KCK Yürütme Konseyi üyesi Rıza Altun, Demokratik Suriye Federasyonu güçlerinin katılmadığı bir çözüm biçiminin, gelişme şansının çok zayıf, hatta sıfır olduğunu ifade ederek, “Kürtlersiz bir Cenevre nasıl mümkün olmadıysa, Astana da öyle mümkün değildir” dedi.
“Kuzey Suriye Federasyonu’ndan geriye dönüş yoktur’’ diyen Altun, Astana’nın temel güçlerinin, Esad’ın iktidarda kalması ve eski sistemin yürümesinden yana olduğunu belirtti ve ekledi: “Eskisi gibi bir Suriye rejimi düşünülüyorsa ki bu mümkün değildir. Ancak demokratik bir Suriye’nin ortaya çıkması ile sorunlar çözülebilir.’’
Suriye’yi kaostan çıkarmaya dönük, sistemsel olarak, Suriye için geliştirilen federasyon sistemi oluyor. Rojava’da halkların gündeminde olan federasyon sistemi, sizin de hareket olarak savunduğunuz demokratik modernite sistemini kendi bağrında yaşatacak mıdır?
Suriye’nin sosyal ve tarihsel durumu dikkate alındığında en doğru yaklaşımın, ancak federasyon olabileceği ortaya çıkmıştır. Çünkü Suriye, çok değişik toplumsal kesimlerden meydana geliyor. Etnik topluluklar oldukça çoktur. Bir de farklı dinsel topluluklar ve farklı mezhepsel topluluklar vardır. Geçmişte bütün bu toplulukları adeta birbirine düşman etmek temelinde bir iktidar söz konusuydu. Zaten şu an yaşadığımız kriz de, bunun krizidir. Zaten ulus devlet bunun en üst düzeydeki temsilidir. Herkesi reddederek, inkar ederek ve herkes üzerinde aşırı baskı geliştirerek oluşturulan bir devlet, üniter bir devlet sistemi vardı. Esas sorun bu ve kriz bundan geliyor. Aslında tüm Ortadoğu’da sorun budur. Şimdi bu son beş yıl, bu kriz, büyük çatışmalara dönüştü.
Şimdi bu krizden nasıl çıkış olacak?
İşin gelip tıkandığı yer de burasıdır. Eğer eskisi gibi bir Suriye rejimi düşünülüyorsa, ki bu mümkün değil ve bu kabul görmedi. Bölgesel durumlar, uluslararası güçlerin katılımı ile bu, doğru görülmedi. Bunun böyle gitmesi mümkün görünmüyor. Eğer bunda ısrar edilirse, o zaman üç yıllık, beş yıllık savaşı neye bağlamak gerekiyor? Bunun dışında bir çözüm gelişmesi gerekiyor. Ancak demokratik bir Suriye’nin ortaya çıkması ile sorunlar çözülebilir. Eğer Kürtlere, Asurilere, Êzîdîlere, Hıristiyanlara, Müslümanlara ve farklı mezheplere hakları verilmezse, ne demokratik bir Suriye ortaya çıkabilir, ne de bu kaos aşılabilir. O zaman yapılması gereken en doğru şey, Suriye’nin bütünlüğünü koruya bilmek için bütün bu toplulukların kendisini özgürce ifade ettiği, bir siyasal sistemin ortaya çıkmasıdır. Şimdi bu siyasal sistemler için çeşitli modeller var.
Nedir bu modeller?
Modeller üzerinde tartışılabilir, ama Suriye için en uygunu, bizim demokratik konfederalizm dediğimiz durumun ortaya çıkmasıdır. Yani Kuzey Suriye Federasyonu diye tabir edilen, bölgenin dışında da değişik federal bölgelerin oluşturulması ve bu federal bölgelerde, herkesin kendisini ifade edeceği, bir durum ortaya çıkarılmasıdır. Ve bunun üzerine, demokratik bir Suriye inşasının geliştirilmesi gerekiyor.
