Soydan Akay - Maltepe Cezaevi
I. SÜHREVERDİ
Kürt tasavvufunun önemli isimlerinden Şehabettin Sühreverdi (1153-1191), felsefe yapmak ile peygamberlik yapmayı bir gören yorumuyla diğer mutasavvıflardan ayrılır. Felsefesinin kaynağını aldığı öğreti Zerdüştlük olan Sühreverdi, bu manada doğru bir yorum geliştirmiştir. Zerdüşt’ü bir ilk filozof olarak tanımlar ve kendi çağının gerçekliğine göre uyarlamaya çalışır. Işıkçılık (İşrakiyyun) biçiminde ad almış olan öğretisi, Zerdüştlüğün ve Maniciliğin Ahura Mazda ilkesine dayanır. Tavrını, karakterini ve yaşamını iyilikten, özgürlükten, toplumsallıktan yana düzenleyen Sühreverdi, bu ilkeyi İslami kültürle bütünleştirmeye çalışır. Bir bakıma İslam’a Zerdüştlüğün Mazdaik felsefesini aşılar. Bunu sırf felsefe olması için de yapmaz. Amacı, çağının iktidarcılığına, maddiyatçılığına, zorbalığına, yalancılığına, yani Ehrimenliğine felsefi hakikatle karşı durmaktır. Nefsini eğitmek, insanı insan kılar, güzel ve ari tutar. Işık, tam olarak budur. Ötesi düşkünlüktür.
Sühreverdi’nin geliştirdiği bu mana, iktidar yanlısı yalaka, sözde ulema tarafından tehlikeli görülür. Çünkü Sultan Selahattini Eyyubi’nin oğlu Melik Zahir, Sühreverdi’den etkilenmiştir. İktidar, bilgeliğin, hakikatin etkisine girebilir ve bu durum sultana, saraya zarar verir. Dolayısıyla “Olması gereken, iktidarın bilgiye, bilime ve bilgeliğe hakim olmasıdır” diyerek Sühreverdi’yi kıskançlıklarından hareketle ‘zındıklık’la suçlayıp Selahattini Eyyubi’ye şikayet ederler. Kendisi de bir Kürt olan Selahattini Eyyubi, Sühreverdi’yi bir eve hapsederek açlık yoluyla öldürür. Hakikat ile iktidarın diyalektik çatışması, Kürt gerçekliğinde karşımıza bu biçimiyle çıkar. Sühreverdi öldürülüyor ama hakikat çok değişik yüzüyle günümüzde de çatışmasını sürdürüyor. Onun öldürüldüğü Halep’te, özgürlük ile iktidarın amansız savaşına tanık oluyoruz. Şêx Meqsûd Mahallesi’ndeki direniş, aynı hikayenin devamı gibidir.
II. NIETZSCHE
Sühreverdi, 33 yaşında öldürülüyor. Aradan yüzlerce yıl geçse de Sühreverdi 33 yaşındadır. Tam yedi yüz yıl sonra Nietzsche, Zerdüşt felsefesiyle tanıştığında Sühreverdi’nin öldürüldüğü yaşlardaydı. Yaşadığı çağı ve yaşanmış yüzyılları Zerdüşt’ün felsefesiyle yargılayarak neredeyse peygamber olduğunu ilan etti. Zerdüşt konuşuyordu, Nietzsche’nin içinden. O yüzden önemli yapıtına ‘Böyle Konuştu Zerdüşt’ demişti.
Zerdüşt’ün hakikatini yaklaşık yüz elli yıl önce şöyle ifade etmişti Nietzsche: “Bütün büyük kişilerin düşünce gücünü ve iyiliğini bir araya getirirseniz çıkaramazsınız yine Zerdüşt’ün konuşmasını.”
