“Köleler hizmette kusur etmezlerse, efendiler olağanüstü baskı uygulamalarına girişmezler” diye bir tespit hep var olmuştur. Yani eğer birileri boyun eğerse, ses çıkarmazsa, zulme ve baskıya karşı koymayıp bu zulmü ve baskıyı olduğu gibi kabul ederse, o zaman özü efendi olan, faşist olanlar niye faşizan yüzlerini göstersinler ki!
Ancak bunun karşısında, "Direniş mücadeleleri yükseldiği zamanlarda olağanüstü sömürgeci baskı uygulanmış; pasif bir direniş olduğunda ise sömürge yönetimi kısmi istikrar dönemi yaşamıştır Gelecekte de bu böyle olacak; bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi geliştikçe sömürgeci baskılar artacak; sömürgeci ve gerici güçlerle yurtsever, devrimci güçler kıyasıya bir savaşa girişecektir” diye de bir tespit vardır. Yani sömürgecilerin, faşistlerin uyguladıkları yöntemlerle birileri var olduğu için değil; var olan uygulamaları kabul etmedikleri için, sömürgeciler ve faşizm esas yüzünü ortaya sergilemekten hiç geri durmamıştır. Esas olan budur.
Bugün Türkiye ve Kürdistan’da tam bir karabasan gibi çöken faşizm, toplumu dize getirmek için elindeki tüm baskıcı devlet güçlerini ve faşizmin irade kıran tüm yöntemlerini her geçen gün artan dozda kullanmaktadır. Öyle ki, faşizan güçlere karşı tek bir sesin çıkmaması için ellerinden ne geliyorsa -hiçbir ahlaki sınır tanımadan- yapmakta, en ufak küçük bir karşı dirence de en büyük pervasızlıkla saldırmaktadırlar.
Ancak unutulmasın ki, bu saldırı düzeyi, yaşadıkları korku ve geleceklerinin garantili olmamasından ve bir de faşizan baskı ve alıklaştırmayla oluşturdukları, Çayanov’un deyişiyle, "Rus köylülüğü aslında bir sınıf değildir, patates çuvalıdır" gerçekliğinden kaynağını almaktadır. Bu hale getirilenler, her zaman bir şekilde başkalarına karşı tam birer kalkan, birer saldırı gücü olarak kullanılabilir. Bugün Türkiye’de İspanya boğası misali Kürt renkleri gösterildiğinde yaşanan linçler ve katletmeler gibi!
Kimi aydın bu gerçekliğe zenofobiye benzetmektedir.
Zenofobi, yabancı korkusu-nefreti anlamına geliyor; Yunanca xenos yani yabancı, phobos yani korku kelimelerinin birleşiminden oluşuyor. Kişinin yabancılardan ya da bir şekilde kendisinden farklı olan insanlardan korkmasına ve nefret etmesine bu ad veriliyor. Değişik olanın tehlikeli olduğu düşüncesiyle oluşan bir korku. Nasıl ki zamanında Maraş’ta Alevilere karşı “patates çuvalı” türü insanlar piyasaya sürülmüşler ise bugün de benzer bir şekilde aynı “patates çuvalı” insanlar, “Vatan, Millet, Sakarya” diyerek yine Kürtlere, demokratlara, Alevilere, farklı düşünen ve farklı yaşayanların üzerine sürülmektedirler.
Belirttiğimiz gibi bunun altında yatan korkudur.
Unutmayalım ki, zamanında Maraş’ta Alevilere yönelirlerken bir korku vardıysa, şimdi de benzer ama daha derinlikli bir korkuyu iktidar güçleri yaşıyor.
“Devletin tepesinde bir rahatlık olsa, muhtemelen daha farklı, daha az çıplak şiddet şovlarına şahit olacağız. Yani burada şöyle tuhaf bir durum var; devletin tepesi ne kadar güvensiz hissediyorsa, kendi içerisinde ne kadar kavgalıysa, muhaliflere karşı o denli saldırganlaşıyor.”
