15 Temmuz başarısız darbe girişimi sanki Türkiye’deki demokrasi güçlerine karşı bir provokasyon ve komplo olarak yapılmıştır. Belki de yapanlar bile farkında olmadığı bir provokasyon ve komplo içinde yer almışlardır. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra söylendiği gibi demokrasi gelişmemiş, demokrasi kazanmamış, aksine önceden zaten çok sınırlı olan demokrasi Türkiye’de daha da gerilemiştir. Bizzat Kenan Evren’in söylediği gibi demokrasiyi koruma ve kollama düzeni yaratılmıştır.
Kim 15 Temmuz’da demokrasi kazandı diyorsa o kendini kandırıyordur. Kuşkusuz darbeler kötü ve demokrasi karşıtıdır. Zaten bu darbe Türkiye’de yürütülen demokrasi mücadelesine karşı bir provokasyon ve komplo olarak gerçekleşmiştir. Tam da her zaman darbecilerin istediği ve yarattığı ortam ve demokrasi karşıtlığı 15 Temmuz’dan sonra pekişmiştir. Türkiye’de demokratik bilinç ve demokratik birikim 15 Temmuz’dan sonra gelişmemiş, aksine geriletilmiştir. Demokrasiyi savunma adına Türkiye’de dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş demokrasi karşıtlığı yapılmıştır.
15 Temmuz’dan sonra Türkiye’de gelişen demokrasi değil, faşizmdir. 15 Temmuz’dan önce CHP dahil herkes Tayyip Erdoğan’a diktatör, oturtmak istediği düzene de faşizm diyordu. 15 Temmuz’da diktatör ve faşist olan AKP bu Allah’ın lütfudur diyerek diktatörlüğünü pekiştirme ve faşist düzenini geliştirmede darbeyi bir fırsata çevirmiştir. Anlaşılıyor ki “bir el” ya da “üst akıl” Türkiye’yi böyle bir duruma sürüklemek için darbe girişimini gerçekleştirmiştir. Herhalde ileride bunu daha iyi öğreneceğiz. Ancak sonuç ortadadır; Türkiye’de Kürtsüz ve özel savaş karakteri olan ve biçimden öteye gitmeyen sözde demokrasi de gerilemiş, Türkiye eskisinden daha otoriter ve faşist bir sistem haline gelmiştir.
Faşist rejimlerin ve liderlerin karakteri bir kesimin çıkarını milli çıkar olarak gösterip tüm toplumu kendi peşinde sürüklemektir. Şimdi yeni milli şef Tayyip Erdoğan da kendi çıkarlarını ve amaçlarını tüm halkın çıkarı olarak gösterip tüm partileri ve toplumu peşinde sürükleyerek önündeki tüm engelleri kaldırıp hedefine ulaşmayı amaçlamaktadır. Yenikapı’ya herkesi zorla götürüp bir faşist ruh ortaya çıkarmıştır. Yenikapı ruhu denilen faşist buluşmanın dışında kalanlar da hain ya da Türkiye’nin çıkarının yanında olmayanlar olarak gösterilip hedef haline getirilmişlerdir.
AKP iktidarı 15 Temmuz öncesi ulaşmak istediği amaca 15 Temmuz sonrası ulaşma yönünde önemli bir adım atmıştır. Bunun için de en fazla CHP’yi kullanmaktadır. CHP 15 Temmuz öncesi karşı olduğu her şeye 15 Temmuz’dan sonra onay vermiş, Tayyip Erdoğan diktatörlüğü ve AKP faşizminin önünü sonuna kadar açmıştır.
15 Temmuz’dan sonra anlaşılmıştır ki, CHP genel başkanı dışlanmanın kompleksini yaşıyormuş. Tayyip Erdoğan ve AKP’liler yoğun baskıyla Kılıçdaroğlu’nu tam bir kompleksli kişilik haline getirmişlerdir. 15 Temmuz sonrası yaratılan şovenizm dalgası etkisiyle de Kılıçdaroğlu kendisinin herkesten daha fazla vatansever olduğunu gösterme yarışı içine girmiştir. Vatanseverliği de PKK ve Kürt karşıtlığı biçiminde somutlaşmıştır. 15 Temmuz sonrası “herkes dost, Kürtler ise düşman” çizgisinin en hararetli savunucusu haline gelmiştir. Gerçekten de Kılıçdaroğlu ve CHP yönetimi 15 Temmuz’dan sonra içler acısı duruma düşürülmüştür.
