Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / 7 Haziran'dan bugüne: AKP'nin kirli ajandası

7 Haziran'dan bugüne: AKP'nin kirli ajandası

07 Haziran 2017, 20:22

Sistemin demokratik olmayan yapısının ancak mücadeleyle kırılabileceği fikri, 7 Haziran 2015 akşamı bir kez daha teyit edilmişti. Ancak AKP sistemi korumak için kirli ajandasını devreye soktu.

AKP tarafından sabote edilmek istenmesine rağmen 'Çözüm Süreci' bir bakıma devam ediyor, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan siyasi yollara fırsat tanıyordu. Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve devlet heyetleri İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Cezaevi'nde Öcalan'la görüşüyor ve 7 Haziran Genel Seçimleri'ne yaklaşılırken, Öcalan'ın bir türlü şaşmayan öngörüleri merak ediliyordu. Yüzde 10'luk anti-demokratik seçim barajının aşılacağı da yine onun öngörüsüydü.

Sistemin demokratik olmayan yapısının ancak mücadeleyle kırılabileceği fikri, 7 Haziran 2015 akşamı bir kez daha teyit edilmişti. HDP etrafında toplanan Kürtler, sosyalistler, kadınlar ve demokratik çevreler, o akşam bir ilkte pay sahibi olmanın gururunu yaşıyordu.

Seçimlerden sonraki tabloyu incelemeden, hemen iki gün öncesini hatırlamak lazım: 5 Haziran'da Amed'deki İstasyon Meydanı'nda düzenlenen, HDP'nin seçimlere dönük final mitingine DAİŞ çeteleri saldırdı. Bombalı saldırıda, ikisi 16-17 yaşlarında 5 kişi yaşamını yitirdi. Yüzlerce kişi yaralandı ve bunlardan bir kısmı kolunu, bacağını kaybetti.

HDP'nin başarı ihtimali dahi egemen güçleri endişeye sürüklemiş ve böyle bir vahşet organize edilmişti.

Başarının kendisiyle de bu güçlerin korkuları tavan yapmıştı. AKP tek başına iktidarı kaybediyordu ve sistemin ilk kez -legal yoldan- bu denli sarsılıyor olması hem varlığını tehdit ediyor, hem de egemenlik kompleksini incitiyordu!

Kaldı ki toplum, savaşla arasına mesafe koymaya alışıyordu; barış özleminin 7 Haziran'daki sonuçlarda payı vardı. Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bunu fark ettiğinde, barışa verilen oyları bombaya dönüştürmekte kararlıydı.

7 Haziran'dan hemen sonra, 17 Temmuz'da Erdoğan, bayram namazını kılmak için Ataşehir Mimar Sinan Camisi'ndeydi. İbadetinin ardından gazetecilere savaş mesajları vermeyi ihmal etmedi: "Ben 'Dolmabahçe Mutabakatı' ifadesini asla kabul etmiyorum. Çünkü o toplantı bir mutabakat toplantısı olamaz. Niye? Çünkü ortada bir hükümet vardır, diğer tarafta grubu olan bir siyasi parti vardır. Burada neyin mutabakatını, kimle, ne için sağlıyorsun? Öyle bir şey olmaz. Yani eğer ada ile ilgili bir çalışmaysa bu, böyle bir şey asla olmaz. Burada ülkemizin geleceğine yönelik atılacak bir adımsa bu mutabakatın yeri parlamentodur."

İşte birazdan ele alacağımız, 7 Haziran'dan sonraki kara tablonun müsebbibi bir bakıma bu zihniyetti.

33 DÜŞ YOLCUSU: SURUÇ

Erdoğan'ın demokratik çözümü reddeden, hükümet yetkililerinin tehdit niteliğindeki "millet kaosu seçti" mesajları, 20 Temmuz'da 'anlam' kazanıyordu:

Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’nun (SGDF) çağrısıyla, Kobanê’ye oyuncak ve insani yardım malzemeleri götürmek için Suruç’ta olan 300 genç, 20 Temmuz 2015'te konakladıkları Amara Kültür Merkezi’nde basın açıklaması yapıyordu. İntihar saldırısı bu sırada gerçekleşti. Dünya kamuoyunun da Türkiye'nin desteklediğini söylediği DAİŞ çetelerinin bu saldırısında, 33 kişi yaşamını yitirdi. Yaralanan, sakat kalanlar da oldu.