Bunun dışında, bazı yollar denenmeye kalkışılırsa çatışmalar çok daha büyük boyutlara ulaşır. Şu anda Suriye’deki çözümü tek bir doğru temelde savunan, Suriye’deki demokratik güçlerdir. Ancak Demokratik Suriye ya da Kuzey Suriye Federasyonuna dayalı bir Suriye gerçeğine, hemen oldu, bitti gibi bir yaklaşım içerisinde olmak da doğru değil. Sorunlar hala çözülmemiş. DAİŞ, hala toprakların hemen hemen yarısını kontrol ediyor. Nusra gibi yine Türkiye ve Suudilere bağlı, birçok çete gücü, ülkede belli bir hakimiyet sağlamışlar.
Şimdi biz kalıpları çizilmiş, mutlak böyle olacak, şeklinde bir paradigmasal yaklaşım göstermiyoruz. Biz daha çok toplumların tarihsel yapısını göz önünde bulundurarak, siyasal yapıların oluşmasıyla sorunların çözüme kavuşabileceğine inanıyoruz. Suriye’nin şu anda, PYD öncülüğünde geliştirdiği Kuzey Suriye Federasyonu, buna çok yakın bir durumdadır. Ama birebir bütün her şeyin inşa edildiği, halkların güvenceye alındığı, herkesin kendisini ifade etme özgürlüğüne kavuştuğu, bir düzey hala yakalanmış değil.
Sözünü ettiğiniz, Suriye’deki krizi, ulus devletin güçlenmesi ya da çözülmesi olarak ele alabilir miyiz?
Biz, ulus devletlerin büyük bir çözülme süreci içerisinde olduklarını düşünüyoruz. Mesela yeni dünya düzeni dedikleri, Büyük Ortadoğu Projesi dedikleri durum, bir yanıyla ulus devlet sistemlerinin, artık kapitalizmi temsil edemeyeceği bir düzeyde, özgürlüklere hiç fırsat vermeyecek bir düzeye gelmesidir. Kapitalizmin genel krizlerinden bir tanesidir. Ya çeşitli restorasyonlarla bu durum aşılmak isteniyor, ya da büyük olayların çıkmasına neden oluyor.
Suriye sadece, ulus devletle izah edilirse, çok fazla anlaşılamaz. Farklı inançların birbiriyle düşmanlığı, farklı etnik toplulukların birbiriyle düşmanlığı, ulus devlet öncesinde de vardır. Bunlar devlet, egemenlik ve imparatorluk eksenli körüklenmiş gerçekliklerdir. Ulus devleti, bu tarihsel çelişkiler üzerinden inşa ettiler. Şimdi bu, sorunu daha da derinleştirdi. Örneğin ulus devlet, bir Arap Cumhuriyeti biçiminde kendisini ifade etmiştir. Mevcut rejim, toplumun neresine dayanıyor. Toplumun hangi kesimine dayanıyor, diye bir soru sorarsak, mutlak toplumsal kesimlerin hiçbirine dayanmıyor ve bunların hepsinin inkarı üzerinde kuruluyor. Ve bu, inkar, baskı ile gerçekleşen bir durumdur.
Suriye’de ulus devlet bitti diyebilir miyiz?
Şu anda mevcut Kuzey Suriye Federasyonu Güçleri içerisinde yer alan güçler dışında hiç kimse projesini ortaya koymuş değildir. Çünkü onlar, Suriye’yi daha çok, bir Ortadoğu hegemonyasının çıkarlarının bir noktası olarak görüyor. Aslında Suriye’de ulus devlet, kendisini ifade edemeyecek bir pozisyona geldi. Bu ulus devletin, büyük ölçekte bittiği sonucunu ortaya çıkarır.
Yeni bir ulus devlet mi inşaa ediliyor?
