Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 15 Temmuz darbe girişimini “Allahın Bir Lütfu” olarak değerlendirdi. Türk Hükümeti hemen ardından, sonradan rakibi pozisyonuna dönüşen Erdoğan’ın eski işbirlikçisi Fethullah Gülen’i bu darbe senaryosunun arkasında olmakla suçladı.
Olayların başlangıç noktası hala belirsizliğini korumakla birlikte, Türk yetkililerin ABD’deki meslekdaşlarına sundukları belgelerin hiçbiri, bırakın geçerli bir delil niteliğini taşımayı, herhangi bir iddiayı bile ispatlar nitelikte bulunmuyor. Bununla birlikte, hiçbir ABD’li yetkilinin yakınından bile geçen bir açıklamada bulunmamış olmasına rağmen, ilginç bir biçimde Türk basını ABD’nin reaksiyonlarını Türkiye’den sağlanan dökümanların kabul edildiği yönünde yorumlamaya devam ediyor.
Bu konudaki tek gerçek ise, bu darbe girişiminin Erdoğan’ın eline, kendisine karşıt görüşte olanlara ve kendi görüşünü desteklese dahi kendisi kadar ateşli bir biçimde savunmayanlara karşı ihtiyaç duyduğu bir bahane veya bir koz verdiği gerçeği. Batı basınının yoğun olarak odaklanarak haberlerine yansıtılan konu ise üniversite profesörlerinin ve öğretim görevlilerinin tasfiyesi oldu. Tam da bu noktada, üniversite diploması bile sahte olduğu anlaşılan birisinin, personelini de kendi düşünce yapısına sahip çevresinden seçerek atadığı bir kurul aracılığıyla üniversitelere rektör ataması yapma hakkını elde etmesi kesinlikle büyük bir ironi yaratıyor.
Ancak asıl Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde polis güçleri üzerinde gerçekleştirdiği tasarrufları, özellikle Erdoğan’ın niyetleri ve Türkiye’nin geleceğinden endişe eden kesimlerin tüylerini diken diken eden bir durum yaratıyor. “Yasal Şiddet”in Dozu Artıyor Geçtiğimiz haftalarda Erdoğan, Türkiye’nin 81 ilinin 61’inde yeni Emniyet Müdürleri atadı. Aynı zamanda merkezde de özel polis birimleri gibi faaliyet gösteren 55 pozisyona yeni Emniyet Müdürleri atandı (Türk akademisyen ve karşı-terör uzmanı Ahmet Yayla bu pozisyonların Türk terörle mücadelesindeki yerlerini daha önceden incelemişti). Erdoğan tarafından görevden alınan polis müdürlerinden bir çoğu dindar kökenli olup önemli bir kısmı da Erdoğan destekçisi konumundaydı.
Zaten tüm cemaat taraftarları çok daha önceki operasyonlarla görevlerinden uzaklaştırıldığından, yeni görevden alınanların hiçbiri Gülen cemaatiyle bağlantılı değillerdi. Erdoğan tarafından atanan yeni Emniyet Müdürlerinin neredeyse tamamı ise, şiddetli ve aşırı milliyetçi, fazlaca genç ve tecrübesiz, dolayısıyla Erdoğan tarafından gelecek emirler karşısında çok daha fazla itaatkar çalışabilecek kişiler.
Oluşan tabloya dikkatlice bakıldığında, görevden alınan müdürlerin, neredeyse tamamının bir süre önce Erdoğan tarafından atandıkları da düşünüldüğünde, aslında hiçbirinin sadakatsizlik veya güvenilirlik sorunları yüzünden uzaklaştırılmadıklar açıkça görülebiliyor. Yapılan yeni atamalarla göreve gelenlerin yukarıda sayılan özelliklerine bakıldığında ise, aslında görevden alınanların tamamının, Erdoğan tarafından ‘yumuşak‘ davranmakla itham edildikleri görülürken, bu tasarrufun temelinde ise Erdoğan’ın giderek dozunu arttırarak pekiştirmeye çalıştığı kontrol saplantısı doğrultusunda hem Türkiye Kürtlerini, hem liberalleri, hem de tüm apolitik nüfus kesimlerini yönetebilme noktasında uygulanmasını sürekli olarak dayattığı aşırı güç kullanımı yönünde, tüm görevden alınan polis müdürlerinin isteksizlikleri ve temkinli yaklaşımları yatıyor.