Katliamın soruşturmasına da, 23 Temmuz 2015’te “dosya içerisinde bulunulan belgelerin incelenmesinin soruşturmanın amacını tehlikeye düşüreceği” iddiasıyla gizlilik kararı getirildi.

Katliama dair, 9 Ocak 2017’de görülen kamu görevlilerin yargılandığı davanın duruşmasında, dönemin İlçe Emniyet Müdürü Mehmet Yapalıal’a “görevi ihmal ve kötüye kullanma” suçundan 7 bin 500 TL para cezası verildi, ceza 12 takside bölündü!

Suruç'ta yaşamını yitirenlerin isimleri: Koray Çapoğlu, Cebrail Günebakan, Hatice Ezgi Sadet, Uğur Özkan, Nartan Kılıç, Veysel Özdemir, Nazegül Boyraz, Kasım Deprem, Alper Sapan, Cemil Yıldız, Okan Pirinç, Ferdane Kılıç, Yunus Emre Şen, Çağdaş Aydın, Alican Vural, Osman Çiçek, Mücahit Erol, Medali Barutçu, Aydan Ezgi Salcı, Nazlı Akyürek, Serhat Devrim, Ece Dinç, Emrullah Akhamur, Murat Yurtgül, Erdal Bozkurt, İsmet Şeker, Süleyman Aksu, Büşra Mete, Duygu Tuna, Polen Ünlü, Nuray Koçan, Vatan Budak, Mert Cömert.

Bu arada Suruç'ta ölenlerin aileleri ve avukatlar, davada hiçbir ilerleme sağlanmaması üzerine başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, İçişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı, Emniyet Genel Müdürü, Urfa Valisi, Suruç Kaymakamı, Suruç İlçe Emniyet Müdürü, Urfa Çevik Kuvvet Şube Müdürü, Urfa Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespiti Şube Müdürü, emniyet görevlileri, MİT Müsteşarı ve MİT mensupları hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu.

SÜREÇ BOMBALANDI

Gerillanın süreç boyunca -kendisini dahi riske atacak düzeyde- gösterdiği olgunluğun karşılığı bomba olacaktı.

Türk devleti, artık 'Çözüm Süreci'ni bitirmiş ve bunu belli etmek için elinden geleni yapıyordu! Savaş konsepti Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a dönük tecritle belirginlik kazanmıştı ve 24-25 Temmuz'da Türk ordusunun gerilla alanlarına yoğun bombardımanı en ciddi ama her zamanki gibi başarısız hamleydi. Medya Savunma Alanları'na bağlı Kandil, Zap, Metîna, Garê, Haftanîn, Avaşîn ve Xakurkê bölgelerine yönelik hava saldırılarında siviller de hedef alınmıştı.

Şu an tutuklu bulunan HDP Grup Başkanvekili ve İmralı Heyeti Üyesi İdris Baluken, saldırıları "AKP'nin çözüm sürecini bombalaması" şeklinde değerlendirmişti.

İNSANLIK YERLERDE: EKİN VAN

Türk devleti, daha sonra ortaya çıkan 'Çöktürme Planı'ndan da anlaşılacağı gibi, süreci toplumsal barış için yürütmüyordu. Zaten süreç içindeyken karakollar, kalekollar inşa etmesi de Kürt tarafından böyle yorumlanıyor, Öcalan da uyarılarını yapıyordu. Buna rağmen şans tanınıyordu. Ancak devlet vahşeti giderek tırmanıyordu. AKP, kirli yöntemleriyle, 7 Haziran'da kadınların öncülüğünde olduğu söylenebilecek başarının hesabını sormaya devam ediyordu!

Adı Kader Kevser Eltürk (Ekin Van) idi. Muş'un Varto ilçesinde, 10 Ağustos 2015 tarihinde katledildikten sonra cenazesi çıplak olarak teşhir edilmişti.

İHD'nin olayla ilgili raporunda şu ifadeler yer alıyor:

"Kader Kevser Eltürk (Ekin Van) edilen bilgilere göre, 10 Ağustos 2015 tarihinde Varto’da meydana gelen bir çatışmada yaşamını yitirmiştir. Olay, tanıkların anlatımına göre Varto girişinde meydana gelmiştir.

