Başlangıca bakarsak, Peygamberin ölümünden hemen sonra, İslam yönetiminde terör seli alıp başını gidiyor, dört halifeden yalnız biri (Ebubekir) yatağında ölüyor, diğer üçü öldürülüyordu.
IŞİD’çilerin kestikleri insanların ciğerini çiğ çiğ yemeleri de, mızraklanarak öldürülen İslam’ın ilk komutanlarından, Hamza’nın kara ciğeri olayından esinlenmeydi.
Kısacası, İslam tarihinde terör gani, ama demokrasi yoktu. Her yan iktidar hırsının kanlı arenasıydı. Halifeliği elinde bulunduran Osmanlı Sultanları, iktidarlar göz diker ihtimaline çare olarak beşikteki evlatlarını, kafese kapatılmış kardeşlerini katlediyorlardı. 44 Sultan’ın 14 tanesi devriktir. Bunlardan Cem Sultan, ırzına geçildikten sonra boğulmuştur.
Bugün, İslamı yönetip yönlendirme heveslileri İhvanı (Müslüman Kardeşler), El Kaide ve IŞİD benzeri terör makinalarını yaratan Suud ailesi, Medine’yi ve kutsal varlıkları yağmalayarak ilk defa adını duyurmuştur.
Her neyse olanlar yerinde kalsın, TC’nin kuruluş aşamasının ilk yılları, din ekseninde terör fırtınalarıyla alt-üst olmuştur. Kemalist rejim, boy veren sosyal olayları, tıpkı Recep Tayyip’in yaptığı gibi rakip dincilere bağlamış, ortalık süt liman olur umuduyla darağaçları kurmuş, önde gelen din adamlarını (İskilipli Hoca, Erbilli Hoca gibi) ipe çekmişlerdir.
Kürtlerin başkaldırısını da (Erdoğan’ın dış güçlerin tahrik ile teşvikine bağlaması gibi) dini sebep ve saiklere ilintilemiş, Şeyh Said’i bu suçlamayla astırmışlardı.
İktidar ve adayları 1950’den sonra tarikat ve “üç kağıtçı" cinsinden dincilerle flört ederek, onlara pay vererek, güçlerini pekiştirdiler.
Dincilik, bu süreçte kurnaz ve cin fikirli zeminde yaşama yoludur. Dinci, Allah yolunda yürümeyi dert, tasa ve de iş edinmiş gibi görünerek, toruna düşürdüğü kalabalıkları günahtan arındıran sevap seçenekleri sunuyor, öbür dünyada huzur isteyene cennetten yeri vaaddediyor, bütün bunlarla elde ettiği kazancın keyfini yaşıyordu.
DP döneminin önde gelen dincisi, Çubuklu bir köyü olan Kemal Pilavoğlu’ydu. Ziyaretçileri, villasının girişinde sorgulanıp kimlikleri, sorunları didikleniyor, Pilavoğlu da diktafondan dinliyordu. Kabulde, huzura çıkan adama adıyla hitap edip, söz gelişi hastalığına çare önerince, “gaipten haber alan ermiş" (keramet sahibi) kabul ediliyor, ermiş adamın geliri arttıkça artıyordu.
AKP iktidarında, din ticareti iyice işportaya düştü. Erdoğan’ın din alimlerinden ve halkın parasıyla kurulan sofranın misafirlerinden Cübbeli Ahmet, müşterilerine, yanmayan kefen, namaz dualarını haykıran secadde pazarlayan ilk tacirdi.
Erdoğan ise çok dindar, dolayısıyla ona oy verenlerin gölgesine sığınarak cennet yoluna revan olacağını “şekilde görüldüğü gibi" diye anlatırcasına numaralar yapıyor, Kuran okurken halkına görüntü veriyor, meydanlarda Kuran sallıyor, adamlarına gittiği illerin geçmişte iz bırakmış din adamları, camilerin listesini hazırlayıp manzume şeklinde haykırıyor, son bir marifetle, ülkenin üstüne dökülen sesiyle ezan okuyordu.
İktidarında, ortalığa dökülen hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet dosyaları orada, Kürt şehirlerinin enkazı, insan kanı, diri diri yakılmışların kokusu burada, ama Erdoğan en birinci Müslüman, Saf, tertemiz dindardı. Yandaşları ise İstanbul sokaklarında IŞİD’in hayaletiydi.
Darbe gününde, IŞİD’e (DAİŞ) özenerek, yakaladıkları askerleri kesiyor, döve döve kemiklerini kırarak can alıyor, Uluslararası Af Örgütünün açıklamasına göre, tutuklanan generallerin ırzına geçiliyordu.
Oysa söylemlerinde, “askerler, Peygamber ocağı neferleri"ydi. Ama yandaş olursa; aksi halde kesilmeyi hak eden Peygamber karşıtlarıydı…
Bu uzun parantezden sonra, öze dönüp dincilerin dincilere parsa savaşına bakarsak, yandaşları, bazı gösterilerde İslam’ın iktidarını ima edercesine yeşil bayrak açan Demirel’in dinci ayağı, Konya Müftüsü Tahir Büyükkörükçü ve etrafıydı. O zaman Komünizmle Mücadele Derneği’nde faaliyet gösteren Fethullah Gülen de, bu çemberdeydi. Erbakan, dinciliği ispatlanmış bir bürokrat olarak Odalar Birliği Genel sekreteriydi. Fakat, Demirel’in sözünden çıkınca, 1969 yılında ufak bir darbeyle Odalar Birliği’nden atılmış, o da kadere teslim yerine, makam odasının kapısını kilitleyip ardında direnişe geçmiş, sonra polis zoruyla dışarıya çıkarılmıştı.
Bu olay, TC tarihinde, dincilerin ilk açık meydan muharebesiydi.
Ancak Erbakan boş durmamış, rövanş için Milli Nizam Partisi’ni kurup, Konya müftüsü Tahir Büyükkörükçü’yü de yanına alarak karşı cephe açmış, ilk seçimde de Demirel’in oylarını kemirmişti.
Bu AKP’nin uzun iktidarına giden yolun başlangıcıydı.
Gülen, o sırada henüz adı sanı duyulmamış bir “cerik"ti. Ama, ne olacağı bilinmez Erbakan safında değil, sağlamcı bir seçimle Diyanet İşleri Başkan yardımcısı Yaşar Tunagür’ün gölgesinde Demirel saflarındaydı. Komünizmle Mücadele derneği ile de Türkeş’i, 1990’larda sağdan bir şahsiyet olarak Tansu Çiller, daha sonra Ecevit’i de idare ederek imparatorluğunu muhkemleştirecek, son dinci savaşta Erbakan’ı deviren AKP ile işbirliği sayesinde de devleşecekti.
Ancak biliyoruz, Mafyoz tüm örgütlenmelerin temel amacı iktidardır. TC bir darbeler çayırı, cuntalar da bu mümbit çayırın otudur. Susurluk’ta kamyona çarpan çete, yeraltı oligarşisinin iktidar yürüyüşünü kesivermişti.
15 Temmuz girişiminde ise Fethullah Gülen goncayı koparan keçi ama, tek başına değil. O nefrete oturtulan hedeftir. Gülen’in adı kullanılarak, önde tutularak, dinciye karşı dinci savaşın gölgesinde, Mısır’da devrilen, ihraç edilmek istenen Kuzey Afrika’da, Irak ve Suriye’de yenilgiye uğrayan İhvan (Müslüman Kardeşler) düzeni kurumlaştırılıyor…
(Politika)