Günümüze taşınan, hala yaşamakta olan inanç sistemlerini incelerken; her birinin uzun bir tarihsel sürecin ürünü olduğu, birçok kültürel katmandan oluştuğu, farklı kültürel bölgelerin sürekli etkileşim halinde olduğu, çoğu mitsel ve dinsel motifin ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmeler bağlamında tekrar tekrar içerik değişikliğine uğratıldığı gerçeğini aklımızda tutmamız gerekir. Erken dönemlerde ortaya çıkan çoğu mitsel - dinsel motif artık tanınmaz haldedir. Bu anlamda, çoğu zaman incelemeye konu olan bir motifin izi geriye doğru kesin kanıtlarla sürülememektedir. Yazılı tarih öncesi arkeolojik buluntular mevcut olmakla beraber, (özellikle Paleolitik dönemde mağara duvarlarına işlenen resimler, Paleolitik dönem göç yollarında ki istasyonlar, ölü gömme biçimleri vs. gibi) otoritelerin yorumlarıyla yetinmekten başka yapacak bir şey yoktur. Neolitik kültürle beraber kentlere evrilen bir süreç yaşanmış, bu yeni durum ise bir dizi gelişmeyi tetiklemiş, uygarlığın en önemli yaratılarından yazıya, yazılı kayıtlara yol açmıştır. Neolitik kültürün Aşağı Mezopotamya’ya taşmasıyla ortaya çıkan Sumer kentleri arkeolojinin tesbit ettiği ilk kentler olduğu gibi,bize ilk yazılı kayıtları sunan merkezlerdir. Bu yazıların çözümlenmesiyle çok değerli kaynaklara ulaşılmış, günümüze ulaşan pek çok mitsel – dinsel motifin arkaik kaynağı tesbit edilmiş, tarihsel sürekliliğin bilince çıkarılması mümkün hale gelmiştir.
Bu kayıtlar sadece birçok mitsel–dinsel motifi aydınlatmakla kalmamış, bölgede ki siyasal gelişmeleri ve paralelinde mitsel–dinsel akılda ki değişimleri izleyebilmemizi de mümkün kılmıştır. Sumer kentlerine yaptığımız bu vurgu diğer uygarlık merkezlerini, düşünsel ve teknik yaratılara katkılarını yadsımak anlamına gelmemekle beraber; Sumer kentlerinin diğer birçok uygarlığa zemin teşkil ettiğini, düşünsel ve teknik modeller, yaratılar sunduğunu da teslim etmek zorundayız. Unutulmaması, konumuzun sınırlarını zorlama ve tekrara düşme pahasına da olsa her defasında vurgulanması gereken bazı noktalar ise; Bu kentlerin binlerce yılı kapsayan (M.Ö 8000-5500) Neolitik köy birikimi üzerine inşa edildiği, kentlerin erken dönemlerinde yaşamın hala Ana–Kadın etrafında gerçekleşen bir toplumsallık olduğu, içte gelişen sınıflaşma ve erkeğin esas olduğu savaşçı erkek bir tanrı imgesine inanan göçebe/çoban toplulukların
istilasıyla siyasal, düşünsel ve toplumsal boyutlarda dişil-komünal toplumsallığın aleyhine radikal değişimler yaşandığı gerçekleridir.
Raa Haqi–Alevi toplumsallığı merkezi uygarlık alanları dışında varlığını sürdürebilmiştir. Tarihsel gelişim sürecinde gerek kendi
içinde, gerekse etkileşimlerle evrilmiş, günümüzde ki formasyona kavuşmuştur. Var’dan Doğuşa dayanan Kozmogoni anlayışı, Ana’nın (Ana Naciye/Fatıma) Mürşid-i Kâmilullah bilinmesi, Döngüsel Yaşam ve Zaman algısı, Rızaya dayanan toplumsallık gibi olgular erken Neolitik kültür kaynaklı algılardır.
