Oyun, “büyük zafer” üzere kurgulanmış, kampanya buna göre programlanmıştı.
Erdoğan’ın büyüklüğüne yaraşır bir zafer için, Türk ırkçılarını (AKP, MHP, BBP) bir araya getiren tek cephe kurulmuş, kiralık Kürtlerden oluşan “Hizbullah” yanlarına monte edilmişti.
Cepheciler, çıplak ayağıyla kızgın küle basmış yetim gibi ortalıkta dört dönüyor, başına kötü bir iş gelmişçesine “bayrağım da bayrağım” diye feryat ediyor, Erdoğan’ın başını çektiği imamlar koro halinde “ezan susmayacak” diye tepiniyorlardı.
Oysa, kimsenin ezanla ters giden işi, uğraşı yoktu. “Ezan sussun” diyen de...
Ama, IŞİD ruhu serpili Faşizm şirretti. “Ah benim ezanım ah” haykırışlarını duyan dindarlardan kimileri, “tutmayın beni, ezanım susturulmak istenirken kahrımdan bayılmak istiyorum” diye diye, ezanın başına kötü bir şey gelmiş gibi hisleniyor, göz yaşı döküyorlardı.
Erdoğan, ezana dair hissiyatı köpürtmek için, ortalıkta dört dönüyorlardı. Bu koşuda halkın vergileriyle satın alınmış uçaklar, helikopterler, arabalar emrindeydi. Halkın vergisi ile beslenen valiler, kaymakamlar hizmet eri niyetine ter döküyor, Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı camiler beyin yıkama alanları olarak kullanılıyor, imamlar, muhtarlar muhalif fişliyor, patronları mide ve kasalarıyla rehin alınmış medya propaganda düdüğü olarak iş görüyordu.
Böylece, “eşitlik, adalet” diye diye Sezarla birlikte bütün halkın hakkı çalınıp, Erdoğan’ın ayakları dibine seriliyor, Kürtler ise eşitliğin şahaneliğini yaşıyorlardı.
Kürtler için eşitlik o kadar görkemli, Türk tipi demokrasi öylesine süslü-püslü, kakülü de o denli belaydı ki, Kürtler seçilmişler hapiste, köylerden mahpusa tutuklular tabur taburdu.
Ve derken valiler, kaymakamlar, köy meydanlarında panzerlerden inip rap rap camiye yürüyor, orada toplanan kalabalığa selam vermeyi bile büyüklüklerinin şanına yedirmeden “adam olun lan” diye nizam, intizam veriyorlardı. “Adam olun lan, sizden Reisimize da oy istiyorum, oy! Oy vermezlik edip beni büyüklerime mahçup edenin imanına çökerim, imanına vallahi!..”
Ötede halkıyla diyaloğa giden Kürtlerin yolu kesiliyor, toplantıları yasaklanıyor, “ama benim de hakkım” diyen mahpus damına çekiliyordu...
16 Nisan günü, Faşist diktatörlüğün nizamnamesi olan Anayasa değişikliği sürecinde Faşist parti devlet, Faşizmin raconu gereği parti devletti.
Ama, Faşizmde alışılmadık bir şey oldu. Erdoğan ezici bir çoğunlukla zafer beklerken, Son anda Yüksek Seçim Kurulunun (YSK), “hırsızlık, kalpazanlık” oylarına kapı açan “mühürsüzler de geçerlidir” kararıyla birinciliği yakalayabildi.
Oysa Faşizm tarihi, oylama yüzde 90’lara varan zafer rekorlarıyla doludur.
Faşizm oyla geliyor, ama “fıtratında” oyla gitme bir yana, tökezleme de yoktu. Kalıcılığa oynayan kanlı zorba, herhangi bir şekilde dürtükleme ile gidiyordu. Tıpkı Mafya gibi...
Çünkü onlar, işledikleri suçu kapatım derken ölçüyü iyice kaçırıyor, birileri dürtükleyerek, yerlerde sürükleyerek atana kadar suç batağında yaşamaya mahkum kalıyorlardı. Faşizm tarihi “Duçe”lerin “Führer”, “Reis” ya da “Baba”ların kader çizgisini böyle kaydediyor.
Erdoğan, şimdilik kazanmış görünüyor. Ama kazancı, onun kaybıdır, aslında. Çünkü, kalıbından çıkan şiddet dalgalarına karşı mücadelede, meşru haktır. Nitekim referandum akşamı, İstanbul sokaklarında “özgürlük” sedaları hareleşmeye başladı.
27 Mayıs’tan önce, Menderes yönetine karşı duyulan cılız sesler, daha sonra haykırışa dönüşmüştü. Kaldı ki, bugünkü şartlar daha da ağırdır.
27 Mayıs’tan önce haklar ve özgürlükler bu denli yerlerde sürüklenmemişti.
Hitler, Mussolini’den sonra, Batı dünyasının çemberindeki bir ülke, ilk defa böylesine Faşizmin sarmalında sıkışıyor.
Kürtler katliama uğraması, şehirlerinin yok edilmesi Batıyı etkilemez. Nitekim, bu yüzden şimdiye kadar TC’yı karşılarına almadılar. Ama bu kez durum farklı. Doğrudan ekonomik çıkarlarına dokunuluyor.
Erdoğan, Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ile bütünleşmeyi hizalayarak Batıya, Batının Irak ve Suriye’deki çıkarlarına saldırıyor, Anayasa referandumundan sonra yaptığı “zafer” konuşmasında, Avrupa’nın kırmızı çizgisi “idam cezasının geri geleceğini” müjdeliyordu.
Bütün bunlar boşuna değildi. Faşizmin gıdası ırkçılık ve şiddetti. Erdoğan ve Bahçeli ikilisini ise tanıyor, biliyoruz: Bu ikili düşman yaratıp savaşarak gıdalanıyor, yaşıyorlar. Hiç bir şey bulamazsa hayalet taşlayandır, onlar.
İkili, kitle tabanını tatmin için şiddeti körükleyecektir. Bu da şiddetin kanlı kargaşa doğurması demektir.
Ve en namlı Faşist rejim yarattığı kan kuyusunda boğularak kaydı, gitti...
Politika