KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, “Kürtler varlığını korumak ve özgürlüğünü sağlamak için iki temel şeyi yapmak zorundadır. Bunlardan biri; her yerde ve her zaman sürekli bir mücadele ve direniş içinde olmaktır. İkincisi ise; mutlaka siyasal ve toplumsal birliğini en güçlü bir biçimde sağlamaktır. Kürtler ilkini büyük oranda başarmış durumdadırlar. Ancak ikincisini yani siyasal birliğini yeterince sağlayamamışlardır. Bu ayağın zayıflığı Kürtlerin özgürlük mücadelesini de zayıf düşürmekte ve tehlikelere açık kapı bırakmaktadır. Mutlaka bu kapıyı kapatmak, Ulusal birliği sağlamak gerekiyor. Kürtler ulusal birliğini bugün sağlamayacaksa ne zaman sağlayacak? Gün Ulusal Birliği sağlama günüdür. Tarih Kürtlere bunu emrediyor: Birliğini kur ve özgürlüğünü sağla diyor. Tarihin bu büyük emrine herkes uymalıdır” dedi.
Hozat ANF’nin Rojava ve Güney Kürdistan’daki gelişmelere ilişkin de şunları söyledi:
Türk ordusunun Rojava’yı işgal girişimi ile başlayan Minbic ve Bab bölgesine saldırılar devam ediyor. Sizce Türk devleti Kuzey Suriye’deki bu saldırılarla neyi amaçlıyor?
Türk devleti Minbic ve Bab saldırısıyla iki şeyi amaçlıyor. Birincisi; Efrin ve Kobanê kantonlarının birleşmesini engellemeye çalışıyor. Bunu başarırsa ardından Minbic’i alarak Efrin’den başlamak üzere Rojava kantonlarını ortadan kaldırmaya çalışacaktır. İkincisi ise ve en az birincisi kadar önemsediği, Suriye’de geniş bir alanı işgal ederek, hegemonyasını ve nüfuz alanını genişletmek istiyor. DAİŞ, El Nusra ve Ehrar El Şam gibi kendisinin bizzat beslediği ve kesintisiz destek sunduğu bu çete oluşumlarını, kurulacak yeni Suriye rejiminin ve sisteminin hâkim gücü haline getirmek istiyor.
AKP-MHP rejiminin karakteri dinci ve ırkçıdır. Dolayısıyla iç ve dış politikası da tamamen dinci ve ırkçı bir politikadır. AKP-MHP rejimi özgür kadınlardan, Kürtlerden, Alevilerden, Hıristiyanlardan, sade Müslümanlardan, Êzidîlerden, demokrasiden, özgürlükten nefret ediyor. Tamamen ifade ettiğim bu toplumsal kesimlerin ve değerlerin düşmanı bir rejimdir. AKP-MHP faşist iktidarı Suriye’yi de kendi vilayeti-eyaleti olarak düşünüyor ve Suriye siyasetini Osmanlı’dan miras kalan bu arzuyla yürütüyor. AKP-MHP faşist rejimi fundamentalist bir Suriye rejimi yaratmaya çalışıyor. Suriye’yi işgal etmesinin temel amacı da budur. Genel Suriye’de etkisini ve hâkimiyetini geliştirmeyi amaçlıyor. Bu yüzden beş altı yıldır DAİŞ ve El Nusra’ya kalkan rolü oynuyor. Adına ‘Fırat Kalkanı’ dediği işgal harekâtı Fırat Kalkanı değil, DAİŞ’e kalkandır. Buna DAİŞ kalkanı demek daha doğrudur. Eskiden bunu biraz gizli ve daha çok bu çete örgütlere destek sunarak yapıyordu. Ancak bu yöntem YPG-YPJ ve QSD direnişi karşısında istediği sonucu açığa çıkarmadı. Arzuladığı sonucu alamadığı için bu defa açıktan Suriye’yi işgal ederek bu çetelerle birleşerek, hedefine ulaşmaya çalışıyor.
