KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Türk devletinin Cizre başta olmak üzere Kürdistan’da devam ettiği katliamların hesabının sorulacağını ifade etti. Bayık, önümüzdeki dönemde gerilla güçlerinin dağda, şehirde ve her yerde daha aktif olacağını belirtti.
Savaşın AKP hükümeti tarafından başlatıldığını hatırlatan Bayık, Kürtlere karşı AKP öncülüğünde bir milliyetçi ve faşist cephenin oluşturulduğunu vurguladı. Özyönetim direnişlerinin demokratikleşme hamlesi olduğuna dikkat çeken Bayık, Kürtlerin her türlü saldırıya karşı sonuna kadar direneceklerini söyledi.
PKK’nin savaşı Türkiye’ye taşımak istemediğini belirten Bayık, ancak Kürt gençlerinin fırsat bulabildikleri her yerde, geliştirilen katliamlara karşı eylem yapabileceklerini savundu. Bayık, dün akşam Ankara’da askeri araçlara yönelik yapılan eyleme ilişkin ise, ‘bunu kim yaptı bilmiyoruz. Ama Kürdistan’daki katliamlara bir misilleme eylemi olabilir’ tespitinde bulundu.
Cemil Bayık, yaşanan sürece ve önümüzdeki döneme ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.
Kuzey’deki halk direnişine yönelik devlet terörü ve saldırılar her alanda devam ediyor. Son olarak Cizre’de yaralılara yönelik bir vahşet uygulandı. 200 civarında sivil yakılarak katledildi. Öncelikle bu vahşete ilişkin neler söylemek istersiniz?
Türk devleti bu uygulamalarıyla tamamen kültürel soykırımcı bir devlet olduğunu ortaya koymuştur. Bu, Kürt halkına bir yaklaşımdır. Kürtler varlığı, kimliği, özgür ve demokratik yaşamı olan bir halk olarak kabul edilmiyor. Kürtler, kültürel soykırıma uğratılarak yok edilmek isteniyor. Tabii ki kültürel soykırım nasıl gerçekleştirilecek? Ezecekler, sindirecekler, ondan sonra da bu sindirme üzerinden kültürel soykırımı gerçekleştirecekler. Zaten 90 yıllık politika hep bu çerçevede yürütülmüştür.
KÜRDE KARŞI KATLİAM BİR DEVLET ALIŞKANLIĞIDIR
Türk devletinin Cizre’deki uygulamaları tamamen bir sindirme politikasını ifade ediyor. Klasik hak talep edenleri ezme yöntemini kullanıyor. Sorunları demokratikleşme yoluyla çözmeyenlerin yöntemi zorla, şiddetle ezme oluyor. Sorunları olan toplulukları dinleyerek, onların taleplerini dikkate alarak değil, ulus-devlet anlayışıyla merkeziyetçi, otoriter hegemonik devlet anlayışıyla kim ne talepte bulunuyorsa onların üzerine şiddetle gidiliyor. Yani toplumlar devletten hak talep edemezler. Cizre’deki saldırı bu anlama geliyor. Eğer bir sorun varsa zaten devlet bilir, çözer. Eğer devlet çözmüyorsa demek ki öyle bir sorun yoktur. O zaman bu sorunu talep edenler de devlete isyan edenlerdir, devleti karıştırmak isteyenlerdir. Bu durumda da onların ezilmesi gerekir. Cizre’de, Kürdistan'ın diğer şehirlerinde devreye soktukları politika budur.
Nasıl ki 1990’lı yıllarda halk serhildana kalktığında, sokaklara döküldüğünde askeriyle, JİTEM’iyle, MİT’iyle, itiyle, tanklarıyla, panzerleriyle halka saldırıldıysa, şimdi daha da vahşice biçimde saldırıyorlar. O zaman da Kürt halkının talepleri zorla bastırılmak istenmişti, şimdi de aynı anlayış devam etmektedir. Anlayış değişmemiştir. Sadece zamana, koşullara göre yol ve yöntemlerde kimi değişiklikler olmuştur. Ama esas olan Kürt’ün varlığını reddetme olduğundan, Kürt yok sayıldığından onun her talebi, her tutumu, her örgütlenmesi zorla, şiddetle bastırılmaktadır. Kürtlere yönelik 20. yüzyıl boyunca hangi politika izlenmişse bugün de izlenen odur. Zaten Davutoğlu 90 yıldır böyle yapanlar nasıl ki cevabını aldıysa yine alacaktır, demiştir. Yani Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti tarihi dönemindeki her itirazları, her talepleri nasıl ezildiyse, bastırıldıysa; devletin otoritesini kabul etmeyen tutumlarının üzerine zorla, şiddetle gidildiyse şimdi de gideceğiz demiştir. Bu yönüyle Cizre’deki katliamların bu düzeyde insanlık dışı olması anlaşılırdır. Bu bir alışkanlıktır. Kürt’e her türlü şey yapılabilir. Kürt’e her uygulama revadır. Nasıl ki Amed zindanında Kürt tutsaklara her şey reva görülmüşse, orada irade kırmak, teslim almak için her yol ve yöntem denenmişse, şimdi de benzer anlayış Cizre’de ve Kürdistan'ın diğer şehirlerinde denenmektedir.
İBRETLİK OLSUN DİYE BU KATLİAMLAR YAPILIYOR
Cizre’de yaralıları, sivilleri katlederek tüm Kürt halkına gözdağı verilmek amaçlanmıştır. Yani ibretlik olsun diye bu katliamlar yapılıyor. Direnirseniz yaralı dinlemeyiz, sivil dinlemeyiz, çocuk dinlemeyiz, kadın dinlemeyiz, ezeriz anlayışıyla hareket etmektedirler. Kürt halkına bize boyun eğeceksiniz, boyun eğmezseniz sivil de olsanız, yaralı da olsanız, çocuk da kadın da olsanız öldürürüz demektedir.
Cizre sürekli tanklarla, toplarla bombalandığı için tank ve top bombalarından çıkan parçalar insanları yaralıyordu. Rastgele bir şehir bombalanıyor, mahalle bombalanıyor. Herhangi bir dağdaki arazi bombalanmıyor. İnsanların yaşadığı yerleşim yerlerinde bu tür silahlar kullanıldığında ölümler de yaşanıyor, birçok insan da yaralanıyor. Bu yaralılar korunmak için bodrumlara taşınıyorlar.
Bu yaralıların öldürülmesinin nedeni direnişe destek olmalarıdır. Çünkü halk, kadın, çocuk, yaşlı bu mahallelerdeki direnişi desteklemişlerdir. Zaten görüntülerde yaşlıların, kadınların, çocukların direnişi desteklediği görülüyordu. Türk devleti onları direnişi desteklediler diye cezalandırmıştır. Yaralananlar içerisinde özyönetim direnişinde olan gençler de vardır. Onlar da sivil yaralılarla birlikte bu bodrumlarda birkaç refakatçıyla kalıyorlardı. Ama Türk devleti onları cezalandırmak istedi. Güya onları öldürerek tüm Kürdistan toplumunu korkutma, ürkütme politikası yürütmüştür. Kürtlere yönelik politikası, hep öldüreceksin, cezaevine atacaksın, ezeceksin, ürküteceksin, korkutacaksın! Amaç, Kürt halkını kültürel soykırımcı sömürgeciliğe karşı sesini çıkaramaz, mücadele edemez hale getirmektir. Yaralıların katledilmesi bu temelde gerçekleşmiştir. Biliyorsunuz Cizre halk meclisi defalarca televizyonda çağrılar yaptı, yaralıların bulunduğu yeri tarif etti, ambulansların gelip almasını istedi. Ama polis ve askerler oralara ambulansların gidişine izin vermedi. Ambulansları gönderiyoruz, kimse gelmiyor, ya da ambulansları gönderiyoruz, ama ambulanslara silah sıkılıyor gibi yalanlar söyleyerek, demagojiler yaparak toplumu aldatmak istiyorlardı. Onlar direnen yaralıların sağ kalmasını istemiyorlardı; cezalandırmak istiyorlardı.