Tüm bu karmaşanın içerisinde Erdoğan bir de, geçmişte birkaç gün ile sınırlı olan gözaltında avukatla görüşme kısıtlaması uygulamasını birden 6 aya kadar uzattı. Tüm bu uygulamalar ise, geçtiğimiz Temmuz ayından bu yana daha da sıklıkla görülmeye başlandığı üzere, gözaltında işkence ve zorla itiraf mekanizmalarının artışı için uygun zemini hazırlıyor. İktidar Kendi Militanlarını Yetiştiriyor Erdoğan’ın iktidar partisi eş zamanlı olarak özellikle ‘Osmanlı Ocakları‘ üzerinden kendisine sadık kesimlerin silahlanması yönünde çağrı ve yasal izinli belgelendirme çalışmalarına da başladı. Daha öncesinde Erdoğan’ın, SADAT başkanı emekli general Adnan Tanrıverdi’yi kendisine askeri danışman olarak atadığını yazmıştım. Tanrıverdi 1997 yılında Genelkurmay Başkanlığı tarafından 28 Şubat sürecinde ordudan uzaklaştırılmıştı ve açıkça görülüyor ki, şu anda da laik düzene karşı intikamını almak üzere çalışmalarını hızlandırmış durumda.
Çok sayıda paramiliter ve özel kuvvet elemanı yetiştiren SADAT ise giderek Erdoğan’ın özel ‘İslami Devrim Muhafız Gücü‘ haline dönüşüyor. Ülkede son zamanlarda yaşanan sivil katliamlarının çoğunun arkasında ise, Erdoğan medyasının delilsiz ve zorla alınan itiraflarla Gülen taraftarı darbe girişimcilerinin üzerine atmaya çalışmasına rağmen, aslnda SADAT’ın olduğu açıkça görülebiliyor. Tüm bunlar yine Erdoğan’ın uzun soluklu oyunlarını işaret ediyor. Erdoğan’ın aynı zamanda kendine has dini kontrolünü de oğlunun başında bulunduğu TÜRGEV ve kendisinin en favori islami figürü olan Hayrettin Karaman üzerinden gerçekleştirdiği anlaşılıyor.
Ne Kadar Hızlı? Ne Kadar Kanlı? Ancak Erdoğan başkanlık meselesinde Anayasa değişikliği arayışlarını sürdürürken, hedefini bundan sonra halkın gözünde popülerleşerek gerçekleştiremeyeceğini de gördüğünden, bu amacına artık silahların gölgesinde ulaşmayı hedefliyor. Yalnız elindeki zor mesele sadece basit bir şekilde, kendisi tarafından iyice sindirildiğini düşündüğü Türkiye halkı olmaktan çok, eski maoist ve ‘ultra-miliyetçi‘ Doğu Perinçek’miş gibi görünüyor. Yaşanan süreçte tüm karşıtları ortadan kalktıkça, gerçekleştirilen tasfiyelerden en çok Perinçek fayda sağlarken, şu an için etkili bir şekilde Erdoğan’ın ‘gizli savunma bakanı‘ konumunda yer alıyor. Ancak Perinçek’in Anayasa değişikliğine karşı olduğunu açıklaması ise bu güç gösterisinin koşullarının da henüz netleşmediğini ortaya koyuyor. Kim kazanırsa kazansın, ortada tek bir gerçek var ise o da Türkiye’nin büyük bir hızla tehlikeli bir ‘Kan Banyosu‘na doğru yol aldığıdır. Cevaplanması gereken sorular ise; bu sürecin ne kadar hızlı gelişeceği ve Erdoğan’ın bu duruma Perinçek’ten daha hazırlıklı olup olmadığı.
Michael Rubin Kimdir?
American Enterprise Institute’da tam zamanlı bir akademisyen olarak görev yapan Michael Rubin, ana uzmanlığı Orta Doğu, Türkiye, İran ve diplomatik ilişkiler üzerine olan eski bir Pentagon yetkilisidir. Rubin şu anda Ortadoğu ve Afganistan üzerine çalışmalarda bulunacak üst düzey askeri yetkililere terörizm, bölge politikaları ve yönetim rejimleri hakkında eğitimler vermektedir. Rubin devrim sonrası İran, Yemen, savaştan önce ve sonra Irak’ta görev yapmış, 9/11 saldırısı öncesinde ise Taliban üzerine girişim ve çalışmalarda bulunmuştur.
kaynak: bilmiyordum.com