Eril/sınıflı düşünsel toplumsal formasyonların hakim kılındığı merkezi uygarlık alanlarında eski mitsel motiflerinde ters yüz edildiği (Enuma Eliş Destanı örneğinde olduğu gibi) unutulmamalıdır. Bu anlamda, Raa Haqi–Alevilik ve benzeri arkaik miraslarla, merkezi uygarlık alanlarında ortaya çıkıp hala yaşamakta olan inançlarda ortak olan motifler değerlendirilirken söz konusu arkaik mirasların algısı esas alınmalıdır düşüncesindeyim. Şöyle bir karşılaştırma yararlı olabilir; bilindiği gibi Şamanizm göçebe, avcı ve çoban toplulukların düşün biçimi olup tarım toplumlarında binlerce yıl önce aşılmasına rağmen, Asya bozkırlarının göçebe halklarında, Eskimolarda hala yaşayan bir kültürdür.Antik kültürlerle etkileşip birçok mitsel–dinsel motif almasına rağmen, söz konusu halkların yaşam biçimine bağlı olarak bu günlere taşınabilmiştir. Mezopotamya’yı söz konusu ettiğimizde ise merkezi uygarlık alanlarında gelişen, eril bir toplumsal formasyonu amaçlayan ortodoks mitoloji karşısında, Ana odaklı aklın kendini bu alanların ancak çevresinde yaşatabildiği
sonucuna varabiliriz. Buradan hareketle bu arkaik mirasın Raa Haqi ve yaşam alanları her geçen gün daraltılan diğer arkaik kültürlerce temsil edildiğini yineleyebiliriz.Semahın Antik Dönemlerde ki Kökeni Ya da Zemini ÜzerineRitüeller, arkaik ve geleneksel her topluluğun yaşamında önemli bir yer tutar. Ritüel
ve onu gerekçelendiren, açıklayan mitos bütünüklü bir algı olup toplumsal yaşamda belli amaçlara hizmet ederler. Erken dönemlerden beri bilebildiğimiz hemen her arkaik ve
geleneksel toplulukta, kaynağını söz konusu topluluğun anlam dünyasından alan ritüel danslar gerçekleştirilmiştir. Konumuz olan Semah ritüelinin kökeni Kırklar Cemi mitosuyla açıklanmıştır. Muhammed meclise dahil olmuş, bir üzüm tanesi kırka bölünmüş ya da şerbet edilerek içilmiş, coşa gelen Kırklar hep beraber Semah yürümüşlerdir. Kökeni böylece açıklanan Semah, bundan sonra temel ritüellerden biri olmuştur şeklinde açıklanır. Bu anlatıda da, Raa Haqi–Alevi açıklamalarının belki de tamamında olduğu gibi Batıni bir içerik gizlidir. Birinci derecede
süreklilik arz eden takibat ve tehdit, ikinci derece de ise inanç boyutuyla yaşanılması, öğrenilmesi, bir öğrenim sürecinin zorunlu görülmesi nedeni böyle bir sonuca yol açmış
olmalıdır.Semah ritüelinin kaynağını da Raa Haqi–Alevi Kozmogonisinde aramamız gerekir. Söz konusu edilen öğreti, uzun bir tarihsel süreç içerisinde bütünlüklü bir algı ve formülasyona ulaşmıştır. Erken dönem neolitik kültürle başlayan sürece, insanın doğayla üretim temelinde girdiği yeni ilişkilenme biçimine bağlı olarak edindiği deneyim, gözlem ve bağlı olarak bilgi birikimine dikkat çekmiştik. Vurgulamak gerekir ki, Semah bir tarım toplumu ritüeli olarak belirmiştir. Raa Haqi–Alevi kozmogonisi, “döngüsel yaşam ve zaman” algısını içerir. Bu algı, tarım topluluklarının belirdiği alanlarda binlerce yıl mitsel–dinsel sistemlerin temel karakteristiklerinden olmuş, M.Ö. 1200–550 aralığına önerilen Zerdüşti çıkışa kadar tüm uygarlık alanlarında (dolayısıyla etki alanlarında da) kesintisiz biçimde devam etmiştir. Doğrusal zaman anlayışı Zerdüşti çıkışla beraber ortaya