Oradaki askerler, polisler Kürdistanlıyı böcek gibi görüyorlar, insan yerine koymuyorlar. Kafası ezilecek, boyun eğdirilecek toplum olarak görüyorlar. İşgalci ve sömürgeci anlayışıyla hareket ediyorlar. Hatta işgalci ve sömürgeci güçlerden daha zalimdirler. İşgalciler, sömürgeciler bir yere hakim olmak isterler. Bunlar sadece hakim olmak istemiyor, bu topraklar sizin değil, Kürtlerin değil, bizimdir diyorlar. O toprakların insanını da reddediyorlar. Sömürgeciler sadece toprakların kendi kontrollerinde olmasını isterler; işgal ettikleri toprakların kendi hakimiyetinde kalmasını sağlarlar. Ama Türk devletindeki yaklaşım bundan ötedir. Burası Türk toprağıdır; yani sadece Türk devletinin siyasi hakimiyetinin olduğu yer değildir; Türk toprağıdır, siz de Türkleşmek zorundasınız, diyorlar. Cizre Kürtlüğün merkezi! Kürtlüğüne en fazla sahip çıkan şehirlerdendir. Kürtlüğün neredeyse her bakımdan kaynağı gibidir. Kürt’ün ruhunu veren, yüzyıllar boyu nesilden nesle taşıran Mem û Zîn destanını yaşandığı coğrafyadır. Cizre’yi ezerek, öldürerek aslında Kürtlüğü ezmek istemişlerdir. Kürt ruhunu ezmek istemişlerdir.
KÜRTLERİ YOK ETMEKTE ISRARLIDIRLAR
Türk devletinin Cizre saldırısı ve diğer saldırılardan ortaya çıkan sonuç vardır. Kürtler üzerinde tamamen kültürel soykırımcı sömürgecilik izlemekte ve Kürtleri yok etmekte ısrarlıdırlar. Bu durum da şunu ortaya koyuyor, direnmeden, büyük direniş ortaya koymadan, bu politikayı boşa çıkarmadan bugün Cizre’de uygulananlar başka yerde uygulanır, bu zihniyet sürgit yürütülür. Kürtler açısından, demokrasi güçleri açısından bu zihniyetin ortadan kaldırılacağı bir mücadeleyi, bir yaklaşımı ortaya çıkarmak gerekiyor. Cizre’nin herkese, hepimize verdiği ders budur.
Tüm Kürt halkı Cizre’den ders çıkarmalıdır. Cizre şahsında AKP hükümetini tanımalıdır, Türk devletini tanımalıdır. Cizre şahsında Kürtlerin özgür ve demokratik yaşama kavuşması ve varlıklarını koruması için nasıl bir mücadele, tutum içinde olması gerektiğini çok iyi görmüş olmalıdırlar. Hiç kimse Cizre’yi unutmamalıdır, Kürtler Cizre’yi unutmamalıdır; Cizre’yi bir başucu kitabı gibi görmelidirler. AKP'nin o yıldırma ve sindirme politikasına karşı Kürt halkı bırakalım yılmayı, sinmeyi, bu insanlık dışı saldırılara büyük bir öfke duyarak, varlığına sahiplenme ve mücadele kararlılığı içine girerek bundan sonra mücadelesini daha bilinçli, daha örgütlü, daha kararlı biçimde sürdürmesi gerekir. Türk devletine, bu saldırılara, bu katliamlara verilecek cevap; mücadelede daha kararlı olmak, daha örgütlü olmak, daha ısrarlı olmaktır.
AKP SÜREKLİ İKTİDARDA KALMAK İSTİYOR
Siz hareket olarak uzun yıllardır Türkiye devleti ile mücadele ediyorsunuz. Uzun yıllar kirli bir savaş yaşandı. Savaş kurallarının bu kadar ayaklar altına alındığı bir dönem gördünüz mü? Bu durumu nasıl bir düşünce ve ruh halinin dışa yansıması olarak görüyorsunuz?
Bu dönemde gerçekten de AKP'nin uygulamaları Türkiye tarihinde görülmemiş uygulamalardır. Türkiye tarihinde katliamlar olmuştur, zulüm olmuştur. Türkiye'de katliamlar yeni değildir, ama 21. Yüzyılda Türk devletinin bu düzeyde bir katliamcı yaklaşım içinde olması Kürt düşmanlığının iktidarları nereye götüreceğini ortaya koymaktadır. AKP'nin Kürt düşmanlığında bu kadar ileri gitmesi, Kürt halkına bu kadar azgınca saldırması, bütün insanlık değerlerini ayaklar altına almasının nedenleri var. Eskiden de Kürt halkına karşı zulüm uygulanırdı, baskı uygulanırdı, işkence yapılırdı. Bu daha çok ulus-devlet anlayışıyla Kürtleri egemenlik altında tutmak, kültürel soykırıma uğratmak için yapılırdı. Şimdi buna bir de AKP'nin iktidarda kalma hırsı eklenmiştir. AKP Türk devletinin kültürel soykırımcı anlayışıyla kendisini iktidarda tutma hırsını birleştirmiştir. İktidarda kalmasını da Kürtleri ezerek, demokrasi güçlerini ezerek sağlayacağını düşünmektedir. Bu açıdan eski faşist uygulamaların, baskının, zulmün arttırılmasını etkileyen böyle ekstra bir etken vardır. Hatta AKP iktidarını kaybetmemek açısından akla hayale gelmeyecek insanlık dışı her türlü uygulamayı ve zulmü yapacak bir hükümet ve zihniyet haline gelmiştir.
AKP'nin artık bir seçimle gidip bir seçimle gidecek parti olmadığı netleşmiştir. Sürekli iktidarda kalmak istiyor. Seçimleri sadece bunun için bir araç olarak görüyor. Nitekim 7 Haziran’da iktidardan düştü, ama kabul etmedi, bırakmadı. Sanki hiç hükümetten düşmemiş gibi, halk onu hükümetten düşürmemiş gibi hükümeti bırakmadı. Öyle ki, güçlü hükümetlerin alamayacağı kararlar aldı. 12 Eylül döneminde de, 1990’lı yıllarda da devlet baskıcıydı, zalimdi ama yine de belirli kurallara uymaya çalışırlardı; kılıfına uydurmaya çalışırlardı. Böyle bir dikkat etme durumu vardı. Şimdi AKP açısından böyle bir şey yoktur. Hiçbir şeye dikkat etmeye gerek duymuyor, her şeyi açık ve net yapıyor. Önder Apo ‘Bir Halkı Savunmak’ adlı eserinde Ortadoğu'daki yönetimleri değerlendirirken “Ortadoğu despotları özüyle hareket ederler. Hiçbir biçime, yönteme, üsluba dikkat etmeden işlerini yürütürler” der. Gerçekten de şu anda Erdoğan ve Davutoğlu iktidarı tamamen o faşist, despot özüyle hareket etmektedir. Hiçbir biçime, kurula, uluslararası belirli normlara dikkat etmeden tam bir çıplak zorla, şiddetle hareket etmektedirler. Zaten Erdoğan kaymakamlara mevzuatı da dikkate almamalarını söyledi. Artık Türkiye'de anayasalar, yasalar, yönetmeliklerin hiçbir anlamı yoktur. Kürtler söz konusu olduğunda bunların hepsi bir kenara itilmektedir. 1990’lı yıllarda devletin açık üstlenemeyeceği uygulama ve eylemleri başka güçlere yaptırmaya çalışıyorlardı. Devlet Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı mücadeleyi mevcut faşist yasaların verdiği yetkilerle bile baş edemeyeceğini anlayınca kendisinin yapamadığı, üstelenemediği eylemleri, cinayetleri illegal kurumlara ya da illegal örgütlere yaptırmıştır. Nitekim JİTEM, itirafçılar, Hizbul-kontra gibi farklı güçleri örgütleyerek, ya da önlerini açarak onları kullanıyorlardı. Şimdi Erdoğan ve Davutoğlu buna gerek görmüyor. Tamamen her şeyi kendileri yapıyorlar. Hiçbir örtü kullanmadan, hiç dolandırmadan, devlet ve hükümet böyle uygulamaların sahibi olamaz kaygısı taşımadan, bizzat kendi emrindeki güçlerle katliamlar yapıyorlar. Bu gerçekten çok ilginç bir durumdur.
