Bu yazımızda Agos gazetesindeki bir çağrıyı esas almak istiyoruz. Gazete, şöyle söylemişti: "Adıyamanlı, Amasyalı, Arapgirli, Dersimli, Diyarbakırlı, Harputlu, Hemşinli, İstanbullu, Kastamonulu, Kayserili, Malatyalı, Musadağlı, Sasonlu, Sinoplu, Sivaslı, Tokatlı ve Zaralı Ermeniler, Surp Hagop’u kutluyor...” Peki bu kentlerde Ermenilerden geriye ne kaldı?
Kimi Ermeni tarihçiler Ermeni ülkesini, “2700 yıllık tarihiyle kültürel, siyasal ve coğrafi bir varlık olarak Fırat ırmağının doğusunda yer alır; kuzeybatıda Çoruh ırmağı, kuzeyde Kura ırmağı, doğu ve güneydoğuda Aras ırmağı ve Urmiye gölü ve güneyde Dicle vadisi ile çevrelenen” bir bölge olarak nitelendirirler. (1)
Kuşkusuz bu, Ermenilerin çıkış noktasına ilişkin bir belirlemedir; yoksa Polonyalı Ermeni gezgin Simeon’un da daha 17. yüzyılda vurguladığı gibi bu topraklardan Balkanlar’a kadar bir yayılım söz konusudur. Hatta kimi görüşlere göre de Ermeniler, aslen Orta Anadolu’dan, Kapadokya bölgesinden çıkıp yayılmıştır.
Çıkış yerleri ne olursa olsun bilinmektedir ki zamanla göç hareketleri dolayısıyla çeşitli bölgelere bir akış gerçekleşmiş, ancak 1915 Soykırımı’yla bu süreçte büyük bir kırılma yaşanmıştır. Bu trajik süreçten kurtulabilen Ermeniler, neredeyse dünyanın her yerine dağılmıştır. Bugün bütün kıtalarda Anadolulu ya da Kürdistanlı Ermenilere rastlanabileceği gibi günümüz Ermenistan’ında da Erivan’a bağlı “Arapgir, Maraş, Malatya, Van” gibi yerleşim birimleri kurulmuş bulunmaktadır. “Ermenistan’daki Anadolu” olarak nitelendirilen bu oluşum, herhalde geçmişi yaşatmaya dönük bir arzunun ürünü olmalıdır. (2)
1915 öncesi Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilerin geniş bir coğrafyaya yayıldıkları biliniyor ve bu gerçeklik görsel ürünlerle de sergilenebiliyor. Sözgelimi soykırım öncesi Adana, Amasya, Gümüşhane, Çorum, Merzifon, Harput, Erzurum, Urfa, Kayseri, Sivas, Yozgat, Eskişehir, Van gibi illerde önemli bir Ermeni varlığı söz konusuydu. Devlet, Ermeni nüfusunun 1 milyon 229 bin olduğunu savunurken Ermeni Patrikhanesi bu nüfusu 1 milyon 914 bin 620 olarak veriyordu.
Hemen tümü bölgesel el zanaatlarıyla ve ticaretle uğraşan Ermenilerin birkaç şehir bazında vereceğimiz nüfus ve okul sayıları, tüm bu yerleşkelerdeki Ermeni varlığı konusunda bize açık bir fikir verecektir.
* Adana’da 83 bin 733 Ermeni nüfusu, 89 kilise, 65 okul
*Urfa’da 41 bin 740 Ermeni nüfusu, 11 kilise, 20 okul
* Kayseri’de 52 bin Ermeni nüfusu, 47 kilise, 56 okul
* Sivas’ta 116 bin 817 Ermeni nüfusu, 198 kilise, 204 okul
* Yozgat’ta 58 bin 611 Ermeni nüfusu, 49 kilise, 42 okul
* Eskişehir’de 4 bin 510 Ermeni nüfusu, 1 kilise, 2 okul
* Van’da 110 bin 897 Ermeni nüfusu, 55 manastır, 399 kilise, 30 okul. (3)
Şu sınırlı örnekte de görüldüğü gibi bu yerleşkelerde önemli bir Ermeni varlığı söz konusudur. Ancak biz bu şehirlerin ve alt birimlerinin ayrıntısına girmeden bu gezintimizde Agos gazetesindeki bir çağrıyı esas almak istiyoruz.