Evet, merkezi devlet sistemi, genel bir ulus devlet inşası ve onu destekleyen bölgesel ve uluslararası güçler temelinde, yeni bir ulus devletin inşası yönünde çaba sarf ediyor. Ama bu da, pek fazla mümkün görünmüyor. Çünkü bunun karşısında, bundan çok daha fazla güçlü güçler, büyük güçler vardır. Bu güçlerin de, kendilerini ifade edebilecekleri bir Suriye’nin ortaya çıkmasında yürüttükleri mücadeleler var. Bunlar da kendi içerisinde parça parçadır. Bu da tartışmaya açıktır. Bölgesel güçler daha çok, Suudi, Katar ve Türkiye gibi ülkeler daha çok kendi çıkarları temelinde bir rejim oluşturmak istiyorlar. Ve bunların kullanmış oldukları DAİŞ, Nusra, Ahrar El Şam benzeri güçler var. Bunlar da farklı, devlet yapısını daha çok Selefi bir yaklaşımın ifadesi olarak, ortaya çıkarmak istiyorlar. Ama bir de Kuzey Suriye Federasyonu içerisindeki güçler var. Demokratik bir Suriye’nin mücadelesini yürütüyorlar. Ve bunun dışında da birçok kesim vardır.
Rusya, İran ve Türkiye üçlüsünü nereye oturtmak gerekiyor?
İran başından beri, Suriye’de var olan bir güçtür. Eski stratejik müttefiki, durumundadır. Kriz çıktığından beri, Suriye ile birlikte hareket eden üniter bir Suriye, ulus devlete dayalı bir Suriye’nin olmasında herhangi bir çözümü ve alternatife yanaşmayan bir pozisyonda.
İkincisi, Amerika’nın bir yaklaşımı vardı. Hem rejime çok onay vermeyen, hem de Selefi güçlerle sorunu olan, fakat nasıl bir çözüm önerisi sunduğu konusunda da şimdiye kadar hiçbir şey söylemeyen bir pozisyonda, değişik güçlerle ittifak içerisinde, bunu götürmek istiyor.
Rusya, daha sonra buna müdahil oldu. Rusya eskiden beri, Suriye ile olan ilişkilerinden dolayı reel sosyalizmden kalan ilişkilere ve orada yaptığı yatırımların korunmasına dayalı bir Suriye ilişkisinden hareket ederek, adeta Ortadoğu’ya müdahale etmek temelinde Suriye’ye girdi. Ama Suriye’deki rejim, doğal olarak İran ile ittifak içerisinde bir başlangıç geliştirdi. Bu ilk dönemlerdeki başlangıç, daha çok Suriye, İran ve Rusya ittifakına dayalıydı. Bu ittifakla doğal olarak hem Amerika ile çelişkileri, hem de Türkiye’nin başını çektiği Suudilerle, özellikle çelişkileri ortaya çıkarmıştı. Fakat daha sonra belli krizler yaşandıktan sonra, durum biraz değişti.
Türkiye Misak-ı Milli’yi koruyamayacak durumda Türkiye’nin hangi pozisyonda?
Türkiye, geçmişteki ittifaklardan vazgeçerek, onlara ihanet ederek, siyaset değiştirme yoluna girince, Rusya ile ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. Rusya, İran ve daha çok da Suriye, Türkiye’nin de devreye girmiş olduğu, yeni bir durumu ortaya çıkarıyor. Şimdi bu durumun ortaya çıkmasının esas nedeni, Türkiye’nin hem geçmiş siyasetindeki iflası, hem de Türkiye’nin geliştirmiş olduğu temel strateji, yani ne olursa olsun, bütün stratejisini Kürtlerin inkarı ve Kürtlerin statü kazanmamasına yönelik yeni bir siyasetle devreye girmesidir. Bunlar daha çok, Rusya cephesine savrulmasına neden oldu.