Bugünlerde ve zamanında Maraş’ta yaşanan gerçeklik buydu. Kemalist rejiminin tarihinde böyle susturma, ezme pratiklerini Kürtler, Aleviler ve demokratlar yani farklı düşünenler yaşamışlardır.
İyi bir örnek, 4 Mart 1925'te zamanın Kemalist rejiminin Şex Said direnişini ve Türkiye’de gelişen muhalif sesleri susturmak için çıkardığı Takrir-i Sukün Yasası’dır.
Takrir-i Sükûn Yasası’nda şöyle denir: "İrticaa ve isyana ve memleketin nizam-ı içtimaisini (toplumsal düzen) ve huzur ve sükûnunu ve emniyet ve asayişini ihlale bâis (bozmaya yönelik) bilumum teşkilât ve tahrikat ve teşvikat ve teşebbüsat ve neşriyatı (örgütlenmeleri, kışkırtmaları, yüreklendirmeleri, girişimleri ve yayınları), Hükümet, Reisicumhurun tasdikiyle ve re'sen ve idareten men'e mezundur (kendi başına yasaklamaya yetkilidir). İş bu ef'al erbabını (bu eylemleri işleyenleri) Hükümet, İstiklâl Mahkemesi'ne tevdi edebilir.”
Yani, "bölücülük"le birlikte her türlü demokratik söz, davranış ve hareket Cumhuriyet sınırları içinde yasaklanarak, tüm bu eylemlerde bulunanlar İstiklâl Mahkemesi'ne verilebilir. Nitekim binlerce, yüz binlerce insan tutuklanmış ve birçoğu katledilmiştir.
Bunun için Maraş Katliamı'nı sadece bir münferit olay ya da sadece bir çevreye karşı yapılan bir saldırı olarak almamak önemlidir. Çünkü Maraş Katliamı ve ardından geliştirilen önce sınırlı daha sonra ise neredeyse tüm Kürdistan’ı o zaman içine alan sıkıyönetim ilanları, esasta daha kapsamlı ve topyekûn bir saldırının ayak sesleri, hazırlığı idi. Nasıl ki Maraş Katliamı daha sonra bir faşist cuntaya dönüşmüş ise, 24 Temmuz 2015 saldırıları ise adım adım tırmandırılarak bugün ortaya çıkan faşizme yol açmıştır.
KÜRT HALK ÖNDERLİĞİ'NİN TESPİTLERİ
Kürt Halk Önderliği zamanında Maraş Katliamı geliştirildiğinde Maraş Katliamı kitapçığında şu değerlendirmeleri yapmıştı:
“Eğer devrim güçleri inisiyatifi ele almazlarsa gidiş kesinlikle sivil veya cuntalı faşizmdir. İzah etmeye çalıştığımız günümüzün tüm toplumsal çelişmeleri açıklıkla bunu gösteriyor…
Bu durum karşısında Türk sömürgecileri, ekonomilerini kurtarmak, 'anarşi'yi defetmek, çürümüş toplumsal ve kültürel yapısını devam ettirebilmek için, karşı devrim karargahına bağlanmamazlık edemez. Yani, kendisini idame ettiremeyen Cumhuriyet yeni arayışlar ve yönelişler içindedir. Bu yöneliş, kesinlikle, devletin faşistleştirilmesi ve halk üzerindeki baskı ve sömürü çemberinin daraltılmasından başka bir şey olamaz.”
Ve bu tespitlerin ne kadar doğru olduğunu çok zaman geçmeden, 12 Eylül 1980'de Türkiye’nin tamamen bir zindana dönüşmesinde görmüştük. Zamanında bir araya gelemeyen, bir olamayan, güçlerini ortaklaştıramayan, -düşünceleri ne olursa olsun -eylemlerini ve enerjilerini bir edemeyenlerin başlarına nelerin geldiğini, bizler 12 Eylül sonrası her geçen gün daha fazla ve net gördük. En acısı ise devasa demokratik, sol-sosyalist muhalefet ezilip giderken, sözde kimi demokrat hatta kimi solcu kişi ve hareketler halen Kemalist CHP’lilere umut bağlayarak bu gidişatın önüne geçebileceklerine inanmaları olmuştur. Bunların da sonunun hüsran olduğunu, CHP gibi devleti kuran partinin son tahlilde milliyetçi, şoven refleksleriyle faşizmin saflarında yer alması ve dayanağı olmasında gördük.