12 Eylül’de de bir zulüm ve faşizm vardı, ama yine de kendine göre belirli kurallara dikkat ediyorlardı. Mevcut anayasa ve yasalara kendilerine göre dikkat etmeye, kılıfına uydurmaya çalışırlardı. Şimdi öyle değil; Erdoğan ve Davutoğlu hiçbir devletin yapamayacağı, 21. Yüzyılda yapmasının mümkün olmadığı, uluslararası mahkemelerde yargılanabilecekleri insanlık suçlarını açıkça işliyorlar. Bunu düşününce gerçekten bu kadar neye güveniyorlar, bu kadar nasıl pervasız oluyorlar diye insan şaşırıyor.
ERDOĞAN VE DAVUTOĞLU’NUN KAFALARI YÜZYILLAR ÖNCESİNDEN KALMIŞTIR
Tayyip Erdoğan ve Davutoğlu’nun kafaları yüzyıllar öncesinden kalmıştır. Eski devlet yöneticilerinin anlayışını bugün kendi pratiklerinde ortaya koymaktadırlar. Devlet egemenliğimin alanında olan herkes benim otoriteme harfiyen uymak zorundadır, yoksa üzerine gider ezeriz, diyorlar. Otorite anlayışı yüzyılların, bin yılların öncesinin otorite anlayışıdır. Sorunları çözme anlayışı yüz yıllar öncesinin sorunları çözme anlayışıdır. Buna bir de kapitalist modernite çağının kültürel soykırımcı ulus-devletçi zihniyeti eklenince çok ucube, insanlık dışı bir yönetim ortaya çıkmıştır. Erdoğan gerçekten de Ortadoğu despotlarıyla ulus-devlet zihniyetinin yarattığı Mussolini, Hitler, Franco, Salazar gibi faşist liderlerin karakterini harmanlamış, kendi kişiliğinde somutlaştırmıştır. Bu açıdan çok tehlikelidir; görülmedik bir faşist zihniyete sahiptir.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Kürt şehirleri ve kasabaları böyle bombalanmamıştır. Ne 12 Eylül’de vardır, ne 1990’lı yıllarda. Bütün Kürdistan'da serhıldanların gerçekleştiği dönemlerde şehirler, kasabalar böyle yerle bir edilmemiştir. Bu ilktir. Bu, sadece Türkiye tarihinde değil, Osmanlı tarihinde de bir ilktir. Böyle bir saldırı görülmemiştir. Tankları, topları yığıp şehirleri böyle bombalamamışlardır. Açıktır Cizre’ye tankları, topları yığmış bombalıyor; bunu dünya görüyor. Böyle bir şey olabilir mi? Kadın, çocuk, yaşlı, sivil direnişçi ayırımı yapmıyor. Eski iktidarlar da çok ayırım yapmıyordu, ama yine de bu kadar açık bir toplu çocuk, kadın demeden herkesi öldüren, bombalayan bir yaklaşım göstermiyorlardı. Bu ilki gerçekleştirme AKP iktidarına nasip olmuştur.
AKP iktidarı zaten son yıllarda bütün kuralları çiğnedi. 12 Eylül’de de, 1990’lı yıllarda da hukuk bu kadar hükümete bağlı değildi. Kuşkusuz hukuk içinde, savcılar içinde derin devletin elemanları vardı. Bu yönüyle Kürt sorunu ve bazı hassas konularda ilgili devlet politikaları doğrultusunda hareket ederlerdi. Özellikle Yargıtay gibi yerlerde bu yönlü savcılar, hakimler yerleştirilirdi. AKP ise bütün mahkemeleri, adaleti kontrolüne almıştır. Bu hiçbir dönemde görülmemiştir. Ne Adalet Parti iktidarı döneminde, ne CHP iktidarı döneminde, ne 12 Eylül döneminde, ne de 1990’lı yıllar döneminde görülmüştür. AKP her şeyi iktidarının hizmetine sokmuştur. Tek parti döneminden öte bir tek parti iktidar dönemi Türkiye'de yaşanmaktadır. Her şeyi kendi kontrolüne almak isteyen bir zihniyet ve yaklaşım var. Bürokrasiye sadece kendi adamlarını koyuyor, her yere kendi adamlarını koyuyor. Tamamen kendisine hizmet eden bir Türkiye olmasını istiyor. Bu gerçekten de bir ilktir.
ERDOĞAN İKTİDARI NEO FAŞİST BİR İKTİDARDIR
Şu konuda hakkını da vermek gerekiyor, her dönemde kimi ezmek istiyorsa ona karşı bir ittifak yaratıyor. Böyle bir politika izliyor ve bu temelde de her türlü hukuk dışı uygulamaları da açık yapıyor. Yaptığı ittifaklara ve kurduğu ilişkilere dayanarak bütün uygulamalarını meşrulaştırmaya çalışıyor. Başka dönemlerde hiçbir iktidarın cesaret edemeyeceği düzeyde her şeyi açık yapıyor. Bu açıdan AKP iktidarı dönemi, Erdoğan iktidarı dönemi gerçekten Türkiye tarihine geçecektir. Neo faşist bir iktidardır. Aslında neo faşistten de öte bir faşizm ve despotizm vardır. Ortadoğu despotizmiyle batı faşizmini birleştirmiş bir de buna iktidarda kalma hırsı eklenince gerçekten her türlü katliamı ve uygulamayıp yapan bir yönetim gerçeği ortaya çıkmıştır. Nasıl ki bir canlı yaşamak için her şeyi yaparsa, AKP iktidarı da iktidardan düşmemek için, hükümetten düşmemek için her şeyi yapacak durumdadır. Bu nedenle bu kadar tehlikelidir, bu nedenle bu kadar insanlık dışı uygulamalara başvuruyor. Öyle herhangi bir seçimle, şununla gelip gidecek bir hükümet değildir. Bu açıdan iktidardan ancak mücadeleyle gider. Kimse seçimle, sözle, sadece sınırlı tepkilerle AKP'nin iktidardan gideceğini düşünmesin.
Özcesi önceden daha çok bir Kürt karşıtlığı üzerinden bir politika vardı. Ulus-devlet politikası Kürtler üzerinde otoriter hegemonyasını sağlamak istiyordu. Şimdi buna AKP'nin kendini iktidarda tutma anlayışı da eklenince 1990’lı yıllarda, 12 Eylül’de göremediğimiz bir zulüm, bir vahşet dönemiyle karşı karşıyayız. Gerçekten de herkesi ezip geçmeyi önüne koymuş bir AKP iktidarı vardır. Yanındaki arkadaşlarını bile ezip geçiyor. Şu anda AKP'nin dört temel kurucusundan üçü yoktur. İlk iktidar dönemindeki bakanların yarısından çoğu yoktur. Bir dönem ittifak içinde oldukları güçler yoktur. Türkiye'yi tümden ele geçirmek istiyor, tek başına yönetmek istiyor. Tek zihniyetle yönetmek istiyor. AKP iktidarı bir hegemonik zihniyet yaratmış. Erdoğan kendine göre bir ideolojik ve siyasi çizgi yaratmış ve bunu kesinlikle hakim kılmak istiyor. Bunun için de çok keskin bir savaş içinde herkesi ezmeyi göze almıştır. Erdoğan ve Davutoğlu’nun iktidarı ayakta tutmak için yapamayacağı katliam, işkence ve zulüm yoktur. Nasıl ki Neron Roma’yı yakmış, seyretmiş diyorlarsa, bunlar da iktidarı için tüm dünyayı, tüm insanlığı, her türlü değerleri yakıp, yıkıp, ezip seyredebilecek karaktere sahiptirler.
PKK TÜRK DEVLETİNİ İYİ TANIYOR
Ülkede ve dışarda belli kesimlerde bir ‘barış’ umudu oluşmuştu. Siz hareket olarak hep temkinli davranıyordunuz. AKP’nin bu savaş konseptini geliştireceğini söylüyordunuz. Sayın Öcalan ise sürekli ‘darbe mekaniğinden’ söz ediyordu. Sayın Öcalan’ın uyardığı ve sizin dikkat çektiğiniz süreç mi yaşanıyor şimdi?