Agos gazetesinin söz konusu çağırısı şöyle: “Adıyamanlı, Amasyalı, Arapgirli, Dersimli, Diyarbakırlı, Harputlu, Hemşinli, İstanbullu, Kastamonulu, Kayserili, Malatyalı, Musadağlı, Sasonlu, Sinoplu, Sivaslı, Tokatlı ve Zaralı Ermeniler, Surp Hagop’u kutluyor...” (4)
Şehirlerle özdeş isimler ve metruk kültür varlıkları
Şunu hemen belirtelim ki burada Türkçe bilinen isimlerini kullanacağımız şehirlerin hemen tümünün Kürtçe dahil başka dillerde de karşılıkları vardır. Sözgelimi Adıyaman, Kürtçe’de ‘Semsur’ olarak biliniyor.
Sonradan il olup Urfa’ya ve Maraş’a komşu olan Adıyaman, geçmişte Ermenilerin de yaşadığı bir yerleşke. Bu şehirle özdeşleşen isim ise sürgün yaşamından sonra Fransa’da Nazilere karşı direnişin sembolü olan Ermeni şair ve işçi önderi Misak Manuşyan’dır. (5)
1906’da Adıyaman’da doğan Misak Manuşyan, bir komünist şair ve direnişçidir. II. Dünya Savaşı sırasında Fransa’da faşizme karşı savaşırken yakalanıp kurşuna dizilen Manuşyan, daha 19 yaşındayken Ermeni Soykırımı sonrası Fransa’ya göç eden bir ailenin çocuğudur.
Amasya, geçmişte Hüseyin Hüsameddin’in ‘Amasya Tarihi’ başta olmak üzere birçok eserine konu olduğu halde günümüzde tarihi yeterince bilince çıkarılmayan bir şehirdir. Birçok tarihi mağara yerleşkelerinin yanı sıra önemli bir kültür varlığı da Amasya Evleri’dir. (6)
Bizim açımızdan önemli olan bir özelliği de Amasya’da 2 bin 400 yıllık Zerdüşt Tapınağı’nın ortaya çıkarılmasıdır. Prof. Dr. Şevket Dönmez yönetiminde on yıldır sürdürülen kazı çalışmaları sonucunda Milattan Önce 425-400 yıllarında yapıldığı tahmin edilen Zerdüştilere ait bir Kutsal Ateş Tapınağı ortaya çıkarılmış durumda. (7)
Konumuzu ilgilendiren bir başka haberse Hrant Dink ile aynı yetimhanede kalmış olan ‘Amasya’nın son Ermeni’si’ Rafael Altunyan’la ilgili. Ermeni kökenli CHP İstanbul Milletvekili Selina Doğan, bir çalışma çerçevesinde Amasya’nın ayakkabıcılık yapan son Ermeni’sini ziyaret ediyor ve duygusal bir görüşme yaşanıyor. Zaten Seline Doğan’ın ailesi de Amasya’nın Gümüşhacıköy ve Merzifon’unda yaşadıktan sonra İstanbul’a göçüyor. (8)
Arapgir ve bir bütün olarak Malatya, geçmişte Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı yerleşkeler arasında. Hrant Dink’in ve geçmişte yetişmiş birçok Ermeni aydının memleketi aynı zamanda. Ancak ne yazık ki bu yerleşkelerdeki kiliseler de ya yok edilmiş ya da yıkıma terk edilmiş. Hrantların kilisesi Taşhoron Kilisesi de bunlardan biri. Hatta Tekirdağ’ın Malkara ilçesindeki Ermeni mezarlığı nasıl meyhane/pavyon yapılmak üzere yıkıma tabi tutulmuşsa Garo Paylan’ın dediğine göre Malatya’daki bir kilise de genelev olarak kullanılmış.
Şimdilerde Malatya Hay-Der, bölgedeki kültür varlıklarını korumaya ve insan unsurunu ortaya çıkarmaya dönük çalışmalar yapıyor. (9) Çünkü bu yöreler, asimilasyonun ve ‘ihtida’nın en etkili olduğu yerler. Üstelik bugün en dindar, giderek ‘softa’ olarak bilinen yerleşkeler. Bunlardan biri de Darende... Buraya ilişkin küçük bir anı.
