Koçgirî direnişinin üzerinden 95 yıl geçti. Türk devleti Kürt halkının kendi kendini yönetmesi talebine 95 yıldır zulüm ve baskıyla karşılık vermektedir. Osmanlı İmparatorluğunun dağılması ve yeni Türkiye'nin kuruluş sürecinde özyönetim talebini dillendiren ilk yer Koçgirî olmuştur. Koçgirî halkı, Türkiye'nin siyasi birliği içinde kimliği, kültürü ve inancıyla kendi kendini yönetme dışında bir şey istememiştir. Ancak 1921’deki Ankara yönetimi Koçgirî halkının bu talebini ezmek için ordusunu ve çetelerini Koçgirî halkının üzerine sürmüştür. Sadece Sakallı Nurettin Paşa komutasındaki orduyu değil; Mustafa Suphi ve 15 arkadaşının katledilmesinde rolü olan Topal Osman’ı da Koçgirî halkının üzerine sürmüştür. Aslında cumhuriyetin Kürtlerin özyönetim talebine nasıl yaklaştığı Koçgirî üzerine gidiş tarzıyla belli olmuştur. Kuşkusuz o günün siyasi koşulları ve dengeleri nedeniyle Şêx Said, Seyid Rıza ve arkadaşlarının idam edilmesiyle sonuçlanan soykırım uygulamaları kadar olmasa da Koçgirî’nin üzerine de çok sert bir biçimde gidilmiştir. Bin civarında insanın katledildiği ve binlercesinin sürüldüğü bir zulüm ve baskı uygulanmıştır.
O günden bugüne Koçgirî üzerinde uygulanan politika bir soykırım politikasıdır. Kürtlüğün önemli mekanlarından olan Koçgirî şimdi neredeyse insansızlaştırılmıştır. İstanbul’da en fazla Sivaslılar var; başta Almanya olmak üzere Avrupa’ya giden ilk işçiler de Sivaslıdır. Sivaslıların büyük çoğunluğunun da Koçgirîli olduğunu bilmek gerekir. Zara, İmranlı, Divriği ve Kangal’ı içine alan Koçgirî’de bugün nüfus o kadar azalmıştır ki, Koçgirî ölüm döşeğine yatırılmıştır dersek yeridir. Herhalde şu anda Koçgirîlilerin sadece yüzde 5’i kendi topraklarında yaşamaktadırlar. Bu bile izlenen özel savaş politikasını ve soykırımı açıkça ortaya koymaktadır. Zaten Koçgirî üzerine ezme seferi yapılıp, halk üzerinde büyük bir zulüm uygulanıp köyler tarumar edildikten sonra Alişan ve Haydar bey aileleriyle İstanbul’da zorunlu ikamet ettirilirken, binlercesi de sürülerek Koçgirî’den kaçırtmaların yolu açılmıştır. Alîşêr ve Dr. Nuri Dersimi’nin anlattıkları, yazdıkları Koçgirî’deki devlet zulmünün Dersim soykırımının habercisi olduğunu ortaya koymaktadır. Koçgirî zaten Dersim’in doğal parçasıdır. Koçgirî halkının bilinçlendirilmesi ve örgütlendirilmesinde yer alan Nuri Dersimi ve Alîşêr’in Koçgirî Katliamından sonra kendilerini Dersim’e atmaları bu gerçekliğin somut ifadesidir. Ancak Alîşêr ve eşi Zarife’nin hainler tarafından katledilmesi ise Koçgirî’nin en büyük trajedilerinden bir olarak tarihe geçmiştir.
