Dersim’de kurulu bulunan Tunceli Üniversitesi, bu aralar genel ve yerel basında epey tartışılıyor. Üniversitenin, halihazırda kurulu bulunan Alevilik Araştırma Ve Uygulama Merkezi’ni, “Alevilik-Bektaşilik Araştırma Enstitüsü”ne çevirme ya da bu isimle yeni bir bölüm kurma çalışmasıyla ilgili 4 Şubat 2016 tarihinde üniversite senatosu’ndan geçtiği iddia edilen bir kararın ve bu karara bir senato üyesinin şerh koyma (karara katılmama) yazısının basına sızmasıyla başladı tartışma.
Senatodan geçen çoğunluk kararına konan muhalefet şerhinden anladığımız kadarıyla metin, 4 Şubat 2016 tarihinde yapılan 10 sayılı Senato toplantısının 1. gündem maddesi olarak gelmiş masaya, “Tunceli Üniversitesi Alevilik – Bektaşilik Araştırmaları Enstitüsü’nün kurulması” başlığıyla. Oylanmaya sunulmuş ve sadece bir üye muhalefet şerhi koymuş.
Biz, bu kararda yer alan bilgileri, neler yazıldığını yeniden hatırlayacağız ancak önce Tunceli üniversitesinin kuruluşundan itibaren neler yaptığına ve bunun yerel basına nasıl yansıdığına bakalım:
22 Mayıs 2008’de kurulan Tunceli Üniversitesi, özellikle Alevilik alanındaki girişimleri ve söylemleri ile kuruluşundan itibaren tartışma yarattı Dersim’de. Dersimlilerin üniversite ile geçimsizliğinin kaynağını da işte bu uygulamalar ve söylemler oluşturuyor.
Üniversitenin Aleviliğe bakışı ve Aleviliği tanımlaması ile Dersimlilerin inançlarını yaşaması ve tanımlaması arasında ciddi farklar oluştu. Üniversite, aslında işi olmadığı halde, Dersim Aleviliğini İslam’ın merkezine koyarak kaynağını Kuran gösterip de bu konuda kesin ve katı bir çerçeve çizerken ve Dersim’i böyle tarif ederken, Dersimliler, yaşadıkları yeri 366 evliyanın yurdu olarak tarif ettiler. Yüzyıllardır türlü baskılara ve kırımlara karşı sürdürdükleri Raa Haq inancını gelecek kuşaklara aktarmakta kararlı göründüler. Kırmancça ve Kurmancça söyledikleri dualarını, gulbanklarını “çağdaşlık”, “modernlik” adıyla sunulan Türkçe’ye teslim etmediler. Her şeyden önce, öteden beri dayatılan resmi ideolojinin dayatmalarına yine, yeniden teslim olmadılar.
Tunceli Üniversitesinin kurucu rektörü, daha sonra AKP’den milletvekili olan adayı olan Durmuş Boztuğ, gelir gelmez önce müftülük yetkilileriyle ilişkiler kurdu. Müftülüğün etkinliklerinde boy gösterdi, işi “bilimsel çalışma yapmak” olan üniversitenin rektörü bu etkinliklerde konuşmalar yaptı. Aşağıda fotoğrafını da verdiğimiz haber bu açıdan ilgi çekicidir.
foto_ic.jpg
Fotoğrafın altında şu başlık var: “Tunceli İl Müftülüğü 2012 Yılı Kuran Kursları Yıl Sonu Programı”
Başlığın altındaki açıklama ise şöyle:
“Tunceli İl Müftülüğü Aile İrşat ve Rehberlik Bürosu ile Kur’an Kursları ile birlikte düzenlediği Kur’an Kursları Yıl Sonu Programı İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Konferans Salonu’nda yapıldı.
Yapılan programa Tunceli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Durmuş Boztuğ, Vali Yardımcısı Kenan Eskin, İl Müftümüz Hüseyin Yıldırım, daire amirleri, Kur’an Kursu öğrencileri ve halkımız katıldı.
Program İstiklal Marşı ve Saygı Duruşundan sonra Yunus Emre Kız Kur’an Kursu Öğrencisi Halime Karacatilki’nin Kur’an Tilaveti ile başladı. Daha sonra İl Müftümüz Hüseyin Yıldırım’ın açılış konuşmalarının ardından Tunceli Üniversitesi Rektörü Durmuş Boztuğ’un konuşmaları ile devam etti.
Kur’an Kurslarında eğitim gören öğrenciler ile Ovacık İlçe Müftülüğü Kur’an Eğitimi Kursu öğrencilerinin söylediği şiir ve ilahilerin ardından Hatim Duası yapıldı.”(Kaynak: dinihaberler.com)
2010 yılı Ekim ayında üniversite tarafından gerçekleştirilen sempozyuma Dersim halkı, “Gülen Cemaati tarafından yapıldığı” gerekçesiyle katılmadı, ilgi göstermedi. Özellikle “İnanç” konulu oturumlarda “Dersim Aleviliği”ni İlahiyatçı kökenli kimselerin anlatması, onların bu alanda “görevlendirilmesi”, bu sempozyumla bir “amacın” güdüldüğünü göstermekteydi. Zaten sempozyum da Cumhurbaşkanlığının himayesinde gerçekleştirilmişti.
Bu durum Dersim halkının kaygılarını doğrulamaktaydı. Ancak, bu sempozyumu “Hakikat Sempozyumu” olarak nitelendiren ve öve öve bitiremeyen Hüseyin Aygün’ün, sonraki seçimde 24. dönem CHP Tunceli milletvekili olması, hemen sonra da “AKP’nin üniversite üzerinden Tunceli’de üstünlük sağlamak istediği” türünden söylemde bulunması ilginçtir.
4-6 Ekim 2010 tarihleri arasında Dersim’de düzenlenen sempozyumu “Devrim Yapan Üniversitede Hakikat Sempozyumu” olarak adlandıran CHP’nin Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün, sempozyumdan hemen birkaç gün sonra, şöyle yazmaktaydı:
“Sempozyum başarılıydı, resmi devlet ideolojisi ortalıkta yoktu. Dersim için üniversite seferber olmuştu.”
Aygün, bu çalışmadan dolayı üniversitenin rektörü Durmuş Boztuğ’a teşekkür etmekteydi: “Rektör Durmuş Boztuğ’a minnet.” Aygün, öylesine hoşnut olmuş ki bu etkinlikten, hızını alamamış: “Adını bilmediğimiz ‘hizmetkârlara’ da” ibaresini koymuştu cümlesinin sonuna. (Kaynak: bianet.org. adlı internet sitesi)
Oysa Hüseyin Aygün’ün bu kadar övdüğü Rektör Durmuş Boztuğ, bir süre sonra üniversitede görevli beş Dersimli akademisyenin görevine son vermişti. Boztuğ, bunun gerekçesini, Dersim’in Pertek ilçesinde şöyle açıklamaktaydı:
“Ortak yaşam kültürünü geliştiremediler. Dediler ki: ‘Burası Dersim, burada herkes solcu, burada herkes Dersim Alevisi, Kürt, herkes bizim gibi olur.’ ‘Hayır’ dedim. Burası Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir üniversitesi, burada herkes olacak, siz olmayacaksınız. (...)” (Kaynak: haberturk.com)
Yukarıda da belirttiğimiz gibi aynı Durmuş Boztuğ, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde de Tunceli Üniversitesi rektörlüğünden istifa ederek AKP’den İzmir milletvekili adayı olmuştu.