Türkiye şöyle bir pozisyondadır; artık Ortadoğu’da büyük bir güç olmaktan, yeni bir Osmanlıcılığı oluşturma çabasından ve eski müttefiklerine dayalı yeni bir hegemonya gibi bir siyasetten büyük ölçüde vazgeçti. Yenilgiye uğradı. Bunun bütün alt yapısı, bir biçimde dağıldı. Genellikle her dört parçada, Kürtlerin geliştirdiği özgürlük mücadelesi Türkiye’yi öyle bir zora soktu ki adeta Misak-ı Milli sınırlarını ve devlet yapısını koruyamayacak bir duruma getirdi. Bunu gören Türkiye, siyasetini değiştirdi. İçerde daha çok faşist diktatörlük diyebileceğimiz bir diktatörlüğe, ideolojik ve siyasi olarak bir savrulma içerisine girerken, dışta ise daha çok Kürt düşmanlığını esas alan güçlerle ittifak içerisinde kendini korumaya aldı. Kendini koruma durumunu, Kürt düşmanlığı üzerinden geliştiriyor. Kürtlerin var olması, sanki onun imhasıymış gibi bir algı içerisinde, ittifaklarını kurmaya yöneliyor. Şimdi böyle olunca Türkiye, Avrupa’dan, Amerika’dan istediği sonuçları alamayınca, kendini daha çok Rusya cephesine kaydırdı. Rusya pragmatik yaklaştığı için adeta Türkiye’yi değişik güçler karşısında kullanmak için kabul etti. Yani NATO, Avrupa Birliği ve Amerika karşısında, Türkiye’yi çok iyi kullanmak için.
Türkiye, Suriye, İran ve Rusya ittifakı bir çözüm gücü mü?
Türkiye, Rusya’ya dayatmış olduğu Kürtlere en ufak bir taviz ve statünün verilmemesi kriteri, temel bir kriterdir. Rusya bunu kabul ettiği sürece, Türkiye, Rusya’nın her dediğini yapmak gibi bir pozisyonda kalacaktır. Böyle bir durum ortaya çıkınca, İran’ı da Suriye’yi de kapsayan bir ilişki ağına dönüştü. Çünkü İran da Kürtlere statü verilmesinden yana değil. Suriye rejimi, mevcut ülkenin tümüne hükmetmediği için, biraz sessiz kalıyor ama özünde eğer eskisi gibi bir üniter sistem kurma ve yaşatma imkanı olursa oraya yönelecektir. Fakat bu uzun vadeli, çok sonuç alıcı bir gelişme değil. Bundan bir sonuç ortaya çıkmaz. Geleneksel ilişkilerine baktığımız zaman, Rusya ve Türkiye ilişkisi çok yürüyen bir ilişki değildir. Tarihsel olarak da öyle. Şu anda da her ikisinin sahip olduğu ideolojik ve politik yapı da, birlikte ittifak içerisinde stratejik bir düzeye doğru gitmenin imkanlarını, çok elverişli kılmıyor. Onun için bugün taktik ilişkiler temelinde, Rusya’nın Türkiye’yi kullanması temelinde bir Astana gündemi oluşturulmuştur. Astana gündeminin çok gelişebilecek bir gündem olma ihtimali zayıftır.
Peki Türkiye ve İran ilişkileri..?
Bu daha da karmaşıktır. İran daha çok Şii, Ortadoğu ekseni üzerinde, ideolojik ve siyasi bir durum içerisindedir. Türkiye’de ise Osmanlıdan kalma ve günümüzde Selefiliğe kadar savrulan bir yapılanma var. Özellikle son MHP milliyetçiliği ile AKP dinciliğinin birleştirildiği bir siyasal yapılanma var. Bu daha çok, Sünni eksenli bir yapılanmadır. Mezhep temelinde siyaset yapan iki gücün, Ortadoğu zemininde bir araya gelmeleri çok zordur. Stratejik bir temelde ittifak yapıp, ittifaklarını yürütmek de mümkün değildir. Son geçen yüzyılda özellikle ortaya çıkan ulus devlet temelinde baktığımız zaman, biraz sessizlik varmış gibi görünür ama bu çelişkiler tümden ortadan kalkmamıştır.
