Kirmanckî müziklerle tanıdığımız Mikail Aslan’ın ikinci kitabı “Xayîs” Aram Yayınları’ndan çıktı. Şarkılarında olduğu gibi yazdıklarıyla da geçmişle gelecek arasında köprü kurma gayretinde. İlk kitabı “Hayig”te masalsı-geniş anlatımları tercih eden Mikail, Xayîs’teki anlatımı kendi deyimiyle küçük cümlelerle büyük durumları anlatma hali olarak tanımlıyor. Şarkılarında olduğu gibi anadili Kirmanckî’de ifade ediyor kendini. Her dilin bir ruhu olduğunu belirten Mikail, yazmayı bir patlama hali olarak görüyor. Mikail’in yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan Kirmanckî’ye en önemli katkılarında biri de gölgede kalmış kavramları ve kelimeleri dile kazandırması. “Xayîs” de onlardan biri. Xayîs’i ‘Kendisinden geçmek, bilinmeyenle karşılaşmak’ anlamında kullanan Mikail, Xayîs olma halini kanatlarını açarak kendisini rüzgarın hükmüne bırakmış bir kartalın dinginliği olarak görüyor. Mikail’le Xayîs olmayı, yazma deneyimini, Kirmanckî’yi ve müziğini konuştuk.
*İlk kitabınız Hayig, Xayîs(ğais) ise ikinci kitabınız. Kitap yazma fikri nasıl oluştu?
Sürekli kendi müziğime sözler yazıyordum, ilerleyen zamanda yazdıklarımın bazen kilam- şarkı formatının dışına çıktığını görüyordum. Kendimi serbest bırakınca bazen düzyazı şeklinde, bazen kafiyesiz, bazen de adını bilmediğim tarzda denemeler ortaya çıkıyordu. Bunların hepsini bestelemek çok zordu. Ve bu tarzda yazdıklarım birikti. Daha sonra bunları belirli bir tema çerçevesinde paylaşma gereği hissettim. Her dilin bir ruhu var ya bu dili konuşan insanların gözleri ile baksaydım nasıl anlatırdım meseleyi diye düşündüm. Bununla beraber yazdıklarımda geçmişle gelecek arasında kendimce bağ kurmaya çalıştım.
*Kültürümüz içinde geçmişin çok önemli bir yeri var. Sizin müziklerinizde de geçmiş çok önemli bir yerde duruyor. Özellikle geçmişte yaşanılan acılar ve hüzün müziğinize hakim.
Geçmiş bizi çok ilgilendiriyor; çünkü geçmişe dair halen hesaplaşamadığımız ya da yüzleşemediğimiz konular var. Gerçekten bir insan geçmişinde olan meselelerle yüzleşmeden, hele ki bu bir soykırım travması ise onun yasını tutmadan geleceğe bakamaz. Ben yıllar içinde şöyle düşündüm; hayat bir şekilde devam ediyor. Biz kendi çocuklarımıza nasıl bir müzik geleneği bırakacağız. Geçmiş acı ve travmalarla dolu. Müziğimde aşırı bir yas, aşırı bir hüzün görüyorum. Dönem dönem de bundan rahatsız olduğumu söyleyebilirim. Platon’un bir sözü var; “Dertlere düşmüş bir insana verilmiş en büyük armağan müziktir.” Ben de müzikte şifa buldum. Sanki yüzyıllardan beridir yıkık viranelerin altında kayıp işaretler arar gibi elime bir kazma alıp kazıyordum. 20 yıldan sonra bir ara kazdığım bu toprağı nereye attım diye geriye dönüp bakmak istedim. Arkama döndüm ve baktım ki attığım toprak bir tepeye dönüşmüştü ve neredeyse güneşimi kapatacaktı... Meğer ki ben geleceğe bakmayı unutmuşum. Bizden yeni bir nesil doğuyor, bu yeni nesile hüzün dolu bir miras bırakamayız.