III. ZERDÜŞT
MÖ 6 veya 7. yüzyıllarda yaşadığı rivayet olunan Zerdüşt’ün doğuşu, Pehlevi kaynaklarına göre bitkilerin ve suların canlanmasına yol açar. Bahar aylarında doğduğu anlaşılan Zerdüşt hakkında diğer bir önemli rivayet de, doğarken gülen tek çocuk olmasıdır. Zerdüştlüğün Mezdinsa ayinlerinden biri de bu anlamda neşenin, coşkunun, mutluluğun damgasını vurduğu ayinlerdir. Tarımla ve çiftçilikle uğraşan dağ topluluklarının yaşam enerjilerini dışa vurdukları bu ayinler, onların karakterini tanımlar. Neşeli, gülen, dans eden kültürel geleneğin Zerdüşti ifadesi, Ahura Mazda özellikleridir. Ağlamak ve hüzün ise Ehrimen’in içerisine sızıp karamsarlığı geliştirebileceği ruh halleridir. Neşe, gülüş, dans, coşku, mücadele, çalışma ve doğayla bütünlük içinde yaşamak demektir. Kadına dayalı toplumsal yaşamın varlığı bu temelde değil midir? O halde Zerdüşt’e atfedilen pozitif özelliklerden kasıt, onun anatanrıça kültürüne dayalı halk kültürüne dönüşünü ifade ettiği açıktır. Bir ışık huzmesinin yıldızdan kopup bir kadının rahmine düşmesi (kadın-ana) ve bir bahar şenliğinde (Newroz) doğması, Kürt kültüründeki rönesansı anlatır bize.
Zerdüşt 20 yaşına gelince toplumsal sorunlar üzerine kafa yormaya başlar. Düşünür, inzivaya çekilir. Hayatı anlamaya çalışır. Ani bir savaş patlak verince tam on yıl inzivaya çekilir. Hissetiği şey, daha büyük bir amaç için yaşanması gerektiğidir.
“Hayat nedir?”, “Doğru yaşamanın yolu nedir?”, “Tanrı, varlıklar, tüm kozmos niye vardır?”, “Devlet, halk, çalışmak, ibadet ne anlama gelir?”
Doğru düşünmek, yapmak ve bilmek üzerine tefekküre dalan Zerdüşt, iyiliğin ve kötülüğün bilgisine erer. Yani hakikati bulur. Ahura Mazda, özgür ve güzel yaşamın hakikati olarak kendi kişiliğinde yakaladığı en anlamlı ilkedir. Ahura Mazda’ya (kendi benliğine) sorular sorar, derin cevaplar bulur. Bunları Gatha’lar (söz’ler) olarak ifade eder. Düşünceleri yerel iktidar güçlerini rahatsız etmeye başlar ve onlarla çatışmak durumunda kalır. Kabile hiyerarşisi ve toplumsal yarılmalarla her türlü mücadeleyi yürütür. O dönemin adlandırmasıyla Kerpenler ve Kuylar (rahip krallar), Zerdüşt’ten oldukça rahatsızdır. Defalarca onların komplolarıyla karşı karşıya kalır. Tüm belaları atlatarak düşüncelerini yaymaya çalışır. 77 yaşındayken Tur Bratmo adında bir düşman askeri tarafından öldürülür.
IV. XWEZA’NIN (DOĞA) ÖĞRENCİSİ OLARAK ZERDÜŞT
Zerdüşt’ün tüm felsefesi, aşağıda anlatacağım öyküde saklıdır. Kimi kaynaklarda “Zerdüşt ve Hint Bilgesi” adında geçen öyküyü, “Öğretmen Tohum” ya da “Doğanın Öğrencisi Zerdüşt” biçiminde adlandırmak daha yerinde olacaktır. Güncele de alabildiğince uyarlanabilecek bu öykü, demokratik siyaset yürütücüleri açısından derslerle doludur.
Öyküyü anlatmadan önce bir anekdot daha düşmek gerekir. Pehlevi kaynaklarına dayanılarak anlatılan öykü, Zerdüşt felsefesinin iktidar tarafından benimsenmesini de ifade eder. İktidar ve halk çatışmasının gerilimi tüm boyutlarıyla ortaya serilirken son tahlilde Kral bir anda Zerdüşt’ün felsefesini yayan konumda görülüyor. Persli saray entelektüellerinin Zerdüştlüğü iktidarla özdeş kılma çabalarının aynı çağda tüm dünyada örneklerine rastlamaktayız. Budacılığın Kral Aşoka tarafından, Konfüçyüsçülüğün Çin Krallığınca, Maniciliğin ise Sasani Prenslerince benimsenmesi gibi...