‘SURİYE’DE SAVAŞIN BU NOKTAYA GELMESİNDE DİKTATÖR ERDOĞAN VE FAŞİST AKP’NİN ROLÜ BİRİNCİ DERECEDİR’
Bunu yaparken aynı zamanda Suriye’de demokratik eğilimin güçlenmesini kendisi ve çete örgütleri açısından büyük bir tehlike olarak görüyor ve demokrasinin etkisini kırarak kendi mezhepçi faşist eğilimini hâkim kılmaya çalışıyor. Bu anlamda da mezhepçi ve yayılmacı hegemonik bir savaş veriyor, Suriye’de savaşın derinleşmesine neden oluyor. Suriye’de savaşın bu noktaya gelmesinde diktatör Erdoğan’ın ve faşist AKP’nin rolü birinci derecededir. AKP, Suriye’deki savaşı sürekli derinleştirdi. Bunu El Nusra ve DAİŞ üzerinden yaptı. AKP, bu çetelere sunduğu desteği ordusuna dahi sunmamıştır. Bu tarzda Suriye’de önü alınamaz bir kaos ve iç savaş yaşanıyor. Suriye üzerinde AKP’nin mezhepçi ve yayılmacı politikası olmasaydı kesinlikle Suriye’de bu kadar kan akmaz, acı yaşanmaz ve savaş bu kadar uzun sürmezdi. Suriye’deki savaşın ve acıların baş nedeni Erdoğan ve AKP’dir. Suriye halkı bu gerçeği unutmaz. AKP’nin Suriye’de yaptıkları büyük bir savaş ve insanlık suçudur. Lahey gibi mahkemelerin konusudur.
‘SURİYE’NİN SORUNLARI TÜRKİYE’NİN YAYILMACI POLİTİKALARINA ONAY VERİLEREK ÇÖZÜLEMEZ’
Başını Amerika’nın çektiği uluslararası koalisyonun ve Rusya’nın Cerablus ve Bab politikası da eleştirilmesi gereken bir konudur. Türkiye’nin Cerablus-Suriye işgalinden Amerika ve Rusya sorumludur. Bu iki gücün onayıyla Türkiye, Cerablus’a ve bugün Bab’a, Minbic’e kadar gelebildi. Suriye sorunu Türkiye’nin yayılmacı politikasına onay verilerek ve bu politika desteklenerek çözülmez. Türkiye’nin dahil olduğu her sorun büyük bir kaos ve krize dönüşür. Zaten Suriye iç savaşının baş sorumlusu Türkiye’dir. Suriye’de gerçek demokratik çözüm ancak Türkiye bu işin dışında tutularak geliştirilebilir. Türkiye’yi bir sopa gibi Rojava ve Suriye halklarına karşı kullanmak, siyasi bir çözüme hizmet etmediği gibi bu güçleri halklar nezdinde güvenilir de kılmıyor ve bu yaklaşım siyaset etiğine de sığmıyor. Şu anda Türkiye Suriye’de, halkların mücadele iradesini kırmanın bir silahı olarak kullanılıyor. Türkiye sopasıyla deyim yerindeyse Kürtler ve Suriye halkları terbiye edilmeye-hizaya çekilmeye çalışılıyor. Son derece pragmatik ve çözümden uzak, siyaset etiğinden yoksun olan bu politika halklarda tepki yarattığı kadar Kürt halkında ve Suriye halklarında özgürce yaşamanın tek şartının kendi öz gücüne dayanmaktan geçtiğinin bilincini de güçlendiriyor.
Kürtler ve Suriye halkları Türk işgaline karşı kendisini savunacak ve savaşacaktır. Türk işgaline karşı savaşmak dünyanın en meşru savunma savaşıdır. Bu anlamda Minbic Askeri Meclisi’nin ve halkının Türk işgaline karşı geliştirdiği direnişi yürekten kutluyorum. Türk işgaline karşı Minbic çok kutsal bir direniş geliştiriyor. Bu direniş tüm Suriye geneline yayılmalı, Türk işgaline karşı Suriye halkı birleşik direniş geliştirmelidir. Suriye’ye sahip çıkmak ve demokratik bir Suriye kurmak Türk işgaline son vermekle mümkündür.
