Tabiri yerindeyse devlet, ‘zorla’ komünist yapmıştı Yılmaz Güney’i. Önce 18’inde yazdığı iki öykü nedeniyle ‘komünizm propagandası’ suçlamasından ceza aldı; ardından “Bana komünist deyip duruyorlar, nedir bu acaba” diyerek öğrendi komünizmi: “İstanbul’a Komünist Partisi’ni bulmaya gittim, çünkü ne olduğunu bilmediğim halde bana komünist diyorlardı.”
Kürt yoksul köylüsünün çocuğuydu; ne toprağı vardı ailesinin ne de kentlilerce dili. Politik varlığını da hep kişisel tarihine yaslanarak kurdu. Bu belki, şansımız bizim. Yılmaz Güney, daha en başından çatık kaşlı ilkelerle mâlul ve kentlileşmiş bir komünist olsaydı, tüm işini gücünü katı ideolojik/politik kurallara ve doğrulara bağlasaydı, böyle bir tarihsel figürümüz olmayacaktı belki de.
“Elbette çoğu ideolojik ya da siyasi anlamda hatalar içeriyordu” diye anlatıyordu, dönem filmlerini: “...bazıları reformistti; bazıları anarşistti denilebilir; bazılarının da lümpen yönleri vardı. Fakat tüm bu tecrübeler halkla, kitlelerle geniş ve çok sıkı ilişkiler kurmama izin verdi.”
Her birimizin kişisel deneyimi, bu iddianın sağlaması değil midir? Bugün AKP’ye oy veren tanıdığım pek çok insan, Yılmaz Güney’i hayranlıkla anar. Politik çizgisini, ‘teröristliğini’, ‘anarşistliğini’ net olarak bilmelerine rağmen hakkında kötü konuşmaktan imtina ederler. Çünkü o, zengin ve uzak olanların, hâkim olanların bol ışıklı dünyasında mahallenin, yoksulun temsilcisi gibidir hep. Eğilmez, bükülmez; kabadır, lümpendir kimi zaman, her an tabancayı çekip sıkabilir ama halkın yüklediği anlam ile ‘delikanlı adam’dır.
Öte yandan…
Bugün Yılmaz Güney’e hayranlık duymasına rağmen AKP seçmenine ve belki de militanına dönüşen o insanlar, aslında solun da ulaşabileceği ama bağ kurmayı reddettiği insanlardır, çoğunlukla. AKP, Türk rejiminin toplumun önemli bölümüyle çelişkisi üzerinde yükselmiş, bu tarihselliği kullanarak güçlü toplumsal mevziler elde etmiştir. Yılmaz Güney’in de yaslandığı tarihsel zemin bu değil midir? Yılmaz Güney’in tarzı, o zemini sol ile buluşturmaya yetenekli idi; ama solun genel yaklaşımı, çoğunlukla tam tersi oldu.
Burada bir karşılaştırma ile devam etmek isterim. Ama önce, yanlış anlaşılmanın önünü almak için bir girizgâh: Aziz Nesin’in neredeyse tüm öykü ve romanlarını büyük keyifle okudum. Hele de ilk gençliğin toplumsal garabetlere en keskin karşı çıkmaya meyyal günlerinde Aziz Nesin, başka bir pencere gibiydi.
Fakat Aziz Nesin’in “Türk milletinin yüzde 60’ı aptaldır” sözünde sembolleşen yaklaşımı, memleketteki ortalama ‘Türk solcusu’ kafasını temsil eder ve zehirlidir; Kemalist jakobenliğin zehriyle doludur. O yaklaşım ki, sol ile ‘asıl kitlesi’ arasındaki açıyı büyütmüştür. Sol, çoğunlukla, rejimle barışık olanları, jakoben aydınlanmanın nüvelerini sahiplenmiş; iç dinamikler boynu bükük kalmış ve solculaşmak istediğinde dahi toprağına sırt dönmek zorunda bırakılmıştır.
İşte Yılmaz Güney, bunun tam tersidir. O, toprağına yaslanır; orada büyür ve orayı kendi dinamikleriyle dönüştürmeye koyulur. Tüm çelişkileriyle resmettiği Faytoncu Cabbarların birçoğu ise, ne yazık ki bugün AKP seçmenidir.
(Ve bir bölümü, ‘bastığı toprağa yaslanmak, o toprağı dönüştürmek’ konusunda Türkiye soluna derslerle dolu olan Kürt Özgürlük Hareketi’ne bağlıdır.)
***
Bugünlerde sloganımıza dönüşen ‘Mutlaka kazanacağız’, başka bir açıdan da derslerle doludur: Kürt sorunuyla kurulan bağ. Uzunca anlatmak gerekli değil, ‘Yılmaz Ağabey’e verelim sözü. 84 Newrozu’ndaki konuşmasının o bölümünde Güney, tastamam şunları söyler:
“Arkadaşlar, dağlarımız, ovalarımız ve ırmaklarımız bizi bekliyor. Biz bütün ömrümüzü gurbette geçirip, gurbet türküleri söylemek istemiyoruz. Biz yiğitlikleriyle destanlar yazmış bir halkız ve önümüzde duran bütün güçlükleri yenecek azme, kararlılığa ve koşullara sahibiz. Türk, Acem ve Arap devrimci demokratları, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkının en candan savunucuları olarak bu kavganın bir parçasıdırlar ve ortak düşmana karşı savaşmaktadılar. Ezilen sınıfların sınıf kardeşliği, en güçlü silahlarımızdan biridir.
Dost ve düşman herkes bilsin ki, kazanacağız. Mutlaka kazanacağız. Bir köle olarak yaşamaktansa, bir özgürlük savaşçısı olarak ölmek daha iyidir. Yaşasın bağımsız, birleşik, demokratik Kürdistan. Yaşasın Türk, Kürt, Acem ve Arap halklarının kardeşliği ve dayanışması.” (Tamamı için: https://goo.gl/cEuD0U)
(Politika)