İran bir hegemonya iddiası içerisindeyken, Türkiye Sünni kesimi ile bir hegemonya içerisindeyken bu ilişki ve ittifakın, sadece Kürt inkarı üzerinden inşa edilerek sürdürülmesi çok kolay değildir. Hatta çok zordur. Onun için bundan da büyük gelişmeleri beklememek gerekiyor. Zaten Suriye’yi bu hale getiren, Türkiye’nin kendisidir. Eskiden beridir Hatay sorunu diye bir sorun vardı. Şimdi Hatay sorununa, Suriye rejimini tümden yıkma gibi bir politika eklendi. Herhalde Suriye’deki Araplar, Suriye’de kurulacak yeni bir rejimle Türkiye’nin bu yaptıklarına göz yumarak, Hatay ve benzeri yerlerdeki tarihsel taleplerinden vazgeçerek Türkiye ile stratejik bir ittifaka girmez. Buna giremeyeceğine göre, bu mevcut bloklaşma gibi görünen durum, aslında kendi içerisinde çok yoğun çelişkiler taşıyan ve çelişkilerin her an çatışmaya dönüşebilecek bir duruma göre bir oluşum halidir.
Herkes Ankara’daydı
Daha önce bir yorumunuzda Suriye’de pay sahibi olmak isteyen güçlerin çözüleceği alan olarak El Bab’ı işaret etmiştiniz. Gelinen koşullar bunu doğruluyor mu?
Evet, bunu doğruluyor. Şimdi ilginç bir tablo var. Türkiye’nin Cerablus’a girmesine izin vermeyen hiçbir güç yok. Amerika, Rusya, rejim ve KDP izin verdi, hepsi izin verdi. Hepsi, Türkiye’nin Cerablus’a gireceği gün Ankara’daydı. İran Dışişleri Bakanı oradaydı, Barzani oradaydı, Amerikalı temsilci oradaydı, Rusya’da dış temsilciliğindeki insanlarıyla, oradaydı. Hepsi Ankara’dayken, Türkiye Cerablus’a girdi. Bunu görmek lazım. Cerablus’a onları sokmanın bir anlamı vardı, bir noktaya kadar. Şimdi bütün gelişmeler, öyle bir duruma geldi ki bunların tümünü zorlayan, bir durum ortaya çıktı. Hiçbiri kendi başına, Suriye’de hakim olma konumunu koruyamadı. Amerika da, Rusya da, İran da öyle ve rejimin kendisi de öyledir. Daha çok kim gelişme sağlıyordu? QSD güçleri gelişme gösteriyordu. QSD’den başlayıp Özgür Suriye Federasyonu dediğimiz olguyu, Cerablus, Minbic ve Bab’ta taşıyıp Efrin’e kadar götüren bir stratejiyle hareket ediyorlar. Bunun gerçekleşmesi hiç kimsenin işine gelmedi.
Şimdi bu durumda ne yapacaklardı? Ya kendileri bu özgürlük güçleri karşısında bunları durdurmak için yeni bir savaş süreci başlatacaklardı ya da bunlarla savaşmaya gönüllü olan bir gücü devreye sokmak isteyeceklerdi. Şimdi Türkiye’yi bu eksende Cerablus’a soktular. Türkiye’yi Cerablus’a sokanlar, belli sınırları içerisinde Türkiye’nin girebileceğini belirlediler. Amerika bugünlerde açıklama yapıyor, diyor ki “Biz Türkiye’ye sadece 20 Km girmesine izin verdik.“ İran’ın, Rusya’nın, rejimin izni ne kadar belli değil. Ama Türkiye bir defa Cerablus’a girdikten sonra 20 km. Amerika’nın isteğini yerine getirdi. Kuzey Suriye Federasyonun kurulmasının önüne geçildi. Ayrıca bu bölgede hangi kirli işlerin yürütüldüğüne dair, belli olmayan bir yeni süreç başlattılar fakat işler orayla sınırlı kalmadı.
