BEHDINAN / ANF - MED NÛÇE’de Politik Alan Programı’na katılan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Gazeteci Ersin Çelik’in sorularını yanıtladı. Türkiye’deki askeri darbe girişimini değerlendiren Duran Kalkan, darbe girişimindeki sertliğin altında Kürdistan’daki savaş suçlarının yarattığı sendromun olduğunu söyledi. AKP’nin mevcut politikalarının Türkiye’yi hızla bir iç savaşa götürdüğüne dikkat çeken Kalkan, “Fethullah mı Erdoğan mı! Al birini vur ötekine! Birbirlerinden farkları ne?” diye sordu.
Darbeye zemin hazırlayan etmenler birincisi, 24 Temmuz 2015 tarihinde başlatılan topyekün faşist saldırganlıktır. İkicisi ise, bu saldırganlık temelinde Tayyip Erdoğan’ın kişisel diktatörlüğe yönelmesidir. Bu diktatörlük hevesi, girişimi, çabası aslında böyle bir darbeye zemin hazırladı. Sen diktatörlüğe yönelirsen, onun karşısı da darbe olur. Dolayısıyla demokrasizlik, yani diktatörlüğe yönelme, Türkiye’yi darbe ve diktatörlük sarmalı arasında bıraktı. ‘Hangisini beğenirsen oraya git gel’ oldu.
Demokrasizlik bu sistemin darbe üretmesini ortaya çıkarıyor; diktatörlük olması darbe üretmesini ortaya çıkarıyor. Yani demokrasinin olduğu yerde darbe olmaz. Demokrasi, sorunları siyasetle, konuşarak, bilimle çözülür. Demokrasinin olmadığı yerde, diktatörlüğe yöneldiği her yerde de darbe olur. Çünkü diktatörlükler darbelerle gerçekleşir. Nitekim Tayyip Erdoğan da, 24 Temmuz faşist saldırganlığıyla birlikte kendisine karşı darbeler yapıldığını değerlendirerek hep karşı sivil darbeler yapmayı öngördü. 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarına darbe yaptı; 1 Kasım’ı, bir darbeyle hükümeti gasp etme olarak geliştirdi.
Öcalan’ı dinleselerdi...
Şimdi sivil-faşist darbeye karşı askeri-faşist darbe girişimi oluyor. Dolayısıyla kendisi de bunu biliyor; açık söyledi de Tayyip Erdoğan. Bizzat, ‘darbe yapmak istediler; darbecileri karşı darbeyle bastırdık’ dedi. Yani kendisinin yaptığının da bir darbe olduğunu söylüyor. Dolayısıyla bu zemini, işte bu diktatörlük hazırladı. Diktatörlüğün temelinde de Kürt sorunun çözümsüzlüğü vardır; Kürt halkının varlığını ve demokratik haklarını kabul etmeme vardır.
Türkiye başta Kürtler olmak üzere tüm halkların, ezilenlerin, çeşitli toplumsal kesimlerin varlıklarını, demokratik haklarını kabul etmedikçe, böyle bir gerçek demokratikleşmeyi yaşamadıkça, her zaman diktatörlük olacak. Şu veya bu biçimde; askeri diktatörlük veya sivil diktatörlük; ne olursa olsun mutlaka diktatörlük olacak. Diktatörlük olduğu her zaman da her türlü darbeye açık olacaktır. Bu, askeri darbe olur, sivil darbe olur; muhtıra olur hükümete el koymak olur; çatışmalı olur, çatışmasız olur. Bu bakımdan da her zaman siyaset darbelerle yürür. Darbe ve karşı darbe sarmalı arasında sürer gider.