Çarpıcı bilgilerden birini de Eğitim-Sen Dersim Şubesi Kadın Sekreteri Özen Meral Uç vermektedir. Uç, Cemaat’in, Dersim’de bu hale gelmesinin kaynağını Kenan Güven dönemi olarak gösteriyor ancak, Cemaat’in özellikle 1997-1998 eğitim-öğretim yılından itibaren bazı aileler ile esnaflar aracılığı ile Ankara, İstanbul, Kayseri, Malatya vb. illere Dersim’den ÖSS’ye hazırlık dersanelerine öğrencilerin gönderildiğini, şimdi artık buna ihtiyaç kalmadığını, çünkü Cemaat’in Dersim’de kendi dersaneleri ile okullarını açtığını söylemektedir.
Özen Meral Uç, Dersim’den bu dersanelere gönderilen ve yurtlarda kalan öğrencilerin anlattıklarını aktararak, “Geceleri namaza kaldırmaya çalışmaları, Ramazan ayında yurtlarda kahvaltı verilmemesi, Aleviliğe dair iddiaları dile getirip öğrencilerin psikolojilerini bozmaya çalışmaları, kız öğrencilere ‘ablaların’ sürekli İslamiyete dair konuşmalar yaparak cinlerden, perilerden bahsetmesi, ‘seni rüyamda gördüm, başında beyaz bir örtü vardı, yüzünde nur vardı’, ‘bu örtü gerçekten seni daha olgun gösterecek’ gibi imaların yanı sıra örtünmeyen, kapanmayan kadınların Cehennem’de etlerinin nasıl yanacağına dair cümlelere kadar uzanan ifadeler” kullanıldığını söylüyor. (Bkz. Munzur dergisi, sayı:38, 2012, Ankara)
Dersim’de hâlen faaliyet gösteren Özel Munzur Koleji’nin “Cemaat Okulu” olduğu iddia edilmekte... Bu okulun, Tunceli Üniversitesi’yle de ilişkisinin bulunduğu söylenmekte. Özen Meral Uç, bu okulu şöyle anlatıyor: “Munzur Koleji açıldığı yıldan itibaren (2003) tüm alt personelinin Dersimli olmasına dikkat edilmektedir. Bazı dönemlerde Dersimli birkaç tane öğretmeni olsa da genelde bütün hocaları dışarıdan getirilmiştir. Zaten en son 2010’da Dersimli bir İngilizce hocasını birkaç ay çalıştırmış fakat öğretmenin etek boyundan rahatsız olunarak farklı gerekçeler aktarılıp işten çıkarıldığı iddiaları ifade ediliyor. Bu dönem 30 civarındaki öğretmeni, her gün yükseltilen duvarları ile Dersimlilerden izole olarak eğitilen 410 öğrencisi ve gönüllü velilik, ağabeylik veya ablalık sistemi ile Fen Lisesi’nden kaydırdığı öğrencileriyle, çok yoğun tempoda çalıştırdığı ve mesai bile vermediği personeliyle karşımızda duruyor.” (Munzur Dergisi, ags)
Uç, Munzur Koleji-Tunceli Üniversitesi arasındaki organik bağa da değinerek, “Tunceli Üniversitesi ile organik bağları o kadar güçlü ki mesela Munzur Koleji’ndeki öğretmenlerin eş, akrabalarının üniversiteye geçtiğini ve hatta Munzur Koleji’nin üniversiteye girmek isteyenler için iyi bir referans olduğunu dile getirebiliriz. Zaten geçen yıl yapılan (2010’daki sempozyum kastediliyor, M.Ö.) üniversitenin sempozyumuna gelen konuklara Munzur Koleji’nin gezdirilmesi de bir tesadüf değildir.” demektedir. (Munzur dergisi, ags)
Eğitimci Ö. Meral Uç, 2010 yılında yukarıda sözünü ettiğimiz, Tunceli Üniversitesi’nin düzenlediği sempozyum ile ilgili olarak şu tespitte bulunuyor: “Hazır üniversiteden bahsetmişken bu sempozyumda şüphe ile yaklaşmamız gereken birkaç örnekten bahsetmeden geçemeyeceğim. Öncelikle Dersim gibi ilerici olduğunu düşündüğümüz bir kente sosyoloji mezunu akademisyen bulmakta zorluk çekildiği için mi İlahiyat mezunu üç kişi işe alınmıştır?
Adaletin, temel hakların, bilginin ve çalışmanın ön koşul olması gereken bir kurumda ÜDS veya ALES şartları aranmadan Kuaförlük bölümüne bir Elazığ milletvekilinin yeğeni İnşaat bölümü mezunu bir erkek ile Beden Eğitimi bölümü mezunu bir kadının akademisyen olarak atanmasını herkesin eleştirmesi gerektiğini düşünüyoruz.” diyor. (bkz. Munzur dergisi, ags.)
Benzer bilgileri Dersim’de kurulu bulunan Dersim Kültür Derneği’nin şu an hapiste olan eski başkanı Ali Mükan da veriyor. Ali Mükan, 20.12.2010’da yaptığı açıklamada, Gülen Cemaati’nin halkın kutsal saydığı isimleri kullanarak dershane, okul ve dernek gibi yerler açtığını söyleyerek, devam ediyor:
“Tunceli Üniversitesi’nde kadrolaşma sistematik. Gülen Cemaati eliyle açılan okullar, dersaneler, yurtlara Dersim halkınca kutsal sayılan ‘Haydar’, ‘Munzur’, ‘Düzgün’, ‘Sarısaltık’ isimleri veriliyor.” (Kaynak: diyarbakirhaber. gen.tr)
15 Ekim 2011 tarihli habere göre (bkz. sendika.org adlı internet sitesi), Dersim Dernekleri Federasyonu’na (DEDEF) bağlı Dersim Kültür Derneği (DKD), Demokratik Haklar Federasyonu (DHF), Tunceli Üniversitesi Öğrenci Derneği (TÜÖD) gibi sivil toplum kuruluşları tarafından yapılan ortak bir açıklamada da, Tunceli Üniversitesi ile Gülen Cemaati arasındaki ilişkiye dikkat çekilerek “kadrolaşma”ya gidildiği vurgusu yapılmaktadır. Şöyle deniyor açıklamanın bazı bölümlerinde:
“(...) Tunceli Üniversitesi, Gülen Cemaati’yle son derece etkin bir temas içerisinde, Tunceli Valiliği’nin himayesinde ve desteğinde planlı, programlı bir örgütsel faaliyet içerisindedir.
Öğrenci evleri açılmakta, tarikatın kadroları (öğretim görevlileri ve özel okul öğretmenleri) için evler açılmakta, yurtlar açılmakta; Dersim’in en yoksul ailelerinin çocukları ilçelerden, köylerden toplanmakta ve Gülen Cemaati’nin başka şehirlerindeki yurtlarında istihdam edilerek bu çocuk yaşta insanların en masum duyguları sömürülmekte; Dersim merkezde ise Dersimli çocuklar ve gençler, gerek okullarda gerekse bu evlerde ‘Sünnileştirilmek’ suretiyle ‘Türk-İslam Sentezi’nin bugünkü durağı olan ABD’ci liberal-muhafazakâr İslam, Dersim’i orta ve uzun vadede ‘fetih etmek’ istemektedir.”
Açıklamanın sahipleri, üniversitenin ciddi bir cemaatçi kadrolaşmaya gittiğini de söylemekteler. Verilen örnekler şöyle:
“(...) Yalnızca Eylül ve Ekim aylarında ‘Sosyoloji’ bölümü için biri öğretim görevlisi, ikisi araştırma görevlisi olmak üzere üç ilahiyat fakültesi mezunu işe alınmış durumdadır. (...)
Bir başka çarpıcı örnek, uzman çavuşluktan güvenlikçi olarak alınan bir kişinin, üniversite idaresi içerisinde jet hızıyla basamakları tırmanarak ‘Sivil Savunma Uzmanı’, ‘ÖSYM Sınav Kayıt Sorumlusu’, ‘Yazı İşleri Sorumlusu’ gibi süper yetkili bir görevli haline gelmesidir. (...)