2015 yılında bir konferans için İsveç-Stockholm Alevi Kültür Merkezi’ndeyim. Toplantı öncesi bir bayan arkadaş yaklaşarak, “Hocam size babamın bir müzik albümünü vermek istiyorum” diyor. Bakıyorum, Kalan Müzik’in ‘Arşiv’ serisinden çıkan Mustafa Zengin’in albümü. Kendisini geçmişte, TRT’nin mahalli sanatçılarından biri olarak biliyorum. Sözgelimi Alman halkbilimci Ursula Reinhardt’ın 1999’da imzaladığı Türk Âşık ve Ozanları’na ilişkin bir kasetli kitabında da yer almıştı. (10) Reinhardt görüşmemizde eşi Prof. Dr. Kurt Reinhardt’la birlikte Anadolu’da alan çalışması yaparken karşılaştıkları âşık ve ozanların yüzde 60’tan fazlasının Kürt kökenli olduğunu, ancak eserlerini Türkçe icra ettiklerini söylemişti. Nitekim Darendeli âşık Mustafa Zengin’i de herkes Türk halk ozanı olarak biliyordu. Kızı Solmaz Yılmaz’ın babasının albümünü verirken söylediklerini hiç unutmadım ve dramatik bir olgu olarak birçok yerde paylaştım.
Babasının etnik kimliğini hep Türk olarak biliyormuş. Babasının ölümünden yıllar sonra annesi ölmeden bir gece açıklıyor kızına, Ermeni kökenli olduğunu. Aynı şeyi arkadaşım gazeteci Ahmet Abakay da yaşamış ve bir kitabına konu etmişti.
Dersim, Diyarbakır ve Harput’u (Osmanlı döneminde Mamuretülaziz), hem coğrafi özelliklerinden hem de demografik yapısından dolayı birlikte mütalaa etmek gerekir, diye düşünüyorum. Hatta bunlara Erzincan, Erzurum, Muş ve Bingöl’ü de katmak gerekir. Esasen tüm bu yerleşkeler ile Sivas ve Malatya’nın bir bölümü, Fırat havzasını oluşturmaktadır ve yerleşkelere ilişkin önemli bir külliyat var.
İki ciltlik bu önemli yayınlardan birini yıllar önce Munzur Festivali’nde Dersim Ermenilerinin kitap satış reyonundan almıştım: Arsen Yarman: Palu-Harput 1878/Çarsancak, Çemişgezek, Çapakçur, Erzincan, Hizan ve Civar Bölgeler. (11)
Bu bölgenin önemli özelliklerinden biri, Ermenilerin yanı sıra çok sayıda Dersimli Kürt’ün de 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren çalışma ve kazanç için Amerika’ya vuku bulan göçleridir. Öyle ki 1919’da Amerika’da bulunan ünlü sosyalist kadın yazarlardan Sabiha Zekeriya Sertel, daha yüzyılın başlarında bu ülkede bir ‘Kürdistan Mezarlığı’ bulunduğunu anlatır.
Yazar Vahdettin Engin, o zamanlar da bazı dramatik olaylara sahne olan bir kaçak göç olayını işliyor: “Sahtekârlar, 20. yüzyılın başlarında kaçak yollarla Amerika’ya gitmeye çalışan özellikle gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarını Amerika yerine Yunanistan’da yüzüstü bırakmışlardı.” (12)
Soykırım öncesi bu havzada önemli bir Ermeni varlığının bulunduğu bilinmektedir. Dersim’in Alevi Kürtleri, katliam aşamasında Ermenilere kol kanat gerip 25 binden fazla Ermeni’yi Rusya tarafına geçirirken ne yazık ki diğer unsurlar bu duyarlılığı göstermez. Bundan dolayı da bu coğrafyada yer alan ve terk edilmek zorunda kalınan bu ‘metruk’ yapılar, büyük bir yıkıma ve talana maruz kalır ve bu yağma günümüzde de devam etmektedir.