Bu konuda aslında bir somut 17-25 Aralık girişimleri de var. Şimdi bu darbe girişimini Fethullahçıların yaptığı söyleniyor; o zaman da Fethullahçıların bir darbe girişiminin olduğu söylenmişti; buna AKP ve Erdoğan, karşı darbeyle karşılık vermişti. Karşı darbeyle bastırmıştı. Ondan sonra Kürt sorununun çözümü için Önder Apo, darbenin zemininin ortadan kalkması için İmralı’da yoğun bir çaba harcadı. Uyardı ve şunu söyledi: “Kürt sorununun çözümü, dolayısıyla demokratikleşme olmazsa, Türkiye darbe mekaniğine girer, darbeler ve karşı darbeler altında bütün potansiyelini yok eder, eritir. Bu güzel ülkenin imkanları gider, halkların geleceği karartılır.” Ve böyle olmaması için de Kürt sorununun çözümünde müzakere önerdi. Müzakerelere geçmek üzere 28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatı açıklandı. O zaman da şunu ifade etti: “Eğer bu olmazsa darbe olur. Darbeler de ne getirir, ne götürür; kime zarar verir; hiç belli olmaz.”
Nitekim Önder Apo’nun ifade ettikleri oldu. Bu uyarılar dinlenseydi, dolayısıyla darbenin zeminini ortadan kaldırmak için yürütülen demokratikleşme çabalarının önü kapatılmasıydı bugünlere gelinmezdi...
PKK her türlü darbeye karşıdır
Biz elbette her türlü darbeye karşıyız. 12 Eylül Faşist-Askeri Darbesi’ne karşı en büyük savaşı, en tutarlı savaşı, darbeyi yenilgiye götüren savaşı PKK verdi, PKK öncülüğündeki Kürt halkı verdi. 17-25 Aralık 2013 girişim ve olayları olduğunda Önder Apo şunu söyledi: “Kimse bizim ateşe benzin dökeceğimizi beklememeli.” Yani bu tür yollarla, darbe girişimleriyle, ortalığı karıştırmaya çalışan iktidar olmaya çalışanlara ‘evet’ diyeceğimizi, onlara destek vereceğimizi beklememeli dedi.
Yine Ergenekonculuk, bilmem, şu bu adı altında yürütülen iç çatışmaların hepsine karşı en net tutumu Önder Apo gösterdi. Bunların sonuç vermeyecek bir iç çatışma olduğunu, iktidar kavgası olduğunu, hilelere dayandığını, bu tür girişimlerin Türkiye’ye hiçbir faydası olmayacağını söyledi ve geçmişle yüzleşilmesini, istedi. Bu bakımdan mevcut askeri darbe girişimlerine de, sivil darbe girişimlerine de hareket olarak karşıyız. Dün Tayyip Erdoğan’ın sivil-faşist darbe girişimlerine de karşı olduk; karşı darbe girişimlerine karşı da Türkiye’nin demokratikleşmesini savunduk.
Kürdün kentine tank sürersen...
Erdoğan ve Davutoğlu bir yıldır bazı çevrelere o kadar insanlık suçu işletti ki, psikolojik bozukluklar yarattı. Gerçekten de Türk ordusunda, polisinde bir Kürdistan sendromu var. Nusaybin sendromu dediler; toplu psikolojik tedavi gündeme getirdiler. Bunun yarattığı öfke var, tepki var, psikolojik bozukluklar var. Yarım saat önce ‘komutanım’ dediklerine nasıl öfkeyle saldırıyor, boğmaya geliyor. Şimdi bu insanlar Kürdü birlikte katlediyorlardı.
Şunu söylemek lazım: Sen Kürt kentine orduyu, tankı sürersen, Kürt halkının kadınlarının, gençlerinin, çocuklarının katledilmesine, sokakta aylarca cenazelerinin kalmasına, cenazelerinin çiğnenmesine izin verirsen; Kürdü bu biçimde soykırımdan geçiren döner, sana da yapar...
Kürdün ahı tuttu
Kürt halkı, kadınları ‘Erdoğan, inşallah senin de başına gelir!’ dediler; başına geldi. Herkes gördü ki, Erdoğan’ın politikalarına, o devleti yönetenler içerisinde devletin direği, en temel gücü denilen askerler içerisinde karşı olanlar var. Şimdi diyorlar, ‘asker elbisesi içine girmiş caniler bunlar.’ Hayır! Dün aynı güçler Kürdü katlederken kahramandılar! Cizre’de kahramandılar, Sur’da kahramandılar, Gever’de kahramandılar, Nusaybin’i yakıp yıkarken kahramandılar! Şimdi ise birden bire nasıl cani oldular! Kim inanır buna.