Kadrolaşma o denli yaygınlaşmıştır ki, gelinen aşamada Tunceli Üniversitesi’nde yetkili sendika Eğitim-Bir-Sen olmuştur.”
Bu ifadelerin yer aldığı açıklamadan dolayı üniversite rektörü, “tehdit edildiğini, hakarete uğradığını ve başına bir şey gelirse yazıyı yazanların sorumlu olacağını” iddia ederek suç duyurusunda bulundu. (Kaynak: sendika.org adlı internet sitesi)
2011 yılına dair bir örnek daha verelim.
Aleviler, uzun zamandan beridir ibadet yeri olarak kabul ettikleri cemevlerinin yasal olarak açılmasını istemektedirler. Bunun için açıklamalar, mitingler de yapmaktadırlar. Her seferinde bu talepleri reddedilmekte, özellikle iktidar ve Diyanet yetkilileri, cemevlerinin ibadethane olmadığını söylemektedirler.
Ülke genelinde durum böyle iken, Dersim’de farklıdır. Dersim’de, özellikle üniversitenin açılmasından sonra, bilhassa ilahiyat fakültelerinden ve Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan getirilen yetkililer, Dersim’de “birilerine” kurdurulan derneklerde bu konularla ilgili söyleşiler yapmakta, halkla buluşturulmakta... Bu, sadece kurdurulan dernekler eliyle yapılmıyor. Valilik, Kaymakamlıklar da bu işlerde aracılık yapıyor. Etkinliklere çoğunlukla bakan düzeyinde katılımlar yapılıyor ya da bakanlıklar adına konuşmacılar davet ediliyor. Buna dair bir örnek, 2011 yılında Mazgirt’te yaşandı. Şöyle deniyor davetiyede:
“Seyid Çoban Külliyelerini Yaptırma ve Yaşatma Cem Evleri Derneği Genel Başkanlığı’nca 24-25 Eylül 2011 tarihlerinde Anadolu Evliyaları, Ocaklar ve Seyid Çoban Sempozyumu yapılacaktır.
Katılımınızdan onur duyarız.”
Davetiyenin altında, sempozyumu düzenleyen Seyid Çoban Derneği Genel Başkanı Veli Güler’in adı var. Ancak hemen yanıbaşında da şöyle bir not var: “Not: İç İşleri Bakanımız Sayın İdris Naim ŞAHİN katılacaktır.” Not’u, imla hatalarıyla birlikte aldık. Hemen alt tarafında da şöyle bir bilgi var: “Adres Tunceli Mazgirt Kaymakamlığı-TUNCELİ” Bu bilginin üstünde de bir cep telefonu numarası yazılı...
Bu sempozyuma konuşmacı olarak da ilahiyatçılar davet edilmiş.
Yine, 2011 yılında Dersim’de her tarafa asılan bir afişten de söz etmek gerekiyor. Afişi kimin hazırladığı yazılı değil. Ancak, hazırlayanın ya da hazırlayanlarının kim olduğunu tahmin etmek güç değil... Afişin en başında, Şura Suresi 23. Ayet yazılı: “Ey Muhammed de ki: Size getirmiş olduğum kurtuluşa karşılık hiçbir ücret istemiyorum. Yalnızca yakınlarıma (Ehlibeyt’ime) meveddetinizi (bağlılığınızı) istiyorum.”
Hemen altında büyük harflerle şöyle yazılmış: “HAZRETİ HÜSEYİN-İ ANMA VE AŞURE GÜNÜ”
Altında, Ahzap Suresi, 33. Ayeti var. Ayet, 1980 ortalarında Kenan Güven tarafından dağıtılan bildiri ve astırılan afişlerle aynı içerikte:
“AHZAP SURESİ 33. AYET
“Ey Ehlibeyt, Allah sizden her türlü kötülüğü, suçu, şüpheyi gidermek ve sizi tam bir temizlikle tertemiz hale getirmeyi diler.”
Bu ayetin yer aldığı afişin diğer tarafında da bir “Hadis-i Şerif” yazılı:
“Sizleri nimetleri ile beslediğinden Allah’ı seviniz, Allah’ı sevdiğinizden beni seviniz ve beni sevdiğinizden de Ehlibeytim’i seviniz.”
Yukarıda söyledik, afişin altında, kim tarafından hazırlandığı belli değil. En altta şöyle bir bilgiye yer verilmiş:
“8 Aralık 2011 Perşembe günü, saat: 15, yer: Tunceli Cemevi.
Tüm Halkımız Davetlidir.”
Yalnız, şu bilgiyi de vermeliyim: Dersim’de kurulu bulunan Cemevi Başkanı Ali Ekber Yurt, Tunceli Üniversitesi bünyesinde kurulan Alevilik Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin sorumlularından biri olarak atandı o tarihlerde.
Tunceli Üniversitesinin Bugünü
Bugün, Tunceli Üniversitesi’nin başında Prof. Dr. Ubeyde İpek var. Ubeyde İpek, 2009-2011 yılları arasında Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun danışmanlığını yaptı. Diyarbakırlı.
İşi “bilim yapmak” olan üniversitenin rektörü Ubeyde İpek, 17 Nisan 2015 günü kutlanan “Kutlu Doğum Haftası”na katılır. Bu etkinlikte “Cemevi Dedesi” Ali Ekber Yurt, “Tunceli Hacı Bektaş Veli Kültürünü Yayma ve Yardımlaşma Derneği Başkanı” sıfatıyla katılır ve “bağlaması ile deyişler” okur.
Bu günde ayrıca Tunceli Kapalı Cezaevi’nde bulunan tutuklu ve hükümlüler arasında “Siyer-i Nebi” yarışması da düzenlenir.
2015 yılının bir başka etkinliği de Tunceli Müftülüğü tarafından gerçekleştirilir. “Camiler ve Din Görevlileri Haftası’nda “Gençlik Huzurda Buluşuyor” programları düzenlenir. Böylelikle “gençlerle cami buluşması” sağlanıyor. Yine, Tunceli Cezaevi’ndeki tutuklulara yönelik “Namazla Huzurdayım” konulu bir program tertip ediliyor.
Başında Prof. Dr. Ubeyde İpek’in bulunduğu Tunceli Üniversitesi, kurucu rektörü olan ve yukarıda da belirttiğimiz gibi AKP’den milletvekili adayı olan kurucu rektör Durmuş Boztuğ’un da katıldığı başka bir etkinlik düzenledi 19-20 Aralık 2015 günü. Ordu’da yapılan etkinliği, Ordu Büyükşehir Belediyesi ile Güvenç Abdal Derneği düzenledi, “Karadeniz Bölgesi Alevileri ve Güvenç Abdal Ocağı Kültür Günü” adıyla.