Kuşkusuz bölgeden sürgüne giden Ermeniler, yaşadıklarını çeşitli kitaplarla da bilince çıkardılar. Bunlardan biri, Mardiros Hamparzoum Çitçiyan’ın ‘Ölüme Kıl Payı/Ermeni Soykırımından Kurtulmuş Birinin Anıları’ (Belge Yay. 2009), bir başkası Osep Tokat’ın ‘Virane Kiğı’ adlı kitabı, bir diğeriyse Çemişgezek’ten Los Angeles’a giden Aurora Mardiganian’ın ‘The Story of Aurora Mardiganian’ adıyla kaleme alınan hayat hikâyesidir. Ermeni kadını Mardiganian, “Dersimli Kürtler sayesinde kurtulduğunu tüm hayatı boyunca anlattığını” bildirmektedir. (13)
Konuya ilişkin önemli bir kitap da, doğrudan tanıdığım İsviçreli bilim insanı Hans Lukas-Kieser’e ait. Dersimli Mission Johannes’in 1897’den 1926’ya kadar Dersim, Erzurum, Erzincan, Harput ve Diyarbakır’daki yaşam izlenim notları, sonradan oğlu Lukas Kiesser tarafından kitap olarak yayımlanıyor: Mission’un Özgürlüğü ve Etnik Arındırmada Türkiye, Zürich, 2000
Kitapta bölge Kürtlerine ilişkin ilginç gözlem ve anekdotlar yer alıyor. Bunlardan birinde şöyle deniyor: “Kapı komşumuz mazlum Kürtler ise bizimle aynı telaş içinde. Bir yandan bize yapılanları düşünüyorlar, bir yandan kendi canlarını düşünmenin ezikliği içinde yardım yolları arıyorlardı.” (14)
Türkiyeli Ermeni yazar Raffi Kantian’ın, “tarihte kötü şeyleri unutmamak ama olumlu şeyleri sürekli hatırlamak gerektiğine” ilişkin vurgusu bu olmalı. (15)
Marmara ve Ege bölgesindeki birçok şehrin yanı sıra Karadeniz’deki kimi yerleşkelerde de Ermenilere ait bugün yok olmaya terk edilmiş çeşitli tarih varlıklarıyla, sınırlı da olsa insan unsurunun hayatını idame ettirdiği biliniyor.
Gülümseyerek anımsıyorum: İzmir’deki bir panel sonrasında HDP Milletvekili Garo Paylan, Sinoplu bir Ermeni öğretmeni tanıştırmıştı bizimle, adı ‘Osman’... Trabzon ve Kastamonu’daki kimi yerleşkeler de bu türden. Sözgelimi, Kastamonu-Taşköprü’nün Kapaklı ve Tütenli köylerinde ‘Poşalar’ olarak adlandırılan Ermenilerin yaşadığını görebiliyoruz. (16) Yine Rize’nin Çamlıhemşin ilçesinde Hemşin Ermenilerinin baskılanmış olarak yaşamaya tutunduklarını izliyoruz. (17)
Afyon, Kütahya, İzmir gibi Ege şehirlerinin yanı sıra başta İstanbul ve Bursa olmak üzere birçok Ermeni Âşuğu’nun yetiştiği Marmara hattındaki birçok şehir de eski Ermeni yerleşkelerinden. Bir inceleme yazısında (Bursa’nın (Öteki Tarih)inden Sayfalar) (18) aktarıldığı gibi soykırımdan kaçıp 1920’lerde Fransa’ya yerleşen Paris doğumlu Ermeni çevirmen ve deneme yazarı Janine Altounian, babasının ölümünden sonra her şeyi güncesinde bulup öğrendiğini anlatıyor. (19)
Paytaht İstanbul’a gelince, şehri adeta yeniden inşa eden Ermeni mimarlar Mimar Sinan ve Balyanlar başta olmak üzere bu şehir adeta Müslüman olmayan halklarla özdeşleşmiş durumdaydı. Diğer halklar gibi Ermeniler açısından da bir eğitim ve kültür merkezi olan İstanbul’un Lozan gibi anlaşmalara rağmen nereden nereye geldiğini göstermek için sadece azınlık okullarının durumunu görmek yeterli. Tarih Vakfı’nın yaptığı araştırmalara göre Osmanlı’nın son yıllarında 6 bin 437 olan azınlık okulu sayısı günümüzde 22’ye düşmüş durumda. (20)
Sonuç olarak...