Rusya devreye girerek, Türkiye’yi o 20 Km’den alarak, Bab’a kadar götürdü.
Rusya’nın Türkiye’yi Bab’a kadar götürmesinin karşılığı nedir?
Eskiden beri, Türkiye’nin müttefiki olan çete güçlerinin Ruslara teslim edilmesi isteniyordu. Erdoğan bunu gerçekleştirdi. Ne yaptı? Bütün muhalif güçleri Şam’da bir ateşkes durumuna soktu, Halep’tekileri ise savaşamaz hale getirerek, sonunda hem Şam’daki hem de Halep’teki bütün muhalifleri, oradan alıp İdlip’e götürerek, buraları adeta rejime verdi. Bunun karşılığında Bab’a kadar gelmeyi kabullendi. Bab’a kadar gelmenin bedeli, Türkiye’nin oradaki güçlere olan ihanetidir. Ve aynı zamanda Rusya şimdi de rejimi daha da güçlendirmek için, Bab’da Türkiye’nin askeri ve siyasi konumlanmasını daha da güçlendirmek ve Türkiye üzerinde, Kürt kazanımlarını tehlikeye sokabileceği hatta günümüzde Minbic’e saldırabileceği yeni bir siyaset kulvarına girdi. Rusya’nın mevcut Türkiye ile ilişkileri, bu kadardır.
Burada Türkiye’nin siyaseti nedir? Türkiye’nin siyaseti, Kürt düşmanlığından başka bir şey değildir. Suriye girmenin 20 Km’si Amerika’ya hizmet ediyor. 20 Km’den sonra, Bab’a kadar olan da Rusya’ya hizmet ediyor. Ve Rusya, bunu daha ileri bir düzeye götürmek istiyor. İşte bu da Astana görüşmeleriyle, Suriye sorununu çözme maskaralığı adı altında yeni bir süreci oluşturmanın yaklaşımıdır.
Nedir bu süreç?
Bu süreç daha çok rejimi güçlendirmek, rejimi mutlak hakim kılmak, eski üniter ve çökmüş ulus devleti canlandırmak dışında herhangi bir çözüm biçimini içermiyor. Orada, demokratik bir Suriye için özgürlük mücadelesi veren güçleri yok sayması ve Türkiye’nin kullanılması dışında, hiçbir anlam taşımıyor şu anda.
Çanlar İdlip’tekiler için çalıyor!
Astana’da yapılacak olan toplantıya Kürtler davet edilmedi. ENKS gibi güçler davet edildi, fakat Suriye’de mücadele eden Kürtler davet edilmedi. Bu toplantıda Suriye’deki Kürtler olmadan bir çözüm mümkün mü?
Şimdi böyle bir şey var: Amerika’nın başını çektiği Cenevre görüşmelerinde dikkat edilirse, Kürtler dışarıda tutularak belirli bir çözüm geliştirilmek isteniyordu. Amerika, Türkiye eksenli bu çete güçlerini kullanmak temelinde hep Kürtleri feda etti. Kürtleri Cenevre’ye çağırmayarak bunlarla iş kurtarmak istedi. Rusya zayıf bir pozisyondayken, PYD’nin sürekli katılması temelinde talepte bulunarak, ama PYD’nin katılmasını kendilerinin de katılması biçiminde Cenevre’yi götürdüler. Şimdi Cenevre olmadı, şimdi Türkiye ve Rusya’nın geliştirdiği ilişkide kısmen İran ve Çin’in de desteklediği ilişkilerle, görüşmeler Astana’ya kadar geldi. Eskiden beri Cenevre’ye Kürtlerin katılmasına çok istekli olan Rusya, Astana için hiç sesini çıkarmıyor, davet etmiyor. Amerika da tersinden açıklamada bulunuyor diyor ki, “Kürt güçlerinin de Astana’da olması gerekiyor.“ Zaten buradan mesele anlaşılıyor. Yani burada Rusya ile Amerika adeta herkesi en pervasız bir biçimde, istediği gibi kullanma hakkını kendinde görüp ve kullanabileceğini sanan bir pozisyondadırlar. Burada çok ciddi bir samimiyetsizlik var. Bu samimiyetsizlikle sorun çözülebilir mi? Başta böyle bakmak lazım.