çıkmış, öte yandan İbranilerin, kendi kabile mitosları ve merkezi uygarlık alanlarında ortaya çıkan mitsel birikimi sentezleyip kendi halklarının kurtuluş tarihi biçiminde yorumlamalarıyla mümkün olabilmiştir. Burada özenle vurgulayalım ki; döngüsel yaşam ve zaman anlayışı hala tüm doğu uygarlıklarında (Hint, Çin, Japon) geçerli olan algıdır.Döngüsel yaşam ve zaman anlayışı doğanın/evrenin yapısında görülen sabit ritimlerin; güneşin günlük hareketi, ayın dolunay ve koğuşum halleri, gece ve gündüzün sürekliliği, mevsim ve yılların biri birini takibi, yaşam, ölüm, tekrar yaşam ve ölüm döngüsü, bitkilerin yeşerip tohum vererek ölmesi ve kendini tohumla tekrarı, yine gözle gözlemlenebilen beş göksel cismin/gezegenin güneş ve ayla
beraber kendini tekrar eden döngüsü, insan aklına “kutsalın sırrına erilen” hakikatı olarak yansımıştır. Unutmayalım ki, söz konusu
edilen tarih aralığında “aşkın kutsallık anlayışı” henüz yoktur. Bu gün hala Raa Haqi Alevi öğretisinde esas olduğu gibi “kutsallık
içkindir”, bu anlamıyla nesnel alemin kendisi kutsalın dışında olmayıp, onda işleyen süreçler kutsalın kendi hakikatı, hikmetidir. Sırrına erilen ve süreklilik arz eden “sabit ritimlere” yüklenen anlam budur.Erken neolitik kaynaklı olduğunu vurguladığımız Raa Haqi–Alevi süreği, bu zemin üzerinden gelişimini sürdürmüş, yani Kemalini geliştirmiştir. Kozmogoni anlayışında bugün ulaşılan algı, kainatın tüm bilgisini ve ona dönüşecek potansiyeli içeren “Var”ın, “Hu” (O, Kendisi, Xu, Xo, Hu, Xwe) olanın Çar Anasır halinde kendisinden doğuşu gerçekleştirip sonsuz bir döngüye girmesi; yani sonsuz “Semah” halinde olması biçimindedir. Varlık, on sekiz bin alem olarak ifade edilen sonsuz
alemde bir çark/semah ile sürekli “Doğuş” halindedir. Varlığın her bir formda ki belirişi/doğuşu bir “Cem” hali, çözülüp farklı alemlerde evrilmesi ise alemler arasında ki Semah
halidir. Yani Cem ve Semah bir “Doğuşlar” döngüsüdür diyebiliriz. Bu döngü Hakk’kın kendini bildiği makam olan insan gerçeğine ulaşır. Pirin (Başköylü) dilinden aktarırsak; “Hakk doğuşla ispat olur”O halde Semah; “Var”ın, zahiri ve batınıyla “Hakk” olanın, mikrodan makroya sonsuz döngüsünün, sonsuz alemlerde ki doğuş halinin sırrına erilmesi/bilinmesi ve bu hakikatın
Ritüel ifadesidir” sonucuna varabiliriz.Xızır Kültünün Antik Dönemlerde ki Kökeni ÜzerineXızır kültünü tartışırken konuyu iki farklı boyutuyla değerlendirmemiz gerekir.
İlki, Xızır kültüyle ilişkili olabileceği düşünülen antik dönem kayıtları ve Tevrat geleneğinde ki yansısıdır. Diğer boyutu ise Xızır’ın inanç gurubumuzun anlam dünyasında ki yeri olmalıdır.