Dikkat edersek, bugün de benzer bir durum ile karşı karşıyayız. 24 Temmuz 2015 günü başlayan saldırılar sadece Kürtlere karşı başlatılan saldırılar değildi. Bu saldırı öncelikli olarak özgürlükçü Kürtlere karşı başlatılmış olsa da, tüm sol, sosyalist, demokrat, muhaliflere karşı başlatıldığını birçok çevre yeterince görememiştir. Halbuki 24 Temmuz saldırılarının temel nedeni 7 Haziran 2015 günü ortaya çıkan seçim sonuçlarıydı. 7 Haziran seçim sonuçları özü itibarıyla, “tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek din” anlayışının tarigin çöp sepetine atılmaya başlayacağı gündü. Tam 90 yıldır tasfiye etmeye çalıştığı, yok saydığı seslerin, renklerin, yaşam duruşlarının kendilerini çok güçlü bir şekilde sandığa yansıtmalarıydı. Saldırı buna dönük olmasına rağmen, faşizme doğru giden yolda yine Maraş Katliamı’nı gerçekleştirenler gerçekleri ters yüz ederek, birilerine karşı zenofobiyi geliştirerek hem “patates çuvalına” çevrilmiş Türkiye toplumunu, hem sözde sosyal demokratları, hem de kimi sol ve sosyalist çevreyi manipüle ederek, yanına alarak faşizme giden yolu döşemişlerdir. Terolar'a daha sonra yapılan DAİŞ kampını bu yönüyle ele almak anlamlı olabilir.
Evet, Maraş Katliamı’nı anlamak ya da anlamlandırmak biraz da böyle olmalıdır ki, faşistlerin yaptıkları, yapmak istedikleri iyi anlaşılsın. İyi anlaşılsın ki, bu faşist yönelimlere karşı tedbirler alınabilsin.
Yine aynı kitapçıkta Kürt Halk Önderliği; “Maraş Katliamı tesadüf mü" sorusuna şu cevabı veriyor:
"Böyle bir uluslararası ve ulusal ortamda gerek faşistlerin, gerekse CHP'nin, bir 'Maraş Olayı'nın yaratılmasından ortak çıkarı olduğu rahatça anlaşılır. CHP, içte, 'anarşi var', 'vatan elden gidiyor' diyerek sıkıyönetim uygulayıp zam paketini piyasaya sürecek, halkın sömürü ve zulme karşı olan tepkisini bastıracak, kuyruğuna taktığı sosyal-şoven ve Kürt teslimiyetçilerine de 'ne yapalım, görüyorsunuz, yoksa faşistler iktidara gelir' diyerek teselli primi verecek; ve dışta ise, 'Türkiye elimizden gidiyor', 'yeni bir İran yaratılmak isteniyor', 'acele yardım etmezseniz hepimiz içinde iyi olmaz' diyerek emperyalistlerden yardım koparacak; faşistler ise, terörist yöntem ve denemelerle iktidara tırmanacak, CHP'yi sıkıyönetim uygulamaya zorlayarak kitleler nezdinde itibarını düşürecek ve kendilerine haklılık zemini yaratacaktı.”
Dikkat edersek, düğüm daha doğrusu doku aynı dokudur. CHP yerine AKP’yi yerleştirdiğimizde gerçekten de dokunun aynı olduğu iyi görülecektir. Yol ve yöntem, aynı yol ve yöntemdir. Değişen sadece zaman ve mekandır. Değişen sadece kimi isimlerdir.