Pers krallarından Viştasep, günlerden bir gün seferden dönerken yolda Zerdüşt ile öğrencilerine rastlar. Öğrencilerine bir bağda bitkiler ve tarım konusunda eğitim veren Zerdüşt’ün bilegeliğini duyan Viştasep, dünya, yaşam ve yaradılış hakkında kimi sorularına cevap bulmak üzere Zerdüşt’e gitmeye karar verir. Kral yanlarına varır varmaz eğitimdeki Zerdüşt öğrencileri kendilerine yol verir. Viştasep, Zerdüşt hakkında duyduklarını, onun bilgeliğini överek yanına gelmesinin sebebi olarak da ne danışmanlarının, ne de farklı bilgelerin yanıtlayamadığı soruları olduğunu söyler. Eğer bilge bir adamsa sorularına cevap vermesini ister. Yaradılışın sırrı ve doğa kanunları hakkında peşpeşe sorularını yöneltir Zerdüşt’e.
Zerdüşt düşünceli bir biçimde öğrencilerinin bakışları altında bir yandan Viştasep’e bakarken bir yandan da yerden aldığı bir buğday tanesini kendisine uzatıp şöyle der: “Bu buğday tanesini al. Onun üzerine iyice düşündüğün zaman bütün soruların cevabını bulursun.”
Kral bu duruma şaşırır ve hiçbir şey anlamaz. Etrafındakiler gülünce sinirlenir ve Zerdüşt’ün kendisini aşağıladığını düşünür. Buğday tanesini öfkeyle yere atıp Zerdüşt’ü cahillikle suçlar ve adamlarıyla oradan uzaklaşır. Zerdüşt, Kral’ın attığı buğday tanesini yerden alarak öğrencilerine, “Saklayacağım. Çünkü bir gün bu buğday tanesine ihtiyacı olacak” der.
Bu olay üzerinden yıllar geçer. Kral Viştasep savaşlarda başarı üstüne başarı elde etse de ruhu, bilme ve bilgelik arayışından yoksun olarak huzursuzluğunu hissettirir. Gece gündüz düşüncelere dalar ve kendisiyle tartışır. “Servetimin kaynağı ne?”, “Fakirliğin sebebi ne?”, “Halk arasındaki sosyal adaletsizlik neden var?”, “Neden ben her şeye sahipken başkaları değil?”, “Bu saray duvarlarının arkasında yer alan bir halk varken ben neden kralım?”, “Ölüm nedir, ölümümden sonra ne olacağım?”, “Yaşam var mı?”, “Güç ve saltanat beni ölümden korur mu?”, “Başka bir boyutta yaşam mümkün mü?”, “Ben hayattan önce var mıydım ve kimdim?”, “İlk defa mı yaşıyorum?”, “Dünya nasıl oluştu?”, “Xweda (Allah) yaratan mıdır? Yaratansa nasıl ortaya çıktı”, “Zamandan önce ne vardı?”, Sorular, sorular ve sorular... Kafasını kurcalayan, geceleri uyutmayan binlerce soruyla baş başa kalır. Kendi çağının Gılgamış’ı gibi ölümsüzlüğün sırrını merak eder durur.
Zerdüşt’ün namı gün geçtikçe dört bir yana yayılır. Herkes onun bilgisinden ve bilgeliğinden faydalanmak için kendisine akın eder. Kral bu durumu fark edince kendisinden bir kez daha ricacı olmaya karar verir. Onlarca mücevher ve hediyeyi hazırlatarak saray maiyetiyle birlikte kendisine gönderir ve onu sarayına davet eder. Onu anlamadığı için pişmanlığını ve şiddetle yaşamın sırrını, felsefesini öğrenmek istediğini belirtir davetiyesinde. Olur da davete olumlu yanıt vermezse diye en iyi öğrencilerinden birini de gönderebileceğini belirtir davetiyeye.
Mücevher ve hediyelerle Zerdüşt’ün dergahına varan saray heyeti, her şeyi kendisine izah eder. Zerdüşt, kumaş ve örtüler hariç geri kalan tüm hediyeleri reddeder. Kumaş ve örtüleri de kendisi için değil, kışın ağaçları soğuktan korumak için kabul eder. Kralın davetine icabet edemeyeceğini belirtir ve heyete şunları söyler: “Ben öğrencilerimden birini Kral’a hocalık yapsın diye göndermeyeceğim, ona hocamı göndereceğim. Çünkü bütün bu sırları, bütün bu doğa güçlerinin anlattığı her şeyi, bütün birikimimi ona borçluyum ve ondan öğrendim. Ayrıca bundan şüphem yok ki Kral Viştasep ne kadar bu cevapları almak için sabırsızlanıyorsa, hocam da bilgileri ona vermek için sabırsızdır.”