Olay sırasında, çevrede sivil bir insan bulunmadığı gibi, bulunması da mümkün değildir. Edilen bilgilere göre, devlet güçleri olay yerine önce bir aydınlatma mermisi atmışlar ve ardından kanas olarak tabir edilen silahla Kader Kevser Eltürk (Ekin Van) kalçasından vurulmuştur. Yine edilen bilgilere göre Kanas olarak tabir edilen silahın isabet ettiği bölgeyi parçalayıcı bir niteliği bulunmaktadır.

Kader Kevser Eltürk’ün (Ekin Van) vurulduğu yerde, “aynı yatış biçiminde” bir giysili bir de çıplak olmak üzere fotoğrafı çekilmiştir. Yine fotoğrafta 3 erkek şahsa ait bacak görüntüleri bulunmaktadır.

Bir süre sonra Kader Kevser Eltürk’ün (Ekin Van) ölü ve çıplak bedeninin fotoğrafları sosyal medyaya servis edilmiştir."

AKP, Ekin Van şahsında Kürtlere, kadınlara mesaj veriyordu.

ERDOĞAN: SÜREÇ BUZDOLABINDA!

Zaten Erdoğan'ın çözüm karşıtı söylemleri savaş konseptinin ilanı niteliğindeydi. 11 Ağustos'ta, emekliye ayrılan Genelkurmay Başkanı Necdet Özel adına düzenlenen madalya törenine katılan Erdoğan, barışı sahiplenip operasyonlara karşı çıkanları hedef aldıktan sonra, garip bir ifade de kullanarak, savaşa davet ediyordu: "Şu anda süreç buzdolabındadır. Hiçbir devlet toprakları üzerinde kendi meşru otoritesi dışında, paralel yapının oluşmasına vatandaşlarına musallat olmasına izin veremez."

HDP BİNALARINA SALDIRILAR

AKP yetkilileri ve Erdoğan, önce süreci bitirdi, ardından "millet kaosu seçti" tehdidinin hakkını vererek savaşı başlattı ve bu sırada HDP'yi de hedef göstermekten geri kalmadı. Erdoğan'ın, milyonları temsil eden bir parti değil de, "terör örgütü" olarak itham ettiği HDP'ye, ırkçı-faşist saldırılar gecikmedi. Bir bakıma Erdoğan'ın talimatıyla onlarca şehirde, Eylül ayının ilk haftasında HDP binaları yakıldı. HDP Genel Merkezi de, sonradan ortaya çıkan şekliyle, polis gözetiminde ve içinde partililer varken saldırıya uğramıştı.

İNSANLIK SÜRÜKLENİRKEN: HACI LOKMAN BİRLİK

AKP mütemadiyen "sandık demokrasisi"nden dem vuruyor ancak bu kez sandıkta olmasa da, vahşette herkesten daha başarılıydı.

'90'ların en çok telaffuz edildiği bir dönem yaşanıyordu. 2 Ekim 2015 tarihinde, Şırnak merkezde özel harekât polisleri tarafından katledilen Hacı Lokman Birlik’in cenazesi bir polis zırhlı aracının arkasına bağlanarak sürükleniyor, tekmeleniyordu. Bununla ilgili video görüntüsü ve fotoğraflar da sosyal medya da paylaşılıyordu.

KİRLİ DESTEĞİN NETİCESİ: ANKARA KATLİAMI

Halklar her şeye rağmen AKP'nin savaş politikalarına itiraz ediyor, demokrasiye, barışa sahip çıkmak için bir araya geliyordu. Tarih 10 Ekim 2015'ti.

Ankara’daki Tren Garı, o gün "Barış ve Demokrasi Mitingi”nin sahnesiydi. Ancak hükûmetin savaş politikaları bir bir hayata geçiyordu: Gar kavşağında iki ayrı patlama meydana geldi. Yüzü aşkın kişi DAİŞ'in katliamında yaşamını yitirdi. 500'den fazla yaralı vardı ve bunların bir kısmı sakat kaldı. Türkiye tarihindeki "en kanlı terör eylemi" buydu.

Patlamanın hemen ardından polisin de rolü belli olacaktı. Henüz hayatta olanları kurtarmak isteyenler engelleniyor, polis katliama uğrayanların üzerine gaz bombası atıyordu. DAİŞ ve Türkiye'nin kirli ittifakı bu kez başkentin göbeğinde kendini gösteriyordu.

Kirli ittifakta Türk yargısı da devredeydi: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara Katliamı'na dair müfettiş raporunu haberleştiren Cumhuriyet gazetesinden Kemal Göktaş, Evrensel gazetesinden Cem Gurbetoğlu ve Tamer Arda Erşin'e soruşturma başlattı.