Aslında eski yüzyıllardan beri Koçgirî’nin Alevi Kürtleri Sünni Kürtlerle büyük oranda barış ve kardeşlik içinde yaşamışlardır. Koçgirî direnişi öncesi Sivas’ın ve Malatya’nın Sünni Kürt aşiretleriyle Alevi Kürtlerinin ilişkileri iyidir. Hatta Koçgirî’nin özyönetim talebi aslında bu Sünni Kürt aşiretlerin de talebidir. Ancak devlet Koçgirî’nin üzerine o kadar şiddetle ve birçok hileyle gitmiştir ki, ne Malatya’nın ve Sivas’ın Sünni aşiretleri, ne de Dersim’in Alevi aşiretleri Koçgirî’ye sahip çıkmıştır. Hatta önceden destekleyeceğiz diyenler bile Türk devletinin şiddetli saldırısı karşısında kendilerini geri çekmişlerdir.
Koçgirî 40-50 yıl öncesine kadar Kürtlüğün en özgün biçimde yaşandığı yerlerdendi. Kadınların asimile olmadığı ve Türkçe bilmediği bir coğrafyadır. Öyle ki otantik Kürt giysilerinin en son kaybolduğu yerlerdendir. Yani bundan 40-50 yıl önce Kürt yaşlıları ve kadınları asimile olmamış biçimde Kürtlüklerini korumaktadırlar. Ancak 1960’lı yıllarda başlatılan göç 1970’li yıllarda Maraş, Sivas, Çorum ve Tokat Alevilerine yönelik saldırılarla tam bir insansızlaştırma politikasına dönüştürülmüş; Madımak Katliamı sonrası ise yaşam belirtisinin zayıfladığı bir coğrafya haline getirilmiştir. Yaşam belirtisi zayıflatılmış Koçgirî’nin nasıl bu duruma getirildiğini tüm Koçgirîliler araştırıp, öğrenip bilince çıkarılmalıdırlar.
Babam 1940’lı yılların sonu, 50’li yılların başında Zara’da üç yıl askerlik yapmıştır. Yine Sivas’ta toprak komisyonunda işçi olarak çalışırken yıllarca Zara’da, Koçgirî alanında kalmıştır. Alîşan ve Haydar beylerin direnişlerini, onların bağlı olduğu aşiret yapısını, 1921’de yaşanan zulmü oranın halkının anlatımlarından dinlemiştir. Babam Koçgirî Katliamı ve orada Kürtlere yaşatılanlardan etkilendiğini sohbetlerinde dışa vururdu. Zara’da geçen günlerini anlatırken oradaki Kürtlüğün canlılığını ve dayanışmacı karakterini de ortaya koyardı. Anne tarafından dedem de nenesinin Koçgirîli olduğunu övgüyle söyler, ondan Kirmançkîyi biraz öğrendiğini dile getirirdi. Aslında tüm bu anlatımlarda Koçgirî de Dersim gibi Kürtlüğün merkezi bir yeri olarak ifade edilirdi. Alevi Kürtler için Dersim ve Koçgirî Aleviliğin yönünü döndüğü kutup gibi görülürdü. Bırakalım Kürtleri, Türkiye’de bile Sivas Alevi Kürtlüğün şehri olarak bilinirdi. Çünkü metropollerde gördükleri Alevilerin, Alevi Kürtlerin çoğunluğunun Sivaslı olması böyle bir algı yaratmıştır. Peki şimdi Sivas algısı böyle midir? Milliyetçilikle dinciliğin birleştirilip en azgın faşist saldırganlığın görüldüğü şehir haline gelmiştir.
Aslında Alevi Kürtlüğe yönelik yürütülen kültürel soykırımı anlamak için Koçgirî’nin ve Sivas’ın yaşadığı demografik değişimi izlemek ve araştırmak yeterlidir. Dünyada demografik değişikliğin bu düzeyde hızlandığı yerlere az rastlanır. Ancak Ermeni ve Süryani tehciri gibi devlet politikası ve örgütlü sürgünlerde bu düzeyde hızlı bir nüfus değişikliği görülmüştür. Zaten Sivas’ta Alevi Kürtlerin topraklarından sökülmesi de devletin özel savaş politikalarının sonucudur.