Bilindiği gibi Xızır kültü oldukça geniş bir alana yayılmıştır. Özellikle İslami topluluklarda bilinmek, önem atfedilmekle beraber, kült, Alevi duygu ve anlam dünyasında daha
güçlü bir karşılık bulmaktadır. Xızır’ın, bilindiği tüm topluluklarda ki ortak özelliği “ölümsüz” olması ve darda kalanların imdadına yetişmesidir. Bundan başka yerellerde yüklenilen daha farklı niteliklerde vardır. Ölümsüzlük motifinden yola çıkarak izlemeye çalışalım...Ölümsüzlük motifine rastlanan en eski kayıt, Sumer Tufan mitosunun işlendiği tabletdir (Hook, 1995). Tanrılar insanlığı yok etmeye karar vermiş fakat tanrılardan Enki insanlığı kurtamak istemiş, Sumer “Sippar” kentinin sofu kralı Ziusudra’ya tufandan kurtulmak için ne yapması gerektiğini anlatmış, Ziusudra bir gemi inşa etmiş, böylece tufan koptuğunda kurtulmuş; “Bitkiler dünyasının ve insanlığın soyunun adını sürdüren” Ziusudra’ya “bir tanrının ki gibi sonsuz soluk” indirilmiş, “karşı tarafta ki ülkede, Dilmun ülkesinde” oturması sağlanmıştır. Ziusudra’ya ölümsüzlük verilip Dilmun ülkesine yerleştirilmesi mitosu, Akadlarda yansısını Gılgamış mitosuyla bulmuştur. Hook, üçte ikisi tanrı, üçte biri insan olan Gılgamış kişiliğinin de Sumerlerden alındığını belirtmektedir. Akadca yazılan metinde Gılgamış, “diriler ülkesi” denen bir ülkeyi aramaya karar verir. Yani ölümsüzlük peşine düşer. Fakat tanrı Enlil, tanrıların insanlara ölümsüzlüğü bahşetmediğini, kendisine bağışlanan ün, zenginlik ve savaşlarda başarılarla yetinmesi gerektiğini belirtir. Akad metninde ki aktarı böylece özetlenebilinir. Ölümsüzlük motifi ve arayışı, Babil–Asur metinlerinde Sümer ve Akad metinlerinin sunduğu malzeme üzerinden tufan mitosuyla birleştirilerek bütünlüklü bir şekilde işlenir.Babil versiyonunda Gılgamış, dostu Enkidu’nun ölümü üzerine acı duyar, ölüm korkusu çeker ve ölümsüzlük arayışına girer. Ölümsüzlük bahşedilen tek ölümlü, Sümerli Ziusudra’nın Babilonyalı karşıtı “Utnapiştim”dir. Gılgamış tehlikeli bir yolculuğa çıkar, büyük tehlikeler atlatır, zorlukları yener ve atası Utnapiştim’i bulur. Fakat Utnapiştim tanrıların ölümsüzlüğü sadece kendileri için ayırdığını söyler. Gılgamış hayal kırıklığı ile ayrılırken
Utnapiştim, kendisine yaşlıyı gençleştiren bir bitkiden söz eder. Bu bitkiyi elde etmek için denize dalması gerektiğini söyler. Gılgamış
bitkiyi bulup çıkarmayı başarır fakat dönüş yolunda bir su birikintisinin yanında dinlenip üstünü değiştirirken, bitkinin kokusunu alan bir yılan bitkiyi kapıp kaçar. Xızır kültü değerlendirilirken erken dönem için bu aktarılara, Tevrat’da İlya ve Elişa peygamberlere, Kuran’da ise Musa peygamberin yardımcısı olduğu belirtilen gence göndermeler yapılmaktadır. Xızır’a dair farklı bölgelerde pek çok menkıbe anlatılmaktadır. Farklı halklarda, farklı inanç kimliklerinde benzer kutsal kişilikler, kültler görülebilmektedir. Xızır’ın Dersim’in Anlam Dünyasında ki Yerine DairXızır kültü, vurgulandığı üzere çok geniş bir alana yayılmıştır. Son kısımda ki alan daraltmamız, yerellerde ki olası farklılıkları yeterince ifade edememe kaygısından kaynaklanmaktadır. Dahası, kendi yerelimizde dahi konuyla ilgili hacimli bir çalışmadan bahsetmek mümkün değildir. Bireysel hafızamıza yansıdığı kadarıyla ifade etmeye çalışacağız.
