Ortadoğu diktatörlükler kumkumasında, entrikalar çemberi iç içedir. Bu çemberde kime dost, kimler düşman, asla belli değildir. Kimsecikler bilmez.
Herkes, biribirine gülümser ama, her biri ötekini, kıtlığın kader sayıldığı kış günlerinde hastalanmış, güçsüz düşmüş kurt gibi görür. Güçsüz düşen oracıkta, aç sürüye yem olur.
Her horoz, ötekinin rakibidir. Onu alt eden, ikinci vakte kadar hayatını garantiye almış sayılıyor. Bu nedenle şanslıdır.
Mesela, Suudi Arabistan ve Katar bir zamanlar, Ortadoğu'yu yeniden düzenlenme projesinin finansörüydü. Bu dönemde, iki can ciğerdi. Ortak düşmanlarının canını almanın sevincini yaşıyorlardı, karşılıklı.
Türk Recep, o sıralar bölgenin kıyısında, bir dünya yabancısıydı. Argo deyimle bir "cerik"ti. Projeyi uygulayan ikinci başkan olduğunu söylüyordu, halkına. Ama projenin tam ne olduğunu kendisi de bilmiyordu.
Bölgenin en eski ve en kanlı terör yapılanması olan İhvan ül Muslimin (Müslüman Kardeşler) teşkilatı, bu dönemde Katar'ın koruyucu kolları arasında beslenip yıkım kolu olarak iş başındaydı. Tunus'ta vuruyor, cinayetler işliyor, sonra Libya'ya sıçrıyordu.
Recep Erdoğan'ın, "Müslüman kardeşlerimiz iyi çocuklardır, onları iktidarına ortak et" önerisi, Suriye Devlet Başkanı Esad tarafından geri çevrilince, İhvan Suriye'yi de domino taşından şato gibi yere yıkıyor, sonra alanı El Kaide ile türevlerine terkediyordu.
Ancak hiç bir şey, saray sofralarında planlandığı gibi gitmiyor, bütün romantik hesaplar sahada bozuk çıkıyor, bozgun başlıyordu.
Libya, düştüğü yerde bir daha belini doğrultamıyor, Mısır'da ölçüyü kaçıran İhvancılar, tutuklanıp hapishaneye kapatılıyor, Suriye ise Katar'ın parası, Türk Recep'in personel ve lojistik desteğiyle mezarlığa, baştan başa onarılması mümkün olmayan harabeye dönüşüyordu
Olaylar ve yıkımların tam anlamıyla "Arap saçı" gibi karışık, karmaşık bir hal almasından sonra, sorumlusu aranırken, dünün kurtarıcılarından Katar, İhvan ve türevi teröristlere yardım ile yataklık suçlamasıyla, ortada kalıyordu. O şimdi boynunda suç dökümü, okkanın altındaydı. Suudların başında yer aldığı koalisyon, Emirin ruhunu teslim almak için, çemberi daraltıyordu.
Oysa yardım yataklık varsa eğer, Katar yalnız değildi. Ortakları vardı. Çünkü, para Emirden ise personel ve silah ortak Recep Erdoğan'dandı. Biri terörist ise eğer, öteki 40 taş suyla yıkanmış, ancak "tafıl" olmuş melek değildi.
Recep, bir zamanlar kendinde güç vehm ederek, "Batı artık rahat edemez" diyordu. Batı düşmanlığı İhvan'ın kuruluş sebebiydi, çünkü...
Öte yandan, Katar suçlanıyordu ama, Suriye'de çocukları öldüren bombaların üstünde Türk markası yazılıydı. Tecavüzcüler, insan kesen katiller TC'de tatil yapıyorlardı. Britanya'da, Fransa ve Rusya'da katliam yapanlar TC'den gidiyorlardı. TC toplanma üsleri, eğitim alanları mıydı, belli değil...
Recep Erdoğan'ın İhvan aşkı ise dünyaca biliniyordu. İhvan diktatörlüğüne karşı darbe yaptı diye Mısır Devlet Başkanı Sisi'yi düşman, onları iktidarına ortak etmeyen Suriye'ye savaş ilan etmişti, Erdoğan.
İhvan'ın ana ilkeleri olan "tek bayrak, tek millet, tek devlet, tek vatan" dörtlemesi AKP'nin de proğram maddesiydi.
AKP'nin Recep'i, yaklaşık on gün önceki bir konuşmasında, "devletimizin sınırları 780 bin kilometre karelik topraktan ibaret değildir" diyor, ardından amaçlarını "Kızıl Elma'yı yakalamak" olarak açıklıyordu.
Ancak, bu Kızıl Elma İttihatçılarınkinden farklı olarak İslam enternasyonalizmini sembolize ediyordu. Recep'in Rabiası, bunun "alameti farikası" idi. İhvan (Müslüman Kardeşler) ile bütünleşmeyi anlatan yemindi, Rabia:
İslam bayrağı altında "tek millet" olmayı öngörüyordu. "Tek vatanda, tek devlet" olmayı...
Bu sloganla Katar'ın kapısında dilenci olup para koparanlar, içerde de fukara Türk halkının ruhuna tirit suyu niyetine ırkçı, şoven aşı yapıyor, "bu Rabia denilen olay milli ve yerli olmak demektir" yalanını yutturuyorlardı.
Her neyse, Recep Erdoğan cephesi, suç ortağı telaşıyla panik içindeydi.
Türk medyası dün, "Katar bahane, hedef Erdoğan" figanıyla piyasalardaydı. Jöleli lakabıyla tanınan baş danışman Yiğit Bulut, televizyonda, "imdat" çığlığı gibi tiz bir sesle, "küresel emperyalizm, çıkarlarına uymayan Türkiye ve Katarı istemiyor" diyordu.
Recep Erdoğan, kulağına üflenen övgülere kendini kaptırıp ipte dansa pisti olan Ortadoğu'ya dalmış, ama şaşkındı. Şaşkınlığını, "bir oyun oynanıyor, ama arkasını henüz tesbit edemedik" diye ifade ediyordu.
Fakat, dönüşü de imkansızdı. Suudi Kralı Salman'ın önünde diz çöküp "elini ver öpim de, beni affet" dese faydasızdı, artık.
Çaresizlikten, "Katar'a uygulanan yaptırımları doğru bulmuyoruz, ilişkilerimiz geliştirmeye devam edeceğiz" diyordu.
Ama bu da çare değildir: Herkes gördü, olay yerinde o da vardı. Katar sanıksa eğer, evrenin savcısı ona da "suçlu ayağa kalk" diyecekti. Bugün, ama yarın...
Ahmet Kahraman / Politika