Baharın tüm coşkusuyla ve acılarıyla akıyor Munzur.
Bazı yerlerde sessiz, sakin ve davetkâr Munzur.
İnsanı bir anne gibi sarıp sarmalayan Munzur...
Bazı yerlerde çılgın, öfkeli ve delicesine haykırarak acılarını anlatan Munzur…
Munzur halen acılı ve yaraları kanayan Dersimin çığlığıdır aslında. İnsanın dinlerken bile tahammül edemediği vahşetin, zulmün, yok etmenin, sürgünün ve ötekileştirmenin bağırışıdır.
Bununla da kalmamış asimilasyon politikalarıyla Dersimliyi Tuncelili yaparak kendi karşıtına dönüştürmenin haykırışıdır. Dersimliyi Dersimli yapan dil, inanç ve kimlik bazında da eşi benzeri olmayan yaklaşımlarla kendine yabancılaştırmanın öfkesidir Munzur.
Geride bıraktığımız günlerde Dersim katliam kararının alındığı 4 Mayıs için çeşitli etkinlikler ve anmalar yapıldı. Bu yıl diğer yıllardan farklı olarak Alevi kurumlarının bir kısmı merkezi ve genel başkanlar düzeyinde anmalara ve etkinliklere katıldı, açıklamalar yaptı. Anmalarda ve etkinliklerde önceki yıllarda dile getirilen temel taleplerin dışında yeni istekler yoktu. Değişmeyen ve tekrarlanan istek devletin 37-38 Dersim katliamı ile yüzleşmesi ve sonuçlarına katlanmasıydı.
Bir de etkinliklerde dile gelmeyen halen dünmüş gibi acılarını yaşayan insanların durumu var ortada. İlçelerde ve köylerde Alevi Ocaklarını, inanç merkezlerini ziyaret ettik. Alevi Pirlerini, Analarını ve Talipleriyle sohbet ettik. Ziyaretlerine, kutsal mekânlarına gömülü ama halen kanayan yaralarını gördük, duyduk.
Pertek’te bir ziyarette Fadime Anayla sohbet ettik mesela. Ağlayarak anlatıyor “Ben çok küçüktüm. Şu yamaca bir grup Dersimliyi getirmişlerdi. Çoluk çocuk demeden hepsini öldürdüler. Cenazeleri ortada açıkta kaldı, gömülmedi. Cenazeler yerde kaldı. Alevi dedeleri gidip cenaze erkânlarını yapalım dediler. Köylülerimiz siz delimisiniz gitmeyin vururlar sizi dediler. Turabi dede ile Hasan dede ise biz dedeyiz cenazeleri nasıl yerde bırakırız, bu hak değil, bu doğru değil deyip cenaze erkânı[1] için gittiler. Askerler cenaze erkânı yapmak istedikleri için Dedelerimiz Turabi Baran ve Hasan Canan aileleri ile birlikte 24 kişiyi öldürdüler. Cenazeleri de alamadık. Bunlar benim ailemdi. Birkaç yıl önce kemikler bulundu, DNA testi belli oldu ki bunlar bizimkiler. 13 kişininkiydi. Onları aldık defnettik.” Bu ve benzeri hatta dinlemeye bile tahammül edemeyeceğiniz acılı hikayeleri Dersimin birçok yerinde dinlemek mümkündür.
Dersim katliamının yarattığı çok farklı sonuçları var elbette. Dilde, etnisitede, kültürde, sosyal yapıda yarattığı olumsuz değişimleri tamir etmek çok ama çok çaba gerektiriyor. Katliamın bunların yanında öyle ağır sonuçları var ki yarattığı yıkımı onarmak öyle kolay değil.