*Kitapta nasıl bir anlatım tekniği izlediniz?
Örnekle anlatmak gerekirse toprağı alırsınız, çalı çırpıyı bir elekle elersiniz, bu şekilde en has olana ulaşırsınız. Geniş bir temadan veya ruh halinden geriye kalan damıtılmış birkaç cümle diyelim. Zazakî de sembolik anlatımlara çok yatkın bir dil, küçük cümlelerle çok büyük durumlar anlatabilirsiniz. Mesela, “Ma ke zerrê xo de Heqê xo kist, kemera mezela ma serra el fatiha nusnay (biz kendi içimizdeki hakkı öldürünce mezar taşımızın üzerine el fatiha diye yazıldı). Bu küçücük cümle ile geçmişi ve geleceği sorguluyorum. Bu anlatım bir durumun patlama halidir, bir cümleye dönüşmüştür. Bu cümle anlaşılsın diye yazdığım cümlenin öncesine ve sonrasına da bazı anlatımlar ekliyorum tabi ki. Toplumun içinde bulunduğu duruma ilişkin şikayetlerim, eleştirilerim var ama sürekli bir bir çözüm ve bir çıkış noktası da arıyorum.
*Birinci kitaptan ikinci kitaba gelene kadar yazım süreci ile ilgili nasıl bir değişimden bahsedebiliriz?
Hayig’da daha masalsı-geniş anlatımlar var. Yeni kitapta ise daha kısa anlatımlar var. Bazen dört dizedir bazen daha kısa dizeler. Arka arkaya sıralanmış bu dizeler genellikle birbiriyle alakalı değil ama kendi aralarında duygu bütünlüğü var. Xayîs, halk arasında “kendinden geçmek, dalmak veya sakinleşmek” anlamında kullanılıyor. “Doman bîyo xayîs” cümlesi bir çocuğun yaramazlık halinden sonraki sakinleşme halini ifade eder. Bu halde zaman ve mekan kavramı yoktur, bu yüzden ruh dinlenmektedir. Xayîs’i daha çok “kendisinden geçmek, bilinmeyenle karşılaşmak” anlamında kullanıyorum. Kanatlarını açarak kendisini rüzgarın hükmüne bırakmış bir kartalı düşünelim. Orada kartal yoktur artık, rüzgarın hükmünde kendisini kaybetmiştir. Xayîs, olma pozitif anlamda kendisine kaybetme ve sakinliktir. Xayîs olma halinde ben yoktur, ön yargılar yoktur. Mutlak olan enerji ile bağ kurma halidir.
*Anlatımlarınızda Dersim inanç geleneğinin doğayı, insanı ve dünyayı tanımaya çalışan söylem ve sorgulama biçiminin yansımalarını görüyoruz.
Kesinlikle. İnsana dair, yaşama dair, vicdana dair, cömertlik ve dostluğa dair vb. Kitabın bir temasını bu örnekle anlatmaya çalışayım. Yolu bir gül ağacının dikenli gövdesine benzetiyorum. Bu yolda bin bir türlü engeller zahmetler vardır. En sonunda gülün kokusunu içine çekme, veya gülün kokusunu bir kere de olsa solumak umudu olmasa yolun bu acı dolu dikenlerine nasıl katlanırız. Kitapta bu durumu şu şekilde ifade ettim: O gün gülün kokusunu içime çektim. Ne zamandan beridir yollardayım bilmiyorum. Gülün kokusunu içime çektiğimde bir anlık huzur buldum ve o an bedenime bakma fırsatı buldum. Bir de baktım ki bütün bedenim kan revan içinde kalmıştı. Evet diyorum sonunda bu gülün kokusunu solumaya iki kişi nail oldu. Bir tanesi bilge idi diğeri ise ozan. Fakat geri döndüklerinde her ikisi farklı şeylerden bahsetti; bilge olan hep gülün dikenlerinden ve onların verdiği acılardan bahsetti, ozan ise gülün kokusundan bahsetti.
