Kin, öfke birikimidir. İntikam ise etki ve tepki sarmalında, birikmiş öfke patlaması…
Saklamanın, üstünü örtmenin anlamı yok, bütün bu barbarlıklara tanıklık eden Kürtler de, karşı duyguyla bileniyor, düşmanlarının kaybına seviniyorlardı.
Kine, öfke patlaması kinle cevaptı bu.
Mesela, Türk kamuoyu, günlerden beri Ankara patlamasıyla yatıp kalkıyor, hayat bununla nefesleniyordu. Tetikçi niyetine kiralanmış kalemler ve televizyonların propaganda bülbülleri, genç fedai Abdülbaki Sömer’in cenazesine katılımı, ailesine kitlesel taziye ziyaretlerini bahane edip Kürtleri, yeni baştan suçlu sandalyesine oturtup yargılıyor, "hain" diye mahkum ediyorlardı.
Oysa, bir biriyle bağı, bağlantısı olmayan toplamlar arasında ihanetten söz edilemezdi. İhanetin olması için, ara bağı, müşterek duygu ve düşüncesinin bulunması gerekiyordu. Kürtler ise yüz yıldan beri bunlardan kurtulmak için can feda savaşıyor, silahlı güçleri, son 30 yıldır karşılıklı birbirini bitirmeye çalışıyordu.
Irkçı histeriyle pislenip, kirletilmiş bir coğrafya idi burası.
Cumhurbaşkanı sıfatını taşıtan biri, Kürt katliamını, yol kesen, haraç alan sokak kabadayısı ağzıyla "indirdik" olarak niteliyor, Genelkurmay Başkanı da sivil katliamı, zafer sırıtışıyla "teröristleri ölü geçirdik" diye açıklıyordu.
Hangi ihanetten bahsediyorlardı? Bir zamanlar Amerikası'nın, vahşi batısındaki haydutların yaptığını taklit edilerek, katledilmiş Kürtler, arabanın ardına bağlanıp yerlerde sürükleniyordu. Hiç bir eşkıya çetesinin onuruna yedirmediği vicdan çürümüşlüğü örneğiyle bebekler kurşunlanıyor, katledilmiş kadınların çıplak edilmiş bedenleri yol kenarına atılıyordu. Kürtlerin topluca sığındıklar başlarına yıkılıyor, yaralıların üstüne benzin dökülüp kibritleniyor, yanık artığı 168 Kürtün ölüsü tanınmaz hale getiriliyordu.
Yüz yılın vahşi uygulamalarından sonra, her Kürt bedeninde olmasa bile ruhunda dört kuşak Kürdistan'ın yaraları kanıyordu. Kürtlerin yüreği yangın ormanı, hücreleri birer kan pınarı.
Bu yüzden, kontrolden çıkmış kin patlamaları da yaşanıyor, hatta PKK "pasif" kalmakla suçlanıyordu.
Nitekim, PKK’nin liderlerinden Duran Kalkan, dün medyaya yansıyan demecinde, Ankara’daki fedai eyleminin Kürt gençleri tarafından gerçekleştirildiğini söylüyor ve devam ediyordu:
"Ankara’da gördük. Bu bir değil, bin de olabilir. Sen Kürdü yaralıyken kurşuna dizersen, üzerine benzin döker yakarsan, binayı üzerine yıkarsan, ayrım yapmadan yüzlercesini cayır cayır yakarsan, elbette Kürt gençleri de öfke duyarlar. (….) Bu öfkeyi kimse dizginleyemez. Şimdi öyle bir noktaya geldi ki, artık biz de dizginleyemiyoruz. (....) Ankara’daki durum Erdoğan ve Davutoğlu politikasının Kürt gençliğinde yarattığı öfke ve kini ortaya koyuyor. Yine de sivillere saldırmadılar. Tamamen askeri hedeflere yöneltilmiş bir saldırıydı. O ordu Kürdistan’da savaş halinde."
Bugüne kadar, Kürtler üzerinde denenmedik zalimlik kalmadı. Ama kimse, eski sokak simitçisi yeni Saraylı gibi tepyekün Kürt-Türk savaşını başlatıp bu boyuta ulaştırmayı başaramadı.
AKP başardı, bunu. Kürtler de, öne sürdükleri kozu gördü ve cevap veriyor…
Eski simitçinin "iki serhoşundan" biri olan ve dolaylı dille Dersim kırımcısı ilan ettiği Atatürk bile, Kürt şehirlerini muhasara altına alıp yerden ve havadan bombalamıyor, can Şeyh Said ailesini benzin döküp yakmıyor, yaşatmak üzere Türk diyarına sürüyordu.
Tarihin gelmiş geçmiş en şizofren, en deli Mafya şefi Al Capon (Kapon) bile kadınları, çocukları öldürtmüyor, yaralıların üstüne benzin döküp yakmıyordu.
Yine Al Capon, ev baskınlarına çıkmadan önce, tetikçilerini dini ayinle efsunlamıyordu. Türk ordusu ve AKP rejimin özel muhafız birlikleri polisler dün, İdil'e havadan ve yerden saldırmadan önce, kurbanlar kestirip, IŞİD’in dini naralarıyla kendilerini efsunluyorlardı.
IŞİD’leşme böyledir.
Özgür Politika