Dahası, Burdur, Eskişehir veya başka bir il değil de neden Maraş seçildi? Çünkü, ilkin, Alevi ve Sünni kesim arasında yüzyıllara dayanan bir çelişki vardır. İkincisi, Alevilerin hemen tümden Kürt milliyetinden olduğu bölgede, mezhepsel çelişme milli çelişmeyi de dile getirmekteydi. Üçüncüsü, Osmanlılar döneminde sürüldükleri ovadaki bataklık alanlar, son zamanlarda modern tarzda kurutulunca, oldukça verimli topraklar ortaya çıktı ve bu temelde gelişen Kürt zenginleri, merkezde sıkışan Sünni esnafın elindeki ticarete de el atınca, Sünni esnaf kesiminde bir hoşnutsuzluk doğdu. Dördüncüsü, dağdaki verimsiz kıraç topraklarda oturup ovadaki verimli topraklara göz diken Türk köylülerini aldatıp Alevilerin üzerine saldırtmak mümkündü. Beşincisi ve en önemlisi de, her bakımdan Türkiye ile Kürdistan arasında tampon bölge olan Maraş'ta, Kemalizm’in etkisi ve asimilasyonla ulusal kişiliğini yitirmiş Kürtlerde milli bilinç gelişmekte idi.
Yüzeysel bir değerlendirme ile denebilir ki, faşistlerin, tarihten gelme Alevi-Sünni, Türk-Kürt çelişmesinin olduğu, Kürdistan'la Türkiye arasındaki tampon bir bölgede, Sünni esnafı yanlarına alarak ve yoksul Türk köylülerini toprak vaadiyle kışkırtıp Alevi Kürtleri katlederek, iktidara doğru bir basamak daha tırmanmaya kalkıştı. CHP'nin ise, içte enflasyonun, işsizliğin hızlandığı, zam üstüne zam yapıldığı, karaborsanın alıp yürüdüğü bir ortamda gelip çatan yeni toplu iş sözleşmesi döneminde halk kitleleri üzerinde baskı ve sömürüyü arttırması, bunu yaparken de uşakları sosyal-şoven, küçük-burjuva teslimiyetçilerinin desteğini kaybetmeyip, emperyalistlerden de "yardım" koparmasına hizmet edecek olayları yaratmak için elverişli olduğundan Maraş seçildi.
Bu değerlendirmeler tam 38 yıl önce yapılmıştır ancak buna rağmen bugüne ışık saçmaktadır. Yukarıda sıralanan maddelere tek tek bakıldığında ve bugüne kıyaslayarak taşındığında görülecektir ki, gerçekten de faşizmin dokusu birdir. İfade edildiği gibi zaman ve mekan değişse de öz ve uygulamalar birdir.
24 Temmuz günü gerçekleştirilen saldırıların gerekçesi özgür Kürtler gösterilirken, yeniden vatanın bölünmezliği, ne menem tehlikelerle yüz yüze kaldığı, her geçen gün Türkiye’nin parçalanmaya evirildiği, ekonomik olarak ise zayıfladığı, bunun için el atılması gerektiği ve bunun da en iyi yolu olarak; nasıl ki geçmişte hep azınlıkların, farklı kimliklerin mal varlıklarına zoraki el konulmuş ise bu kez özelde de Kürtlerin mal varlıklarına el koyarak, bir şekilde düze çıkmaya çalışmaktadırlar. Ve bir de yukarıda genişçe ele aldığımız 7 Haziran seçimleriyle iradeleşmenin önüne geçerek yeniden cumhuriyeti güya kurtarmaydı.
Dikkat edersek, 7 Haziran seçimleriyle sandığa gömülen milliyetçi-mezhepçiler bugün neredeyse “patates çuvalı”na çevrilmiş olan Türkiye toplumunun tümü başta olmak üzere MHP ve CHP’yi de yanına alarak; tek ses, tek irade, tek rejim ve tek dikta gücü olmuştur.
Maraş Katliamı ile de aynı güçler-zaman ve mekan farklı olsa da- aynı sonuca yol açmamış mıydı? Maraş Katliamı öncesi Türkiye sol ve demokrat güçleri neredeyse Türkiye’nin en başat güçleri iken, hatta sosyal demokratları yeterince etkiliyken, Maraş Katliamı sonrası ise sol ve demokratların üstünden silindir gibi geçildiği gibi sosyal demokratlar ise marjinalleştirilerek bir daha eski güçlerine ulaşmamaları sağlanmıştır.
