Şimdi, yönünü Suudi Arabistan’a vermiş, Türk-İslam ideolojisinin “dindar ve kindar" rejimi zamanı. O da, bağlantısı kopmuş, denizin açıklarına sürüklenmiş serseri mayın gibi, kontrolsüzce yalpalıyor.
Atlattığı darbeden ders alacağına, hiddeti giderek artan dalgaları arasında ne zaman, nerede ve kimin başında patlayacağı belli olmayan bela haline geldi. Dışta işgalci, içerde aydın avcısı, Kürt kırımcısı…
Irak Başbakanının boynunda hırsızlık haftası yok. Yurt hırısızı, gaspçı, talancı da değil. Ama Türk rejiminin başı, “işgal gücünü ülkemden çek" dediği için, Irak Başbakanına, “sen benim kalitemde değilsin" diyordu.
Ülke kalitesinin öteki yüzüne bakın siz, ülkenin en saygın yazarlarından Hasan Cemal’in, son fotoğrafı. İstanbul Adliyesi’nin bir köşesinde, çıplak duvar dibinde, “aydın yalnızlığı" ile tek başına, sorguya çekilme sırasını bekliyor. Başı dik ama, bakışlarında hüzün…
Diyarbakır’da dostum Şeyhmus Diken’i değil, ama eşi Belgin Diken’i aldılar.
Beynimde, Kılıç Yarası Gibi ve İsyan Günlerinde Aşk romanlarının unutulmaz yazarı Ahmet Altan ve kardeşi Mehmet Altan’la Necmiye Alpay’ın, Aslı Erdoğan’ın silueti. Dindar ve Kindar Türk İslam rejimi, İslamcı satış yapmayan kalemleri rehin alarak, başarı yolunu arıyor. Toplumun vicdanını esir tutarak…
Darbeci kardeşlerine gösterdikleri cellat baltasını, Osmanlı kafasıyla bileyerek Kürtlere çevirdi “dindar ve kindar" rejim.
Rejimin dini ve dindarlığı “kendinden menkul" ve kendisine yaraşır cinsten. Ölümün gölgesini hissettiklerinde, “bir insan öldüren, insanlığı öldüren katildir" diyorlar. Uygulamada ise şehirleri (Kürtlerin on şehrini) yakıp, yıkıyor ve öldürüyor, gençlerini diri diri yakıyorlardı. Yolunda bütünleşmeye koştukları Suudiler ise Yemen’de cenaze törenini bombalayarak 400 kişiyi bir arada katlediyorlardı.
Atilla İlhan, Kenya ulusal kurtuluş savaşını anlattığı şiirinde, “bütün zenciler birbirine benzer" diyordu. Cinayetlerine, kırımın kanında banyo yapmalarına baktığımızda bütün din satıcıların birbine benzediğini görüyoruz.
Öte yandan, Osmanlı’ya benzeme koşusu tuturmuş Türk-İslam rejimi, onun gaspçı, talancı terörüyle ilerliyordu.
Yeni TC, onbinlerce Kürt’ü (öğretmen, büro memuru, işçi) işten atmış, görevden uzaklaştırıp açığa almıştı. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel beyannamesinin ön görüsüne rağmen, hedef aldıkları bu insanların malına, mülk ve birikimlerine el koymuş, koyuyordu. Canı sıkılan polis, sokakta toplu katliam yapıyor, İçişleri Bakanı utanmadan ölü evine gidip, kaza oldu diyor, ev baskınlarıyla önce katliam yapıyor, sonra sebep icat ediliyordu.
Osmanlı da, aynen böyleydi. O da, huzur aramak için, başkaldıranların yurdunu yeniden işgale çıkıyor, oralarda tek bildikleri gasp, talan, hırsızlık, yangın, yıkımın diliyle konuşuyor, geride kin yeşerten kanlı topraklar bırakıyorlardı. Ancak, her hamlede sonlarını biraz daha çabuklaştırıyorlardı.
Yavuz Selim 1514 yılında İran seferine çıkarken, Alevi kırımına girişiyor, bu hareket, yüz yıllık Celali isyanlarını tetikliyor, Dadaloğlu, 300 yıl sonra sorunu yeniden fitiliyordu. Alevi sorunu, hala kanıyor. Yalan ve kandırmacayla da kapatamıyorlar.
Yunanlılar, 1821 yılında başkaldırdıklarında, Mora yarım adasında yükselen çığlıklar “arş u ala”yı sarınca, Avrupa ayağa kalkmış, imdada koşmuşlardı. İskoçyalı şair ve yazar Lord Byron, yolda hastalanmış savaşın kıyısında hayata veda etmişti. “Sefiller”in yazarı Viktor Hugo, savaşa katılamamış ama, halla dillerde olan “Mavi Gözlü Yunan Çocuğu” şiirini yazmıştı.
1876 yılında başlayan Bulgar başkaldırısını bastırmak için, günde ortalama 80 kişiyi ipe çektiler. Adam asma, kan nehirlerinin çözüm getirmeyeceğini savunan Sadrazam Benderli Ali Paşa’yı, askerin moralini bozuyor diye astılar.
1900’ün başlarında, Arap yarımadasında başlayan milliyetçi akımlar darağaçları ile boğulmak istendi. Yüzlerce kişi asıldı. Sayısız katliam yapıldı.
Ama sonra, adına “ricat” dedikleri bozgun başladı. Daha hızlı koşabilmek için postallarını da geride bırakmışlardı. Ama hala yalana sığınıyor, serse sürüsündeki leylek gibi ortada kaldıkları halde, bir zamanlar Mora ve Bulgaristan’da yaptıkları gibi zaferler müjdeliyorlardı
Türk devleti, Osmalı’dan hiç ders almadı. Bilmem, böyle nereye kadar berxudar olmayasıcası...
Politika