Şimdi Amerika kendi çıkarları temelinde Cenevre üzerinde, Rusya kendi çıkarları temelinde Astana üzerinde, işleri kurtarmak istiyor. Ve hepsi, herkesi kendi çıkarlarının adeta taktik ilişkisi, haline getirmeye çalışıyor. Bir sefer bu sorunu çözmez. Şimdi nasıl ki Kürtlerin Cenevre’ye götürülmemesiyle Cenevrelerin iflas etmesine neden oldularsa, şimdi de Kürtlerin Astana’ya götürülmemesi Astana’nın başından, iflası demektir. Demokratik Suriye Federasyonu güçlerinin katılmadığı bir çözüm biçiminin, gelişme şansı çok zayıf, hatta sıfırdır. Onların inkarı temelinde gelişebilecek bir çözüm modeli, ancak çok büyük katliamlarla, büyük yenilgilerle gerçekleşebilir. Bu, şu anlamda mümkün değildir; O zaman Cenevre nasıl mümkün olmadıysa Astana da öyle mümkün değildir.
Türk devleti Astana’da kendisini pazarlayabilir mi?
Türkiye, Suriye’deki o Selefi güçlerin, temel oluşturucusudur. Silah, cephane, para ve yaşam imkanları yardımıyla, ayakta tuttuğu güçlerdir. Bu güçler şu an, Türkiye ile bağımlılık ilişkisi içerisindedir. Şimdi Türkiye onları Suriye’de finanse ettiği sürece, Türkiye ile bağlarını götürüyorlardı. Ama şimdi sorun var. Çünkü Şam’dan çekilmek, Halep’i götürüp rejime teslim etmek, Rusya ile bu kadar ilişkilere girmek, o çete güçleri bile rahatsız ediyor. İdlip’teki varlıkları onlar için büyük bir tehlikedir. Bu tehlikeyi çok iyi görüyorlar. Tamiller gibi olma tehlikesi vardır. İdlip’te kuşatma altında her gün bombalanma gibi bir pozisyondalar ve büyük rahatsızlık duyuyorlar. Şimdi bu rahatsızlıkların getireceği dağılmayla, Türkiye’nin dayanmış olduğu güçler arasında, bir sorunun çıkmasına neden olur. Ve Türkiye artık buradan güç olarak, Astana’da kendisini pazarlama imkanını bulamayabilir. Kendini pazarlama imkanı olmayan Türkiye’nin, Rusya için hiçbir değeri yoktur. Orada da sorun var. Yani sadece Demokratik Suriye Güçlerinin dışında kalması, sorun değil. Diğer güçlerin de varlığı sorundur. Nitekim şu an seslendiriliyor da. Bazı güçler katılmıyor. Suudi temelli yaklaşan güçler, tartışmalıdır. Katarlı güçler, tartışmalıdır. Şimdiye kadar Türkiye’ye çalışan güçlerin, sorunları vardır. Birkaç gün önce, İdlip’in bombalanması sonucu öldürülen bir muhalif güç var. Bütün bunlar Astana’nın, şimdiden ne olacağını bize gösteriyor. Suriye’de en gerici rejimin ortaya çıkmasını arzulayan güçlerin, bileşkesidir aslında bu. Bunu unutmamak gerekir.
