Bu hafta Hubyar Sultan’ı yazayım istedim.
Hubyar Sultan kimdir diye merak edenler olabilir.
Hubyar Sultan; kendisine bağlı yüzlerce talip köyü olan, Tokat merkezli önemli bir Alevi Ocağıdır.
Hubyar tarihinde Osmanlıya kafa tutmuş, mücadele yürütmüş bir Alevi Piridir.
Gerek Hubyarlıların içinde gerekse de Alevi kamuoyunda on yılı aşkın bir süredir devam eden bir tartışma var. Bu konu tartışmayla sınırlı kalmamış yargıya da taşınmıştı.
Hubyarlıların önemli bir kısmı tekke de görevli Temel ailesi ile mahkemelik olmuş ve tekkenin kendi mülkiyetinden çıkarılarak tüm Hubyarlılara bırakılmasını istemişlerdi. Mahkemede onların lehine karar vermişti.
Ancak nasıl olduysa Hubyar Sultan Tekkesi mülkiyeti idari bir kararla Tokat Vakıflar Bölge Müdürlüğüne bırakıldı.
Hubyar Sultan Derneği ile Vakfı ve diğer Alevi kurumları buna itiraz ediyor.
Özetle söyledikleri şu; “Hubyar ismiyle, mülküyle ışığıyla Alevi halkınındır ve derhal geri verilmelidir.”
Yüzyılları içine alan bir tartışmanın içindeyiz aslında. Sadece bu günün sorunu değil Hubyar Sultan Tekkesi.
Osmanlı ve öncesi baskıları ve kıyımları bir tarafa bırakalım şimdi.
Yıl 1826 ve Osmanlı tahtında padişah II. Mahmut var.
II. Mahmut’un 1826 tarihindeki padişahlığı sürecinde neler yaşanmıştı? Kısaca değinelim isterseniz.
Yeniçeri ocağını kaldırmak ve yeni bir ordu yapılanması adına başta İstanbul olmak üzere Anadolu’nun birçok yerinde Alevi dergahlarına ile tekkelerine yönelik bir kıyım ve yıkım başlatılmıştı. Dergahların önemli bir bölümü yakıldı, yıkıldı. Buralarda hizmet eden Cem cemaat gören Dedeler, Babalar, Dervişler yakalanarak kimi öldürüldü, kimi sürgün edildi. Bazıları ise sırra kadem basarak gözlerden uzak yerlere çekildiler. Bektaşilikle ilişkilendirilen Yeniçeriler ise az görülmüş bir vahşilikle toptan kıyımdan geçirilip, Belgrat ormanlarına sığınanlar bile ormanla birlikte ateşe verilerek yok edildi.
Anadolu da ise devletin başına bela(!) muhalif bir dinamik olarak gördükleri Alevileri daha rahat kontrol altında tutabilmek için farklı politikalar geliştirdiler. Hacı Bektaş dahil olmak üzere dergahlara Nakşibendi şeyhleri görevlendirip Tekkelere minareler dikip ezan okudular. Bu gün Hacı Bektaşta gördüğümüz minare o zamanlarda dikilen bir minaredir. Yer yer ocakzadeleri alıp medreselerde Sünni inanca göre eğitim memleketlerine geri gönderdiler. Böylece hem denetimde tutmanın araçlarını yarattılar hem de asimilasyonu hızlandırdılar.
Hubyar Sultan Ocağı da bu süreci bütün şiddetiyle yaşayan Alevi ocaklarındandır. Tümü ocak evlatlarından oluşan köy aynı zamanda ocağın merkezidir. Bu müdahaleyle ocak hizmetleri neredeyse tamamen durmuş. Köylülerin ve dedelerin bir kısmı göç etmek zorunda kalmış, Osmanlının medreselerinde eğitimden geçirilen gençler geri dönüp Sünni inanca göre erkan yürütmeye başlamışlardı. 1871 de Padişah Abdüllaziz ile Şeyhülislamın izni ve fermanıyla bir Hubyarlı olan Temel ailesi tekkede görevlendirilmiştir.
Her şeye rağmen Veli Baba, Anşa Bacı gibileri yol erkanı sürdürmeye devam ettiler. Baskılarla sürgünlerle karşı karşıya kaldılar.
Hubyarlılar içinde bu süreç 1826 dan beri bir iç tartışma olarak devam ediyor. Hatta kendi içinde ayrışmaya varan bir noktaya kadar varıyor. Mesela Anşa Bacılılar ayrışması o dönemin ürünü. Anşa Bacılılar bir ayrı ocak olarak örgütleniyor, Osmanlının dayatmalarına, asimilasyon politikalarına tavır alıyorlar ve varlıklarını günümüze kadar taşıyorlar.
Sormamız gereken soru şu?
1826 yılından 2017 yılına ne değişti? Tamı tamına 191 yıl geride kaldı ama değişmeyen o kadar çok şey var ki.
Koskoca bir imparatorluk olan Osmanlı yıkıldı yerine yüz yıla dayanmış ömrüyle bir Cumhuriyet kuruldu.
Osmanlı ile Cumhuriyet arasında ne gibi farklar var peki? Elbette sıralayabileceğimiz çok şey var.
Ancak ben Hubyar Sultan Tekkesinden yola çıkarak birkaç tane benzerlik sıralamak istiyorum.
1826 da Alevi dergahları ya yıkılıyor ya da el konuluyor. 1924 te ise Tekke ve Zaviye Kanunu ile yine Alevi dergahlarına el konularak kapatılıyor.
Osmanlıda Şeyhülislamlık inancın merkezinde, karar verici belirleyici konumundayken, Cumhuriyet döneminde ise Diyanet aynı işlevle neye nasıl inanacağımıza dair fetvalar vermeye devam ediyor.
Osmanlıda cami devletin gözünde biricik meşru ibadet merkezi olarak görülürken Alevi dergahları ocakları ise sapkınların yeri olarak görülüyordu. Cumhuriyet döneminde değişen bir şey yok ve halen Cemevlerinin yasallaşmış bir statüsünden bahsetmek mümkün değil
1826 lar da II. Mahmut’un padişahlığı döneminde el konulan Hubyar Sultan Tekkesi ile bu gün Tokat Vakıflar Bölge Müdürlüğünce el konulan tekke aynı tekkedir.
Aradan 191 yıl geçse de Osmanlıdan Cumhuriyete Aleviler ve onların inanç merkezleri hakkında zihniyette bir değişimin olmadığını gösteren önemli bir örnektir Hubyar Sultan Tekkesi.
Her birimizin sorgulaması gerekmiyor mu?
Devlet ya da devletin herhangi bir kurumu bir inancın kutsal mekanlarına nasıl el koyabiliyor?
Devlet bu inanç merkezlerini nasıl sadece bir mülkiyet sorunu olarak görebiliyor?
Türkiye kamuoyundan nasıl olurda çıt çıkmıyor?
Bu konuya tepki gösterip tartışma yürütmek bir tek Hubyarlıların ve Alevilerin işi mi?
Laiklik diye ortalığı yıkanların, Alevileri laikliği savunmanın en önemli unsuru olarak görenlerin söyleyecek bir sözleri yok mu?
Her birimizin söyleyeceği çok şey olmalı aslında.
Demokrasi, laiklik ve özgürlükler meselesinde düğümleniyor her şey.