SOYKIRIM SALDIRILARI

Türkiye'de 2016 yılı, Avrupa Birliği (AB) üyelik müzakerelerinin başladığı 1999 yılından beri insan hakları ve demokrasi açısından en kötü yıl olarak tarihe geçti. Kötü yıl, hükûmetin Kürt sorunundaki demokratik çözüm fırsatını heba etmesinin bir sonucuydu.

Bu yılın en büyük vahşeti Kürdistan'daki soykırım saldırıları sırasında yaşanıyordu.

İnsan Hakları Derneği (İHD), Amed Barosu, Gündem Çocuk Derneği, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın (TİHV), Cizre'deki vahşeti ele alan gözlem raporu, şu bilgiyle başlıyor:

“5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11/C maddesi gereğince Şırnak Valiliği tarafından 4 Eylül 2015 günü saat 20.00’dan itibaren Cizre İlçesinde sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş ve bu ilk yasak 12 Eylül 2015 tarihine kadar sürmüştür. İkinci sokağa çıkma yasağı 13 Eylül -14 Eylül 2015, üçüncü sokağa çıkma yasağı 14 Kasım-15 Kasım 2015 tarihlerinde uygulanmıştır. En uzun ve kesintisiz sokağa çıkma yasağı ise 14 Aralık 2015 - 3 Mart 2016 tarihleri arasında uygulanmış ve 79 gün sürmüştür."

Cizre Halk Meclisi Eş Başkanı Mehmet Tunç’un “Cizre halkı 60 gündür soğuğa rağmen, açlığa rağmen, susuzluğa rağmen diz çökmedi" sözü hakikatin ta kendisiydi.

Devlet, Kürt halkının kazanımlarına tahammül edemiyordu; bodrum katlarında insan yakacak kadar zavallıydı: En az 213 sivil, 66 YPS'li hayatını kaybederken, 161 polis-asker öldü, 117 polis-asker yaralandı. Cizre'de 80 bine yakın insan göç etmek zorunda kaldı. Yasak sonrası Güneydoğu Anadolu Bölgesi Belediyeler Birliği, 3 bin civarında kullanılamaz hale gelen ev bulunduğunu, 10 bin evin de hasar gördüğünü açıkladı.

Cizre ve Sur başta olmak üzere AKP, kendisini tek başına iktidar olmaktan alıkoyan Kürt kentlerini 'cezalandırıyor'; bebeklerin cansız bedenleri buzdolaplarında saklanırken, savunmasız yaşlılar sokak ortasında yaşamını yitiriyordu.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) raporlarında şunlar belirtiliyor:

"Sokağa çıkma yasaklarının uygulanmaya başlandığı ilk tarih olan 16 Ağustos 2015 ile 31 Ocak 2017 tarihleri arasındaki 18 aylık süre içerisinde, başta DİYARBAKIR (100 kez), MARDİN (23 kez), HAKKÂRİ (19 kez) ve ŞIRNAK (13 kez) olmak üzere BİTLİS (4 kez), BATMAN (3 kez), MUŞ (2 kez), BİNGÖL (2 kez), TUNCELİ (2 kez) ve ELAZIĞ (1 kez) toplam 10 il ve en az 39 ilçede, resmi olarak tespit edilebilen en az 169 süresiz ve gün boyu sokağa çıkma yasağı ilanı gerçekleşmiştir.

Ayrıca, yasaklar başlamadan önce yapılan 2014 nüfus sayımına göre ilgili ilçelerde yaşadığı bilinen en az 1 milyon 809 bin kişi başta en temel yaşam ve sağlık hakları ihlal edilerek bu yasaklardan etkilenmiştir.

Uygulanması ve sonuçlarıyla bir bütün olarak ele alınması gereken aralıksız sokağa çıkma yasakları pratiklerinin 14 Aralık 2015 tarihi itibariyle yasakların uygulanış biçimindeki değişim, ilân edilen bölgelerin kapsamındaki genişleme, ilân sürelerinin yine ucu açık olmakla birlikte sürelerindeki uzunluk, yapılan askerî sevkiyatın yapısı, ağır savaş silahlarının yerleşim birimleri içerisinde kullanılması ile bunlara uygun geliştirilen adli süreçler öncesine kıyasla çok daha ağır bir sürece girildiğini göstermiştir. Bu süreçte ciddi ağır insan hakları ve insancıl hukuk ihlalleri gerçekleşmiştir. Bu konuda İHD ve diğer insan hakları örgütlerinin çok sayıda özel raporları bulunmaktadır. 2016 yılı içerisinde gerçekleştirilen 536 yargısız infaz vakasının önemli bir bölümünün sokağa çıkma yasakları sürecinde gerçekleştiğini belirtmek isteriz.