Heyet, Zerdüşt’ün reddettiği hediyelerle birlikte Zerdüşt’ün hocasını da alarak Kral’ın huzuruna çıkar. Heyetten mesajı dinleyen Kral hayretler içinde kalır. “Nerede öyleyse Zerdüşt’ün hocası?” diye sorar heyete. Heyetten sorumlu elçi, ince bir yaprağın içine sarılmış hediyeyi, yani Zerdüşt’ün hocasını Kral’a uzatır. Kral hayretler içerisinde yaprağı açar. İçinden daha önce Zerdüşt’ün kendisine verdiği ama öfkeyle yere attığı buğday tanesi çıkar. Bakar, “Bir sırrı olmalı” diyerek buğday tanesini altın kutuya koyar ve hazinede saklanmasını buyurur. Beklesin ki buğday tanesinin sırrı kendini göstersin!
Bir şey çıkmayınca bir kez daha Zerdüşt’ün kendisiyle alay ettiğini düşünür ama tek farkla: “Ona, onsuz da sorularımın cevaplarını bulabileceğimi göstereceğim” diyerek. O dönemler başka bir bilgenin daha namı yayılır. Bu bilge, Hintli Congranghaca’dır. Kral, aynı hediyeleri kendisine göndererek bu bilgeyi ülkesine davet eder. Beklenen müjde tez ulaşmış, bilge daveti kabul edip çoktan yollara düşmüştür bile. Kral onun gelişi için bir kutlama yapar. Bilge, gelir gelmez bu davet için Kral’a teşekkürlerini sunarak asıl geliş amacının hakkında çok şey duyduğu Zerdüşt’ü görmek olduğunu söyler. “Yakınınızda böylesine büyük bir bilge dururken bana nasıl ihtiyaç olur, anlayamıyorum... Sorularınıza asıl cevap odur” der. Kral da, asıl isteğinin bu olduğunu, iki kez davet ettiğini ancak Zerdüşt’ün ikisinde de kendisine bir buğday tanesi verdiğini anlatır. “Hayatın tüm sırrı bu buğday tanesindeymiş! Gülünç değil mi? Sen ne düşünüyorsun?” diye sorar bilgeye.
Altın kutu içindeki buğday, bilgeye takdim edilir. Hintli bilge buğday tanesini uzun uzadıya inceler, düşünür. Başını kaldırıp şöyle der: “Bu uzun seferin boşuna yapılmadığını hissediyorum. Zerdüşt gerçekten de büyük ve eşsiz bir bilgedir. O aslında kendi öğreticisini, hocasını sana göndermiştir. Bu buğday tanesi aslında bize bu hayatın, doğanın ve dünya düzeninin sırrını sunabilir. Çünkü bütün bunları içinde, özünde taşımaktadır. Sen ey Kral! Eğer sen o içinden çıkamadığın soruların cevabını aramak ve içini bunaltan karamsarlıktan kurtulmak istiyorsan, o buğday tanesini altın kutuda tutma. Onu ait olduğu ve orada yetişeceği toprağa bırak. Orada topraktan, havadan, yağmurdan, güneşten, ay ve yıldızların ışığından faydalanır; kendi içinde bir dünya gibi gelişir ve var olur. Dünyadaki bütün enerjiler ona doğru şahlanır. Tohum kendi muhitinde o enerjileri alır, kullanır ve kendi gibi birçok tohum doğurur bereketiyle. Senin durumun da böyledir. Sen bu sarayda kapalı kapılar ardında yaşadığın müddetçe, altın kutuda tutulan buğday tanesinden farksızsın. Bilgeliğe ve bütün bu soruların kerametine ulaşmak istiyorsan, bu buğday tanesi gibi sarayını, tahtını bırakıp daha doğal bir muhitte yaşaman gerekiyor. O bağa girmelisin. Orada tabiat ve enerjilerine daha yakın olacaksın. Tıpkı bütün bu enerjilerin buğdaya geçtiği gibi bütün enerjiler sana yönelecektir. Sonra o müthiş doğa ve dünyanın ruhuyla bir bütün olacaksın. Zerdüşt, aslında hizmetlerin, nasihatlerin en kıymetlisini sunmuştur sana. Zerdüşt’ün öğretisinde bu tabiat olmuştur. Ancak sen bu öğüdün üzerine hiç düşünmemişsin. Düşününce anlayacaksın ki, onun içinde sonsuz ve sihirli bir zengilik vardır. Bilge bir gözle baktığında, bu tohum kendi kendine yok olunca onun üzerinden, toprağın yüreğinden bir filiz çıkar. Filiz büyük, başaklanır. Neden biliyor musun? Çünkü yaşam enerjisiyle doludur kalbi. Bir bitki büyüyüp tomurcuklanınca onun içindeki enerji özgürleşir. Yaşam, enerjinin özgürlüğüdür. Galip gelmek budur. Ölüme ve sessizliğe galip gelmektir. Bu bitki gelişiminin her aşamasında ışığa uzanır ve güneşe doğru yönelir. Kötü ve ona engel olan göçlerle mücadele eder.”