AKP-MHP faşizminin Rojava ve Suriye işgal emelleri kursaklarında kalacaktır. Özgür-özerk Rojava’nın, demokratik federal Suriye Cumhuriyeti’nin önüne geçemeyeceklerdir. Kürtler ve Suriye halkları, Türk işgaline ve işbirlikçisi DAİŞ çetelerine karşı mücadelesini demokratik Suriye ile taçlandıracaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. AKP faşizmi geçen yıllarda yaşandığı gibi Suriye’de tükürdüğünü tekrar yalayacaktır.
Türk ordusunun Kuzey Suriye’ye dönük yaptığı işgal harekâtından sonra Güney’e dönük de sınır hattında çok ciddi yığınak yaparak Güney’de de bir işgal harekâtı başlatmak istiyor. Erdoğan’ın bizi Lozan’la sınırlayamazsınız söylemine yaptıkları işgal hareketini pekiştiren bir tutum mudur? Siz Türkiye’nin Güney’e dönük olası işgal harekâtını nasıl değerlendiriyorsunuz ve Hareketinizin buna karşı tutumu ne olur?
Zaten AKP-MHP faşizmini bir araya getiren temel nedenlerden biri de Güney’e dönük yeni bir işgal planıdır. Türk devletinin Güney Kürdistan’da geçmiş yıllardan kalma askeri üsleri bulunmaktadır. Türk devleti bu süreçte askeri üslerini tahkim ediyor ve ayrıca yeni askeri üsler kuruyor. Adeta Güney Kürdistan’ı Türkiye’nin karakolu haline getirmeye çalışıyor. Kuşkusuz Güney Kürdistan işgali yeni başlayan bir işgal değil. Anlaşılması gereken Türk devleti 1998’de başlattığı bu işgali daha kapsamlı bir işgal harekâtı ile kalıcı hale getirmeyi ve Güney Kürdistan’ı tamamen ele geçirmeyi amaçlıyor.
Biliniyorsunuz Kürtlerin inkârı ve imhası üzerine kurulan Türk ulus devlet sistemi ‘90’lar sonrası Güney Kürdistan’da ortaya çıkan kazanımları ve oluşan statüyü hiçbir zaman kabul etmedi ve hazmetmedi. Erdoğan’ın “Irak’ın kuzeyinde yaptığımız hatayı Suriye’nin kuzeyinde de yapmayacağız” demesi halen Güney Kürdistan’daki statünün kabul edilmediğini ve hazmedilmediğini gösteriyor. Bu süreçte AKP’nin basını günlerce “Güney Kürdistan’da Kürtler topraklarını genişletiyor, bu ciddi bir tehlikedir” tartışmaları yürüttü. Bu tartışmalar Türk ulus devletçi güçlerin ve en güçlü temsilcisi AKP’nin korkularını ifade ediyor. AKP-MHP birlikteliği de zaten bunu çok açık bir biçimde ortaya koyuyor. MHP kendi varlığını Kürt inkârı ve imhası üzerine dayandırmış. Bu amaçla kurulmuş ırkçı bir partidir. Kürt düşmanlığı ile mayalanmış bir felsefeye sahiptir. Şu anda AKP’nin aldığı biçim de budur. AKP, ikinci bir MHP’dir. İkisinin birliğinin ortak noktası Kürt düşmanlığıdır. Amaç el ele vererek Kürtlerin tüm kazanımlarını ortadan kaldırmaktır. Bu ırkçı ikiz parti, siyasi, fiziki, ekonomik ve kültürel olarak Kürtleri soykırımdan geçirmek istiyorlar. Güney Kürdistan’da bu soykırım planının bir parçasıdır. Bu plan Güney Kürdistan’da Kürtler arası bir iç savaşla uygulanmak isteniyor.