Sokağa çıkma yasakları uygulanan il ve ilçelerde uygulanan abluka sonucu gerçekleştirilen yıkımların da etkisi ile en az 500 bin insan zorla yerinden edilmiş olup bu insanlar göçe zorlanmıştır.

Sokağa çıkma yasağı uygulamaları ile ilgili Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi İzleme Komitesi Başkanlığı’nın talep etmesi üzerine Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu (Venedik Komisyonu) tarafından 13 Haziran 2016 tarihinde “Sokağa Çıkma Yasaklarının Yasal Çerçevesi Hakkında Görüş Raporu” yayınlandı. Bu raporda, sokağa çıkma yasaklarının yasal çerçevesinin olmadığı özellikle belirtilmiştir."

SULTANAHMET SALDIRISI

Türkiye yeni yıla da hükûmetin savaşı dayatan koşullarında giriyordu. İstanbul Sultanahmet Meydanı’ndaki Dikilitaş yakınında 12 Ocak'ta turistlerin hedef alındığı canlı bomba saldırısı düzenlendi. 11 kişi hayatını kaybetti. Saldırı DAİŞ çetelerince üstlenildi.

15 TEMMUZ: ALLAH'IN LÜTFU!

AKP'nin Kürdistan'daki savaş suçlarında görev verdiği pek çok asker, 15 Temmuz'da darbe girişiminde de yer aldı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın defaatle uyardığı bir konu da buydu. Neredeyse her görüşmesinde darbe dinamiğine atıfta bulunan ve bu minvalde hükûmeti uyaran Öcalan'ın öngörüleri bir kez daha gerçekleşiyordu.

Askerin elini güçlendiren ve ona Kürde karşı her türlü yöntemi kullanma imkanı tanıyan AKP, kimilerinin 'senaryo' dediği, kimilerinin 'kontrollü' bulduğu darbeyle karşı karşıyaydı.

Devletin bilançosuna göre; darbe girişimi sırasında 62'si polis, 5'i asker, 173'ü de sivil 240 kişi öldü.

Ancak AKP'nin bundan da ders almayacağı, 15 Temmuz gecesi Erdoğan'ın açıklamasından belliydi: "Allah'ın lütfu!"

Erdoğan, darbe girişimini böyle yorumluyordu. Darbe girişimini bahane yapıp Kürtleri, muhalifleri hedef alması çok gecikmedi. Demokratik dönüşümden yana HDP etrafında toplananların etkisini nasıl kıracağını düşündüğü bir sırada darbe girişimi, pekâlâ "Allah'ın lütfu"ydu.

OHAL kapsamında 100 bini aşkın adli işlem, 100 bine yakın gözaltı, 40 bini aşkın tutuklama, 35 bini aşkın adli kontrol, 100 bini bulan ihraç kararı verildi. Çoğu muhalif 160’a yakın medya kuruluşu kapatıldı. Onlarca gazeteci gözaltına alındı, hapis cezası aldı ve 160’ı aşkın gazeteci de tutuklandı.

En az 140 bin kişinin pasaportu iptal edildi.

AKP’nin OHAL’iyle 112 üniversiteden 4 bin 811 akademisyen için ihraç kararı verilirken, özellikle ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ bildirisine imza atan akademisyenlerin neredeyse tamamı ihraç edildi. 15 üniversite kapatılırken, kapatılan yükseköğretim kurumlarında görev yapan 2 bin 805 akademisyen işsiz kaldı.

KHK’ler nedeniyle 226 bin öğrencinin de bursunun iptal edildiği belirtiliyor.

Sadece kapatılan dernek sayısı 380 civarında.

Ayrıca çoğu Kürdistan’daki DBP’liler olmak üzere onlarca belediyeye kayyum atandı ve belediye eş başkanları ile meclis üyeleri tutuklandı. Nisan itibarıyla Demokratik Bölgeler Partili 103 belediyenin 82’sine kayyum atanırken, 85 belediye eş başkanı tutuklandı. Belediyelere bağlı 2 bin 22 çalışan ihraç edildi veya kovuldu. 585 belediye personeli açığa alınırken, 27 Ocak’ta Güneydoğu Anadolu Belediyeler Birliği’ne (GABB) dahi kayyum atanmıştı.