Ordu’daki etkinliğin başlamasından bir gün önce, yani 18 Aralık 2015’te rektör Ubeyde İpek, yerel bir televizyon kanalına konuk olur Yrd. Doç. Dr. Coşkun Kökel ile birlikte. İpek, orada 4 Şubat 2016 tarihinde Senato’nun çoğunluk kararının içeriğinde yer alan vahim cümlelerin benzerlerini tekrar ediyor. Şöyle diyor Dersim’le ilgili konuşmasında:
“(…) Enstitüye dönüştürdüğümüzde burası tam bir Alevi formatında olacak. (…)
Gerçekten bakıyorsunuz artık gerçekten ben onun tartışmasına girmek istemiyorum. Kendisini Alevi hisseden ama Alevilikten uzaklaşmış insanların olduğunu görüyorsunuz. (…)
Benim izlenimim şu: Tabii ki bir boşluk oluşmuş. Alevilikle ilgili bir şekilde bu toplum bir şekilde inancından şöyle veya böyle uzaklaşmış. Uzaklaşınca bu sefer başkaları o alanı doldurmuş. Yani bu başkaları deyince bunun sorgulaması belki farklı bir şekilde söylenebilir, yapılabilir. Ama devletimiz bu son zamanlarda gerçekten Tunceli deyince çok hevesli bir şekilde çalışıyor. Alevilikle ilgili deyince her projemize destek olunuyor, biz bunun rahatlığı içerisindeyiz. (…)” (Ordu, Atlaş Tv, 18 Aralık 2015)
Rektör İpek, AKP Alevisi olmayan, kendi ifadesiyle “devletimizin Alevilikle ilgili her projesinde” yer almayanları, yüzyıllardır kendi inanç sistemini yaşatan Dersimlileri, Alevilik’ten uzaklaşmış sayıyor, yukarıdaki açıklamalarıyla.
Bu toplantıya, kendisinin Alevi olduğunu söyleyen ancak tanıyanlarca Alevi olmadığı iddia edilen Yrd. Doç. Dr. Coşkun Kökel’in de katıldığını söylemiştik. Kökel, üniversitenin Alevilik Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin müdür yardımcısı.
Hakkında, Gazi Üniversitesi bünyesindeki Türk Kültürü ve Hacıbektaş Veli Araştırma Merkezi’nde uzman olarak çalışırken, merkezin parasını iki arkadaşıyla açtığı ortak hesaba aktardığı iddiası (Yakup Polat, Yeni Şafak gazetesi, 23 Haziran 2009) olan Coşkun Kökel’in, yine aynı kaynağın bildirdiğine göre, bu hesaptan taşıt vergisi ödediği iddiası da mevcut. (Yakup Polat, Yeni Şafak gazetesi, 11 Temmuz 2009)
Yrd. Doç. Dr. Coşkun Kökel’in adına, 29 Mayıs 1985 yılında İstanbul’da kurulan Birlik Vakfı’nın bünyesinde faaliyet gösteren Genç Birlik oluşumunun Elazığ Şubesi’nin düzenlediği etkinliklerde rastlıyoruz. Zaten Birlik Vakfı da, “Genç Birlik’in Birlik Vakfı’nın gençlik teşekkülü olduğunu belirtiyor. (www.birlikvakfi.org.tr/Genc-Birlik-y1522-html)
Birlik Vakfı ayrıca Genç Birlik’i “Müslüman gençleri ötekileştirip gruplaştırmadan ‘birlik’ olmayı hedefleyenlerin cemiyeti” olarak adlandırır. Aşağıdaki fotoğraf da Coşkun Kökel’in de aralarında olduğu bir etkinlikte çekilmiş.
yazi_ic1-003.jpg
Fakat bu fotoğrafta Tunceli Üniversitesi’nden başka isimlere de rastlıyoruz. Coşkun Kökel’in hemen sağında bulunan kişi de Tunceli Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Ubeyde İpek’in de danışmanı olan Ahmet Zülfü Türkoğlu… Üstelik Türkoğlu’nun bir de Birlik Vakfı’nın bünyesinde olan Genç Birlik’in Tunceli Şubesi’ni kurduğunu, bu şubenin de başkanı olduğunu öğreniyoruz. Fotoğrafta, Tunceli Üniversitesi Özel Kalem Müdürü Kayahan Topal’ı da tespit ediyoruz.
Zaten fotoğrafın altında şu not var:
“BİRLİK'TE Sohbetimizin Bu Haftaki Konuğu Tunceli Birlik Vakfı Şube Başkanı Sayın Ahmet Zülfü TÜRKOĞLU, Tunceli Üniversitesi Özel Kalem Müdürü Sayın Kayahan TOPAL ve Pek Kıymetli Öğretim Görevlilerimiz : Coskun KÖKEL Oldu. Eşsiz Sohbeti, Ufuk Açıcı Fikirleri Ve Bizlere Aşıladığı Özgüven Ve Dünya Görüşü İçin Kıymetli Hocalarımıza Teşekkür Ediyoruz.”
Araştırmalarımız sonucu anlıyoruz ki, danışman Ahmet Zülfü Türkoğlu, Elazığ Şubesi’nin düzenlediği “Gençlerle Hasbihal” sohbet toplantılarına da katılmış. Aşağıdaki fotoğraf da bu etkinliğin.
yazi_ic2-002.jpg
Peki, Genç Birlik’in bağlı bulunduğu bu Birlik Vakfı ne iş yapıyor?
Birlik Vakfı’nın bazı eğitsel, sosyal ve kültürel çalışmalar yaptığını görüyoruz. Vakfın eğitsel alanda düzenlediği bazı yarışmalar şunlardır:
- Çanakkale Zaferi’nin 100. yıldönümü münasebetiyle “Çanakkale Ruhu ve Gençlik” konulu liseler arası kompozisyon yarışması
- İstanbul'un fethinin 561. yıldönümü sebebiyle "Fetih Ruhu, Fatih ve Gençlik" konulu liseler arası kompozisyon yarışması
- Büyük Doğu Düşüncesi ve Necip Fazıl Kısakürek'in Eserlerinde “İdeal Türk Gençliğinin Nitelikleri" konulu makale yarışması
Yine, Vakıf’ın 30. yıl kutlamaları dolayısıyla, Cağaloğlu’ndaki Genel Merkezi'nde düzenlediği törene Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İsmail Kahraman, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, MTTB Genel Başkanı ve Kayseri Milletvekili İsmail Emrah Karayel, Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehdi Eker, Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Muş, AK Parti MKYK Üyesi Kayseri Eski Milletvekili Yaşar Karayel, AK Parti İstanbul Milletvekilleri Hayati Yazıcı,Burhan Kuzu ve Aziz Babuşcu, İstanbul Valisi Vasip Şahin, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Ak Parti İstanbul İl Başkanı Selim Temurci de katılır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan, burada bir de konuşma yapar. Şöyle der:
“Birlik Vakfımızın bünyesinde gerçekleştirilen programlarda gördüğüm gençlik, hiç şüphesiz, Necip Fazıl üstadımızın özlemini çektiği, Mehmet Akif'in Asımın nesli dediği gençliktir. Ben buna yürekten inanıyorum. Ne mutlu bu şekilde nesilden nesile devredilen o büyük dava için çalışanlara, o davaya hizmet edenlere. Onları alkışlıyorum.”
Dersim’de bir üniversite var, ancak üniversite yetkililerinin Elazığ hayranlığı bir türlü bitmek bilmiyor. Örneğin Ubeyde İpek, gelir gelmez üniversitenin iç hat telefon numaralarını bile değiştirdi. Sonuna 23 numaralarını ekledi. Örneğin eski dahili numarası 1028 ve 1003 olan Özel Kalem Müdürlüğünün telefonu 1023, yine eski dahili numarası 1003 olan sekreterliğin numarasını da 1023 olarak değiştirdi.
Dahilisi 1023 olarak değiştirilen Özel Kalem Müdürü Kayhan Topal’ın ve yine aynı şekilde dahilisi 1023 olarak değiştirilen rektör danışmanı Ahmet Zülfü Türkoğlu’nun Yrd. Doç. Dr. Coşkun Kökel ile birlikte Elazığ’daki Birlik Vakfı’nın Elazığ Şubesi Genç Birlik’te etkinliklere katıldığını da yeniden belirtelim.