Kral bu anlatım karşısında, “Tamam ama sonunda da solup gider” der. Bilge de karşılık olarak, “Yaradılış, görevini yüzlerce tohuma bırakır, yaşamın devamını sağlar. Bu sana örnek olmalı. Ezeli kanunu anlatır. Eğer yaşam döngüsünde yer almak istiyorsan bencilliği bırak. Kendini görmeyi, hatta kendin olmayı unutmalısın. Bütün bilgilere ulaşmak ve felsefi birikimi kavrayabilmek için bu önemli bir şarttır. Bu buğday tanesi senin sorduğun soruların cevabıdır. Zerdüşt’ün dediği gibi buğday tanesi büyük bir öğretmendir. Ben hekimim ve filozofum, sen ise Kral. Bize bu buğday tanesini gönderdiği için Zerdüşt’e müteşekkir olmalıyız.
Bilge ile Kral, bu sohbetten sonra yola düşüp Zerdüşt’ün dergahına varır. Orada yaşamı gözlemlerler. Farkına vardıkları bir gerçek daha vardır burada: Yaşam ve çalışmak.
Çalışmak özgürlüktür, mutluluktur. Hayatı yaşamanın en doğru yolu tabiatın ve sadeliğin kucağında yaşamaktır. Bolluk ve bilgelik bu yaşamla ilintilidir.
Kral ile Bilge orada tam bir yıl kalır. Kral saraya döner ve orada öğrendiklerini bir kitaba dönüştürür. Böylece Zend Avesta, yani Bilgelik Kitabı ortaya çıkar. Zerdüştlüğü imparatorluğun dini olarak ilan eder.
Hintli Bilge de Hinduların kutsal kitabı Rigveda’yı (ezgiler) derler.
V. DERSTEN DERS ALMAK
Zerdüştlük ilk etkisini kendi toplumunda bir rönesans ve devrim biçiminde gösterir. Ardından Yunanistan’da gelişen felsefenin de soy damarı olur. Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet gibi tek tanrılı dinleri önemli oranda etkiler. Komünal demokratik toplulukların uygarlığa karşı direnişlerinde Mazdekiler, Hurremitler ve Babekilik biçiminde boy gösterir. Pers İmparatorluğu’nun resmi dini olur. Manicilik biçiminde gericileşen map rahiplerine karşı öze dönüşü yaşar. Kürt kültürel geleneğinde Êzîdîlik, Alevilik, Yaresanilik biçiminde varlığını sürdürmeye devam eder. Günümüzde de bu evrensel karakterini çok değişik boyutlarda yaşamaktadır.
Tohum öyküsünü 2 bin 500 yıl sonra okuduğumuzda, Zerdüşt’ün eleştirisiyle karşı karşıya kalıyoruz. Demokratik siyasetin kendini halktan yalıtarak nasıl bürokratikleştiğini, kendini altın kutuya -yani kurumlara- hapsettiğini, giderek enerjisini ve çalışma aşkını yitirdiğini, ayrıcalık sahibi olmaya başladığını, maddi dünyaya aşırı kapıldığını, dolayısıyla iktidarcılaştığını, yaşadığımız son yıllar bize açıkça gösterdi. Doğadan ve toplumdan kopan hiçbir yaklaşımın siyasetle bağlantısı olamaz. Kral gibi saraylarda yaşayıp sorulara cevap, sorunlara çözüm bulmak mümkün olmadığına göre, enerjiyle -yani toplumsal doğayla- doğru temelde buluşmak, özgürlüğü ve demokratik yaşamı mümkün kılacaktır.
Ekolojik, demokratik, kadın özgürlükçü toplum paradigması ve onun akademisi, tohumun öyküsünün modern açılımıdır. Çıkarılacak ve pratikleştirilecek nice derslere...
Politika