Yapılmak istenen bugün de aynıdır. Onca sol sosyalist, demokrat, aydın, sanatçı, gazeteci derken akademisyen ve farklı düşünene linç ve saldırılar bu amaçladır.
Uzatmadan ve sonuç olarak zamanında Kürt Halk Önderliği'nin sözleriyle devam edecek olursak:
“Sonuç: Kısaca, Türk kapitalizminin gelip dayandığı çıkmaz, Uluslararası ve Bölgesel koşullar, Türkiye ve Kürdistan'da gelişen devrimci hareket, Türk sömürgecilerini Maraş Katliamı'nı yaratmaya itmiştir. Bu arada ulusal ve sınıfsal kurtuluştan habersiz, CHP ve sosyal-şovenlerin kuyruğuna takılarak yönünü şaşırmış, Kemalizm’in etkisi ile ulusal kişiliğinden uzaklaştırılarak, yoz burjuva kültürü ile uyuşturulmuş ve tamamen savunmasız hale getirilmiş Kürt halkının bir kesimi feda edilerek hem faşistler biraz daha kan içmiş oluyor, hem de hükümet sıkıyönetime gerekçe yaratmış oluyordu. Böylece içte sömürü ve soygun katmerleştirilirken dışta da emperyalistlerin 'yardım'ı sağlanacaktı.
Ama bu yüzeysel bir değerlendirmeden başka bir şey değildir; oysa görüntüden öze, yüzeysellikten olayların arkasındaki derinliklere gittiğimizde Maraş'ın, Sivas ve Malatya tertiplerinin bir devamı olarak Cumhuriyetin tümden faşistleştirilme politikasının bir gereği olduğunu ve ayrıca, Cumhuriyet faşistleşirken, Kürt halkı üzerinde, bugüne kadar uğradığı ve tanık olduğu ırkçı-şoven politikalardan daha azgın bir katliamı beraber getireceğini göstermektedir. Faşistleşme ve faşist iktidar altında jenoside uğrayacak olan Kürt halk kitlelerinin başında Alevi kökenli olanlar gelecektir. Sivas, Malatya ve Maraş olayları yeni katliam ve soykırım provalarından başka bir şey değildir.
Demek ki, Cumhuriyet, faşizme doğru biçim değişikliğine giderken, klasik-Kemalist politikasını terk etmektedir. Adeta Kürdistan'ı yeniden fethederek, katliam ve jenositle Kürtleri fiziki olarak imha etmeyi programına alan faşizm, yakın dönemde Kürdistan'ın bağrında ulusal-inkârcılığa sosyal temel görevi gören Alevi Kürtlere ilk darbeyi vurmayı gündemine koymuştur. 'Maraş Katliamı'ndan çıkaracağımız birinci sonuç budur.
İkincisi, Kürdistan'da geliştirilmek istenilen yeni katliam ve soykırım, ulusal kurtuluşun maddi temellerinin oldukça geliştiği gönümüz Kürdistan'ında halk tarafından sessizce karşılanmayacaktır. Çünkü, faşistler yalnızca işçi sınıfı ve yoksul köylülüğü değil, küçük burjuvaziyi ve CHP yanlısı feodal-kompradorları da hedef alarak Kürtleri tümden yok etmeyi gündemlerine aldıkları için, karşılarında daha geniş bir muhalefet göreceklerdir. Bugüne kadar Kemalist politikaya dayalı sömürü ve baskıya alışan kitlelerden başta Aleviler olmak üzere geniş bir kesim, faşist sömürgecilerin fiziki imha girişimlerine karşı… Gelişen mücadele içinde yer alacaklardır.
(...)
Altıncısı, uşaklaşmış feodal-kompradorların üst düzeyde bir örgütlenmeye gitmeleri halinde bile, faşist bir iktidara uşaklık kitlelerce benimsenmeyeceğinden, etkin olmaları mümkün değildir.
