Geçtiğimiz günlerde DAİŞ İngiltere’de bombalı bir saldırıda bulundu. Bu saldırıda çok sayıda kişi yaşamını kaybederken yine onlarcası da yaralanmıştır. İngiltere’de gerçekleşen bu saldırıyı takiben de benzeri bir saldırı Mısır’da yaşayan Hıristiyan inancına mensup olan Kıpti’lere yönelik olarak gerçekleştirildi. Orada da onlar kişi yaşamını kaybederken, onlarca kişi de yaralandı.
2016 yılında da, bu aylarda birbirine yakın günlerde İngiltere ve Mısır’da DAİŞ saldırıları gerçekleşmiş ölen ve yaralananlar olmuştu. Gerçekleşmiş olan saldırıların benzerlikleri bunlarla da sınırlı kalmamıştı. Bu saldırıların gerçekleştiği günlerde Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğünün başta Avrupa devletleri olmak üzere uluslararası alanda bir takım tavizler elde etmek için tehditlerde bulunması söz konusu olmuştu.
Öyle anlaşılıyor ki, Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğü bundan sonrada tehditlerinde bulunmaya, DAİŞ’de katliamlarına devam edecektir. Çünkü Emir-Komuta ilişkisi içerisinde gerçekleşen bu tehdit-katliam birlikteliği sonuç vermektedir. Ve bunun bir yansıması olarak ta Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğü başta Almanya ve Fransa olmak üzere Avrupa devletlerinden istediği tavizi koparabilmektedir.
Fransa Uydu Şirketi EUTELSAT’ın News Channel, Sterk TV ve Ronahi TV’lerini kapatmak için harekete geçmiş olması aynı şekilde Almanya devletinin Kürt kurumlarına getirmeye çalıştığı sınırlama ve Kürt siyasetçilerin tutuklanmasını ardından YPG, PYD amblemlerini yasaklanması, Êzîdî inancına sahip olan Kürtlerin etkinlilerine yasak getirmiş olmaları da bu gerçekliği doğrulamaktadır.
Özelliklede Almanya’nın Türk özel savaş rejiminin istekleri doğrultusunda Kürtlere yönelik başlatmış oldukları saldırıların yeni olmadığını da burada belirtmek gerekmektedir. Kürtler ve Avrupa demokratik kamuoyu ilk “PKK yasağını” getiren devletin Almanya olduğunu ardından da onu diğer Avrupa devletlerinin ve ABD’nin izlediğini iyi bilmektedirler.
Şimdide Almanya Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğünün istekleri doğrultusunda Kürtlere yönelik saldırılarda ilk harekete geçen devlet olma özelliğini korumaya devam etmektedir. PYD, YPG amblemlerine getirilen yasaklarda bunu göstermektedir. Ardından da Alman devletini başka devletlerinde izleme olasılığı bulunmaktadır.
Oysa YPG-YPJ güçleri ve PYD’nin, DAİŞ’e karşı yürüttüğü mücadele, başta Avrupa olmak üzere tüm dünya insanlığı tarafından övgü ve sempatiyle karşılanmaktadır. Böyle bir gerçekliğe rağmen Almanya devleti YPG-PYD amblemlerine yasaklama getirebilmektedir. Ve bunu da adeta dünyada istenmeyen adam olarak ilan edilen Erdoğan’ın istediği için yapmaktadır. Kendi halkı ile birlikte Avrupa haklarının, dünya insanlığının böyle bir karara olan karşıtlığına rağmen bunu yapmaktadır.
Almanya devleti daha ne zamana kadar Kürtlere karşı uluslararası alanda başlatılan saldırılara bu şekilde öncülük etmeye devam edecektir? Ya da Türk özel savaş rejiminin isteklerine boyun eğecektir?
TC devleti ile Almanya arasındaki siyasal ve mali ilişkilerin düzeyi biliniyor. Birinci Dünya Savaşı öncesinde başlayan bu ilişkiler, II.Dünya Savaşı’nda devam etmiştir. Özellikle resmi bir ilan ediş biçiminde olmasa da, Hitler faşizmi ile Türk özel savaş rejimi birlikte hareket etmişlerdir. I.Dünya Savaşı’nda olduğu gibi II.Dünya Savaşı’ndan da yenik çıkan Almanya’nın kendini yeniden toparlamasından sonrada bu ilişkiler devam etmiştir.
Ancak Almanya ve TC devletleri arasında varolan ilişkiler tekelci, sömürücü sermaye grupların çıkarlarına olsa da hiçbir zaman bu ülkelerin halkları menfaatine olmadığı gibi, hep aleyhlerine olan sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Ama buna rağmen ısrarlı bir şekilde var olan bu ilişkiler sürdürülmeye de devam etmektedir.
TC devletinin Almanya devleti ile olan ilişkilerinin nedeni ve bunda ısrarının nedeni anlaşılmaz değildir. Uluslararası alanda etkili olan devletlerarasındaki çelişkilerden yararlanmak için böyle bir ilişkiye ihtiyaç duymaktadır. Hatta başka devletlerle de benzeri ilişkiler içerisine de girebilmektedir. Fakat bu Almanya ile varolan ilişkilerin, diğer devletlerle olan ilişkileriyle aynı düzeyde olduğu anlamına gelmez.
TC devletinin, Türkiye’de bulunan göçmenler üzerinden Balkan devletlerinin iç işlerine karışmaya kadar varan bir politika izlediği bilinmektedir. Benzeri bir politikayı da Avrupa’da özelliklede Almanya’da bulunan TC kimliğini taşıyan işçiler ya da orada yaşayan insanlar üzerinden de uygulamaya koymaktadır. İkili vatandaşlık hakkına sahip olanlar üzerinden oralarda bulunan siyasal partiler üzerinde baskılar uygularken, varolan nüfus yoğunluğunu da “istikrar bozucu” bir tehdit unsuru olarak kullanabilmektedir. Ve bundan da kendine göre sonuçlar elde edebilmektedir. Son yıllarda da bu tehditlerine kendi adına Irak ve Rojava’da vekalet savaşı yürüten DAİŞ eliyle gerçekleştirilen saldırıları da eklemiş bulunmaktadır.
Başta Almanya olmak üzere Avrupa devletleri TC tarafından izlenen politikayı onun DAİŞ’le olan ilişkisini bilmektedirler. Fakat bu gerçeğe rağmen TC devleti ile olan ilişkilerini sürdürmekte ısrar etmektedirler. Ve bunu gerçekleştirirken de kendilerinden istedikleri tavizleri vermekten de geri kalmamaktadırlar. Hatta kendilerine karşı aşağılayıcı bazı değerlendirmelere ve kullanılan üsluplara rağmen, böyle bir yaklaşım içerisine girebilmektedirler.
En son İngiltere ve Mısır’da da olsa özünde Avrupa devletlerini hedefleyen DAİŞ saldırılarının ardından Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğünün istekleri doğrultusunda başta Almanya ve Fransa’nın Kürtlere karşı başlatılmış olan saldırılarını da böylesi bir gerçeklik içerisinde ele almak gerekmektedir.
Cemal ŞERİK / Politika