Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi katliamlarla dolu bir tarihtir. Kürtler, Ermeniler, Asuriler, Çerkezler, Yunanlar derken Aleviler, Êzîdîler ve farklı birçok renk bu katliam kültüründen nasibini almışlardır. Gerçeklik böyle olmasına rağmen, TC’nin tarih sayfalarında suçlu olarak geçenler hep katledilenler olmuşlardır. Bu bir kültürdür. Söz düzeyinde ise bunlara; şaki, eşkıya, haydut, başıboş, çete, din düşmanı, kafir, bölücü, hain, ihanetçi ve böyle birçok daha söz yakıştırılmıştır.
Bugün Kürdistan’ın birçok il ve ilçesinde kıyımlar yapılmaktadır. Evler tank ve toplarla yıkılmaktadır. Katledilen insanların üzerine benzer dökerek yakılmaktadır, bebelerden tutalım da yaşlı ana ve babalara kadar birçok insan hedef gözetilerek katledilmektedir. Gerçeklik böyle olmasına rağmen, bu kıyım ve yıkımı yapanlar ise hep başkalarıdır. Daha doğrusu o topraklarda yaşayanlardır. Bugünün moda deyimiyle teröristlerdir. Üstelik bu öyle işlenmektedir ki, Türkiye halklarının büyük bir kısmı bu yapılanlara da inanmaktadır. Devletlerinin bir hukuk devleti olduğu, cumhur reislerinin bir hukuk adamı olduğu derken, “olsa olsa bu kötülükleri ancak ve ancak katledilenmiş olanlar yapabilirler” inancı ve hissiyatı vardır. Bundandır ki yapılan kıyımlara ses çıkartılmamaktadır. Tam tersine arka da çıkabilmektedir.
Öyle ki bu kirli savaşta bir asker, bir subay ya da bir uzman çavuş vurulduğunda kıyametler kopmakta, intikam çığlıkları gökleri inletmektedir. Halbuki o topraklara giden asker, subay, uzman çavuş Kürtleri öldürmek için gitmiş ve büyük bir ihtimalle de oraya gönderilenlerin ellerinden dirseklerine kadar kan vardır, hem Kürt çocuklarının, analarının, babalarının ve hem de gençlerinin kanı.
Dile getirdiğimiz gibi gerçeklik böyle olmasına rağmen, vuranlar daha fazla nara atmakta, vuranlar vurulduklarını söylemekte ve de katledenler mahkeme salonlarında katledilenleri yargılamaktadırlar.
Ne var ki gerçeklik böyle olmasına rağmen, halen yıkım ve yakmanın yaşandığı coğrafyada birçok insan da bu durumu görememektedir. Hatta sanki münferit olaylarmış gibi, istisnai bir durummuş gibi yani bir çılgınlık anında gerçekleşenler gibi ele almakta, bunun için gerekli olan insani refleksi gösterememekte.
Cizre ve diğer yerlerde yaşananlar Kürdistan’ın yakın tarihinde birçok kez Kürtlere yaşatılmış kıyım ve yıkımların tıpa tıp aynısıdır.
Bir örnek olarak Dersim’i verelim; Dersim kıyımında yerini zamanında almış olan Albay Hulusi Yahyagil o zaman yaşananları şöyle ifade etmişti: “1938’de bizi Dersim isyanını önlemeye ve bastırmaya memur etmişlerdi. İsyan dedikleri şey de, bazı dağ köyleri o yıl vergi vermemişti. Bize verilen emir ise tek kelime idi: İmha. Vergi vermedikleri için yok etmek… Bu düşünceyi, bu uygulamayı kim yapabilir? Zorbalar, insanlık suçunu işleyenler. Elbette vergi işin bir yönü; gerçek neden Dersim’i Türkleştirmekti. Ben kıta komutanıydım, bize verilen emir (Canlı hiç bir şey bırakmayın) şeklindeydi…”
Verilen talimat nettir, tek bir canlı bırakmamak yani yakıp yıkmaktır. Şimdi de benzer bir yakıp yıkmak açıktan yaşanıyor, gerekçesi ise güya hendeklermiş.
Sorulabilir Dersim’deki vahşeti hangi zihniyet açığa çıkardı ya da bu kıyıma yol açan zihniyet neydi? Bu soruya cevap vermek için zamanının birçok bilinen şahsiyetin söylediklerini buraya aktarmak yeterli olabilir.
Zamanının Genelkurmay Başkanı olan Fevzi Çakmak, Dersim kıyımından tam 7 yıl önce şunları demişti: “Dersimli okşanmakla kazanılmaz. Silahlı kuvvetlerin müdahalesi Dersimliye daha çok tesir yapar ve ıslahın esasını teşkil eder. Dersim evvela koloni gibi nazarı itibara alınmalı. Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra ve tedricen öz Türk hukukuna mazhar kılınmalıdır.”
Nasıl yapılacağına ilişkin ise 1931’de Birinci Umumi Müfettişi İbrahim Tali (Öngören): “A. Bütün Dersim’in hariçle münasebetini kat ederek (keserek) taarruzlarına ve ticaretlerine mani olmak, aç kalacak halkı zamanla kendiliğinden ilticaya icbar etmek (zorlamak) ve şu suretle Dersimi fenalardan tahliye. B. Her tarafı esaslı surette kapadıktan sonra ihata çemberini tedricen darlaştırmak ve fenalıklardan dolayı yakalananları derhal Dersimden çıkarak Garba atmak ve serpiştirmek” diye yazmıştır.
Uzatmadan belirtelim ki; Dersim kıyımından önce, Dersim kıyımı planlanmıştır. Hazırlıkları yapıldıktan sonra uygun zaman da gözetilerek uygulanmaya konmuştur. Burada Dersim’de kim, ne kadar, nerede ya da nasıl Direniş gösterdi meselesi değildir. Burada TC’nin verdiği bir kararın zamanı geldiğinde pratikleştirilmesi söz konusudur. O karar ise, Kürtlere reva görülen fermandır daha doğrusu öl fermanıdır.
Evet, Cizre’yi anlamak istiyorsak yeniden yakın tarihe bakıp milliyetçi faşist kültürle yapılanmış, 24 Temmuz 2015 günü ise topyekün bir saldırı başlatmış olan bu birey ve kurumların zihniyetine bakmak gerekiyor.