Dinler efsanesine göre Şeytan, gizlenip örtülmeye çalışılanı söylediği için, “recm” edilerek cennetten kovulmuş bir melektir. Egemen çoğunluğun gazabı korkusundan kimse de ondan yana çıkamamıştır.
Avukatlığını üstlenerek söyleyeyim; 15 Temmuz günü, televizyonların naklen yayınlarında seyrettiğimiz hareketlenmeler ve baskına çıkma hücumları gerçek, darbe teşebbüsünün perde gerisi, pespayeliklerle dolu yalan, dolan (ikili oyunlar) dolambacıdır.
Dolambaçlar silsilesini sıralarsak, en dişli yalan, Fethullah Gülen faktörüdür.
Halkımı cendereye alan ırkçı rejimin koç başlarından biri olması bir yana, düşüncelerime olan düşmanlığını Türk mahkemelerine taşıyıp hakkımda ceza davası açtığı için de olsa sevmem, Gülen’i. Ama, hakikat şudur ki o, artık kitleleri etkileyip peşinden koşturacak, ölüme sürükleyecek güçte değildir.
Kendisi 20 yıldan beri, Amerika’da yaşamaktadır. Avlağı olan camilerden uzak, kalabalıkla bağları, yüz yüze bağlantıları kopuktur. Çıkar beklentisi içinde olanların iştahını kabartan bankası elden gitmiş, sonsuzluğa uzanan mali imparatorluğu çökmüş, siyasi iktidar üstündeki etkinliği sıfırlanmış, insan olarak ruh ile beden dinamizmini kaybetmiş, canının derdine düşmüş, yorgun bir ihtiyardır.
Bir zamanlar, etkin gücünün gölgesinde saf tutan cami kalabalığı, artık nimetlerin efendisi olan Erdoğan’ın emrindedir.
Bu durumda, ordu içinde yandaşları olsa bile, kimse onun kin güdülerine kendini feda edip, intikam silahı olmaz. Hele hele, maceranın öteki ucunda ölüm, ömür boyu hapislik riski varsa…
Ancak, burası Türk yatağıdır. Bu yatakta yalan, dolan, mugalata ile gerçeklere takla attırma oyunlar bılklayarak, fokurdar. Olaylara takla attırılarak, gerçek suçular aklanır.
İşlediği suçlarla Kemalist askerleri bile isyana sürükleyip, ölüm yolu, hapishane duvarlarına doğru sürükleyenler, suçlarını Fethullah Gülen şarlatanı ile aklıyor, kendilerini temize çıkarıyor, “demokrasimize silah çekildi” diyorlardı.
CHP de, bir anda teröristlikten vatanseverliğe terfi ediyordu.
Ancak bütün bu mugalatalar, gerçeği değiştirmiyordu. Onlar, Kemalistlerin silah çekmesiydi. TRT’de okunan gerekçeler, Atatürk’ün “yurtta sulh, dünyada sulh” jargonunun “yurtta sulh” ibaresiyle özetleniyordu. Atatürk’e özlem yarım cümle ile ifade edildikten sonra hırsızlıklar, yolsuzluklar dillendiriliyor, “demokrasi”nin yeniden tesisi cümleciğiyle de liberallere selam veriliyordu.
“Üçü bir yerde” birleşmiş, tortop olmuş partilere, Kürtlerin oy verdiği HDP’nin de katılıp, darbeci girişimi “demokrasiye darbe” adı vermesi, yalana püskül takmaydı. Çünkü, olmayan demokrasiye tabanca çekilince, “demokrasiye darbe” olmuş oluyordu.
Ha, darbeye darbe “demokrasiye darbe” ise ona sözüm yok. Çünkü, rejim iki yıl takla atmış, “anayasa bekleme odasında” dinlenmeye alınmış, Cumhurbaşkanı duruma hakimiyetini zaten açıklamıştı. Biat etmeyen yüzlerce gazeteci, yazar işsiz kalmış, mahkeme koridorları aydınların buluşma yerine dönüşmüş, haber yayımlayan gazeteciler casus diye tutuklanmış, görüşlerini açıklayan akademisyenler vatan haini ilan edilmiş, Kürt gazeteciler “terörist, banka soyguncusu” yapılmış, Kürtlerin kırımı, Kürdistan’ın yangınına karşı çıkan parlamenterlerin dokunulmazlığı kaldırılmış, belediye başkanları tutuklanmış, Kürtlerin sokağa çıkması insafa bırakılmış, Kürdistan’ın 10 şehrinde vicdanlar tatile gönderilip toplar, tanklar konuşturulmuş, yerle bir olan şehrlerin enkazı arasında ele geçirilen çocuklar, gençler bodrumlarda diri diri yakılmıştı…
Daha sayayım mı, demokrasi hallerini? Ne yazık ki yerim yok. Sokaklara salınan IŞİD ruhunun maceralarına da dokunursam, söyleyeceklerime yer kalmaz. Varın Türk demokrasisinin hallerini siz düşünün…
Ve darbe akşamı eli bıçaklı, palalı, kalaslı, tabancalı sakallılar, kara gömlekli, kara şalvarlıların IŞİD naralarıyla, sokaklarda kesilecek, kemikleri kırılarak canı alınacak asker araması ise, rejimin siyasi partileri el birliği ile “demokrasinin kurtarıldığını” müjdeliyorlardı.
Kurtarılmış demokrasiye bakın, parlamento yok, kendisi bilinmezlikte uykuda ama, onun yerine halk iradesini temsilen, generallerin çoğunlukta olduğu MGK, durum değerlendiriyor, kararlar alıyordu.
Gerçeğin öteki yanı: Darbecilerin hezimetinden sonra, içeride ve Amerikası, Avrupası’yla, dışarıda yükselen darbecileri kınama seslerinin hiç biri, gerçeğin ifadesi değildi. Durumu kurtarma jestleriydi. Geçmiş olsun dileği için sıraya girenlerin hepsi, muhalif kıyıda oturanlardı. Erdoğan ve rejimini dünyayı kana bulayan İslamcı terörün bölgesel dayanağı, tedarikçi ve destekçisi olarak görüyor, ondan kurtulmayı hayal ediyorlardı.
O nedenle, sabırla sonucu beklediler. Nihayetinde “beladan kurtuluyoruz” sevinci hayal kırıklığıyla sonuçlanmasına rağmen, maksat usul yerini bulsun tertibinden “Türk demokrasisi kurtarıldı” dediler.
Kürdistan’a gelince: Yüz yıldan beri, işgal altında yaşayan Kürtler, bütün askeri darbelerin vahşi yükünü ruh ve bedenlerinde taşımakla birlikte, hiç bir devirde insanlık görmediler. Rejimin normal yüzünü tanımadılar.
Erdoğan rejimi vahşetin kalıbından çıkıp iplerini kopardığı 12 Mart ve 12 Eylülü bile arattı. Mart ve Eylül’de Kürt şehirleri yıkılmadı. Törensellikle topluca insan yakılmadı.
O nedenle, başkaldıran askerlerin vahşetini en son Lice dağlarında, Cizîra Botan’da, Nusaybin, Silopi, Varto, Şırnak, İdil ve Farqîn’de yaşamalarına rağmen, intikam hissiyle, yüreklerinin tellerinde alkış tuturdular. İntikam hissi soğuktur, derler. Darbecilerin yenilgisine sevinmediler.
Şeytanın avukatlığını yapacağım dedim ya, hakikat böyle…
Amet Kahraman / Politika