Sekizincisi, Kürdistan'daki yeni sosyal yapı ve… Kurtuluş Hareketinin artan itibarı, eski dönemlerde olduğu gibi katliam ve jenosidin başarıya ulaşmasına imkan tanımayacak seviyededir.
Ancak, tüm Kürdistan halkının önünde ve özel olarak da devrimcilerin önünde, örgütlenme sorunu canlı olarak durmaktadır. Eğer bu yeni dönem örgütsüz karşılanmazsa, eski direnmelerde olduğu gibi yenilgi almak söz konusu değildir… Eğer, her an gelmesi muhtemel faşizm ve katliamlara karşı örgütsel olarak hazırlıklı olunmazsa, millet ve halk olarak Kürtlerin yok edilme tehlikesi vardır.”
Kemalist rejim yerine Türkçü yeşil faşist, AP-MHP yerine AKP-MHP, yine Ergenekoncular, Aydınlıkçılar derken böyle çevreleri koyarsak, geçmişte olup bitenlerden bugünü daha iyi görmek mümkün olacaktır.
Bu gerçeklere bir de Terolar'da DAİŞ’çiler, yerleştirme planları da eklenince, yukarıda genişçe dile getirilenler daha iyi anlaşılmaktadır. Faşizm doğası gereği tek renkliliktir, tek sesliliktir, tek inançtır, tek millettir, tek bayraktır, tek dildir ve çok daha fazla sayıda teklerdir. Teklerin olduğu bir yerde ise farklılıklara, farklı olanlara yer yoktur. Varsa da farklılıklar ve farklılar hep ezilmenin kıskacında, eritilmenin sınırında tutulurlar.
Maraş Katliamı’nı bir de bu gözle bakarak değerlendirmek gerekmektedir.
"Maraş Katliamı'nı sadece 24 Aralık 1978'de tertiplenmiş bir oyun olarak görmemek gerekir. Ve katliamı sadece katledilen yüzlerce insanımızla sınırlı tutmamak gerekir. Katliamın asıl hedefini onurlu bir duruşa sahip olan bir halkı onursuzlaştırma girişimi olarak görmek, okumak daha anlamlıdır. Onura karşı yapılan en küçük bir hakarette çoluk çocuk, yaşlı genç ve daha da çarpıcı olanı ise kadınlarının küreklere sarılarak, yolları kapatarak cevap vermelerini ve onura hakaret yağdıranlara karşı tavır almaları kırmak için, yapılan bir girişim, bir katliamdır, Maraş Katliamı."
"Maraş Katliamı'nın; bir halkı kırmanın, onursuzlaştırmanın, teslim almanın girişimi ve soykırımı olarak algılanmaması durumunda eksik kalacağı açıktır. Bunun için öncelikle bu katliamı doğru anlamamız ve anlamlandırmamız gerekmektedir. Bu yapıldıktan sonra bu soykırıma katkı sunanlar açığa çıkartılacak, bunlara karşı tedbirler alınacak ve gerektiğinde bu tip öğelere karşı tedbirler geliştirilebilecektir. Ve diğer önemli bir husus ise soykırımın yaratımı olan Mankurtlara karşı da her zaman, her yerde, her mekânda duyarlı olmasının bilinmesidir. Çünkü soykırımlarda en yumuşak karın kendi kanında olup da terörist devletin virüsünü içimize taşıyan Mankurtlardır. Virüs iç bünyeden arınmadıkça o bünyelerin sağlıklı olamayacağını tıp bilimi söylüyor.”
Bugün de bu mankurtları, kanserli iç virüsleri iç bünyemizden söküp atarak, Kürt halkını tümden bir soykırımdan geçirmek isteyen Türkçü yeşil faşist yapılara karşı topyekûn durma gerçekleştirilir ise, 38 yıl önce Maraş’ta katledilenlerin anısına doğru bir şekilde bağlı kalabiliriz. Onların ahlarını yerde bırakmayarak, yeni bir dünya yaratacağımız ümidiyle…