Koçgirî Katliamıyla başlayan özel savaş politikası Şark Islahat Planı'yla devletin örgütlü, sistemli soykırım politikasına dönüştürülmüştür. 1926 yılında yürürlüğe konan Şark Islahat Planı özellikle Fırat’ın batısındaki Kürtleri kapsamaktadır. Fırat’ın batısının tümden Türkleştirilmesi hedeflenmiştir. Bugün ortaya çıkan sonuçlara bakıldığında bu konuda önemli sonuçlar aldıkları söylenebilir. Öyle ki, bazı Alevi Kürtlerin özbeöz Türk’üz diyerek soykırımı gönüllü benimsemeleri, Şark Islahat Planı'nın önüne koyduğu hedeflerdendir. Koçgirî üzerinde 1921’den bu yana hangi politikalar izlenmiştir; sonuçları ne olmuştur konusu önemlidir. Çünkü bu anlaşılmadan bu soykırım politikasına karşı doğru mücadele verilemez.
Koçgirî’nin baş aşağı giden ve tümden kültürel soykırıma uğrayan konumuna PKK'nin çıkışı ve mücadelesi bir müdahale olmuştur. 1970’li ve 80’li yıllarda zorunlu göç engellenemese de 1990’lı yıllardan itibaren Koçgirîli gençlerin Özgürlük Hareketi'ne katılması, gerillanın Dersim üzerinden Koçgirî’ye uzanması, Koçgirî’de yeniden bir uyanışı ve kendi gerçekliğine dönmesini sağlamıştır. Koçgirîlilik bilinci yeniden gelişmiştir. Kaderine razı olma değil, kaderini değiştirmeye çalışan bir çaba içine girilmiştir. Hem Kürtlüğünü hem de Aleviliğini sahiplenme, bu değerlerle yaşamını sürdürmeyi önemseme Koçgirî açısından önemli bir gelişmedir. Kendi kimliği ve inancına sahiplenmeyi topraklarına dönüşle tamamlarlarsa Koçgirî yeniden ayağa kalkacaktır. Çünkü inanç da, kültür de, kimlik de ancak kendi toprağında yeşerebilir.
Koçgirî halkı kendi toprağında inancıyla, kimliğiyle özgürce yaşamak istemiş, ama başına getirilmedik şey kalmamıştır. Özyönetim talebi soykırım uygulamalarıyla karşılık bulmuştur. Koçgirî ile başlayan kendi kendini yönetme isteği bugün Cizre’de, Silopi’de, Sur’da, Nusaybin’de ve Kürdistan'ın birçok il ve ilçesinde ortaya konulmaktadır. Kürt halkı onlarca yıldır yürüttüğü demokrasi ve özgürlük mücadelesini özyönetimle taçlandırarak Koçgirî ve Dersim şehitlerinin özlemlerini gerçekleştirmek istemektedir. Özyönetim direnişleri, özyönetim gerçeğini Türkiye siyasetinin önüne koymuştur. Yüzlerce şehidiyle bu konudaki ısrarını göstermişlerdir. Türk devleti Koçgirî’de olduğu gibi, hatta ondan daha sert biçimde bu özyönetim inşası ve direnişine saldırmaktadır. Bu saldırılar ne kadar ağır olursa olsun Kürt halkı özyönetim direnişini ve özgür yaşamdaki kararlılığını sürdürerek demokratik Türkiye ve özgür Kürdistan'ı gerçekleştirecektir. Bu direniş başarılı olduğunda Dersim ve Fırat’ın batısı da özyönetimine kavuşacaktır. Bu açıdan Kürdistan'daki özyönetim direnişleri aynı zamanda 1921 yılında Koçgirî’yle başlayan özyönetim talebi ve özleminin direnişidir. Bu açıdan Koçgirî, Dersim ve Fırat’ın batısındaki tüm Alevi Kürtler bu direnişin yanında yer alarak demokrasi ve özgürlük mücadelesini yükseltmelidirler.