarları aşmak bizim görevimizdir. Bu dönem 80 milyona karşı sorumluluğumuzu öne alarak kendi sınırlarımızı ve kapsayıcılığımızı geliştirme dönemidir. Bunun için yüzde 49 ve ötesinin her talebinin tutarlı ve aktif savunucu olmak direnişinin yanında olmak, buluşma alanlarımızı fazlalaştırmak gerekir.
* Yeniden çözüm tartışmaları dillendiriliyor. Böyle bir sürecin oluşma koşulları var mıdır? Yine bu tartışmaların baskıların da yoğun olduğu bir dönemde dillendiriliyor olmasını sebebi nedir?
Türkiye’de bir yandan rejim değişikliği yapılırken, diğer yandan bu değişimin zorlama olduğu, halkın rızasına dayanmadığı için rejim krizi aşılamıyor. Baskı rejiminin eski sahipleriyle, yeni sahipleri, eski ortaklarıyla yeni ortakları, bir taraftan yıkarken, diğer taraftan kendileri de sallanıyor. Bu kimseye güven vermeyen siyasi atmosferin arka planında çözüm sürecinin bitirilmesi ve HDP dışında hiçbir siyasi partinin çözüm iddia ve planının olmaması var. Bu durum hem savaşı hem de toplumun çoğunluğunda huzursuzluğu, güvensizliği çıkışsızlığı derinleştiriyor. Kürt halkı bir kez daha düşük yoğunluklu savaşın sonuçlarını yaşıyor. Tam da her cepheden basıncın arttığı bir dönemde “yeni süreç” tartışmaları gündeme yerleştirildi. Tencere patlamadan havasını alma taktiği tam böyle bir şey. Çözüm, süreç söylemleri dolaşıma sokulduktan sonra tek bir müspet adım atılmadığı gibi ezerek çözme politikası derinleştirildi. Sıkıştıkları bir anda Kürt halkı ve barış, huzur isteyen halklarımızı felç edici beklenti kapanına çekme niyetinden başka bir şey göremedik yine. Yeni bir demokratik çözüm ve barış sürecinin başlatılması elbette en acil ihtiyaçtır. Son iki yıldır bunun için çırpınıyoruz. Çözüm isteyenlerin nereye gideceği belli. Orası İmralı’dan başka bir yer değil. Sonuçta bizler siyasi bir parti ve demokrasi güçleri olarak kanın durması ve savaşın son bulması için tek taraflı da olsa çaba göstermeye devam edeceğiz.