‘KÜRTLER ARTIK SÖMÜRGECİ DEVLETLERİN KİRLİ ÇIKARLARINA ULUSAL DEĞERLERİNİ KURBAN ETMEZLER’
AKP-MHP faşist bloku Güney Kürdistan’da Kürtleri birbiriyle savaştırmak istiyor. Kürtler arası bir iç savaşla tamamen Kürt birliğinin önüne geçerek Kürtlerin var olan kazanımlarını da iç savaşla tasfiye ederek Güney Kürdistan’ı ele geçirmek istiyor. Bunun için şu anda bütün çabası gerilla ile peşmergeyi çatıştırma temelindedir. AKP-MHP faşist ittifakı Kürtler arası savaşı bütün Kürdistan’a yayarak ve Kürtleri birbirine kırdırtarak kendisinin ifadesiyle bu Kürt belasından ilelebet kurtulmaya çalışıyor. Bu planını uygulamak için Güney Kürdistan yönetimini oyuna getirmeye, taktik politikalar geliştirerek onları aldatmaya uğraşıyor. “Gelin birlikte Türkiye’de, Suriye’de Kürt soykırımını yapalım sonra da biz Güney Kürdistan’da Kürt devletini destekleriz” diyor. İşte tam da böyle tepeden tırnağa bir demagoji ve aldatma siyaseti. Daha da önemlisi Kürdü Kürt düşmanı yapma, alçaltma, kullanıp bir kenara atma siyasetidir bu. Tarihte Türk ırkçı zihniyetin bir kesim Kürdü aldatması ve kendi halkına karşı kullanması bir gelenektir. Bu gerici gelenekten cesaret alarak AKP-MHP ırkçı-faşist ittifakı Güney Kürdistan yönetimini de oyuna getirmeye çalışıyor. Bakur’da, Rojava’da Kürt soykırımını yapan bir anlayış Kürt devleti mi tanır Allah aşkına? Bu anlayış ertesi gün Güney Kürdistan’ı bir kaşık suda boğar. Kürtlerin soykırımı üzerinden bir Kürt devletinin kurulması ve yaşaması mümkün müdür? Hangi kitap bunu yazar ve hangi tarih bunu anlatır. Olmaz böyle bir şey.
AKP-MHP faşist bloku Rojava ve Suriye’de yaptığının aynısını Güney Kürdistan’da ve Irak’ta yapıyor. Burada da Güney Kürdistan ve Irak işgali söz konusudur. Türkiye Güney Kürdistan’ı kendi eyaleti olarak görüyor. Irak üzerinde de benzer emelleri vardır. Lozan ve Misak-ı Milli tartışmaları öylesine geliştirilen tartışmalar değildir. Bunu sadece iç siyasete dönük bir tartışma olarak ele almak eksiktir. Bu tür tartışmalar kesinlikle Osmanlıcı ve Turancı bir anlayışın ürünüdür. AKP-MHP ittifakı bu gerçeği çok somut ortaya koyuyor.
Kürtler ve Güney Kürdistan yönetimi AKP-MHP faşist ittifakının kirli oyunlarına gelmeyeceklerdir. Birbirinin kanını akıtarak sömürgeciyi güçlendirmezler. Kürtler sömürgecinin bu kirli oyununu köklü bir biçimde bozmak zorundadır. O da tabii ki Kürtlerin stratejik ulusal birliğiyle mümkündür.
Ortadoğu ve Kürdistan da Türkiye’nin başını çektiği Kürt karşıtı saldırılar bölgesel düzeyde devam ederken Kürt ulusal güçleri ve örgütleri ne yapmalı?
Kürtler açısından altın değerinde bir tarihsel süreç yaşanıyor. Kürtlerin özgürlüğünü sağlaması için çok önemli imkânlar ve fırsatlar ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu imkânları değerlendirmek için Kürtler büyük avantajlara sahiptir. Tarihte belki de ilk defadır Kürtler bu kadar bilinçlidir, örgütlüdür, öz güç ve irade sahibidir. Kürtler arasında ulusal bilinç ve dayanışma, birlik olmanın ihtiyacı hiçbir zaman bu kadar derinden hissedilmemiş ve yaşanmamıştır. Bu muhteşem bir ulusal demokratik devrim halidir. Kürtler bu toplumsal devrimi siyasal ulusal birliğini sağlayarak taçlandırabilirlerse özgür Kürdistan’ın yanı sıra Ortadoğu’nun demokratik devrimini gerçekleştiren halk olmanın onurunu da yaşayacaklardır. Özgür Kürdistan Demokratik Ortadoğu’nun, Demokratik Ortadoğu Özgür Kürdistan’ın garantisi olacaktır.
