İnsan hakları savunucusu Avukat Keskin, Öcalan’a uygulanan tecridin yasal dayanağı olmadığına işaret ederek, acilen buna son verilmesi ve görüşmenin sağlanması gerektiğini vurguladı.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 15 Şubat 1999’dan beri İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutuluyor. Öcalan’ın durumuna karşı Türk yargısının bırakalım evrensel hukuku ve normları kendi yasalarını çiğnemesini, uluslararası hukuk kurumları da sessizliği gömülmüş vaziyette. 1999’dan bu yana yaşanan hukuksuzlukları görmeyen kurumlardan biri de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) oldu. AİHM’in Öcalan hakkında vermiş olduğu kararlar, mahkemenin yargıyı nasıl gözardı ettiğini gözler önüne seriyor.
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ni 7 defa ziyaret eden Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) ise adaya son ziyaretini 3 kişilik bir heyetle 28-29 Nisan 2016’da gerçekleştirdi. Ziyaretlerin hiçbirine dair bugüne kadar açıklama yapılmadı. CPT’nin hazırladığı raporların açıklanması da Türk hükümeti tarafından engellendi. 15 Temmuz’da devlet içi çatışmanın ardından Öcalan’ın avukatları, CPT’ye 19 Temmuz ve 26 Temmuz 2016 tarihlerinde ayrı ayrı yapılan başvurularla acil olarak İmralı Cezaevi’nin ziyaret edilmesini istedi. 29 Ağustos-6 Eylül 2016 tarihlerinde Türkiye’deki cezaevlerinde incelemelerde bulunan CPT heyeti, İmralı’ya gitmedi ve İmralı’nın durumunu yetkililerden öğrenmekle yetindi. CPT, en son 10-24 Mayıs arasında yaptığı Türkiye ziyaretinde yine İmralı’ya gitmedi.
Mutlak tecride geçildi
Öcalan üzerindeki tecrit, 2011 yılının ortalarından itibaren adım adım daha da ağırlaştırıldı. Bunun ilk adımı 27 Temmuz 2011 tarihi itibariyle avukat görüşmelerinin tamamen kesilmesi ve 22 Kasım 2011’de Oslo sürecinde, görüşmelere giden Öcalan’ın tüm avukatlarının gözaltına alınması ve tutuklanması oldu. İkinci adımı 6 Ekim 2014’ten itibaren aile ve vasi görüşmelerinin de kesilmesiydi. Üçüncü adımı Nisan 2015 itibariyle heyet görüşmelerinin de durdurulmasıydı. Bu süreçte “sekretarya” adı altında önceki 5 tutsak başka tutsaklarla yer değiştirmişti. Ancak heyet görüşmelerinin kesilmesinden sonra bunlardan 2’si Silivri’ye sürgün edildi. Şu anda kalan 3 tutsağın da Öcalan ile birlikte aile ve avukat görüşü ve haberleşmelerinin kesilmesiyle birlikte ağırlaştırılmış tecritten mutlak tecrite geçildi.
Tüm bağları koparıldı
Tecrit durumunu ağırlaştıran uygulamaların ardından 20 Temmuz 2016 tarihli Bursa 1. İnfaz Hâkimliği kararıyla Öcalan ve diğer 3 tutsağın avukat, vasi ve ziyaretçi kabulünün yasaklanmasına; telefon, telgraf, mektup, faks gibi haberleşme ve yazışmalarının da yasaklanması eklendi. Böylece Öcalan ve diğer üç tutsağın dış dünya ile iletişim-haberleşme dâhil tüm bağı koparılmış oldu. Artık ‘hava muhalefeti’ ve ‘koster bozuk’ dönemi kapandı. 20 Temmuz 2016’dan sonrası yeni dönemde tüm aile, avukat, ziyaretçi görüşme başvuruları anılan “mahkeme kararı” gerekçe gösterilerek reddediliyor; telefon, mektup, faks gibi haberleşme ve yazışmalara da izin verilmiyor. Mahkeme bu yasakların “OHAL süresi boyunca” uygulanmasına da karar verdiğinden ve OHAL’in de her seferinde uzatıldığı göz önüne alındığında mutlak tecrit hali kalıcı ve sürekli hale getirilmiş oldu.
Fiili idam politikası
Avukatları, Öcalan ve aynı cezaevindeki diğer 3 arkadaşının yaşayıp yaşamadığından bile haber alamıyor. Avukatlarına göre; aslında fizikken yaşadıkları söylense bile mutlak tecrit, siyaseten ve fiilen idam politikasının uygulandığı anlamına geliyor. Çünkü idam nasıl ki dış dünya ile fiziki bağı koparmaksa, mutlak tecrit de Öcalan’ın dış dünya ile haberleşme de dâhil tüm bağını kopardığından hem fiziki hem de siyasi idam anlamına geliyor. Öcalan’a uygulanan düşman hukuku ve rehine statüsüdür. Öcalan daha önceki bir tespitinde, “İnsan bu koşullara 6 gün bile dayanamaz, bir tek ölmediğim kaldı. Burada siyasi bir rehineyim. Konumum böyle bilinmelidir. Bunu şöyle bir benzetmeyle de açıklayabilirim; solunum cihazına bağlı birisi gibiyim, istedikleri zaman fişi çekebilirler. Tecrit durumunun ağırlaştırılması zaten idam demektir” diyordu. 2015 yılından bu yana içinde bulunduğu “mutlak tecrit”, tecrit durumunun ağırlaştırılmasının da ötesinde Türk yetkililerin deyimiyle ”diri diri gömme” anlamına geliyor. Bu da işkencenin en vahşi halidir. Öcalan ve diğer üç tutsaktan haber dahi alınamıyor.