Savaşan güçler birbirlerini daha iyi tanırlar. PKK hem Kürt tarihinden Türk devletini iyi tanıyor, hem Türkiye Cumhuriyetini çok iyi bilen, analiz eden ve değerlendiren bir Harekettir. Zaten PKK Ankara’nın göbeğinden çıkmıştır. Türk devletinin tüm karakterinin sindiği Ankara’da Türk devletini, sömürgeciliğini, zihniyetini çok iyi görmüştür. Öte yandan kırk yıldan fazla süren bir mücadele var. Bu mücadele de Türk devletinin Kürtlere yaklaşımını, Kürt Özgürlük Hareketi'ne yaklaşımını, Türk devletinin Kürt sorununa yaklaşımını çok ayrıntılı biçimde öğrenmiştir. Savaştığımız için bize karşı savaşan gücün karakterini çok iyi öğrendik. 12 Eylül’den önce öğrendik, 12 Eylül döneminde öğrendik, zindanda öğrendik, 1990’lı yıllarda öğrendik, komplo döneminde öğrendik, AKP döneminde öğrendik. Bu açıdan herkes Türkiye'deki iktidarlar ve hükümetler konusunda Hareketimizin görüşlerini gerçekten dikkate almalıdır, ciddiye almalıdır. Türkiye hükümetleriyle kesintisiz mücadele eden tek Hareket biziz, tek yönetim biziz. Bu devlete karşı da sürekli bir mücadele içinde olduk, bir sürekliliğimiz var, AKP iktidarına karşı da en fazla biz mücadele verdik.
Kürt sorununun çözümü konusunda Önder Apo ve biz AKP iktidarına her türlü olumlu yaklaşımı gösterdik. Kürt sorununu çözmesi için, Türkiye'nin demokratikleşmesi için her türlü kolaylığı gösterdik. AKP'nin olumsuz yaklaştığı dönemlerde de, Kürt sorununun çözüm zihniyeti olmadığı, bizim yaklaşımlarımızı, Önder Apo'nun yaklaşımlarını istismar ettiği dönemde de hep sabırlı ve dikkatli davrandık. Şunu gördük; sorun makul yaklaşmak değil, sorun kolaylık göstermek değil; en makul yaklaşımı gösteriyoruz, alttan alıyoruz, Kürt sorununun çözümü için esnek davranıyoruz, politikanın her türlü esnekliğini kullanıyoruz, ama karşı tarafta hiçbir hareket yok. Zaman kazanma, oyalama, attığımız adımları istismar etme dışında hiçbir yaklaşım gösterilmiyor. Sorunun kökten çözümünü esas alan bir yaklaşım yok. Yeni koşullarda kültürel soykırımcı sömürgeciliği sürdürme yaklaşımı var. Ya da kültürel soykırımcı sömürgeciliği etkilemeyecek, Kürtlerin soykırıma uğratılmasını engellemeyecek kimi bazı palyatif adımlarla kültürel soykırımcı sömürgeciliği yeni koşullarda sürdürmek istiyor. Günümüzde kurs açmakla, devlet televizyonunda ya da özel televizyonlarda kimi Kürtçe yayınlar yapmakla kültürel soykırımın durdurulamayacağını biliyor. Çünkü kültürel soykırım sistemi ekonomik, sosyal, kültürel, eğitim ve diğer alanlarda Kürtler üzerinde öyle bir kurulmuş ki, palyatif adımların bu kültürel soykırım sistemini engelleme özelliği yok. Öte yandan günümüzün medya, iletişim ve bilişim çağında ortaya çıkan araçlarla kültürel soykırım değirmeni eskisinden on kat, yüz kat daha fazla çalıştırılmaktadır.
AKP KÜRTLER ÜZERİNDE KÜLTÜREL SOYKIRIMCI SÖMÜRGECİLİĞİ TAHKİM ETME PEŞİNDEDİR
AKP'nin bütün makul yaklaşımlarımıza rağmen hiçbir adım atmaması AKP'nin Kürt sorununda zihniyet değiştirmediğini, Kürt sorununda bir çözüm politikası olmadığını ortaya koymuştur. Biz AKP gerçeğini politik yaklaşarak, esnek yaklaşarak açığa çıkardık. AKP demokrasi güçlerinin örgütlü olmadığı, solun ezildiği bir dönemde kendini demokrat gösteren, sorunları çözeceğim diyen bir iktidar olarak kendini sundu. Biz de madem böyle iktidarsın buyurun çöz dedik. Bu konuda şans tanıdık ve bu politikalarımız, yaklaşımlarımız AKP'nin gerçekliğini ortaya çıkardı. Hep şunu gördük; AKP Kürt sorununu çözme değil de Kürtler üzerinde kültürel soykırımcı sömürgeciliği tahkim etme peşindedir. Yeni bir hegemonya peşindedir. İlk yıllarda iktidarını sürdürmek için bir taraftan asker ve sivil bürokrasiyi, bir taraftan bizi idare etme politikası yürütüyordu. Çünkü Kürt Özgürlük Hareketi'nin Türkiye sınırları dışına çekildiği bir dönemde iktidar olmuş, AKP de devlet gibi bir daha Kürt Özgürlük Hareketi'nin ayağa kalkamayacağını düşünüyordu. İlk önce böyle politikası olan AKP, sonra tamamen devletin politikalarıyla birleşerek Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etme politikalarına yönelmiştir. Buna rağmen Önder Apo ve Hareketimiz AKP'ye adım attırmak istedi. Oslo görüşmeleri yaptı, İmralı’da görüşmeler yaptı. Bu görüşmelerde de AKP'nin gerçeği görüldü. Biz makul yaklaşıyoruz, adım attırmak istiyoruz, kendisine kolaylık sağlıyoruz, ama bunların hiçbirisi değerlendirilmiyor. Bizim gösterdiğimiz yaklaşım dünyanın herhangi bir başka yerinde, böyle sorunların yaşandığı bir alanda gösterilseydi hareketimizin gösterdiği tutumlara muhatapları balıklama atlarlar, hemen karşılık verirlerdi. Ama Türk devleti ve AKP gerçeğinde bunlar yapılmadı. Bu açıdan bu yaklaşımlar bizi hep tereddütlü kıldı. Bu kadar olumlu yaklaşımımıza rağmen hiçbir olumlu cevap verilmemesi, hep istismar edilmesi bizim açımızdan da, Önder Apo açısından da bir değerlendirme konusu olmuştur. Önder Apo zaman zaman bu Erdoğan zihniyeti değişmemiştir, bu Çiller’den daha tehlikeli olabilir biçiminde değerlendirmeler yapmış, ama yine de bir yanılgı payı bırakalım, net bir şey söylemeyelim, diyerek AKP hükümetine fırsat tanımayı tercih etmiştir.
Öte yandan Kürt sorunu çözülmediği müddetçe Kürt karşıtlığı üzerinden her zaman Türkiye'de iktidarlar değişmiştir, darbeler gerçekleşmiştir. Kürt sorununu çözemeyenler mutlaka ezme politikası izlerler. Ezme politikası izleyenler de mutlaka tüm Kürt karşıtlarıyla birleşmek durumunda kalırlar. Dolayısıyla Kürt karşıtlarının darbe mekaniği, söz konusu iktidara hakim olacak, ya da iktidar o darbeci güçlerle Kürt karşıtı güçlerle uzlaşmak zorunda kalacak. Bu açıdan Önder Apo İmralı’da görüşmelere katılan devlet ve hükümet heyetini sürekli uyarmıştır. Kürt sorununu çözmezseniz o zaman siz Kürt karşıtı, Kürt düşmanı güçlerin kontrolüne gireceksiniz. Darbe mekaniği derken kastettiği budur.
AKP kendisini sorunu çözeceğim diye gösteriyordu, zaman zaman demokratik söylemlerde bulunuyordu. Önder Apo bu söylemlere dayanarak, o zaman çözüm için adım atın, yoksa Kürt karşıtlığı harekete geçer ve darbe gerçekleşir, darbe devreye konulur, uyarısı yapıyordu. Demokrasiden söz eden AKP iktidarı eğer darbeyle karşılaşmak istemiyorsa Kürt sorununu çözmesi gerekir, diyordu. Eğer demokratik karakteri varsa, demokratik özelliği varsa, o zaman oluşacak bu darbe mekaniği karşısında demokratikleşmeyi devreye sokarak, Kürt sorununun çözümünü devreye sokarak bu darbe mekaniği ortadan kaldırılır yaklaşımını gösteriyordu. Çünkü Kürt sorunu her zaman derin güçler için, kültürel soykırımcı şovenist milliyetçi güçler için harekete geçme ve Kürt karşıtlığı konusunda yetersiz gördüğü iktidarları devirme gerekçesidir. Ama ne olmuştur? Erdoğan’ın, AKP'nin bir çözüm politikası olmadığı için, zihniyeti olmadığı için darbe mekaniğini harekete geçiren güçlerle birleşmiştir. Kendileri diyordu, Ergenekon’dur bunlar darbe yapacaklardı bize, şöyle olacaktı, böyle olacaktı! Bunların kimilerini darbeci olarak zindana attılar. Şimdi bunlarla ittifak haline girdi. Evet, Önder Apo'nun belirttiği darbe mekaniği gerçekleşti. Erdoğan onlarla bütünleşti. Erdoğan ve AKP tercihini demokrasiden yana koymadı. Kürt sorununu ezme ve tasfiye etme tercihini kullandı.