'TEK ADAMLIĞA' DOĞRU

AKP, 7 Haziran sarsıntısını üzerinden atamıyor, iktidarını sağlamlaştırmak için didinip duruyordu. Bunun nihai yolunu da başkanlıkta görüyordu.

Türk Başbakan Binali Yıldırım ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, başkanlık sistemini de içeren anayasa değişiklik paketini görüşmek üzere Ekim'de bir araya geldi. Yapılan çalışmaların ardından iki parti 21 maddelik bir değişiklik teklifi üzerinde uzlaşmaya vardı ve teklif Aralık'ta Meclis'e sevk edildi. 30 Aralık'ta Anayasa Komisyonu'nda teklifle ilgili görüşmeler tamamlandı ve 18 maddeye düşürülen teklif kabul edildi. Sonradan hileleri açığa çıkacak olan, referanduma giden sürecin teknik kısmı böyleydi.

4 KASIM DARBESİ

HDP'nin başarısı AKP'deki tedirginliğin başat sebebi olmuştu. Dokunulmazlıkların kaldırılması da köşeye sıkışan AKP'nin önündeki kurtuluş reçetesiydi. Meclis, 20 Mayıs'ta dokunulmazlıkların kaldırılmasını öngören Anayasa değişikliğini onayladı. Böylece, 146 milletvekiline yargı yolu açılmış oldu. Ancak hedefte sadece HDP'liler vardı.

4 Kasım gecesi HDP Eş Geneş Başkanı Selahattin Demirtaş, sosyal medya hesabından bir mesaj yayımladı: "Diyarbakır'da evimde zorla gözaltına alınma kararı ile emniyet yetkilileri kapımdalar."

Bu mesajın ardından diğer HDP'li vekillerin de benzer uygulamaya uğradığı öğrenildi.

Demirtaş, hukuksuz girişime karşı polislere uzun süre kapıyı açmadı. Bu sırada Demirtaş'ın avukatları ile HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş ve Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım ile birçok partili de konuta geldi. TEM ekipleri içeri girerek Demirtaş'ı gözaltına aldı.

Eş Genel Başkan Figen Yüksekdağ, Ferhat Encü, Leyla Birlik, Selma Irmak, Abdullah Zeydan, İdris Baluken, Sırrı Süreyya Önder, Ziya Pir, Gülser Yıldırım ,Nursel Aydoğan, İmam Taşçıer, Faysal Sarıyıldız, Tuğba Hezer Öztürk, Nihat Akdoğan da 4 Kasım Darbesi kapsamında gözaltına alınıyordu.

Demirtaş, sabah saatlerinde adliyeye çıkarıldı.

Gözaltı kararı üzerine Ankara’da gözaltına alınan HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ve HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder de, Amed'e getirildi.

Hükûmetin her kirli oyununda olduğu gibi yine ülke genelinde internet kesildi.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, HDP'lilere dönük darbe için "hukuka uygun" derken, dokunulmazlıkların kaldırılmasında sorumluluğu olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da, sonradan çok da sahip çıkamayacağı şu açıklamayı yaptı:

"Demokrasiyi besleyen adalettir. Demokrasinin olmadığı yerde adalet olmaz. Bana öngörülen işlem benim açımdan haksızsa bir başkasına yapılanı da haksız görmeliyiz. Eğer bunu yapamazsak, söylemleri hukuk, demokrasi üzerine inşa etmezken bu ülkeye barışı ve huzuru getiremeyiz. Devlet kin ile yönetemezsiniz, intikam, öç alma duygusu ile yönetemezsiniz. Türkiye iyi yönetilmiyor. Freni kopmuş kamyon gibi yokuş aşağı gidiyoruz, nereye gittiğimi, ne olacağımız kimse biliyor. Bu anlayış Türkiye'nin uluslararası saygınlığına da darbe vuran anlaşmadır. Bu endişe bütün dünyada var. Türkiye'yi yönetenler Türkiye'yi kanın gözyaşının artığı bir Orta Doğu ülkesi olmasını istiyorlar."

HDP'liler bir bir tutuklandı ve 4 Kasım Darbesi Türkiye'nin kirli tarihine büyük bir sayfa daha ekledi.