Yasadışı işlem yapılıyor
İnsan hakları savunucusu ve Öcalan Türkiye’ye getirildiğinde avukatlığını ilk üstlenenlerden Avukat Eren Keskin, Öcalan üzerindeki tecridin Türkiye’ye getirilmesiyle birlikte başladığını, yeni olmadığını hatırlattı. Tecrit politikasının ağırlaştırılarak sürdürüldüğünü ve bugün artık en üst düzeyde uygulandığını ifade eden Av. Keskin, “Türkiye’nin altına imza attığı uluslararası sözleşmeler ve iç hukuku düşünüldüğüne şu anda Öcalan’a uygulanan tecrit, görüş engellemesi yasadışıdır. Hem uluslararası hukuka hem de Türkiye’nin kendi iç hukukuna aykırıdır. Yani bunu engelleyecek hiçbir durum söz konusu değil ama bu görüşeler engelleniyor” dedi.
Tamamen politik tavır
Çok uzun bir süredir Öcalan’ın aile ve avukatlarının kendisi ile görüştürülmediğini anımsatan Av. Keskin, hukukta bireye özel uygulama olamayacağını, bunun mümkün olmadığını söyledi. Av. Keskin, ancak Öcalan’a yönelik böyle bir uygulamanın olduğunu ifade ederek, tecridin tamamen politik nedenlere bağlı olarak devrede tutulduğuna işaret etti. Türk devletinin Kürt sorununu barışçıl bir şekilde çözme iradesinin oluşmamasının tecridin arka planını oluşturduğunun altını çizen Av. Keskin, Öcalan’a yöneli tecridin sürdürülebilir olmadığını vurguladı.
Uluslararası sessizlik
Öcalan’a uygulanan tecride karşı iç kamuoyu ile birlikte uluslararası kamuoyuna da görev düştüğünü söyleyen Av. Keskin, Öcalan’ın tek başına bir birey olmadığını, milyonlarca insanı etkileyen bir lider konumunda bulunduğunu hatırlattı. Av. Keskin, şöyle devam etti: “Böyle bir pozisyonu olan bir kişiye bu kadar hukuksuzluk yapılıyorsa ve durum, Türkiye’nin altına imza attığı sözleşmelere de aykırıysa bu sözleşmelerin imza ortaklarının da Türkiyeye çağrı yağması gerekiyor. Fakat bunun henüz uzağında olduğumuzu görüyoruz. Uluslararası bir sessizlik de var.”
İnsan hakları savunucuları olarak Kürt sorununun barış içinde çözülmesini istediklerini aktaran Av. Keskin, tecridin toplumda gerilime ve umutsuzluğa yol açtığını söyledi. Çözüm ve barış umudunun korunması için tecridin devreden çıkarılması gerektiğine dikkat çeken Av. Keskin, “Normalleşme sağlanmak isteniyorsa mutlaka hukuk dışı tecridin sona erdirilmesi lazım” diye konuştu.
Mevcut ortamın kimseye güven vermediğine işaret eden Av. Keskin, 90’lı yılları yaşamış bir insan hakları savunucusu ve avukat olarak bu kadar güvensiz ve umutsuz bir süreci hiç yaşamadığının altını çizdi.
CPT sorumlu davranmıyor
CPT’nin tecrit karşısında özgür davranamadığını da belirten Av. Keskin, CPT’nin özgür hareket ederek tecrit karşısında rolünü oynamasını istedi. CPT ve benzeri kurumların kuruluş amaçlarının insanların yapacakları birşeyler kalmadığında onlara destek olmak olduğunu dile getiren Av. Keskin, bu nedenle CPT ve benzer kurumların görevlerini yerine getirmesini beklediklerini söyledi.
Haber yok, kaygı artıyor
Barış için Öcalan’a yaklaşımın hassasiyetine vurgu yapan Av. Keskin, barışın belirleyici aktörü olan Öcalan’a tecridin “savaşta ısrar” anlamına geldiği belirlemesinin yersiz olmadığını kaydetti. Öcalan’dan haber alınamadığını tekrarlayan Av. Keskin, Öcalan için kaygılandıklarının altını çizdi.
Öcalan ile bir an önce görüşmelerin yapılmasını isteyen Av. Keskin, Öcalan’ın koşullarının tümden değiştirilmesi gerektiğini, ancak acil olarak bir an önce tecridin kaldırılması ve Öcalan’ın aile ve avukatları ile iletişime geçmesinin sağlanmasını istedi.
ANF