Astana’dan nasıl bir çözüm çıkabilir?
Demokratik bir gelişmeyi hiç istemeyen ve çıkarını görmeyen güçlerin, Astana programı var. Mesela Türkiye, demokratik bir Suriye istiyor mu? Kürtlerin ve diğer halkların özgürlüğünü istemez. İran demokratik bir Suriye istiyor mu? İstemez. Rusya’nın umurunda değil kimin ne olacağı. Sadece kendi çıkarlarını ifade ettiği zaman, ister faşist olsun, ister diktatör, ister demokrat olsun, onun için çok fark etmiyor. Adeta Rusya, böyle bir koalisyonun sözcülüğünü yapıyor. Peki, nasıl çıkacak buradan bir çözüm? Ya da çözüm çıktığını varsayalım. Şimdi Türkiye açıklama yapıyor, Esad’ı reddetmiyorlar. İran da, Rusya da şu anda Esad’ı istiyor. Astana’nın temel güçleri, Esad’ın iktidarda kalması ve eski sistemin yürümesinden yana. Esad da adeta hepsinin patronu gibi, Astana’da onlarla birleşiyor. Peki, bunların bileşkesi nasıl bir Suriye’yi ortaya çıkarır? Eski ulus devlet, üniter sistemi ortaya çıkarır. Peki, eski ulus devlet, üniter sistem ortaya çıkacaksa, beş yıllık bu rezalet neyin nesi oluyor? Şimdi herkes kendi rezaletini kabul ederek, yerine mi dönecek? O zaman DAİŞ’in, El Nusra’nın bilmem herkesin, rezaletini kabul edip rejime teslim olacakları anlamına gelir. O zaman QSD’nin yürütmüş olduğu özgürlük mücadelesinden, vazgeçtiği anlamına gelir. Bu mümkün mü? Bu mümkün değildir.
Kuzey Suriye Federasyonu’ndan geriye dönüş yoktur. Burada güçler özgürlük mücadelesinde, sonuna kadar ısrar edecekler. Topyekün imha olsalar bile artık geçmişteki Suriye’yi kabullenme gibi bir lüksleri yoktur, olmayacaktır. Açıklamaları da bu minval üzerindedir. DAİŞ ve El Nusra ise kendi konumlarını koruyorlar. İstedikleri çok farklı bir Ortadoğu ve dünyadır. O dünya için mücadele ediyorlar. Görüldüğü kadarıyla, onlar da kendi isteklerinden çok vazgeçmiş değildir. Hatta Bab’ta, Türklere karşı yürütmüş oldukları çatışma, Rus desteğinde, koalisyon desteği güçlerinde, Türkiye’nin Bab’taki durumunu bir çıkmaza sokacak derecede, etkili bir pozisyonda rol oynuyorlar. Onlar da vazgeçmeyecektir. Peki İdlip’e kadar götürülen o Türkiyeli işbirlikçi güçler, Türkiye’nin kendisini Rusya’ya, İran’a pazarladığını gördüğünde, hala Türkiye’de olmakta ısrar edecekler mi? Etmeyecekler ve dağılacaklardır. Dağıldıkları yerde yeni bir oluşum olarak karşımıza çıkacaklardır. Ya DAİŞ güçlerinin, ya El Nusra güçlerinin daha da güçlenmesine neden olacaklar, ya da dağılıp çeşitli güçler arasında yeni bir güce kavuşarak, varlığını sürdüreceklerdi. Çözüm nerede? Buradan Astana çözümü çıkmaz. Ayrıca şunu ekliyorum; Avrupa ve Amerika blokunu ve uluslararası koalisyonu da bunun dışında sayarsak, Astana gerçekten çok etkili bir durum değil.
ANF