Anlaşılıyor ki CHP yönetimi 15 Temmuz’dan sonra şahlandırılan şovenizm pastasından pay alma yarışı içine girmiştir. Herhalde bu pastadan pay alırsa kendisini kurtaracaktır! Bu pastadan CHP’ye pay düşmez. CHP olsa olsa bir zamanlar Baykal’ın ulusalcılık yarışına girmesi sonrası barajı geçmeyen duruma düşmesi gibi bir duruma düşer.
Artvin’de gerillaların askerlere yönelik eyleminin Kılıçdaroğlu’na bir suikast girişimi olarak gösterilmesi “şovenist pastadan bize de pay verin” girişimidir. CHP’nin faşist cephedeki yerini pekiştirmek için Artvin olayından sonra Kılıçdaroğlu’nun el üstünde tutulması neyin amaçlandığını ortaya koymaktadır. CHP tamamen demokrasi ve Kürt düşmanı cephenin içinde tutunup demokrasi güçlerine ve Kürt halkına karşı savaş tırmandırılacaktır. Özcesi CHP’ye her türlü demokrasi ve Kürt düşmanı saldırıları meşrulaştırma görevi verilmiştir. Böylece en kirli ve uğursuz rol Kılıçdaroğlu şahsında CHP’ye verilmiş olmaktadır.
HPG CHP konvoyunun orada olmasının tamamen tesadüfi olduğunu açıklamıştır. Zaten Kürt Özgürlük Hareketi’nin CHP ve Kılıçdaroğlu’nu hedeflemesi söz konusu değildir. Ancak CHP’yi faşist cepheye alet olması ve konumuyla demokrasi karşıtlarına hizmet etmesi dolayısıyla eleştirmektedir. Aslında CHP’ye yönelik eleştiriler azdır. Sadece Kürt Özgürlük Hareketi ve bazı sosyalist güçler tarafından değil, tüm demokrasi güçleri ve demokratlar tarafından da eleştirilmesi gerekmektedir.
CHP mevcut politikayla demokratik alanı tamamen boşaltmıştır. Şu anda demokratik alan esas olarak HDP’ye kalmıştır. Ancak HDP bu durumdan yararlanmamaktadır. Aksine neden biz dışlanıyoruz gibi çok yanılgılı bir yaklaşım ve ruh hali içindedir. Hep AKP’ye neden şöyle şöyle yapıyorsunuz, neden böyle yapıyorsunuz diyerek akıl verme ve şikayetçi konumuna düşmektedir. Beklentide olunan bir yere şikayetler yapılmaktadır. Bu, çok yanlıştır ve mevcut durumu anlamamayı ifade etmektedir.
Halbuki demokratik alan boşalmış, tek demokratik güç biz kalmışız diyerek mücadeleyi yükseltmesi gerekirken, bu faşist cephede gedikler açması gerekirken; niye bizi dışlıyorsunuz, niye şu komisyona almıyorsunuz demek mücadeleden kaçmaktan başka bir anlama gelmez.
Kuşkusuz böyle bir faşist cephenin oluşmasını kimse istemez. Ancak olduktan sonra bunu bir mücadele zemini olarak değerlendirmek önemlidir. HDP’nin bu faşist cephede olmaması güzel bir şeydir. Bunlar tarafından dışlanmak bir onurdur. Ancak bu anlaşılmadığından ve savunma konumunda kalındığından hala faşist cephe baskı kurarak sen terörizme karşı çıkarsan bizim tarafımızdan kabul görürsün gibi bir yaklaşım içine girebilmektedir. Bu tür şeylere verilecek en iyi cevap zorluklar ne olursa olsun sağlam duruş gösterip mücadele etmektir. Kazandıracak olan budur.
Politika