İHD'nin 2016 raporunda siyasi soykırıma şöyle dikkat çekiliyor:

"HDP Eş Genel Başkanları olmak üzere 13 milletvekili tutuklanarak cezaevine gönderilmiş, HDP çizgisinde siyaset yapan DBP üyesi 84 belediye eş başkanı görevden alınmış, bu belediyelere devlet tarafından el konulmuş, 83 belediye eş başkanı ile HDP il ve ilçe eş başkanlarından135 kişi tutuklanmış ve siyaset yapan aktivistlere dönük yargı baskısı o kadar büyük bir noktaya getirilmiş ki bu raporu açıkladığımız bu günlerde tutuklu sayısı binlerle ifade edilmektedir. HDP ve DBP üzerindeki ağır yargı baskısı, Kürtlerin legal siyaset ve sistem içinde sorunu çözme isteğini adeta sabote etmektedir."

YILIN İLK ÜÇ AYINDA KÜRDİSTAN

İHD Amed Şubesi'nin, Kürdistan’da 2017 yılının ilk üç ayında yaşananlara dair raporundaki veriler ise şöyle:

Yargısız infaz sonucu öldürülen: 2

Yargısız infaz sonucu yaralı: 2

Cezaevinde ölüm: 1

Resmi hata ve ihmal sonucu yaralananların sayısı: 118

Silahlı çatışmalar sonucu ölen: 87

Silahlı çatışma sonucu yaralanan: 16

Mayın ve sahipsiz bomba patlaması sonucu ölüm ve yaralanmalar sonucu 5 çocuk olmak üzere 10 kişi yaralanırken, 3 çocuk ise yaşamını yitirdi.

Özel güvenlik bölgesi ilanı arazi yasağı: 14

Sokağa çıkma yasağı ilanı: 18

Ölünün hatıratına saygısızlık: 24

Kadın intiharları: 5

Çocuk intiharları: 4

Gözaltında işkence ve kötü muamele: 18

Gözaltı yerleri dışında işkence ve kötü muamele: 33

Cezaevinde işkence: 182

Kaçırma ve ajanslık tehdidi: 1

Gösterilerde müdahale sonucu yaralanama: 30

Gözaltına alınanlar: 433

Ev baskınları: 1364

Yasaklanan etkinlikler: 2

Engellenen internet sitesi: 2

Düşünce ve ifade özgürlüğüne verilen ceza sayısı: 136

Baskı ve saldırıya uğrayan siyasi parti sendika ve dernek sayısı: 15

Güvenlik güçleri tarafından müdahale edilen toplantı ve gösteri: 11

Cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri: 510

İşte çıkartılanlar: 848

İhraç edilenler: 1698

İdari soruşturma: 83

Kayyım atanan belediyeler: 29

Sağlık hakkı ihlali: 98

Toplam hak ihlali sayısı: 7 bin 907

REFERANDUM: SANDIK ÖLDÜ!

Diktatörlük düzeyindeki başkanlık modeliyle sarsılan iktidarını sağlamlaştırmak isteyen AKP, 16 Nisan'daki referandumda ciddi ihlal ve hilelere başvurarak, yüzde 51'lik oranla 'kazandığını' ilan etti. Bağımsız platformların raporlarında da, bilhassa Kürdistan kentlerindeki sandıklarda hieye başvurulduğu yazıldı.

7 Haziran'da halkların zaferini tanımayan AKP-Erdoğan'ın, 16 Nisan'da da hileye başvurarak 'kazanması', sadece seçimlerle hükûmet değiştirilemeyeceği fikrinin yaygınlık kazanmasına, böylece toplumsal direniş ve mücadeleler için olanakların artması ve zorunlu görülmesine yol açabilir.

Hayır ve Ötesi'nin referanduma dair raporundan:

"YSK verilerine, aşağıda örnekleri de verilen, başta Şanlıurfa’nın Akçakale, Viranşehir, Hilvan ve Muş’un Hasköy, Yozgat’ın Çekerek ilçeleriyle, Sakarya’nın Akyazı ilçesi olmak üzere; 961 adet seçmen sandığında kullanılan oyların tamamı, yani yüzde 100’ü EVET mühürlü olup, HAYIR mühürlü oy adet ve yüzde olarak SIFIR’dır.