Vakıf olabildiğimiz kadarıyla yerelimizde ki Xızır algısı diğer Alevi topluluklarıyla büyük oranda örtüşmektedir.Öncelikle belirtelim ki Xızır bütün Alevi topluluklarda çok güçlü bir inanç ögesidir. Dersim’de, adeta tanrısal niteliklerle donatılmıştır. Genel kabul gördüğü üzere hep hazır ve nazırdır. Darda kalanların yardımcısıdır, dertlere dermandır. Bozatlı Suvaridir. Bir yoksul donunda görünür, insanların cömertliğini sınar. Haneleri dolaşır, bolluk ve bereket getirir. Doğruluk ve cömertliğiyle ziyaretine layık olan çok fazla haneyi onurlandırmış, temiz
kalpli pek çok insana görünmüştür. Deryaların, dağların çetin geçitlerin piridir. Sularla çok fazla ilişkilendirilir, adıyla anılan çok sayıda akarsu, göl ve pınar mevcuttur. Çok sık anılır, sevilenler ve evlatlar ona emanet edilir. Yola çıkanlara yoldaş olması dilenir. Baharın gelişi, dünyanın yeşile bürünmesiyle de ilişkilendirilir. Dersim’in pek çok yerinde atının ayak izleri olduğuna inanılır. Adına Cem tutulur, niyaz ve kurbanlar sunulur. Sır olduğuna inanılan ulu kişilerle de özdeşleştirilip “Bir” oldukları belirtilir.
Sonuç Yerine
Binlerce yıl evel Mezopotamya’da ortaya çıkan Ana–Tanrıça kültü tüm uygarlık alanlarına tarım kültürüyle beraber yayılabildiyse; Yunan panteonu binlerce yıl sonra Mezopotamya merkezli uygarlıkların adeta izdüşümü olabildiyse; bu kültün farklı halk
ve inanç guruplarında ki varlığını, paralelliklerini şaşırtıcı bulmamak gerekir. “Bitkiler dünyasının ve insanlığın soyunun adını sürdüren” (Hooke, 1995) Ziusudra, ölümsüzlüğe ulaşan ilk ölümlü olmaktan daha fazlasını ifade ediyor olabilir. Bilindiği gibi
erken dönemlerde, doğanın çeşitli unsurları doğrudan tanrı kabul edilmektedir. Örneğin toprak, Ana–Tanrıçadır. Su, Hava, Güneş, Ay vb. birer tanrıdırlar. Yaşamın sürebilmesi için gereklidirler. Bu yaşamsal ögelerin bir kaçı Xızır kültünde buluşturulmuş olabilir. Bu kültün geniş bir alanda ki yaygınlığı, Raa Haqi–Alevilik gibi arkaik geleneklerde semavi dinlerin kitaplarında ki göndermeleri aşan önemi, oldukça güçlü ve Mezopotamya
merkezli bir külte işaret etmektedir. Kentleşme öncesi Verimli Hilal’de ortaya çıkan daha eski bir yaratı olma olasılığını da göz ardı etmemek gerekir. Kentlerin belirmesi, yazının bulunmasıyla kayda alınan mitosların daha erken biçimleri neolitik köy kültüründe ortaya çıkmış olmalıdır.
Zülfikar dergisi