AYNEY ÖCALAN / ROMA
Pervin Çakar, Mardin’de başladığı müzik yolculuğunu Pavarotti Vakfı’nın ve vakfa adını veren Pavarotti’nin eşinin desteğiyle İtalya’da sürdürüyor. Birçok ödüle layık görülen Çakar, dünyanın sayılı Kürt opera sanatçılarından biri.
Pervin Çakar, Mardin’in Derik ilçesinde, 1981 yılında, beş çocuklu bir ailenin ilk çocuğu olarak geldi dünyaya. Müzik eğitimine 1995 yılında Diyarbakır Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nde başladı ve 99’da bu okulu birincilikle bitirdi. Lisans eğitimini ise Gazi Üniversitesi Müzik Öğretmenliği Bölümü’nde, Şan Ana Sanat Dalı’nda, 2003’te tamamladı. Merakı, ilgi alanı operaydı. İtalya Hükümeti’nin verdiği bursla 2006 yılında opera eğitimi için İtalya’ya gitti ve Luciana Serra, Lella Cuberli, Tiziana Fabbricini, Mietta Sighele ve Veriano Luchetti’nin ‘masterclass’ programına katıldı. 2008’de Perugia F. Morlacchi Devlet Konservatuvarı’ndan başarıyla diplomasını aldı. Eğitimi ardından ise Çakar, İtalya’nın önemli isimleriyle çalışmaya başladı.
Hediye bir Callas CD’siyle
Çakar’ın operayla tanışması ise tamamen tesadüf eseri olmuş. Lisedeyken bir kompozisyon yarışmasında kazandığı ödülü almak için Ankara’ya gitmiş ve olaylar gelişmiş: “Yarışmanın ödül töreninde müzik alanında okuduğum için bir şarkı söylemem istendi ve ben de birkaç türkü söyledim. Yarışmanın sorumlusu, sesimin opera sesi olduğunu söyledi. Operanın ne demek olduğunu bilmediğim için merak ettim. O zaman bana Maria Callas’ın bir CD’sini hediye ettiler. CD çalarım olmadığı için ancak 4 sene sonra dinleyebilmiştim. CD çaları da üniversitede aldığım bursla aldım, benim için çok kıymetliydi. İşte o yarışmadan sonra Ankara’da okuma isteği oluştu bende. Orada da kendimi geliştirme fırsatı buldum. Operayı daha yakından tanıdım, izledim.”
‘Opera beni seçti’
Çok önemli bir şan hocası olan Oylun Erdayı ile çalıştığını anlatan Çakar’ın İtalya yolculuğu ise şöyle başlamış: “Ankara Operası’na gidip geliyordum. Oraya bir gün İtalyan bir opera menajeri geldi. Her şey film gibiydi. Çok zorluk çektim, mücadele ettim ama sonunda sevdiğim ve ilgi duyduğum şeye ulaşmanın mutluluğunu yaşadım.”
“Ben operayı seçmedim, opera beni seçti” diyor Çakar ve operayı “İçine girince beni rehin aldı. Aşk gibi!” cümleleriyle anlatıyor.
Ailesi nasıl tepki verdi?
Ama Kürtler arasında opera, hiç yaygın değil. İcra edeni bir tarafa, dinleyeni bulmak bile mesele. Ailesinden nasıl tepkiler aldığını Çakar, şöyle anlatıyor: “Ailem önce çok şaşırdı. Okuduğum üniversite müzik öğretmeni yetiştiriyordu. Sanırım benim öğretmen olmamı daha çok isterlerdi. Fakat benim ne kadar sevdiğimi görünce fikirleri değişti. Büyük tartışmalar elbette yaşandı; sanatçı olmak isteyenin her ailede yaşadığı gibi... Ama sonunda ben kazandım, opera kazandı.”
‘Opera her dilde güzel’
Çakar, yaptığı müziği Türkiye’de ilk defa Carl Off’un Carmina Burana eserindeki “Soprana Solo”su ile Eskişehir Müzik Festivali’nde, daha sonra ise Ankara Devlet Opera Balesi’nde sahnelemiş. İtalya’nın Milano kentindeki Masseten’in Werther Operası’na ise Sophie rolüyle çıkmış.