Tunceli Üniversitesi yönetici ve görevlilerinin Elazığ aşkı bununla da bitmiyor. İddialara göre, Tunceli üniversitesindeki Rektör Yardımcısı, Dekan, Dekan Yardımcısı, Yüksek Okul Müdürlüğü gibi yönetici pozisyonunda yer alanların yarısını Elazığlılar işgal etmekte olup sadece bir tane Dersimli öğretim üyesi göstermelik olarak Rektör yardımcısı yapılmış. Onun da yoğun bir baskı altında olduğu iddiası var.
Elazığ’da ikamet edenlerin şu isimler olduğu söyleniyor:
Rektör Prof. Dr. Ubeyde İPEK, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Nihat TOSUN, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Rahmi AYDIN, Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bünyamin AKSAKAL, Pertek Meslek Yüksek Okul Müdürü Yrd. Doç. Dr. Yahya TAŞGIN, Fen Bilimler Enstitüsü Müdürü Doç Dr. Abdullah DİKİCİ, Uluslararası İlişkiler Ofisi Koordinatörü Doç. Dr. Ülkü ÖZBEY.
Bu isimlerin, Dersim’e haftada birkaç gün geldikleri, Perşembe ve Cuma günleri de genellikle okulda bulunmadıkları söylenmekte.
Başka bir iddia da şudur:
18 kişilik Tunceli Üniversitesi Senatosu’nda ise, sadece bir tane Dersimli vardır.
Dersimli başka bir öğretim üyesi Senato’ya aday olmuş ancak Mühendislik Fakültesi Dekanı bu adayın seçilmemesi için üyelere baskı yapmış ve seçimde usulsüzlük yaparak Elazığlı birini senatoya seçtirmiştir. Aday olan Dersimli öğretim üyesine baskı uygulanmış ve soruşturmalar açılmıştır.
Tunceli Üniversitesi Tarafından Kurulması Düşünülen
Alevilik-Bektaşilik Enstitüsü ve “Milli Strateji”
Yazımızın başında, bu enstitü ile ilgili Senato çoğunluk kararından ve muhalefet şerhinden söz etmiştik.
Peki, nedir bu karar ve muhalefet şerhinin gerekçesi nedir?
Öncelikle şunu belirtelim: Senato’ya sunulan “Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Enstitüsü ile İlgili Değerlendirmeler” başlıklı metnin Yrd. Doç. Dr. Coşkun Kökel tarafından hazırlandığı söylenmektedir. Telefonla ulaşmaya çalıştığımız ve görüşlerini almayı düşündüğümüz Coşkun Kökel, ne yazık ki telefonumuza yanıt vermediği gibi, bize telefonla dönmedi de…
Hazırlanan metinde şu düşünceler var:
“(…) Alevi-Bektaşi inancı 13. yüzyılda Anadolu’da kendi dinamiklerini oluşturmuş ve temsil edilmeye başlamıştır. 13. yüzyılda Horasan coğrafyasından Anadolu’ya yönelen büyük kitlesel göç hareketleri bağlamında Horasan tasavvuf geleneğine bağlı derviş toplulukları da Anadolu’ya gelmiş ve eren öğretisi adına Anadolu’da faaliyet göstermiştir. Hacı Bektaş Veli 13. yüzyılda Horasan’dan Anadolu’ya gelerek Hoca Ahmed Yesevi düşün-inanç geleneği adına önemli etkinlikler göstermiştir. Hacı Bektaş Veli önderliğinde organize olan derviş toplulukları Sulucakara(h)öyük (bugünkü Hacıbektaş ilçesi)’de kurulu dergahta eğitim almış, yetişen dervişler Anadolu ve Balkanlar’ın farklı bölgelerine eren felsefesinin temsilcisi olarak gönderilmiştir. Hacı Bektaş Veli Dergahı’na bağlı dervişler kendilerine faaliyet alanı olarak gösterilen bölgelerde köy, ocak ve tekke kurarak Alevi-Bektaşi inancının kurumsallaşıp organize olmasını sağlamıştır.
Alevilik-Bektaşilik inancının temelinde Allah’ın birliği, Hazreti Muhammed (SAV)’in Allah’ın resülu olduğu ve Ehl-i beyt’in, peygamberimizin iki büyük emanetinden biri olduğu inancı bulunmaktadır. Bu sebeple Alevilik-Bektaşilik inancında Allah’ın tekliğine teslimiyet, Hazreti Muhammed (SAV)’in peygamberliğinin haklığına inanç ve Hazreti Ali efendimizin velilik makamının ulusu olduğuna bağlılık vardır. Dolayısıyla tevhid, nübüvvet ve velayet Alevi-Bektaşi inancının asli inançsal-tarihsel dinamikleridir. Allah’ın yüce vahyinin toplandığı Kuran-ı Kerim’e de bağlılık Alevi-Bektaşi inancının en önemli inançsal temellerindendir. Alevi-Bektaşi topluluklar için İslam dini son hak din olup Müslüman kimlik vazgeçilemez değerdir. Yüzyıllar boyunca Anadolu ve Balkan coğrafyalarında Alevi-Bektaşi topluluklar bu temel değerler üzerinde inanç ve kültürlerini yaşatmıştır.
Belli başlıklarla kısaca ifade etmeye çalıştığımız Alevi inancı temelini İslam dininden alan, Müslüman kimliği ile pekişen, Horasan kökenli kültür unsurlarıyla zenginleşen son derece önemli bir uygarlık değeridir. Fakat Aleviliğe ait tüm bu dini-insani-fikri zenginlik ve ilkeler farklı odaklar tarafından dejenere edilmek istenmektedir. Türkiye dışı belli merkezler bu çalışmaların ana merkezini oluşturmakta olup Aleviler İslam dışı bir zihniyetin mensupları şeklinde tanımlanmak istenmektedir. Bu çalışmalar batı ülkelerinde bilimsel araştırmalar şeklinde gösterilerek uluslar arası kamuoyu bu noktada yanıltılmak istenmektedir. Bu öngörülerin planlandığı batı ülkelerinde belli odaklar üzerinden Alevilik üzerine bilimsel olduğu iddia edilen çalışmalar sürdürülmektedir. Bu çalışmalarla Türkiye politik ve stratejik açıdan zor duruma sokulmak istenmektedir.