7 Haziran ve 1 Kasım 2015 Genel Seçimlerinde, ihmal edilemeyecek derecede muhalefet partisi seç­menine sahip olduğu anlaşılan söz konusu sandıklardaki bu sonuç, hayatın olağan akışına ters olarak değerlendirilmektedir.

Yapılan incelemelerde, yukarıda söz konusu edilen ve oyların tamamı EVET çıkan 961 sandığın yüzde 30’unda, seçmenlerin tamamının yani yüzde 100’ünün firesiz sandığa gittiği anlaşılmaktadır.

7 bin 48 adet seçmen sandığında, kullanılan oy sayısının ilgili sandıktaki seçmen sayısına eşit olduğu veya sandık görevlileri de dikkate alındığında, seçmen sayısı ve sandık görevlileri toplam sayısından da fazla olduğu tespit edilmiştir. Dahası, bu sandıklardan 2 bin 397’sinde seçmen sayısından fazla oy kullanılmıştır.

Söz konusu sandıklarda kullanılan oyların toplamı 1 milyon 672 bin 249’dur. Bu oyların yüzde 60,7’si “EVET” olarak gerçekleşmiştir.

Blok oy kullanımına ilişkin önceki tespitler de dikkate alındığında, oy kullanmaya gelmeyen seçmenler adı­na bilahare “EVET” yönünde oy kullanılmış olabileceği şüphesi; söz konusu 7 bin 48 adet sandık için ihmal edilmemesi gereken ve detaylı soruşturmaya muhtaç bir olasılık olarak değerlendirilmektedir.

Toplam 1 milyon 672 bin 249 kişiden hiçbirinin seçmen listelerinin kesinleştiği 10 Mart 2017 tarihinden itibaren hayatını kaybetmemiş olması, er/erbaş olarak silah altında bulunmuyor olması mümkün değildir.

Nitekim, Şanlıurfa’nın Eyyübiye ilçesinde 2179 no’lu sandıkta kayıtlı E.E. isimli, 01.01.1942 doğum tarihli yurttaşımızın 31 Mart 2017 tarihinde hayatını kaybettiği tespit edilmiştir."

HDP'nin referandum raporundan:

"HDP’nin oy oranının yüksek olduğu bazı bölgelerde sandıklar, başka okullardaki sandıklarla birleştirilmiştir.

Birçok ilde sandık başkanı adaylarımızın üzeri çizilmiş, sandık başkanlarımız değiştirilmiştir. Kürt kentlerinde en az 140 sandık kurulu başkanımız ‘kötü ünleri’ öne sürülerek görevden alınmıştır.

İlçe seçim kurulu üyelerimize; “bu iş büyük sorumluluktur, büyük cezaları var, sorumluluğunu siz alacaksınız” denilerek, tehdit ile kurul üyelerimizin ve ilçe örgütlerimizin geri çekilmelerine yol açılmıştır. 2022 adayımız ise kuraya girmeden önce reddedilmiştir.

Birçok yerde müşahitlerimizin sandık çevrelerine alınmaması, müşahitlerin dövülerek sandık alanından uzaklaştırılması, açık oy kullanmaya zorlama gibi ihlaller söz konusu olmuştur.

Birçok Kürt kentinde yurttaşlar asker, jandarma ve korucu baskısı ve silah tehdidi altında oy kullanmak zorunda kalmışlardır.

Örneğin ağırlıklı olarak sadece HDP ve AKP’nin oy aldığı 18 ilde (Adıyaman, Ağrı, Ardahan, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Dersim, Elazığ, Hakkâri, Iğdır, Kars, Mardin, Muş, Urfa, Siirt, Şırnak ve Van) 420 sandıkta “0” hayır oyu çıkmıştır. Bu sandıkların neredeyse tamamı köylerde kurulmuş sandıklardır. Buradaki seçmen sayısı 61 bin 711’dir. Bunlardan 366’sında sandık kurulu üyemiz olmamıştır.

Yine bu illerde 1118 sandıkta ise “evet” oy oranının % 90 ve üzerinde çıktığı tespit edilmiştir. Buradaki seçmen sayısı 237 bin 121’dir. Bu sandıkların da 791’inde sandık kurulu üyemiz olmamıştır. Yani 1538 sandıkta toplam seçmen sayısı 298 bin 832’dir. Bunlardan 1157’sinde sandık kurulu üyemiz bulunmamıştır."

ANF

Bu haber 616 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Dersim İnşa Kongresi (DİK) dahil Avrupa'daki 8 sivil toplum kurumları, ..