ERDOĞAN DARBE MEKANİĞİNİN İÇİNE GİRDİ
Bu, darbe tercihidir, darbe mekaniği içine girmektir. Erdoğan 2007 yılında darbe mekaniği içine girme adımını atmıştır. 2007’de Dolmabahçe’de Yaşar Büyükanıt’la yaptıkları mutabakatta Kürtlere karşı özel savaş konusunda anlaştılar. Özel savaşla PKK'yi oyalayarak tasfiye etmede anlaştılar. Günümüzde sadece savaşla değil de, zamana yayarak, devlet imkanlarını kullanarak tasfiye edelim, şimdi böyle bir yöntem kullanalım dediler. Yakın zamana kadar böyle bir yöntem kullandılar. Ama bu yöntemin sonuç alamayacağı görüldüğünde de tamamen Kürt düşmanlarıyla birleşerek, kendi iktidarını da korumak için Kürtler üzerinde bir soykırım saldırısı başlattılar. Bu tabii sadece Kürtlere yönelik bir saldırı değildir, tüm demokrasi güçlerine yönelik saldırıdır. Bugün AKP iktidarı Ergenekoncularla da, Doğu Perinçek’le de, şovenist milliyetçi çevrelerle de, bütün demokrasi ve Kürt düşmanı kesimlerle de birleşmiştir. Bir faşist cephe kurmuşlardır. 1970’lerdeki Milliyetçi Cepheden daha faşist bir cephe bugün kurulmuş durumdadır. AKP etrafında kurulan faşist cephe 1977’de kurulan faşist cepheden daha fazla demokrasi düşmanı, daha fazla Kürt düşmanı bir cephedir. Daha doğrusu sadece siyasal cephe değil bir savaş cephesi olmuştur. İçte ve dışta demokrasi güçlerine ve demokrasi dinamiklerine karşı savaş yürütülmektedir. Önder Apo'nun dediği gibi darbe mekaniği devreye girmiş, Erdoğan darbecilerle birleşerek bugün Kürt halkına ve demokrasi güçlerine karşı savaş yürütmektedir.
Kuşkusuz toplumda, demokrasi güçlerinde, Kürt halkında da Kürt sorununun çözümü ve barış umudu oluşmuştu. Ama bunu yaratan Hareketimiz oldu. Hareketimiz makul davranarak, ateşkesler yaparak, en makul çözüm önerileri sunarak, yine tüm Türkiye toplumuna, demokrasi güçlerine seslenerek üslubuyla, tutumuyla, tavrıyla Kürt sorununun çözüm zeminini oluşturdu. Bu da hem Türkiye içinde, hem de Türkiye dışarıda bu sorunun çözülebileceği yönünde bir umut oluşturdu. Önder Apo'nun ve bizim yaklaşımlarımız böyle bir barışa fırsat veriyordu. Bu konuda esnek yaklaşımımız, politik yaklaşımımız, sabırlı davranmamız, yine ortamı yumuşatmamız böyle bir havayı, iklimi ve beklentiyi ortaya çıkardı. Bu açıdan yanlış değildi; bu bizim yarattığımız bir sonuçtu. Ancak bizim dışımızdaki güçler sadece bu havayı, iklimi görüyorlardı. AKP'nin politikaları nedir, gerçekten çözer mi, adım atar mı konusunda fazla bir fikre sahip değillerdi. Sadece söylenenlere bakıyorlardı, ama AKP'nin gerçeğini göremiyorlar, söylemiyle politikası arasındaki çelişkiyi fark edemiyorlardı. Hareketimiz fırsat ve imkan sunduğu halde AKP'nin adım atmama konusunu sorgulayamıyorlardı. Bu bakımdan Türkiye içinde de, Türkiye dışında da böyle bir gerilimli çatışma durumu ortaya çıkınca bu bir şaşkınlık yarattı. Niye böyle oldu gibi düşünceler ortaya çıktı. Ama Türk devlet gerçeği ve AKP gerçeği irdelendiğinde, biraz yakından bakıldığında neden bu sürecin, bu yumuşamanın, umudun bir barışa dönmediği rahatlıkla görülebilir.
ÇÖZÜM OLMAZSA TABİKİ SAVAŞ ÇIKAR
Bu savaş adım adım geliyorum dedi. Temmuz ayında gerilla alanlarına hava saldırısı ile başladı. Ancak bazı kesimler halen sizin savaşı başlattığınızı düşünüyor, bu konuda ne diyorsunuz?
Kürt sorununda çözüm olmazsa tabiki ortaya savaş çıkar. Kürt sorununda çözümsüzlük gerilim demektir, çatışma demektir. Bu açıktır. Kürtler örgütleniyorlar, mücadele ediyorlar, haklarını talep ediyorlar. Bu durum karşısında Kürt sorununu çözmek istemeyenler, Kürtler üzerinde kültürel soykırımcı sömürgeci politika izleyenler bu politikanın sonucu Kürt halkına karşı savaş açarlar. Zaten Türk devleti savaş kararını 2014 yazında almış. Bunun simülasyonunu bile yapmışlar. Ne kadar öldürülecek, ne kadar göçertilecek, ne kadar yıkılacak, ne kadar yaralı olacak! Bunların hepsi savaş planlaması içine alınmış. 2014 30 Ekim Milli Güvenlik Kurulunda da bu resmileştirilmiştir.
Önder Apo ve Hareketimiz 30 Ekim 2014 Milli Güvenlik Kurulunda savaş kararı alındığını gördü. Önder Apo buna karşı üç aşamalı demokratik müzakere taslağını sundu ve bu savaş kararını boşa çıkarmak istedi. Bu temelde Dolmabahçe Mutabakatını ortaya çıkartan, esnek ve sabırlı yaklaşımını gösterdi. Ama sonuç alınamadı. Önder Apo savaş yerine demokratik çözümü tercih etti, Hareketimiz bunu tercih etti, ama Erdoğan, AKP hükümeti bunu elinin tersiyle itti. Dolmabahçe Mutabakatı yok sayıldığı an zaten diyalog bitmiştir. Dolmabahçe Mutabakatı reddediliyorsa, masa da yok, Kürt sorunu da yok denilip hiçbir adım atılmıyorsa o zaman diyalog ve görüşmeler niye yapılmıştır? Konuşulanlar bir mutabakata dönüşüyor, ama sonra bu inkar ediliyor, kabul edilmiyor. Bu tutum zaten diyalogun, görüşmenin bitirilip savaş yürütme kararıdır. Arkasından Önder Apo'ya 5 Nisan’da ağır tecrit uygulandı. Bu zaten açık bir savaş tutumuydu. Gerçekler bu kadar açıktır.
KÜRT HALKINA KARŞI YÜRÜTÜLECEK SAVAŞA ÖNCEDEN HAZIRLANDILAR
Erdoğan seçimden önce neden İç Güvenlik Paketini ortaya çıkardı. Bu paket çıkarılırken ne gerekçe gösterildi? İç ve dış tehdit gerekçe gösterilmedi mi? Türkiye'nin iç ve dış tehditle karşı karşıya olduğunu, bu nedenle iç ve dış tehdide karşı savaşmak için bu yasa gereklidir denilmedi mi? Bu, Kürt halkına karşı yürütülecek savaşa hazırlıktı. Bunun yasal zeminini ortaya çıkarmaktı. Derler ya minareyi çalan kılıfını uydurur. Savaş kararını almışlardı, İç Güvenlik Paketiyle bunun yasal ve hukuki zeminini oluşturdular. Bu herkesin gözü önünde olmadı mı? Herkes de AKP'nin neden İç Güvenlik Paketini getirdiğini sorgulayıp karşı çıkmadı mı? CHP de karşı çıktı. Hatta MHP bile zaman zaman karşı çıkıyordu. Bu açık bir durumdur.