İfade etmeye çalıştığımız bu yanlı, ideolojik, ülkemize karşıt, birliğimizi ve beraberliğimizi tehdit eden düşüncelere ve girişimlere karşı devletimizin konuyu akademik gerçekleriyle ortaya koyacak çalışmaları başlatması ve teşvik etmesi son derece önem taşımaktadır. Alevilik inancı Anadolu’nun birliğinin temel sosyal mayalarında biridir. Dervişler, tekkeler Anadolu’da yüzlerce yıl bir olmayı, diri olmayı ve iri olmayı insanlarımıza telkin etmiştir. Böyle bir inançsal-sosyal gerçeğe dayanan Alevi öğretisini yozlaştırmak, dejenere etmek ve de Alevi inançlı vatandaşlarımızı ideolojik-dar politik kısırlıklar ve yanlışlara sevk etmek isteyen odaklara karşı eren düşüncesini bilimsel çalışmalarla insanımıza aktarmak tarihi bir sorumluluktur. Bu bilimsel ve vicdani hissiyatlar bizi Tunceli Üniversitesi bünyesinde Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Enstitüsü kurulma hedefinde buluşturmaktadır. (…)
Tunceli bölgesi Aleviliği birkaç temel örnekle açıklamaya çalıştığımız gibi Anadolu’da Aleviliğe ait kurumsal, inançsal ve tarihsel unsurlarının en orijinal ve kapsamlı şekillerinin yaşadığı bir coğrafyadır. Bu sebeple başta Tunceli bölgesi olmak üzere arkasından da çevre etki sahasının en kısa zamanda bilimsel-akademik araştırma programlarına dahil edilmesi gerekmektedir. Bu bilimsel çalışmaların birincil önceliği Alevilik inancı ile ilgili hakkında yorum yapılan birçok bilinmeyeni aydınlatacak olmasıdır. Bu konu ile ilgili oluşmuş büyük bilgi kirliliğini de giderme açısından çok önem taşımaktadır. Diğer taraftan bu milli bir stratejidir. Özellikle yurtdışı kaynaklı birçok merkezden Aleviler hakkında yapılan ve Türkiye’nin aleyhine dönüştürülen girişimlere de bilimsel açıdan etkili bir karşılık verilerek Alevi inançlı vatandaşlara da inançları, kimlikleri hakkında sağlıklı bir perspektif sunulabilecektir. (…)
Tarihsel Dinamikler Açısından Enstitünün Kurulmasının Önemi:
(…) Alevilik İslam dini içerisinde yer alan ve Ehl-i beyt, On İki İmamlar gibi inançsal unsurları içeren bir düşün-inanç sistemidir. Aleviliğin ana düşünsel-inançsal ilkesi olan Allah, Muhammed, Ali inancı İslam’daki tevhit, nübüvvet ve velayet inanışlarını kapsamaktadır. Bu inançsal zemin üzerinde gelişen Alevi inanç ritülleri de eren öğretisi ile ilgili en önemli bilimsel verileri oluşturmaktadır. Yüzlerce yıllık bir tarihe sahip Alevi inancı ocak adı verilen inanç merkezleri, dede ve talip olarak sıfatlandırılan inanç statüleri ve başta cem olmak üzere sahip olduğu inanç pratikleriyle varlığını günümüze kadar taşımıştır. Anadolu kırsal yaşamı içerisinde merkezi yaşamdan uzak bir ortamda örgütlenen Alevi öğretisi yüzyıllar boyunca inançsal profilini bu sosyolojik gerçek üzerinde sistemleştirmiştir.
20. yüzyıla gelindiğinde Anadolu toplumu genel olarak kırsal yaşamdan kent yaşamına yönelen bir sürece girmiştir. Bu süreçten Aleviler de etkilenmiş ve büyük Alevi nüfus yüzyılın ortalarından itibaren kent merkezlerine göç etmiştir. Bu göç gerçeği geleneksel-tarihsel Aleviliğe büyük hasarlar yaratmış ve Alevi inancının özellikle inançsal yapısını ciddi boyutta sarsmıştır. Geleneksel ocak sistemi işletilememiş, dede-talip ilişkisi kopmuş ve bu, cem ibadeti başta olmak üzere Alevi inanç pratiklerinin orijinal haliyle icrasını imkansız kılmıştır. Alevi kitlenin yaşadığı bu inançsal-kültürel kopuş tabanı farklı inançsal-siyasal-ideolojik ve kültürel akımlara yöneltmiştir. Kentteki Alevi kitlenin farklı düşün-kültür zeminlerine yönelişi Türkiye’de son derece acı ve tehlikeli sosyal olayların yaşanmasına neden olmuştur. Bu yaşanan tecrübeler Alevilik olgusunun Türkiye’nin en önemli gerçeklerinden biri olduğunu bir defa daha ortaya koyarken konu üzerine bilimsel-akademik çalışmaların yapılmasını zaruri koymaktadır.
20. yüzyılda kırsaldan kente yaşanan göç süreci aynı zamanda Türkiye dışına da yönelmiş başta Almanya olmak üzere Türkiye’den büyük bir nüfus Avrupa ülkelerine göç etmiştir. Avrupa’ya göç hareketinin en çok yöneldiği ülke Almanya olmuş bu intikal içerisinde önemli bir Alevi kitle de Almanya’ya yerleşmiştir. Almanya’ya göç eden Alevi kitlenin yaşadığı sosyal-kültürel sıkıntılar ülke içinde büyük şehirlere göç eden Alevi nüfustan daha sarsıcı olmuştur. Baştan beri Türkiye ile ilgili her konuda ideolojik ve politik bir tavır içinde olan Avrupa siyasalı Alevileri ve Alevilik gerçeğini de bu perspektiften ele almış ve oryantalist ve ideolojik içerikte çalışmalar gerçekleştirmiştir. Almanya’da da aynı süreç yaşanmış Alevileri İslam diniden, Müslüman kimliğinden ve Türkiye duyarlılığından koparacak girişimler bilimsel-kültürel faaliyet görüntüsü altında toplumda icra edilmiştir. Bu çalışmalar zaten kente gelerek geleneksel kimliğinden uzaklaşmış olan Alevileri sosyolojik olarak bir yabancılaşma, asimilasyon tehlikesi ile karşı karşıya getirmiştir.
Tarihi, inançsal ve kültürel tüm derinlik ve dinamizmine rağmen Alevi-Bektaşi inancı asli ve doğru şekliyle ortaya konulamamış, topluma anlatılıp, tanıtılamamıştır. Yüzyıllara yayılan süreçte Alevi-Bektaşi inancı sürekli eleştirel bir bakışla sorgulanmış ve eren öğretisi üzerine olumsuz bir bakış açısı gelişmiştir. Konu politik zeminde sürekli dejenere edilmiş ve tartışma konusu yapılmıştır. Buna karşılık Alevi-Bektaşi ve Sünni topluklar arasında hiçbir zaman bir çatışma ve ayrışma yaşanmamış bunu teşvik eden girişimler karşılık bulmamıştır. Bu durum Anadolu halkının sağduyusunu ve birlik-beraberliğini gösteren en büyük ölçüttür. Son dönemde gerçekleştirilen ve çalıştay adı altında Alevi-Bektaşi gerçeğini ve toplumunun sorunlarını çözmeyi hedefleyen girişimlerde göstermiştir ki konu uzun süreçli ve geniş zeminli bir ortamda konuşulmalı ve istişare edilmelidir. Aynı zamanda konu üzerine uzmanlaşmış akademisyen ve bilim insanlarının yetişmesi de zaruri bir durum olarak ortada durmaktadır. Kamusal iradenin karşılığı olan üniversitelerde Alevi-Bektaşi gerçeğini mesai edinen birimlerin teşviki ve desteklenmesi de konu üzerine olumlu neticelerin alınmasını sağlayacaktır. Karşılıklı olarak toplumumuzda bir birlik ve beraberlik vurgusu işlenmeli ortak noktalar üzerine yönelinmesi ortak kazancımız olacaktır. Alevi-Bektaşi gerçeğini gerek yurt içinde gerekse yurtdışında suistimal eden grup ve kurumların varlığı ortadadır. Bu bağlamda niyeti yanlışlar üzerine kurulu bu kişi ve kurumlar muhatap alınmamalıdır. Özellikle İslam dini, Müslüman kimliği ve Anadolu vurgusu olmazsa olmaz olmalı bu zeminde çalışmalar sürdürülmelidir. Anadolu’nun dört bir yanında Alevi-Bektaşi inancı yüzyıllar ötesinden günümüze tüm dinamizmi ile aktarılmış ve yaşatılmıştır. Bugün de varlığını devam ettirmekte ve varlığını sürdürmektedir.