Erdoğan iktidarının dayandığı zemin dağıldı. Herkes şunu gördü: Bu TC Devleti denen sistem, tutarlı ve doğru bir sistem değil. Topluma özgürlük ve demokrasi vermiyor. Yeni bir sistem lazım. Şimdi darbeciler sıkıyönetim ilan ederek eski sistemi korumaya çalışacaklardı; şimdi Tayyip Erdoğan olağanüstü hal ilan ederek eski sistemi korumaya çalışıyor. Yani özünde askeri darbe girişimcileriyle AKP arasında ciddi bir fark yok. Farkları sadece sen mi iktidar olacaksın, ben mi iktidar olacağım, farkıdır. O da darbeci, bu da darbeci; o da diktatör, bu da diktatör! O sıkıyönetim ilan ediyor, bu olağanüstü hal ilan ediyor. Dolayısıyla bu da Kürde düşman, o da düşman. Kürt katliamını birlikte yaptılar. Hala da yapıyorlar. Yani şimdi iki benzerin iktidar çatışmasını topluma karşıtlık diye yutturmaya çalışıyorlar.
Acil demokrasi bloku
Toplumun çıkarı bu çatışmanın dışında, Türkiye’yi demokratik birliğe götürecek gerçek demokrasidedir. Büyük edebiyatçı ‘ya gerçek demokrasi ya da hiç!’ demişti. Yani demokrasi dışındaki her şey bir azınlığa hizmet ediyor.
Türkiye toplumunun çıkarı ise şimdi ‘çatışıyoruz’ diyen taraflara tavır alacak bir demokratikleşmededir. Bunun için en geniş bir Barış ve Demokrasi Bloku’nun acilen Türkiye’de örgütlendirilmesi lazım. Bunun için birçok çevre toplandı ve bunun için çabalar var. O çabayı olumlu buluyoruz ve sonuna kadar destek veriyoruz. Bu birlik temel demokratikleşme ilkelerine dayanarak herkesi katabilecek özellikte olmalı. Herkesi içine almalı. Bir de herkes katılmalı.
Şimdiye kadar en geniş bir Demokratik Blok oluşsaydı Türkiye Fethullahçı-Tayyipçi çatışmasına mecbur kalmayacaktı. Darbe-Karşı Darbe sarmalı içeresinde gücünü ve potansiyelini tüketmeyecekti. Ortadoğu’ya örnek olacaktı. Bunun şimdiye kadar yapılamamasından dolayı herkese özeleştiri gereklidir. Biz hareket olarak özeleştirel yaklaşıyoruz. Herkes böyle yaklaşmalı ve biraz birbirimizi dinlemeli, eleştirileri dikkate almamız gerekli. Bir de sorumlu yaklaşarak ‘ben görevimi yaptım, ancak bu kadar oldu’ denilemez. Görevi yapan başarır da.
Özeleştiri verelim
Darbe süreci devam eden bir süreçtir. Sürecin bu hale gelmemesi için Önder Apo insanüstü bir çaba harcadı. Bunun üzerine İmralı’da görüşmeleri de durdurdular. 15 aydır Önder Apo ile herhangi bir görüşme olmuyor. İmralı’da neler olduğunu bilemiyoruz. İmralı’nın kapıları muhakkak açılmalı, Kürtler bu kapıları açana kadar da durmamalıdır. Net olarak söyleyebiliriz, bizim elimizde herhangi bir bilgi yoktur. Sadece Adalet Bakanı bir açıklama yaptı, eğer onun dediği gibi ise o zaman kapıları açsın.
Yanında çalışan insanların, yaverinin, komutanının kafasına silah dayadığı bir ortamda nasıl inanılsın, kim inanır? Dolayısıyla inanılırlığı yoktur. Bundan dolayı Önder Apo’nun güvenliği ve özgürlüğü için mücadeleyi yükseltmek, sokaklara dökülmek, Önder Apo’ya özgürlük nöbetleri geliştirmek gerekiyor. Bu işin bir boyutudur.