AKP'nin bu yaklaşımları çerçevesinde seçim öncesi birçok yerde provokasyon oldu, ama hareketimiz sabretti. Seçimler olsun dedi, sorunların demokratikleşme içinde çözme zeminini yaratmaya çalıştı. Yoksa AKP seçimden önce de kontrollü bir gerilim politikası, kontrollü bir savaş politikası yaratarak kendisinin iktidar olması gerektiği tezini işledi. İç Güvenlik Paketini de iç ve dış tehditler üzerinden çıkardı. İktidarını da demokratikleşme üzerine değil, iç ve dış tehdit üzerine kurmayı hedefledi. İç ve dış tehdide karşı savaşacak bir iktidar gerekir yaklaşımında oldu. Erdoğan’ın yaklaşımı, politikası buydu. Buna karşı Önder Apo ve Hareketimiz, onların gerilim, iç ve dış tehdit politikasına karşı Türkiye'nin önüne demokratikleşme seçeneğini, programını koydu ve 7 Haziran seçimlerine böyle gidildi.
7 Haziran seçimlerine bu yaklaşımla gidildi ki sorunların demokratik siyasal yollardan çözümü olsun. Hareketimiz bunu tercih etti. 7 Haziran seçimleri oldu, demokrasi güçleri önemli bir başarı kazandılar, AKP iktidarı düştü. Artık tek başına iktidar olamayacak düzeye geldi. Peki, buna ne tepki verildi? Bu seçim sonuçları dikkate alınacağına, buna göre bir tepki gösterileceğine daha ilk günden bu seçim sonuçları yok sayıldı. Hükümet kurmak için koalisyon görüşmeleri de formalite haline getirildi. Bilinçli, daha baştan bu seçim sonuçları reddedildi. Hükümet kurulmayacaktı, yeni bir seçime gidilecekti. Ama seçim sonuçları reddedildi; fakat göstermelik olarak kılıf uydurmak için bir iki ay toplum koalisyon görüşmeleriyle oyalandı. Koalisyonun kurulacağı yoktu. Şimdi nasıl ki anayasa komisyonu kuruluyor, uzlaşmaya dayalı bir anayasa kuracağız deniliyor, ama esas olarak uzlaşılmayacağını göstermek ve başkanlık sistemini dayatmak için bu yola başvuruluyorsa, koalisyon süreci de aynı anlayışla yürütüldü.
DEMOKRASİ GÜÇLERİ AKP’NİN SAVAŞ POLİTİKASINA KARŞI TUTUM ALAMADILAR
7 Haziran sonrası demokrasi güçleri AKP hükümetinin bu politikalarına karşı tutum alamadılar. AKP'nin siyasi darbesini seyrettiler, hatta zemin oldular. Aslında demokrasi güçleri seçim sonuçlarına dayanarak AKP'nin bu politikalarına karşı tutum koyup mücadele geliştirebilirdi. AKP'nin savaşı geliştirmesine fırsat vermeyebilirlerdi. Türkiye Kürt sorununun çözümünü istiyordu, demokratikleşme istiyordu, AKP iktidardan düşürülmüştü. Ama demokrasi güçleri Erdoğan’ın, AKP'nin politikalarını göremedi, mücadele ederek önüne geçemedi. CHP de zaten göremedi. Hatta AKP'nin oyunlarına geldi ve savaşın önü böyle açıldı. AKP bu sırada demokrasi güçlerinin aldığı oyu gerekçe göstererek ulus-devlet dağılıyor, Kürt’ü, Alevi’si, Ermeni’si, Süryani’si, Arap’ı, Mahelmi’si, Azeri’si herkes meclise girdi, Türkiye Meclis’i 1920 meclisi oldu, ilk dönemdeki Kurucu Meclis gibi oldu. Fakat Türkiye o Meclisi reddetmişti. 1924’ten sonra tek millet anlayışına dayalı, bütün kimlikleri yok eden bir siyasal sistem yaratılmıştı. İşte Erdoğan bu siyasal sistemin tehlikede olduğunu söyleyip, daha önce de ilişkide olduğu Ergenekoncular, çeşitli ulusalcılar, şovenist milliyetçi kesimlerle bir savaş cephesi kurdu. Bunun görülmesi gerekiyor. Bu politika niye yürütüldü? Savaş, politikanın başka araçlarla devamıdır derler. Peki, savaş öncesi AKP'nin politikaları nedir? Ergenekoncularla ilişki kurdu, bütün şovenist kesimlerle ilişki kurdu, 7 Haziran’dan sonra bunu daha da geliştirdi; söylemini tam şovenist milliyetçi söylem haline getirdi. Bütün bunlar bu savaşın politikalarıydı, savaşa hazırlıktı. Ondan sonra Suruç katliamı oldu. Kim yaptırdı Suruç katliamını? Ankara katliamını kim yaptırdı?
7 HAZİRAN’DA AKP-IŞİD ORTAKLIĞI KAYBETTİ ONUN İÇİN IŞİD DEVREYE GİRDİ
7 Haziran seçim sonuçlarında sadece AKP kaybetmedi. AKP-IŞİD ortaklığı kaybetti. Onun için IŞİD devreye girdi. 7 Haziran seçim sonuçlarını ortadan kaldırmak, 1 Kasım’da Erdoğan’ı iktidara getirmek için bu katliamlar gerçekleştirildi. Bu açıktır, bu görülmüyor mu? Bu yönüyle savaşı sanki PKK başlatmış, ya da PKK AKP'nin savaş politikaları oyununa gelmiş gibi yaklaşımlar gerçekliği görmeyen iyi niyetli yaklaşımlardır. Evet, biz de isterdik 7 Haziran seçimleri çerçevesinde Türkiye demokratikleşme sürecine girsin. Ama buna fırsat verilmedi ki! Bu yok sayıldı, bunu ortadan kaldırmak için 7 Haziran seçimlerine karşı ittifak kuruldu, savaş politikası izlendi, topyekun saldırıya geçildi. Bunun görülmesi gerekiyor. Peki, bu saldırı karşısında ne yapılacaktı? Niye sessiz kalmadınız deniliyor. Bu şuna benziyor, 12 Eylül darbesi saldırıya geçmiş, savaş başlatmış, buna karşı direnilmediği için 12 Eylül sistemi kendini hakim kılmıştır, bir süre sonra da 12 Eylül’e karşı direnecek güç kalmamıştır. Eğer direnilmeseydi AKP iktidarı daha fazla hakim olacaktı. Önünde hiç kimse kalmayacaktı. Önünde hiç kimsenin direnmediği bir AKP iktidarı ortaya çıkacaktı. Davutoğlu açıkça bir yıl önce savaş kararı aldıklarını söylemedi mi? Sonra Temmuz’da aldığımız karar doğruydu, demedi mi? Temmuz’da topyekun savaş başlatılmamış mıydı? Yüze yakın uçak kaldırılmıştı. Önceden fark edip tedbir almasaydık sonuçları ağır olabilirdi. Kaldı ki zaten savaş her gün sürdürülüyordu. Karakollar yapıyorlardı, barajlar yapıyorlardı, tutuklamalar yapıyorlardı. Bu, tek taraflı savaştı. Bu tek taraflı savaş karşısında sabrediyor, uyarılar yapıyorduk. Ancak savaş topyekun hale getirilince, bir imha savaşı devreye konulunca buna karşı direnmekten başka çare yoktu. Bu yönüyle bizim savaşı başlattığımızı düşünmek AKP'nin oyununa gelmektir. AKP'nin propagandasının parçası olmaktır.
