RTE’nin konuşmaları her zaman kendi dünya görüşünün kodlarını veriyor. Son yazılarımdan birinde şu anda verilen anayasa mücadelesinin aslında 200 yıllık bir mücadele olduğunu yazmıştım.
Sağ olsun kendisi de beni yalanlamadı.
7 Haziran seçimleri sonrasında günlerce nutku tutulan, herhangi bir açıklama yapmazken, 16 Nisan akşamı daha resmi sonuçlar ilan edilmeden, kendi zaferini alelacele ilan ederken, kendi düşüncesinin kodlarını açık etmekten de kaçınmıyordu.
Osmanlılığı ile övünen RTE, Meşrutiyetten, Islahat Fermanından, Tanzimat Fermanından da gerilere gitti tarihle hesaplaşmasında.
Tarihi konuşmasında 200 yıllık sistem tartışmasının bittiğini ilan etti.
Peki 200 yıl önce Fransız devriminden 9 yıl sonra VelestinliRigas’ın başlattığı Osmanlı coğrafyasının ilk anayasa taslağında ne tartışılıyordu?
Tiranlığın son bulması.
Aslında insanlığın eski Yunan’dan, Roma’dan bu yana tartıştığı bir konu.
200 yıllık sistem tartışmanın sona erdiğini, “millet” /bunu ümmet olarak okuyun, halk yada yurttaşlar diye okuyun/ desteği ile ilan etmek aslında bir cesaret.
Ama cesaretin her zaman korku ile de diyalektik bir bağıntısı vardır.
Restorasyon, Fransız devriminden sonra özellikle Avusturya öncülüğünde, mutlakiyet sisteminin yeniden oturtulduğu dönemi tanımlar.
Zaten, akımın ideoloğu Prof. Dr. Davutoğlu, Kasım seçimlerinden hemen sonra “Restorasyon” döneminin başladığını ilan etmemiş miydi? /Ve de Mim Kemal’in İsmet’i sonunda tasfiye etmesi gibi RTE onu en başta tasfiye etmemiş miydi? Zaten tasfiyeler otokratik sistemlerin baş özelliği değil midir? Abdülhamit de sultanlığı sırasında az Veziriazam harcamamıştı/.
Evet, dünya özelinde 200 yıl öncesinin kavgasına dönüş yaparken, İhtilal-i Kebir’i yadsırken, coğrafya özeline nelere, hangi kavgalara dönüş yapılıyordu?
RTE’nin kronolojisine denk düşen dönüm noktalarına bakacak olursak bu tarihe mesela III. Selim’in Nizam-ı Cedit’i denk düşüyor ve Elbette Sultan’ın erkini kısıtlayan, kimi siyaset bilimcilerince Osmanlı MagnaCarta’sı diye nitelenen Alemdar Mustafa Paşa öncülüğünde Rumeli ayanı tarafından hazırlanan Sened-i İttifak denk düşüyor.
III. Selim döneminde, Osmanlı coğrafyasında aydınlanma felsefesinin yansımaları görülüyor. Aydınlanmanın etkileri Fransız devrimi öncesi nasıl Prusya, Rus saraylarına yansıdı ise, Osmanlı Sarayına da bir şekilde yansımaya başlamıştı.
İsveç sefaretinde mütercimlik yapan MuratcanTosunyandiye bir Ermeni bir mütercim o tarihlerde, Fransızca Osmanlının ilk mufassal tarihini yazıyordu, “Osmanlı İmparatorluğunun Genel Tablosu” diye. İlk cildi 1788’de çıkan7 cilt.. Hammer de ondan kopyalayacaktı nice zaman sonra. Daha sonra Muradgead’Ohsson adıyla İsveçli bir diplomat olacaktı. Osmanlının Avusturya’nın talebiyle kovduğu dragoman. 200 yıldır kitabı Türkçeye çevrilmedi bile.
RTE’nin Osmanlısı elbette bu Osmanlı değil, III: Selim’in kellesini alan Osmanlı.
Osmanlı tarihinin karanlık sayfaları.
Gazavatnamelerin Osmanlısı… Çok uluslu, çok inançlı, çok alfabeli Osmanlı değil!
Anayasa katili, muhbirler ordusunun komutanı Abdülhamit’in Osmanlısı.
Necmettin Hocanın erken deyişi ile, aslında “kadayıfın altı kızardı. Mesele, dönüşüm kanlı mı kansız mı olacak?”
Hakkını yemeyelim, Hoca her şeye karşın, kanlı yolu denemedi.
14 yıllık erkden sonra, aslında şimdi de toplumun tiranlığa karşı iradesi ve öfkesi de kızardı.
Yine aynı soru. Kanlı mı kansız mı?
Ne yazık ki, kifayetsiz sözde ana muhalefetin de katkısı ile, hadi reformdan demokratikleşmeden vazgeçtik, normalleşme şansı da kaçırıldı 7 Haziran’da ve inisiyatif tiranlığın eline bırakıldı.
28 Şubat’da İslamcılar bu Hocanın sorusuyla karşı karşıyaydı. Geri çekilmeyi kabul ettiler.
Şimdi ise Tiranlık karşıtları.
Direniş ve “Tek yol devrim” sloganlarının yeniden canlanması boşuna değil.
artıgerçek