Arşivimizde bu hüzünlü yolculuğu sürdürmeye elverişli çok daha fazla materyal var. Ancak konuyu daha fazla uzatmamak için sadece birkaç küçük anekdot aktarmakla yetinelim. Bunlardan biri Kayseri’den. Kayseri’nin Muncusun köyünde doğan Asadur Sarafyan, ailesinin daha 1895’te Abdülhamid katliamından kurtulmak için nasıl mağarada saklandığını ve sonradan Amerika’ya geçtiğini, yani Ermeniler açısından bildik bir hikâyeyi anlatıyor. (22)
Bir başka anekdot da yüzyılın birçok trajedisine tanıklık eden Maraş Zeytunlu, sonraların ünlü Ermeni tiyatrocusu Nazarat Peşdikyan’a ait. Katliam başladığında o, her şeyden habersiz 6 yaşında bir çocuktur. Babası ve annesi öldürüldüğü için yetim kalan Peşdikyan, Osmanlı askerlerinin onları nasıl toplayıp kızgın çöllere sürdüklerini, aç-susuz bıraktıklarını ve kırbaçladıklarını hiç unutmuyor: “Bugün gibi hatırlıyorum. Çocuktum, korkuyordum. Cesetlerin üzerinde yürüyordum. Halep yakınlarında herkesi soyup çölde terk ettiler. Bize, ‘Hepiniz soyunun’ dediler. Ben şortla kaldım. Birçok kadına tecavüz ettiler. Birçok insanı öldürdüler. Cehennem gibiydi her yer. Ölülerin üzerinde yürüyordum. Bizi öylece çölün ortasında terk ettiler. Kimsenin ölüleri gömecek takati bile yoktu. Cesetleri hayvan leşi gibi ortalıkta çürümeye terk ettik...” (23)
Ve kulaklara küpe olacak tarzda bir ders veriyor: “Katliamları ve savaşları unutmamalıyız. Tarihin tekerrür etmemesi için ibret almalıyız. Bir daha yaşanmasın diye unutmamalıyız.” (24)
Memleketleriyle anılan Ermeni Âşuğlar
Gerek paytaht İstanbul’un, gerek Kürdistan’ın merkezi kültür şehri Diyarbekir’in, gerekse Kayseri-Maraş-Sivas-Tokat hattının, özellikle Ermeni Âşuğlar açısından önemli merkezler olduğunu biliyoruz. Sözgelimi arşivine ulaştığımız konunun önemli uzmanlarından Toros Azadyan, o zaman tespit ettiği tüm Âşuğları, alfabe sırasına göre memleketleriyle birlikte anmaktadır:
Üsküdarlı Agâhi, Silivrili Ahteri, İstanbullu Arutin, Kafkaslı Arutin, Harputlu Aşkıya, Şebinkarahisarlı Aşkıya, Sivaslı Ayani, Diyarbekirli Ğazar/Azad Kalfa, Asitaneli/İstanbullu Bahari, Kayserili Garabed, Harputlu Ceryanoğlu, Asitaneli/İstanbullu Cüdai, Ankaralı Dehri, Sivrihisarlı Deruni, Erzurumlu Devrani, Kayserili Efşâni, Hasköylü Endâmi, İstanbullu Eremya Çelebi, Kayserili Fakiri, Amasyalı Güftari, Salmastlı Ğul Arutin, Bahçecikli Hacıoğlu, Tiflisli Harbi, Bayburtlu İkrari, Erzurumlu İkrari, Kayserili İlmi, Kayserili İzani, Diyarbekirli Kahti, Amasyalı Kalusd Gayzag, Kavkaslı Ğara, Vanlı Koçag, Harputlu Lengi, Kayserili Lisani, Erzincanlı Lisani, Kafkaslı Lisani, Kayserili Lutfi, Karslı Lutfi, Kayserili Mahcubi, Kayserili (Büyük) Mahcubi, Tiflisli (Küçük) Mahcubi, Kayserili Maklubi, Kayserili Mevzuni, Kayserili Meydani, Çemişgezekli Mihri, Kayserili Minneti, Kayserili Nadiri, Yozgatlı Nasibi, İstanbul Patriği Nihadi, Kafkaslı Panki, Kafkaslı Patal, Maraşlı Perişan, Sivaslı Pesendi (Mardiros), Sivaslı Pesendi (Hacı Deniyel), Balıkesirli Piryani, Tokatlı Safi, Tiflisli Sayat Nova, Bahçecikli Sebil, Bursalı Serveri, Everekli Seyrani, Bahçecikli Simon Ağpar, Kayserili Talibi, Eğinli Tengi, İstanbullu Tıfli, Arapgirli Turabdar, Kayseri/Talaslı Turabi, Karslı Tüccari, Erzurumlu Zalalat, Tokatlı Zayifi, Kayserili Sarkis Zeki (Nurlıyan), Tokatlı Zevki, Kayserili Ziyneti, Asitaneli (İstanbul) Zulali (21)
Burada, sadece çalışmanın indeks bölümünde memleketleri belirtilmiş olanları sıraladık. Yoksa bugün elimizdeki isim listesi çok daha geniştir. Gerek buradaki liste gerekse ayrıca belirlediğimiz döküm, İstanbul’dan sonra Kayseri-Maraş-Sivas hattının en yoğun bölge olduğunu gösteriyor.