Bu değerin Anadolu’nun temel değeri olduğu ve vazgeçilmez parçası olduğu gerçeğini temel alarak bilimsel çalışmalarla toplumumuzun birliğini ve beraberliğini teşvik etmeli, Anadolu’da varlığımızı sonsuza taşımak milli sorumluluğumuz olmalıdır. Bu sosyal, siyasal ve kültürel dinamikler ülkemizde Alevilik ile ilgili çalışmalarda bir enstitüye olan bilimsel ihtiyacı tüm yalınlığı ile ortaya koymaktadır. İfade etmeye çalıştığımız dinamikler paralelinde kurulmasını talep ettiğimiz enstitü bağlamında Alevi-Bektaşi inancı üzerine yapılacak çalışmaları şu başlıklar da toplamak mümkündür:
Öncelikli olarak Alevi-Bektaşi inancını farklı bilim disiplinleri açısından inceleyecek olan yüksek lisans ve doktora programlarının açılması
Alevi-Bektaşi inancı üzerine klasik değerde olan buyruk, velayetname, menakıbname, icazetname vb. yazılı ve sözlü kaynakların yayınlanması
Alevilik-Bektaşilik hakkında daha önceden yapılmış nitelikli doktora tez çalışmalarının taranarak, ehemmiyet içerenlerinin yayınlanması
Enstitü bünyesinden Alevilik-Bektaşilik üzerine yayınlanmış önceki kitap, dergi, tez vb. metinlerin toplanarak nitelikli bir kütüphane-arşiv merkezinin oluşturulması
Özellikle ocaklı dede ailelerinin elinde muhafaza edilen ve çoğu yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan şecere, icazet, ferman vb. tarihi belgelerin dijital kayıtlarının yapılarak arşivlenmesi
Öncelikle Ehl-i beyt, On İki İmamlar, Hoca Ahmed Yesevi, Hacı Bektaş Veli ve eren düşüncesinin önemli dervişleri üzerine bilimsel araştırmaların gerçekleştirilmesi
Anadolu’da ve Balkanlar’da Alevi-Bektaşi inancının tarihsel temsilcileri olan ocak ve tekke mensupları tespit edilerek envanterinin çıkarılması
Anadolu ve Balkanlar’da Alevi-Bektaşi yerleşim birimleri ve kutsal mekanları üzerine detaylı taslaklar hazırlanması
Alevi-Bektaşi edebiyatına ve müziğine ait unsurların büyük ölçekli çalışmalarla kayıt altına alınması
Ülkemizde Alevi ve Sünni inançlı vatandaşlarımız arasında birlik ve beraberliği artıracak Hacı Bektaş Veli anma törenleri gibi önemli etkinliklere bilimsel destek verilmesi ve içeriğinin dinamik hale getirilmesi
Kurulması teklif edilen enstitü bünyesinde Alevi-Bektaşi inancıyla ilgili şu prototip anabilim dalları teşkil edilmesi konunun bilimsel-akademik açıdan derinlemesine analizini ve sonuçta daha nitelikli çalışmaların ortaya çıkmasını sağlayacaktır.
1. Alevi-Bektaşi Sosyolojisi Anabilim Dalı
2. Alevi-Bektaşi Tarihi Anabilim Dalı
3. Alevi-Bektaşi Müziği Anabilim Dalı
4. Alevi-Bektaşi Edebiyatı Anabilim Dalı
5. Alevi-Bektaşi İnanç Pratikleri, İnanç Statüleri, Kutsal Mekanları Anabilim Dalı
6. Alevi Ocakları ve Bektaşi Tekkeleri Anabilim Dalı
Sonuç olarak Alevilik-Bektaşilik inancı Anadolu coğrafyasının en önemli tarihsel ve kültürel değerlerinden biridir. Bu inanç-düşün geleneğinin Anadolu’daki en önemli temsilcisi ise Hacı Bektaş Veli’dir. Konunun ülke güvenliğimiz ve toplumsal birlik ve beraberliğimiz açısından taşıdığı ehemmiyet ortadadır. Alevilik-Bektaşilik üzerine gerçekleştirilecek olan çalışmaların sosyal ve inançsal boyutları bulunmaktadır.”
Yukarıda tarih ve sayısı verilen Senato toplantısının gündem maddesine ilişkin çoğunluk kararına aynı üniversitenin Edebiyat Fakültesi Seçilmiş Senato Üyesi Doç. Dr. Candan Badem, muhalefet şerhi koymuş ve kayda geçirilmesini istemiştir.
Muhalefet şerhi de şöyle:
“MUHALEFET ŞERHİ
Tunceli Üniversitesi Genel Sekreterliğine
4 Şubat 2016 tarih ve 10 sayılı Senato toplantısında 1. gündem maddesi olan “Tunceli Üniversitesi Alevilik – Bektaşilik Araştırmaları Enstitüsü’nün kurulması” yönündeki çoğunluk kararına aşağıdaki sebeplerle katılmıyorum. Aşağıdaki şerhimin kayda geçirilmesini arz ederim. 04.02.2016
Doç. Dr. Candan Badem
Edebiyat Fakültesi Seçilmiş Senato Üyesi
Şerh: Üniversitemizde bir Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Enstitüsü kurulması kararına usul ve esas itibariyle aşağıdaki sebeplerden ötürü katılamıyorum.
Usul Yönünden: Üniversitemizde halen bir Alevilik Araştırma ve Uygulama Merkezi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü mevcuttur. Bu merkez ve enstitü araştırma, eğitim-öğretim ve diğer sosyal faaliyetler için yeterlidir. Kurulacak Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Enstitüsü’nün bu iki kurumdan farklı olarak ne yapacağı belli değildir. Alevilik-Bektaşilik konusundaki her türlü araştırma ve uygulama etkinliği mezkur merkez bünyesinde yürütülebilir ve konuyla ilgili lisansüstü öğretim programları da Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde açılabilir ve açılmalıdır.
Esas Yöünden: İlimizin toplumsal yapısından dolayı üniversitemizin Alevilik – Bektaşilik araştırmalarında öncü bir bilimsel merkez haline gelmesi elbette arzu edilen bir durumdur. Buna itirazım yoktur. Ancak Senato toplantısına sunulan ve bazı ufak düzeltmelerden sonra YÖK’e gönderileceği bildirilen “ALEVİLİK-BEKTAŞİLİK ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRMELER” başlıklı Ek 1’deki metinden anladığım kadarıyla kurulacak enstitünün bilimsel araştırmadan ziyade belli bir siyasi misyonu yüklenmesi amaçlanmaktadır. Metinde, Alevilik-Bektaşilik inancı tekçi ve katı bir biçimde tanımlanarak tamamen İslam dini içinde sınırları net bir biçimde çizilmiş ve bu tanıma uymayan her türlü anlayış “dejenere”, “ideolojik”, “ülkemize karşıt”, “Türkiye dışı belli merkezlerin” hazırladığı “birliğimizi ve beraberliğimizi tehdit eden düşünce ve girişimi” şeklinde mahkum edilmiştir.
İlimiz Tunceli’de bu tanıma uymayan, yani İslam dışı bir Alevilik anlayışı da mevcuttur. Nitekim sosyoloji bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ali Kemal Özcan’ın “Tunceli Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi cilt 2, sayı 3, Güz 2013, sf. 21-38’de yayımlanan “Alevilerin Müslümanlığı Üzerine Bir Alan Çalışması (Dersim Örneği)” adlı çalışmasında bu gerçek vurgulanmıştır.
Sosyal bilimcinin baştan belli birtakım önkabullerle bir inancı belirlemeye ve belli normlara uydurmaya çalışması ve o normun dışındaki inançları devlete tehdit olarak görmesi bilimsel etiğe uymaz. Bu bilimsel değil siyasal bir faaliyet olur. Bu tavır Osmanlı devletinin Dersim’e yönelik tarihsel “izale-i vahşet”, “tashih-i itikad” ve “tasfiye-i ezhan” siyasetinin devamıdır. Nihayet bu anlayış T.C. Anayasası’nın laiklik ilkesine de aykırıdır. Senato’ya sunulan metinde üniversite için “kamusal iradenin karşılığı” gibi garip bir tanımlama yapılarak üniversitenin rolünün bilimsel araştırma yerine Aleviliğe yönelik belli politikaları uygulama merkezi gibi algılandığı düşüncesi hasıl olmuştur.