İkincisi, süreç Önder Apo’nun çabası ile başladı ve devam ediyor. Önderlik aynı noktada duruyor. Bütün bu çatışmaları durdurmak isteyen varsa, onun düşünce yaratanı da politika üreteni de İmralı’dadır. Çözüm anahtarı oradadır.
Acil olarak demokratik çözüm gereklidir. Bunun dışında Türkiye’yi kurtaracak bir yol yoktur. Düne kadar bazı demokratik çevreler bu gerçekliği görmediler. Darbeyi görmediler, iç çatışma etkenlerini görmediler.
Çok büyük bir tehlike var. Mesela her şey Cumhurbaşkanlığı muhafız alayında yürütülmüş. Erdoğan herkesi suçluyor, ama kendi yaveri, muhafızı o durumda çıktı. Kendi çalıştıkları öyledir. Yani bozulma, ahlaksızlık çok ileri düzeydedir. Bu sadece kendilerine yaratmıyor, toplum için tehlike yaratıyor.
Türkiye için artık şunu söyleyebiliriz: Lozan Antlaşması temelinde gelişen ve Kürdü inkar ve parça eden sistem artık yıkılmıştır. Kendi içerisinde bir iç çatışmaya girmiştir ve artık yeni bir Türkiye kurulacaktır. Bu yeni Türkiye nasıl kurulacak, bu yeni Türkiye’de kimler nasıl yer alacak; Şimdi bunun mücadelesi veriliyor.
Yeni bir başlangıç...
Bu anlamda demokrasi blokunun oluşturulması yeni bir süreç olmalıdır. Yani bir başlangıç yapılmalı ve bu cesaret ve bilinç ile olmalıdır. Kimse bu konuda en küçük bir tereddüt ve endişe taşımamalıdır. Türkiye’yi yıkmaya çalışanlar bu kadar gözü karalar. O halde devrimci ve demokratik güçler de fedakar olmalı ve kendi aralarındaki nüans farklarını aşıp, büyük bir mücadele gücü haline gelmelidirler.
Kürt özgürlük hareketi ve Kürt halkı direnişini bu temelde geliştirecek. Kürt halkının direnişçi tutumu bütün Türkiye halklarının özgürce var olduğu demokratik sistemi birlikte yaratmak için ortak mücadeleye çağırıyor.
Biz daha önce de uyardık. Türkiye’de demokrasi mücadelesini geliştirmezseniz, Faşizmle uzlaşma olmaz. Yarın sana da gelir, ortak bulamazsın. Ve geldi tabi. Dün Kürtlerle birlik olunsa ve mücadele edilseydi bugün Türkiye’de OHAL terörüne maruz kalmayacaktı.
Kürt toplumu ise tehlikenin büyüklüğünü görmeli. TC rejiminin, onun zihniyetinin Kürde biçtiği soykırımdır. Erdoğan, ‘ya baş verecekler, ya baş eğecekler’ dedi. Karşımızdaki rejim böyledir.
O halde Kürt, Kürt olarak kalacaksa dişini tırnağına takarak, bilinçlenip örgütlenerek bu rejimi yıkması gerekiyor. Mücadelesizliği vaaz eden bütün düşünceler yanlıştır.
Gerilla ve özsavunma bu direnişe öncülük edecektir. Kürt gençliği kahramanlık çizgisinde yürüyor. Kürt gençliği şimdiye kadar kahramanca direndi, AKP’nin OHAL saldırılarını da yenilgiye uğratmak için ne gerekiyorsa yapacaktır. Bu bakımdan hareket olarak daha etkili bir özgürlük direnişini geliştireceğiz. Bütün halk ve yurtseverler bu demokratik özyönetim direnişini kendine görev bilecek ve katılım göstereceklerdir. Kürdistan halkının bütün dinamiklerine çağrımız; daha başarılı yöntemlerle demokratik özyönetim direnişini geliştirme çağrısıdır.