Sözgelimi burada verilen isimlerden Everekli yani Kayseri/Develili Seyranî’nin Ermeni kökeni yeterince bilinmemekte veya bilerek verilmemektedir. Oysa Kayseri’ye bağlı Everek/Develi kazası, geçmişte Ermeni yoğunluklu bir beldedir ve özellikle taş işçiliği Ermeni ustalar yoluyla bölgede ün salmıştır.
Yine Sivas bölgesinde yetişmiş ünlü halk ozanı Âşık Veysel’in de Ermeni kökenli olduğuna dair bilgiler vardır. Daha TRT’de çalıştığım yıllarda, Kırşehir/Mucur’lu spiker arkadaşım Ersin İmer, kendilerinin Aşık Veysel’le akraba olduklarını ve Ermeni kökenli olabileceklerini belirtmişti. Günümüzün Serhad bölgesi denbêjlerinden Ozan Şemdîn, Ermenistan televizyonunda görüp tanıştığı bir çalışanın Aşık Veysel’in akrabası ve Ermeni olduklarını söylediğini aktarmıştı.
Kaynaklar:
(1) Prof. Dr. Vahakn Dadrian: Osmanlı Türkiyesi’nde Ermeniler, Yeni Özgür Politika, 10.6.2005
(2) Bkz. “Nor Anadolu” belgeseli dolayısıyla Burak Peksezer’le Konuşma, Radikal, 25.7.2011
(3) Bkz. NTV Tarih, Sayı:46/ 2012; Yeni NTV Tarih, Sayı:11/ 2015
(4) Agos, 7 Aralık 2012
(5) Yeni Özgür Politika, 18.2.2010; Cumhuriyet, 11.4.2010; Taraf gaz. 16.8.2012
(6) Sözgelimi bkz. Gökçe Günel: Amasya Evleri; Kültür Dergisi, Sayı:102/1993
(7) Yeni Özgür Politika, 25.8.2016
(8) Cumhuriyet gaz. 28.8.2016
(9) Özgür Çağlar: Bu Defa Ölenler Değil, Kalanlar Konuşacak; Agos,4.10.2013
(10) Ursula Reinhard- Tiage de Oliveria Pinto: Sanger und Poeten mit der Laute (Türkische Âşık undu Ozan), Berlin- 1989
(11) 2 Ciltlik bu kitaba ilişkin, Editör Ali Çakmak’la yapılmış ayrıntılı bir görüşme için bkz. Jaklin Çelik: 1878’in Ermenileri, Radikal İki, 11.7.2010
(12) V. Engin: Amerikan Rüyası Görüp Yola Çıkan Osmanlı Vatandaşları Yolda Kaldılar; Hürriyet Tarih, 17.9.2003
(13) Serdar Eroğlu: Çemişgezek’ten Los Angeles’a, Yeni Özgür Politika, 20.12.2011
(14) Ali Ongan: Bir Ermeni Babanın Kürdistan Notları/ Hoşçakal Mezopotamya ve Sahipleri, Yeni Özgür Politika, 4.9.2000
(15) Semra Çelik: Egemenlerin İnadına Barış Kazanmalı; Evrensel, 7.4.2008
(16) Bkz. Agos gaz. 14.6.2013
(17) “Şimdi De Hemşin’de Ermeni Kültürü Yok Ediliyor”, Yeni Özgür Politika, 7.9.1998
(18) Serdar Korucu: Agos gaz. 24.7.3013
(19) Fatih Gökhan Diler: Agos gaz. 16.5.2014
(20) Mert İnan: Azınlık Okulları Nereden Nereye, Vatan, 20.9.2013
(21) Özel Arşiv (T. Azadyan Yazmaları)
(22) Vahan Altıparmak: Bir Kehanet Gerçek Oldu, Agos, 27.7. 2007
(23) Murat Aktaş: Ermeniler “Sözde” Ölmedi, Yeni Özgür Politika, 25.4.2003
(24) Murat Aktaş: Bir Daha Yaşanmasın Diye Unutmamalıyız; Özgür Gündem, 25.4.2003
Politika