KİMSE BİZİM SAVAŞI BAŞLATTIĞIMIZI İDDİA EDEMEZ
Dolmabahçe Mutabakatı niye reddedildi? Önderliğe niye 5 Nisan’da tecrit uygulandı? 7 Haziran seçimleri niye yok sayıldı? Suruç katliamı niye oldu? Bu hava saldırıları niye gerçekleştirildi? Ankara katliamı niye oldu? 1 Kasım’da seçim mi oldu, kimse propaganda yaptı mı? CHP bile yapmadı. 1 Kasım seçimi, 7 Haziran’dan sonra Erdoğan’ın, AKP'nin yaptığı darbeye kılıf bulunmasıydı. Bütün bu saldırılara rağmen yine de 1 Kasım’da HDP'nin aldığı oy başarılıdır. Bu kadar antidemokratik ortamda, bu kadar saldırı ortamında oyların iki puan kadar düşmesi bir başarıdır, başarısızlık değildir. HDP'nin nasıl bir ortamda seçime gittiği görülmelidir. Yüzlerce HDP'nin binaları yakılıp yıkılmadı mı? Taşların bağlanıp, köpeklerin salınması gibi bir ortamsa seçime gidildi. Sadece AKP seçim çalışması yaptı.
Özcesi hiç kimse bizim savaşı başlattığımızı iddia edemez. Böyle bir şey yok. Biz sadece saldırılara karşı cevap vermişiz. Sabır etmişiz, ama sonunda sabredemeyecek düzeyde topyekun bir savaş başlatılmıştır. Topyekun savaş karşısında artık ne yapacaktık, boynumuzu mu uzatacaktık? Kaldı ki 7 Haziran seçimini de anlamsız kılmışlardı, topyekun bir savaş başlatmışlardı. Halkın özyönetim ilanları bu savaşa karşı olmuştur. Davutoğlu zaten diyor biz 23 Temmuz’da savaşı başlatarak doğru karar aldık. Özyönetim ilanları Ağustos’un sonlarına doğru başlamış, Eylül ayında yaygınlaşmıştır. Türk devletinin bir çözüm politikası olmadığı, 7 Haziran seçimlerini dikkate almadığı, Kürt halkının iradesini hiçbir biçimde dikkate almayacağını ortaya koymasından sonra halkın, gençlerin başka çare kalmadı deyip kendi mahallelerinde, şehirlerinde özyönetim ilan etmeleri söz konusu olmuştur.
ÖZYÖNETİM İLANLARI DEMOKRATİKLEŞME HAMLESİDİR
Kürdistan’da geliştirilen özyönetim hamlelerine karşı devlet silahla yanıt verdi. Özellikle bazı kentlerde aylardır çatışmalar ve direniş var. Siz bu durumun nereye evrileceğini düşünüyorsunuz?
Halkın özyönetimleri karşısında Türk devletinin tüm ordusunu, polisini, elindeki her türlü tekniğini devreye sokarak şehirlere, mahallelere saldırdığı ortadadır. Kürt halkı özyönetim ilan ederek yaşadığı yerlerde yerel demokrasiyi gerçekleştirerek Türkiye'yi demokratikleştirme hamlesi yapmıştır. Türkiye'de demokratikleşme ancak yerel demokrasinin tanınmasıyla olur. AKP iktidarı, siyasal güçler bu basireti gösterip Türkiye'yi demokratikleştirme adımı atmadılar. Kürt halkı ve gençleri yerel demokrasi ilan ederek, özyönetim ilan ederek Türk devletini ve AKP hükümetini demokratikleşmeye zorlamışlardır. Bu temelde Türkiye'nin demokratikleşmesini ve Kürt sorununun çözümünü istemişlerdir. Bu bir siyasal projedir. Türkiye'nin demokratikleştirilmesi projesidir, Kürt sorununu çözme projesidir. Türk devletinin Türkiye'yi demokratikleştirme, Kürt sorununun çözümü için adım atmamasına karşı halkın bu tıkanıklığı, bu çözümsüzlüğü ortadan kaldırma, Kürt sorununu çözme ve Türkiye'nin demokratikleşmesine adım attırma tutumudur; bir demokratik devrimci çözüm sunma tutumudur.
Ancak Türk devletinin zihniyeti demokratik olamadığı için, despotik olduğu için bütün dünyada hakim olan yerel demokrasiyi geliştirerek devletlerin, iktidarların meşruiyeti arama politikasını bilmediği için, günümüzdeki demokrasi anlayışından habersiz olduğu için, ya da demokratik zihniyette olmadığı için bu özyönetimlere şiddetle saldırmıştır. Bu, yüzyıllar öncesinin devlet anlayışıdır. Despotik, merkeziyetçi, sokağı da ben yönetirim, evi de ben yönetirim diyen totaliter bir siyasal anlayış söz konusudur. Halbuki günümüzde meşruiyetin kaynağı yerel demokrasidir. Eksik ve yetersizlikleri olsa da dünyada yerel demokrasinin olmadığı ülke neredeyse kalmamıştır. Herkes farklı kimliklerin, farklı toplulukların özerkliğini tanıyarak, yerel demokrasisini oluşturarak, özyönetimini tanıyarak ortak yaşam ve siyasi birliği sağlamaktadır. Böylelikle belirli siyasal sınırlar içindeki topluluklar yerel demokrasi içinde, mevcut devlet sınırları içinde birlikte yaşamayı sürdürmektedirler. Dünyada artık farklı kimliklerin, toplulukların sistem içinde kalmasının yolu yerel demokrasiden geçmektedir. Devletler, ülkeler ancak yerel demokrasiyle farklı kimlikleri ve toplulukları bir arada tutabilmektedirler. Devletler meşruiyetini de, birliğini de böyle sağlamaktadırlar. Artık her sokağa hakim olacağım, her mahalleye hakim olacağım, her yer benim ağzımdan çıkana bakacak türünden bir yönetim anlayışı, bir siyasal anlayış geride kalmıştır. 20. yüzyılda kalmıştır, hatta daha önceki yüzyıllarda kalmıştır. Ama Türk devleti çok doğal, haklı, meşru, çağdaş, evrensel, uluslararası demokratik normlara uygun olan Kürt halkının yerel demokrasi talebine şiddetle cevap vermiştir. Kürt halkı yerel demokrasisini pratikleştirmeye başlayınca, ben kendimi, mahallemi yönetirim deyince bütün faşist yüzünü, soykırımcı yüzünü göstermiştir.
Buna karşı tabii ki halkın direnişi olmuştur. Türk devletinin kültürel soykırımcı sömürgeciliğini kabul etmeyeceğini açıkça ortaya koymuştur. Bu direnişler bu anlama gelmektedir. Türk devleti karşısında direnen bir halk gerçekliği görmüştür. Buna karşı ne yapmıştır? Tankıyla topuyla bombalama, halkı göçertme, yerinden etme, yurdundan etme, kalanları da vurup ezme politikası izlemiştir. Dünyada böyle bir şey görülmüş müdür? Tankla, topla döv, ez, bombala, kaçırt, göç ettir, kalanı da yak, yık! Bu tabii ki soykırımcı bir yaklaşımdır. Buna karşı da kahramanca bir direniş sürmüştür, fedaice bir direniş yürütülmüştür. Dünya tarihinde bu kadar orantısız bir savaş olmamıştır. Bir şehirde onlarla ifade edilebilen, yüzlerle ifade edilebilen özyönetim güçlerinin, yani kendi mahallelerini savunan gençlerin üzerine on binlerce askeriyle, polisiyle, tankıyla, topuyla, her şeyiyle gitmişlerdir. Buna direnişle cevap verilmiştir. Bu, Türk devletinin zihniyetinin, politikalarının ve uygulamalarının kabul edilmediğinin açık ilanıdır. Kürt halkı özyönetimde kararlıdır; bundan geri adım atmayacaktır. Artık Türk devletiyle yürütülen mücadele kültürel soykırımcı, merkeziyetçi devlet anlayışı, yönetim anlayışıyla Kürt halkının yerel demokrasi ve özyönetim anlayışı arasında sürecektir. Kürt halkıyla devlet arasında böyle bir siyasal mücadele kesintisiz sürdürülecektir. Bunun herkes tarafından bilinmesi gerekiyor. İnişleri olabilir, çıkışları olabilir, şurada şu yöntem uygulanır, şurada bu yöntem uygulanır; ama kültürel soykırımcı bu despotik, merkeziyetçi, totaliter, insanların beyinlerine bile hakim olmayı amaçlayan devlet yönetimine karşı özyönetim direnişi, yerel demokrasi direnişi sürecektir. Kürt halkı bundan geri adım atmayacaktır. Ya Türkiye'de yerel demokrasiye dayalı, özyönetimlere dayalı demokratikleşme gerçekleşecektir, ya da Kürt halkı Türkiye'nin demokratikleşmesi ve yerel demokrasi temelinde Kürt sorununun çözümü gerçekleşene kadar direnişini kesintisiz sürdürecektir.