“A roce mı boa gule onte zerrè xo..
Xèlê waxto ke ez rao ra biyo
Lıngê vındeto. Mı bejna xo de nia da ke,
teliyo ra canê mı pêro wetê goni u gonaşeri de mendo.
Dı mordemi şi reşti boa gule. Ju zanoğ bi, o bin ki ozan
Peyser ke amay, zanoği qalè decè teliyo kerd,
ozani qalè boa gule kerd.”
*Eserlerinizde gülün kokusunu mu yoksa güle ulaşmak isterken çektiğiniz acıları mı anlatıyorsunuz?
Buna benim cevap vermem doğru değil, bunu izleyene bırakmak gerek. Lakin bazı dönemlerde acılar öne çıkıyor bazen de gülün kokusuna vardığım o kısa huzurlu an, bazen yitirme ve ona dair özlem. Bir gün gülün kokusuna varıp bütün yaralarıma merhem bulabilir miyim bilmiyorum? Yolu yürürken bir sürü şey karşıma çıkıyor ama bu son yıllarda ilk defa bir kartalın kendini rüzgara bırakırken ki halini düşündüm..
*Sanata bakış açınızı açabilir misiniz?
Xayîs kitabında buna dair bir bölüm var. Hayig, yani anın şahidi ve gören gözü bir gün denizin kenarına gidiyor. Bir anda kendisini bir kavganın içinde buluyor. Kavga günden güne büyüyor. Hayig, ‘kaç zamandır hakkın, haklının yanında kavga ediyorum ama bu kavganın sonu bir türlü gelmedi’ diyor ve çelişki yaşıyor. Söylediklerine göre bu dünya kuruldu kurulalı denizin kenarında hep bir kavga varmış. Bu çelişkiyi yaşarken hasmından birisi Hayig’a saldırıyor ve kafasını denize sokuyor. Tam ölecekken denizin derininden kulağına bir sonsuzluk sesi geliyor. Kurtulduktan sonra denizin derininden kulağına gelen sonsuzluğu anlamlandırmaya çalışıyor. Bence gerçek ozan deryanın kenarında o kavgada yerini almalıdır fakat eserlerini deryanın derinlerinden gelen sonsuzluk mesajına göre kurmalıdır. Eserlerini bu dünyanın kavgasına değil ona atfetmelidir. Fakat bu dünyanın kavgasında da yerini almalıdır.
*Sonsuzluğun sesi sizin kulağınıza neyi fısıldıyor?
Asıl olan kaynağın sesini fısıldıyor. Bazı eserler vardır zaman ve mekansızdır. Her mekanda ve her zamanda geçerliğini korurlar. Bu tamamen o eseri ortaya çıkaran kişinin o kaynakla olan yakınlığıyla alakalıdır. Denizin kenarındaki kavgayı anlatırken bile o sesi kulağında küpe gibi taşımalıdır. Evet, bu kavgada sanatçı tarafını tutmalıdır lakin bu kavga bir gün son bulur belki, o zaman ozan neyi anlatacak? Bu kitabımdan bir alıntı yaparsam: Omırê vırastê hunerkari hentê dawa xuyo (Bir sanatkarın eserinin ömrü o sanatçının davası kadardır)
*Müziklerinizde de gördük kitaplarınızda da görüyoruz. Saklı kavramları ve kelimeleri, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan Kirmanckî’ye kazandırıyorsunuz. Kelimenin günlük hayatın içindeki anlamı dışında diğer ilişkilerin içine de yerleşiyor. Kitapta da bu durum var