Alevilik Dersim açısından başat ve tanıtıcı en önemli kimliklerden biridir. Dersim kimliğinin oluşmasında inanç çok önemli bir yerde durmaktadır. Toplumun sosyal ilişkilerinden tutun, toplumsal barışına, doğayla olan ilişkisine kadar bir şekilde her alanı düzenleyen bir Alevi Ocak sistemi vardı Dersimde. Bu sistem sadece inançsal ihtiyaçları karşılamıyordu. Toplumsal yaşamın her alanına sirayet etmiş, çok güçlü sosyal bağlarla onları birbirine bağlamış bir sistemden, düzenden bahsediyoruz. Sorunların çözümü için devlet, mahkeme gibi tahakkümü ve insanı nesneleştiren, hiçleştiren hiyerarşik bir yapıya ihtiyaç duymayan Alevi Ocak örgütlenmesini görüyoruz.
Yukarıda ifade etmeye çalıştığım Ocak yapılanması ile Alevilik bu katliam ve sonrasında devam eden politikalarla telafisi güç yıkımla karşı karşıya kalmıştır. Katliam ve sürgünlerle Ocaklar işlemez hale getirilmiş, Cemler yapılamamış, Yol-Erkan yürütülemez olmuştur. Ocakzadelerle talipler birbirinden kopartılmış, Türkiye’nin ve Dünyanın farklı yerlerine dağılmışlardır. Zeynel dede “Bu bizim Ocağımız ve inancımız için göreceğimiz en büyük felaketimizdir” diyor. Bir başka dede “Cemlerimiz yapılamaz oldu, inancımızın temel direği Müsahiplik[2] kurumu işlemez hale geldi.” Bir ana “Cemleri yapmak için dedelerimiz gizli saklı gelirlerdi, Cem boyunca nöbet tutulurdu” diyor. Yine Aleviler için kutsal olan ziyaretlere, makamlara zarar verilmeye çalışıldığını çokça anlatıp durdular. Bir başkası “ bizi rencide etmek için Pirlerimizi, ocakzadelerimizi aşağılayarak, hakaret ederek itibarsızlaştırmaya ve toplumun gözünde düşürmeye çalışıyorlardı” diyor. Anlatacak, yazacak çok şey var ama buna sayfalar yetmeyecek.
Görünen o ki devlet geçmişte de şimdi de neyi nasıl yapacağını çok iyi biliyor. Bir toplumu çökertip teslim almak için onları birbirine bağlayan, yaşamlarını düzenleyen, özgür kılan yapıları çözmektir. Dersimde bunu birçok yöntem kullanarak yapmaya çalışmış. En vurucu hamlesini de Alevi Ocak sistemine yönelerek, onu çözerek yapmaya çalışmış. Bunu tam başarabilmiş mi? Tam olmazsa bile çok ciddi, sonuçları oldukça ağır düzeyde yol aldığını söylemek mümkündür.
Dersim yaralarını da acılarını da unutmamış. Her yerde, her an dile gelir.
Karlı dağları tüm heybetiyle direnişi dile getirir.
Evlatlarını koruyan, kollayan, içine alan ormanları halen yaşamı müjdeler.
Kutsal mekânları, ziyaretleri, Ocakları, Tarıkları[3], Ermişleri, Evliyaları, Hak ve Hakikat Yolu için halen ışık saçmaya devam ediyor.
Munzur tüm berraklığı ve haşmetiyle akmaya devam ediyor.
Aslında Dersim bizi çağırıyor.
Ayağa kalkmaya ve kendimizle yüzleşmeye çağırıyor.
[1] Erkan; ritüeller, inançta izlenen yol, yapılan işlem. Cenaze Erkânı: Cenaze Töreni, Sırlama
[2] Müsahip; Alevilikte iki kişinin eşleriyle Cem de Yol’a girmesi. Bu sonsuz bir kardeşliktir.
[3] Tarık; Alevi Ocaklarının sembolize eden, kutsal bir obje. Bin yılı aşkın süredir yeni kuşaklara devredilen ağaçtan yapılmış belli bir kalınlıkta ve uzunlukta emanet. Genelde dedelerin ve ocakzadelerin evlerinde özel bir yerde korunur.
(artigercek)