Hiç kimse Kürt halkının bu saldırılar karşısında sineceğini, özyönetim talebinden, yerel demokrasi talebinden vazgeçeceğini düşünmemelidir. Bu talepler sadece Kürt sorununu çözme talepleri değildir, Türkiye'nin demokratikleştirilmesi talepleridir. Kürt halkı aynı zamanda tüm Türkiye halkının demokrasi ve özgürlük mücadelesini vermektedir. Bu mücadeleyi tüm Türkiye halkı adına sürdürmektedir. Bunun herkes tarafından bilinmesi gerekmektedir. Bu, sanıldığı gibi birkaç şehrin mücadelesi değildir; bütün Kürdistan'ın ve Kürtlerin mücadelesidir. Özyönetim direnişleri ve yerel demokrasi mücadelesine bütün Kürt halkı sahip çıkmaktadır. Metropoller de buna sahip çıkacaktır, bugün çatışmaların olmadığı yerler de özyönetim direnişine ve yerel demokrasiye sahip çıkarak Türkiye'yi demokratikleştirme mücadelesini yükselteceklerdir.
SAVAŞ HER YERDE SÜRECEKTİR
Bundan sonra artık savaş sadece dağlarda değil, şehirlerde de, metropollerde de, her yerde de sürecektir. Bu özyönetim direnişlerinin nereye evrileceğini soruyorsanız cevabı budur. Kürt halkı onlarca yıldır boşuna mücadele vermiyor, yüzyıldır boşuna mücadele vermiyor. Kürt halkı özgür ve demokratik yaşamını istiyor. Artık bunun zamanı gelmiştir. Görüşmeler de olmuştur, tartışmalar da olmuştur. Kürt sorununda tartışılmayan hiçbir şey kalmamıştır. Önder Apo da, Hareketimiz de, halkımız da çok makul bir yaklaşım göstermiştir. Türkiye sınırları içinde, Türkiye halklarıyla birlik içinde yaşamak istemektedir. Bölücü olanlar varsa bunlar da kesinlikle AKP iktidarıdır, Türk devletidir. Peki, nasıl birlik olacağız? Şu andaki gibi birlik olunabilir mi? Bu birlik midir? Şu andaki zorla ezme, susturmadır. Eğer birlik olacaksak Kürt halkının kendi özyönetimi, kendi kendini yönetmesi kabul edilecektir. Bunun dışında Türkiye'nin birliğini sağlamak mümkün değildir. Birlik projesi budur. Birlik projesi şehirleri bombalamak, ezmek değildir. Birlik projesi Kürt sorununu çözümsüz bırakmak değildir. O birlik politikası değildir; ezme, Kürtleri kültürel soykırıma uğratıp ortadan kaldırma projesidir. Bunun da kabul edilmeyeceği açıktır.
Özcesi artık mücadele bir final mücadelesidir; artık sonuca gitme mücadelesidir. Kürt halkı kesinlikle Kürt kimliği, dili ve kültürüyle özgür ve demokratik yaşam istiyor. Bunun için her türlü mücadeleyi vermiştir. Artık oyalama, zaman kazanma zamanı değildir; Kürt sorununun çözülmesi ve Türkiye'nin demokratikleştirilmesi zamanıdır. Bunun koşulları da olgunlaşmıştır. Ya çözüm, ya çözüm olacaktır.
ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE GERİLLA ŞEHİRDE AKTİF OLACAKTIR
Özellikle Kürtlerde bahar aylarında gerillanın aktif bir hamle içerisine gireceğine dair beklentiler var. Hareketiniz, yapılan katliamların hesabı sorulacak dedi. Yakın dönem için nasıl bir strateji var önünüzde?
Kuşkusuz halka yönelik bu saldırıların, bu katliamların hesabı sorulacaktır. Şimdiye kadar gerilla çok sınırlı devreye girmiştir. Baharla birlikte gerilla aktif devreye girecektir. Bunu söylemeye bile gerek yok. Çünkü kış koşulları gerillanın hareket alanını önemli düzeyde sınırlamaktadır. Öte yandan gerilla da on yıllardır esas olarak kış aylarının dışında savaş vermiştir. Böyle bir savaş tarzı alışkanlığı ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan yeni savaş koşullarına uyum göstermesi biraz zaman alacaktır. Bundan sonra giderek gerilla sadece baharda, yazda, sonbaharda değil, kışın da eylem yapacak duruma gelecektir. Artık mücadele bu aşamaya gelmiştir. Gerillada mücadelesinde de tarz değişiklikleri yaşanacaktır. Kış aylarında da en etkili eylem yapacak biçimde kendisini hazırlayacak, örgütleyecektir. Önümüzdeki dönemde gerillanın şehirlerde de daha aktif olacağı yeni bir mücadele dönemine girilecektir.
Kuşkusuz bu katliamların hesabı sorulacaktır. Kürt halkı savaşan bir halk gerçekliğine ulaşmıştır. Öyle sadece gerilla da değil, bütün halk bu mücadelenin içindedir, gençler içindedir, kadınlar içindedir. Türk devleti ben ezerim, bastırırım diyebilir, ama Kürtler tümüyle ortadan kaldırılmadan, yok edilmeden Kürt’ün direnişini söndürmek mümkün değildir. Bunu da herkesin bilmesi gerekiyor. Kürdistan'ın tüm parçaları ayaktadır. Kürtler her yerde ayaktadır. Herhangi bir sömürgeci devletin kendi sınırları içindeki Kürtleri ezme şansı kalmamıştır. Ne Türkiye'nin kendi Kürt’ünü ezme şansı kalmıştır, ne İran’ın, ne Suriye'nin, ne Irak'ın. Bütün parçalardaki Kürtlerin mücadelesinin yenilmeyeceği bütünlüklü bir Kürt bilinci, özgürlük tutkusu ve mücadele azmi ortaya çıkmıştır. Bunu zaten Kürt Özgürlük Hareketi, Kürt gençleri, Kürt kadınları, Kürt halkı her yerde mücadele ederek ortaya koymaktadır. Bu yönüyle Türk devletinin yaptığı saldırılar, baskılar, zulümler kesinlikle direniş gerekçesi haline gelecektir. Hiç kimse Kürt halkından sineceğini, susacağını beklememelidir. Cizre’deki katliamlar direniş gerekçesidir; Sur’un yakılıp yıkılması direniş gerekçesidir. Kadınların katledilip çırılçıplak soyulması, teşhir edilmesi direniş gerekçesidir. Şehitlerin yakılması direniş gerekçesidir. Cesetlere hakaret edilmesi direniş gerekçesidir. Mezarlıkların yakılıp yıkılması direniş gerekçesidir. Bu yönüyle Kürt halkı eskisinden daha fazla, daha keskin bir direniş gösterecek konuma gelmiştir. Şu anda Hareketimizde bütün gerillalar fedaidir. Şu anda herkes fedai eyleme başvurmaktadır. O kadar öfkelidir ki, herkes kendisini AKP'nin saldırgan güçleri içinde bir atom bombası gibi patlatmak istemektedir. Gerillanın vuruş gücü bu fedailikle on kat, yüz kat artmıştır.
DİRENİŞ HER YERDE OLACAKTIR
Bu gücümüzle mücadeleyi her tarafa yayacağız. Direniş dağda da olacak, şehirlerde de olacak, metropollerde de olacak. Her yerde AKP hükümetinin, Türk devletinin saldırı güçlerine karşı gereken yanıt verilecektir. Gerilla buna hazırdır, Kürt gençleri ve kadınları buna hazırdır, Kürt halkı buna hazırdır. Öyle saldırdım, vurdum, öldürdüm, sindirdim dönemi bitmiştir. Kürtler için bu dönem kapanmıştır. Bunun altını çizerek vurguluyorum. Kim ezerek, vurarak Kürtleri sindireceğini düşünüyorsa tarihi yanılgı içindedir. Bu, kendini bitirme politikasıdır. Türk devleti Kürt’e bu düşmanlığıyla kendini bitirme kararı almıştır. Türk devleti bu politikalarıyla Türkiye tarihine ters davranmaktadır.