Kürtler siyasal birliğini sağlayamazsa çok büyük tehlikelerle de karşı karşıyadırlar. Bu anlamda içinde bulunduğumuz bu tarihi kesit ve dönemeç Kürtler açısından çok büyük özgürleşme imkânları ortaya çıkarmaktadır. Bu imkânların değerlendirilmemesi çok büyük tehlikeleri beraberinde getirir. Yani Kürtler çok büyük kazanabilir de mücadele etmez birliğini sağlamazlarsa, çok büyük kaybedebilirler de.
İnsanlık tarihinin şu anda bulunduğu nokta tarihi bir dönemeçtir. Bölgede yaşanan 3. Dünya savaşı tarihe yeni bir biçim verecek. Bu savaş sürecinde bölge sistemi yeni bir şekil alacak. Mücadele eden, birliğini güçlendiren her halk ve toplumsal kimlik bu sistem içinde hak ettiği yeri alacak, yaşananları seyretmekle yetinen ve parçalı kalan güçler ise kaybedecektir. Bu gerçeklik içinde Kürtlerin durumu kendileri ve bölge halkları açısından kader tayin edicidir. Kürtler özgürlüklerini kazanırsa, Ortadoğu’da demokrasisini kazanacaktır, Kürtler kaybederse tüm Ortadoğu, dünya halkları da kaybedecektir. Bu açıdan Kürtlerin pozisyonu çok önemli ve kilittir.
Kürtler varlığını korumak ve özgürlüğünü sağlamak için iki temel şeyi yapmak zorundadır. Bunlardan biri; her yerde ve her zaman sürekli bir mücadele ve direniş içinde olmaktır. İkincisi ise; mutlaka siyasal ve toplumsal birliğini en güçlü bir biçimde sağlamaktır. Kürtler ilkini büyük oranda başarmış durumdadırlar. Ancak ikincisini yani siyasal birliğini yeterince sağlayamamışlardır. Bu ayağın zayıflığı Kürtlerin özgürlük mücadelesini de zayıf düşürmekte ve tehlikelere açık kapı bırakmaktadır. Mutlaka bu kapıyı kapatmak, Ulusal birliği sağlamak gerekiyor. Kürtler ulusal birliğini bugün sağlamayacaksa ne zaman sağlayacak? Gün Ulusal Birliği sağlama günüdür. Tarih Kürtlere bunu emrediyor: ‘Birliğini kur ve özgürlüğünü sağla’ diyor. Tarihin bu büyük emrine herkes uymalıdır.
Kürtlerin siyasi örgütleri bir araya gelmeli, bu kader tayin edici süreci kapsamlı tartışmalı ve stratejik birliğini sağlayarak güvenle geleceğe yürümelidir. Biz hareket olarak bu konuda geçmişte olduğu gibi şimdi de her türlü çabayı ve fedakârlığı geliştirmeye hazırız. Bu süreçte birçok Kürt örgütü, partisi ve kurumu ile çeşitli düzeylerde görüşmelerimiz ve tartışmalarımız oldu. Benzer çabaların her siyasi örgüt ve parti tarafından geliştirilmesi ve ortak bir anlayışa dönüşmesi oldukça önemlidir. Ulusal birliği sağlama konusunda ulaştığımız sonuçları bu günlerde önemli bir açıklama ile kamuoyu ile paylaşacağız. İnanıyoruz ki; bu açıklamamız halkımızın özlemlerine cevap olacak, herkesten gerekli ve hak ettiği desteği bulacaktır.
ANF