Bazı kavramlara mana verdiğimiz ölçüde toplum da onu anlamlaştırıp kendi hayatında yer veriyor. Sanatçının amaçlarından bir tanesi de anlamlaştırmadır. Anlamsız görünene anlam vermek, veya o anlamları çoğaltmak, değersizleştirilene yeniden hak ettiği değeri vermek, yitirileni yeni bir kelimede yeniden canlandırmak... Bazı kavramlar gölgede kalmıştır. Belki gündelik hayatımızda kullanılmıyordur ama onları açığa çıkardığımızda kendi dilimize de yeni bir kavramı açığa çıkarmış oluyoruz. Bir kuşu düşünün kendi yuvasına dışarıdan bir müdahale olduğu zaman binbir emekle yaptığı yuvasını küçücük bedeniyle nasıl da savunuyor. Kendisine ait olana nasıl mana veriyor. Bin yıldır toplumumuzun kültürüne, sanatına, diline, itikatına, coğrafyasına, müdahale var. O kuşlar kadar refleks geliştiremiyoruz. Toplumun diliyle olan ilişkisine bakın. Sistem dilimizi uzun zaman yasaklamış, günlük hayattaki canlılığını kaybettirmiştir ama sistem senin evinin içinde de sana müdahale etmiyor ki. Evin içinde dilini yok eden sensin. Kaç tane insan kendi dilini çocuklarına öğretmiş. Kaç tane devrimci-yurtsever bunu yapmış? Ezbere bilgiler, alıntı paragraflarla devrim olmuyor. Kültürel ve ruhsal kopuş devam ediyor, birkaç istisna dışında asimilasyon süreci evimizin içinde kendi elimizle devam ediyor.
*Son olarak yeni albüm çalışmalarınız var mı?
Elimizde bitmiş bir albüm var ama son durumlardan dolayı bekletiyoruz. Doğan Munzuroğlu’nun şiirlerinden oluşan yeni albüm eylül ayında Cemil Qoçgiri’nin adıyla çıkacak. Cemil’in öncülüğünde, mutfağında birçok sanatçı ve müzisyenin çalıştığı yeni albümün adı “Zalâl” adını taşıyor.
Festivali tüketmemeliyiz
*Munzur Doğa ve Kültür Festivali geçen sene düzenlenemedi bu sene ise inanç ve doğa temelli düzenleniyor. Bu seneki konsepte ilişkin neler söylersiniz?
Bu konsepti daha anlamlı buluyorum. Büyük bir kalabalığın gelip bir şey almadan dönüp evine gittiği festivalden daha çok az insanın geldiği ama içeriğiyle daha anlamlı olanı tercih ediyorum. Doğayı ve kültürü koruma festivali, ilerleyen yıllarda doğayı ve kültürü tüketme festivaline dönüştü. Güvenlik kaygılarının ötesinde en büyük sorun festivalin içeriğini dolduramamakla alakalıdır.
Bu toprakları kimsesiz bırakmayalım
*Darbe girişimi sonrası OHAL uygulamaları devreye sokuldu. Sanatçıyı tanımlarken denizin kenarında kavgaya müdahil olandır demiştiniz. Peki sanatçı bugün için nasıl bir duruş içinde olmalı?
OHAL’i Dersim’de Kürdistan’da 30 yıldan beri yaşıyoruz. Belki bu durum Türk halkı için yeni bir şey. Fakat darbe sürekli gündemde tutulacak ve bu şekilde Kürdistan’da yürütülen kirli savaş dünya kamuoyundan ve Türk halkından gizlenecek gibi görünüyor. Bugünlerde memleketimizde olalım. Ben bütün bu olanlara rağmen çocuklarımla beraber memleketimde olmak istiyorum. Çıktığım konserlerde de sürekli çağrı yapıyorum, bu toprakları kimsesiz bırakmayalım diye. Tam da bugünlerde memleketimize gelmeliyiz. Sanatçıların da kendi memleketinde olmaları gerekiyor. Temburumu alıp, Sey Rıza Meydanı’nda oturup, halen topraklarını terk etmeyen ve bunun için direnen insanlarımız için söylemek istiyorum.
(Politika)