İtalya’da doğmuş ve gelişmiş operanın hemen hemen her dilde güzel olduğunu kaydeden Çakar, şöyle devam ediyor: “İngilizce, İtalyanca, Almanca ve Fransızca operalar söyledim bugüne kadar. Opera söylemeye en yatkın dil, tabii ki İtalyanca; çünkü yazıldığı gibi okunur ve telafuz edilir. Kürtçe’deyse henüz bir opera bestelenmedi; fakat Kürt halk şarkılarını şan tekniğiyle yorumladım ve bunu dinleyicilerimin de çok sevdiğini gördüm.”
Dengbêjler okyanusunda boğuldum
Çakar, Kürtçe eserler seslendirmeye başlama gerekçesini ise şu cümlelerle anlatıyor: “Kürtçe söylemeye aile ve toprak özlemi duyduğumda başladım. Kimliğimi tanımam ve kültürümü bilmem gerektiğini düşündüm, Avrupa’dayken. Eski Kürtçe şarkıları dinlemeye başladım. Dengbêjleri dinledim, hayatlarını araştırdım. Çok büyük bir okyanusun içine düştüğümü gördüm ve burada boğulmanın güzelliğini yaşadım. Mihemed Şêxo’nun sesi, bağlaması, yaşam öyküsü beni büyüledi. Ayşe Şan ve Meryemxan gibi iki önemli kadının sesi ile Şakiro ve Karapetê Xaco ilgimi çekti. Daha sonra yavaş yavaş yeni sesler de dinlemeye ve araştırmaya başladım. Kürt halk şarkılarını sesime yakıştırdım ve yeni bir şey ortaya çıkardığımı düşünüyorum.
Sesimle halkımı anlatmak istiyorum
'' Biz Ortadoğu ve Mezopotamya kültürüyle yetişmiş bir halkız. Kürtlerin operayla ilgisi yok. Dengbêjlerle, annelerimizin ‘lorînleriyle’ (ninni) büyümüş bir halkız. Ama operayla Kürtleri tanıştırmayı çok istiyorum. Umarım bir gün Kürtlerin de bir operası olur. Opera, acıları, sevinçleri, savaşları, her türlü kahramanlığı anlatır. Kürtlerin de bir operası neden olmasın? Ben sesimle operaya hayat vermek ve halkımızın nasıl bir kültürden geldiğini göstermek isterim. Mutlaka çok yakında Kürtlerin de bir operası olacak ve dünyaya tanıtacağız.”
Kürt olmanın ağır yüküyle...
''Kürtler acıyla yoğrulmuş bir halk olabilir ama sadece dert ve acıyı değil sevincini de yaşamasını bilen bir halktır. Bunu govendlerde de görebiliriz. Kürt olmanın ağır yükünü taşısam da dünyada bir opera şarkıcısı olarak var olabilmek mutluluk verici. Dünyaya Kürtlerin sadece mücadeleci, savaşçı değil aynı zamanda yüksek sanatla da ilgilenen bir halk olduğunu göstermek istiyorum. Bunun için de destek ve yardım bekliyorum.”
Sahneye nasıl hazırlanıyor?
''Operada sahneye hazırlık, uzun bir süreç. Ben günde en az iki saat ses egzersizi yapıyorum. Ezberden önce o operanın hikayesi, nerede başlayıp bittiği hakkında araştırma yaparım, daha sonra notalarını çıkarırım. Notalardan sonra sözleriyle operayı çalışırım. İyi bir opera kaydı varsa o kaydı dinleyip bir fikir elde ederim. Kendi rolümü çıkarmaya çalışırım. ‘Ben bunu en güzel şekilde nasıl oynarım’ diye düşünürüm. Operanın sözlerini iki haftada kolayca öğrenebilirim; tabii bu kişiden kişiye değişebilir. Yaklaşık bir ay sürebilir çalışma. Çok zahmetli olmasının yanında büyük heyecanlar ve mutluluklar yaşayacağınız bir sanat dalıdır, opera.”
Politika