Ek 1: Senato’ya sunulan “Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Enstitüsü İle İlgili Değerlendirmeler”
Görüleceği üzere Tunceli Üniversitesi, Senato'dan geçtiği iddia edilen kararı ile AKP iktidarının Alevilik politikasına uygun adımlar atıyor. Belli ki, bundan böyle Alevilik açısından Tunceli Üniversitesi AKP iktidarının sözcüsü konumuna gelecek, getirilecek.
Dersim, burada yaşayan Alevilerce "366 evliyanın mekânı" olarak adlandırılır. Bütün dualarını, ritüellerini Kırmancça ve Kurmançça yaparlar. Dağlar, ağaçlar, sular kutsaldır Dersim'de...
Senatodan geçtiği iddia edilen çoğunluk kararı Dersim'in sosyal ve kültürel olarak bundan böyle asimile edileceğini, hem de işi "bilim yapmak" olan üniversite eliyle yapılacağını gösteriyor. Zaten muhalefet şerhinden de bu anlaşılıyor.
Anlaşıldığı kadarıyla artık Dersimliler kendi özgün inançlarını yaşamayacaklar, dillerinde dualarını, deyişlerini söylemeyecek, okuyamayacaklar. Bunu yaptıkları, uyguladıkları takdirde, "dejenere" olmuş sayılacaklar, "ülkemize karşıt", "birliğimizi ve beraberliğimizi tehdit eden düşünce ve girişim" olarak adlandırılacak yaptıkları iş... Geçtiği iddia edilen karardan anlaşılan bu.
Ve bu, her toplumsal muhalefetin ardında aranan "dış parmak" "dış güçlerin işi" söylemine kadar vardırılacak. Çünkü, adı anılan varsayılan kararda, bu görüşü benimsemeyen, bu görüşün dışında çalışanlar "Türkiye dışı belli merkezlerin" hazırladığı "birliğimizi ve bareberliğimizi tehdit eden düşünce ve girişimi" olarak adlandırılacaklar.
Yukarıdaki metin, yine 4 Şubat 2016 günü Tunceli Cemevi Başkanı Ali Ekber Yurt adına yerel basında yer alan “Alevi-Bektaşi İnancında Hızır Algısı ve Dersim Örneğinde Hızır Olgusu” başlıklı metin ile üslup ve içerik olarak benzerlikler göstermektedir.
Ali Ekber Yurt, yazısında(!) (ki ben bu yazı ile üniversite Senatosunda görüşülen metnin aynı kişi ya da kişiler tarafından kaleme alındığını düşünüyorum) Dersim’de Hızır algısını anlatırken paragrafın başında doğru bilgileri veriyor, paragrafın sonunda ise yanlış bilgiler veriyor. Şöyle diyor:
“(…) Yakın tarihlerde yaşadığına inanılan Derviş Milli adlı erenin bu mekânda, Munzur Suyu’nun üzerinde beraber görüldüklerine inanılmaktadır. Gole Çeto ile ilgili inanış yörede Kuran-ı Kerim’de Kehf Suresinde yer alan ayetlere dayandırılmaktadır. İlgili ayetlerde anlatılan ve iki su kaynağının birleştiği nokta olarak tarif edilen yerin Gole Çetu mevkisi olduğu kabul edilmektedir.” (Tunceli Emek Gazetesi, 4 Şubat 2016)
Rivayet, Yurt’un söylediği gibi Hızır ile Derviş Milli’nin değil, Hızır ile Dewres Mılız’ın burada buluştuğu anlatılır Dersimlilerce. Her ikisi arasında bir buluşma var, ancak Yurt, öncelikle isimleri doğru vermiyor, doğru kullanmıyor.
Dewres Mılız ile Hızır’ın burada buluşup semah döndükleri, bu yüzden buraya Golê Çetu ya da Golê Xızir dendiğini anlatıyor yaşlılarımız.
Öte yandan Dersimliler’in bu anlatımın Kuran’ın Kehf suresinde olduğundan haberleri bile yok ki, kabul etsinler. Kaldı ki, Kuran’ın Kehf suresinin 60-82. ayetlerinde anlatılan kıssada, “Musa’nın karşılaştığı, Allah’ın kendisine rahmet ve özel ilem (ilm-i laduni) bağışladığı kişinin Hızır olduğu” söylenir. (Bkz. Gürdal Aksoy, Munzur, Dersim Etnografya Dergisi, sayı: 1, s.26-27)
Taberi, “Zulkarneyn ve Hızır’ın nebrü’l-hayâta (ölümsüzlük nehrine) varıp, ölümsüzlük veren sudan içtiğini, böylece ölümsüzleştiğini nakleder.” (Bilal Aksoy, Tarihsel Değişim Sürecinde Tunceli, Cilt 1, Yorum yayınları, 1. baskı, ekim 1985, s.220)
Hızır, bütün toplumlarda suyla, ırmakla, deryayla ilişkilendirilir ve özellikle Ortadoğu toplumlarındaki dini gruplarda onunla ilgili farklı rivayetler anlatılır.
Dersim’de Hızır’ın başka bir ünvanı da “Xızırê Sata Tenge”dir, yani “Darda Olanların Hızır’ı”… Çünkü darda kalanlar, “ya Hızır” diye çağırırlar onu, dardan kurtulmaları için ondan yardım isterler.
Yani Tunceli Cemevi Başkanı olan ve resmi çevrelerce Alevi Dedesi olarak gösterilen ancak Dersimliler’in bu tanımına itiraz ettiği Ali Ekber Yurt, ya yazdığı ya da adına yazdırılan metinde geçen bilgilerin doğruluğunu yanlışlığını bile bilebilmekten uzaktır.
Yazdığı ya da onun adına yazılan yazıda, böylesi yanlış bilgiler fazlasıyla vardır.
Tunceli Üniversitesinin Dersimli Alevilere bakış açısı böyle.
Aleviler, elbette istedikleri siyasi partiye oy verir, dilediği partide yer alabilirler. Bu, onların siyasal tercihidir. Ancak Aleviler, yer aldıkları veya oy verdikleri siyasal partiye göre inançlarını belirleyemez, onların siyasal söylemlerine alet edemez, etmemelidirler. İnanç, bir vicdan işidir. Allah ile birey arasında olan manevi bir duygu ve sorumluluktur. Birey bu sorumluluğunu yerine getirerek inancını yaşar. Bunun türlü yöntemleri, ritüelleri, duaları, bedduaları, deyişleri vs. var. Yüzyıllardır gelen bir inanış biçimi, yaşama biçimi var. Bunu her toplum kendi diliyle söyler, kendi diliyle yaşar, yaşatır.
Senato çoğunluk kararının basına yansıması, Munzur (Dersim Etnografya Dergisi) dergisinin 26 Şubat günü Tunceli Üniversitesi Sosyoloji Topluluğu ile birlikte düzenleyeceği paneli de olumsuz etkiledi. Üniversitenin rektörü yapılan başvuruyu “söz konusu tarihte bütün salonların dolu” olduğu gerekçesiyle reddetti.
Tunceli Üniversitesinin buradan yola çıkarak Dersimlilere bir dinsel kimlik oluşturma gayreti içinde olması, üstelik bunu “milli bir strateji” olarak adlandırması, bilim dünyası için skandal bir durumdur.
Ne yazık ki diğer üniversitelerden gelen haberler de, pek de iç açıcı değil. Özellikle Alevilerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde kurulu bulunan üniversitelerin hızlıca “Alevilik Araştırma ve Uygulama Merkezleri” ya da “Alevilik – Bektaşilik Enstitüsü” kurma gayretleri bulunmakta. Bu gayretlerin de, Tunceli Üniversitesinin çabalarının dışında çabalar olmadığı haberleri geliyor.
Mesut Özcan