İki aylık aradan sonra aşk-ı muhabbetlerimzle sizlere tekrar “merhaba“ demenin mutluluğunu yaşıyoruz. Sevgili Canlar; her yılın Ekim ayı, Alevi sürekleri için hüzün ve umudun yaşandığı bir aydır. Her yıl olduğu gibi bu Ekim ayını bütün Alevi toplulukları, bundan 1337 yıl öncesini anımsayarak geçirdiler. Miladi 681 yılında, Kerbelâ’da vukuu bulan o hazin olay, yalnız Alevi toplumunu değil, aslında vicdanı olan bütün insanlığı sarsan ender olaylardan sadece birisidir. Mezopotamya topraklarına, İslamiyetle birlikte hak-nahak, mazlum-zalim, iyi-kötü, nur ve zulmat tohumlarının bu yıl ekildiği düşüncesi, ironik bir şekilde ağırlık kazanmıştır. Çünkü İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in biricik torunu olan İmam Hüseyin (626-681), 681 yılında, resmi İslamın Emevi saltanatını yöneten Muaviye oğlu Yezid tarafından hunharca katledilmiştir. Kerbelâ olayı; İmam Ali ve Muaviye ile doruğa çıkan İslam içi bölünmelerin toplumsal bazda dışa vuruşunun adeta siyah-beyaz bir resimidir. Kal-u belâ’dan beri haklının, iyinin, doğruluğun yaynında yer almış Alevi Réberleri, Kerbelâ’da da İmam Hüseyin’in yanında tavır sergilemişlerdir. Bu tavır ve bu duruş; Alevi fesefesinin ana omurgasını oluşturan en büyük insani değerlerdir. Aslında Kerbelâ olayları, 1337 yıl önce gerçekleşmiş ve sonlandırılmış sıradan bir olay değildir. Zira rersmi İslamın temsilcileri; Mezopoyamyanın en kadim topluluklarına Kerbelâdan da öte nice Kerbelâlar yaşatmışlardır. Kanlı Kerbelâları bertaraf etmek ise ancak örgütlü yapılarla mümkündür. Avrupa’da ve gerekse ülkedeki inanç mensuplarının; İmam Hüseyinin şahsında tüm Kerbelâ ve devrim Şehitlerini anmaları, bu konuda yek-vücut olmaları sevindirici bir olguydu.
Sevgili Canlar,
Dergimizin bu sayısında yine “Yol bir sürek binbir“ dizgesi içindeki “Alevi sürekleri“ni veremeye devam ettik. Cografik ve etnik yapılarıyla Anadolu, Mezopotamya ve hatta Balkanlara dağılan inanç mensuplarının tanınmasına olan ihtiyacımız hergeçen gün biraz daha artmaktadır. Bu vesileyle bir önceki sayımızda yarım bıraktığımız, Alevi süreklerine kaldığımız yerde devam ettik. Sırat-ı müstakim, yani “tek doğru yol“un birligindeki mana; toplumsal yaşamda bireyin bilgiyle erdemliğe, vicdanla kâmilliğe ulaşıp, Hakk ile yeksan olup, Rıza şehrinin yol evladı olmasına işaret eder. Rıza şehrine ulaşmanın ise elbette farklı tali yolları, sürekleri vardır. Değişik cografi yaşam alanlarındaki etnik kimlikleriyle (dil, gelenek-görenek, folkorik kültür yapıları, siyasi-ekonomi süreçleri, vs.) yaşayan topluluklar; yol içinde, kendi süreklerini meydana getirmişlerdir. Bu topluluk sürekleri; Réya/Raa Heqi, Yarésanlar (Ehl-i Haqlar, Kakailer, vs), Êzidilik, Bektaşiler, Tahtacılar, Çepniler, Yörükler, Dede Kargın, Nusayriler, Durziler ve benzerlerinden müteşekkildir. Yol içindeki bütün bu süreklerin kendilerine özgü değer yargıları vardır. Ne yazık ki; yazılı alanda hala bu Alevi süreklerinin farklı verileri üzerinde yeterince maalesef durulmamıştır. Biz bu sayımızdan itibaren sözünü ettigimiz Yolun sürekleri hakkında özet doneleri biraraya getirip, sizlerle paylaşmaya çalıştık.
Bir sonraki sayımızda buluşmak dileğiyle, Xızır yar ve yardımcınız olsun!
Sevgiyle kalın!