Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / Tımarhanede darbe / Ahmet Kahraman

Tımarhanede darbe / Ahmet Kahraman

29 Temmuz 2016, 22:35

TC, her yanı ayrı telden çalan, halklar mozaiğiydi.Olabilir. Sonradan olma, taşıma ırklarla değirmen döndürülen bütün toplumlar böyledir. Amerika kıtası, Avrupa’da tutunamayan göçmenlerin bir bileşkesidir. Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Avustralya da öyle…

Bu iki kıtanın geçmişi kirli, kanlı ama, her şeye rağmen günü insanidir. ABD’de bugün, dünün kölelerinin ten rengini temsil eden bir başkan vardır. Ülkenin yerlileri Kızılderililer düşman değil, saygın halkıdır.

Avustralya’da yerliler, ülkenin sembolü…

TC’ye gelince, o kendine has bir kaçıklar yuvası tımarhaneyi andırıyor. Havada helezonlaşarak göğe akan “birlik, beraberlik" naralarının şemsiyesi altında, tımarhanenin kazanlarında ırkçılık fokurduyor. Dünün kafa tası ölçümleri, yerini kan tahliline bırakmıştır.

Kürtler, tımarhanede ama, mensubu (yurttaş) değildir. Parantez açıp, içini doldurmak gerekiyorsa eğer, hiç bir devlet, Kürtlerin başına geldiği gibi yurttaşlarının şehirlerini, köylerini, dağı, ovası, tarla, bağ, bahçesini yıkımdan geçirip, ateşe tutmaz. Yurttaşlarının oy verdiği partiye pusu üstüne pusu kurmaz, belediyelerine el koymaz…

Cumhurbaşkanı, milyonların oyunu görmezlikten gelmez.

Bu durumda Kürtler, hak ve özgürlüklerden yoksunluklarıyla, insandan da sayılmıyorlar.

Bu yüzden, mozaik çatlaktır. Amerika ve Avustralya mozaiğine hiç benzemiyor.

Tımarhanede herkes, ötekini, gırtlağına sarılacak katil adayı, malı-mülkünü talana hazırlanan pusucu, kazancına göz diken hırsızı olarak görüyor ve kendini kolluyor.

Olaylar silsilesi, kanlı baskınlar şahittir ki, böyle düşünmekte haksız da değiller. Olaylar gösteriyor ki, ırkçılık üzere aşılanan yaşama kültürü, önce, insani değer yargılarını öldürdü. Sosyal genler, vahşete evrildi. Utanmazlık, baş köşeye kuruldu. Erdemsizlik erdem oldu. Vefa ise Konstantiniyye’de bir semt…

 Çul-çaput, bir karış toprak uğruna, Çorum’da, Maraş’ta komşuları Alevi Kürtlerin kanına girdiler. Kürdün evinde bağdaş kurup yemeğini yiyen, ayranı, çayını içen, kapı eşiğinde, katili olarak beliriyordu. Evini soyan talancı, yakan kibritçi…

Kısacası, kalkarken yedikleri kaba hep pisleye geldiler.

Görüş ve düşüncelerimiz ayrı, kendi doğrularının sesi olageldiği için saygı duyduğum Nazlı Ilıcak’ın, yere düşüp debelendikleri günlerde el uzattığı görgüsüz Sultanlara hedef olması, onların yedikleri tabağa pislemenin son örneğidir. Eski Dev-Genç’li Şahin Alpay ve Mümtazer Türköne’nin başına gelenler de, yemek yedikleri tabağa vefasızlıkla açıklanabilir…

Bu tür insaniyet bilmezliği, Kürtler ta başından hep yaşadılar. Başlangıç zor günlerdi. O günlerinde, “TC Türklerle Kürtlerin ortak devleti"ydi. Sonra zoru aşıp feraha çıkınca, bırakın devlet sahibi olmayı, kendileri yok sayıldılar.

Sadece ve yalnızca vergi ağacı, askerlikte de öne sürülecek fedai olarak görüldüler. 

Recep Erdoğan, oya ihtiyacı nedeniyle inkar edilmiş Kürtleri yeniden “var" ediyor, sorunlarını haykırarak ortalıkta koşturuyor, katledilmişlerini tek tek anıyor, “Dersim’de katliam yaptılar" diyor, Şeyh Said’in kayıp mezarı için yas havalarına giriyordu.

Oy isteme çıktığı zaman, ayırım yapmadan bütün Kürtlere “kardeşlerim" diyordu.

Ama, onun kardeşliği “alma" üzereydi. İstediğini alamayınca, kardeşlik bozuluyor, kaşıkladığı tabakta tımarhanede pislikle kaplanıyor, aynı anda Kürt sorunu yoklara karışıyor, geçen sene tam bu tarihlerde, “taş üstünde taş, beden üstünde baş kalmayacak" naraları ölüm, yıkım emri Kayseri Paşası Hulusi Akar’a tebliğ ediliyor, o da Kosovalı Adem Huduti ile “tedip ve tenkil"in uyumlu ikilisi olarak iş başı yapıyorlardı.

General Huduti, hangi dilden konuştukları anlaşılmayan (Kosova’dan akraba-i talukattan mı?) kiralık katilleri kullanarak katliam ve yıkım yaparken övgüye boğuluyordu.

Sonra, tımarhanede darbe fırtınaları koptu. O ana kadar birinci sınıf vatansever olanlar bir anda vatan haini ilan edildi. Üstlerine IŞİD’in gölgesi sakallılar salındı.

Anlı, şanlı, kılıcı kanlı diye övülen ordu, polisçe sarıldı.

İşte bu kertede, tımarhanede geçerli olan “herkes sırasını bekler" kuralı hakikat oldu. Yakaladığı Kürtleri sokak ortasında soyup çıplak edenler, aynı akibete uğradılar.

Çıplak edilmiş besili generaller, yan yana sıralanmış, Japonların Sumo güreşçilerini andırıyorlardı. Geçirildikleri işkencenin yaralarını yüzleri ve çıplak bedenlerinde teşhir ediyorlardı: Türk ordusu madara olmuş, korkunun tek efendisi olarak polis itibar panosunda yerini almıştı.

Gün, tımarhanede başkaldırıyı ‘Allah’ın bir lütfu’ olarak kabul ettiğini açıklayan Erdoğan’ın günüydü. Alttan girip üstten çıkararak, devlet aygıtını savuruyor, kafasına göre yeniden inşa ediyordu.

Türk tarihi, onar yıla dayalı sürelerle kendini tekrarlayan darbeler tarihidir. Ancak hiç bir darbede bu kadar kamu çalışanı, topluca kapı önüne atılmadı. Erdoğan rejimi, darbe içinde darbenin galibi olarak bir haftada 70 bin kamu çalışanını açığa aldı. Emirle hayatı karartılanlardan kim kimdir belli değildi.

Yine hiç bir darbede, rejimin efendisi saklanıp satırlı, baltalı, bıçaklı adamlarını sokağa salmadı.

Tımarhane çarkı insan kıyıyor. Kendini Sultan sanan birine biat etmeyen herkes kıyım malzemesi. Kıyımdan geride kalanlar, Sultan’ın has adamları sayılır…

Oysa darbeler tarlasında, isyancı biter. Darbeciler, en yakın bilinenler arasından çıkar. Türk tipi darbe geleneğinde, hep böyle oldu, gelecekte de böyle olacak…

Bu haber 691 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Dersim İnşa Kongresi (DİK) dahil Avrupa'daki 8 sivil toplum kurumları, ..