Türkiye’de başarısız bir askeri darbe gerçekleşti. Bu darbe başarıya ulaşsaydı Türkiye başka şey konuşacaktı; başarısız kaldığı için farklı şeyler konuşulacak ve farklı bir süreç başlayacak. Daha şimdiden bu darbe girişiminin yaratacağı önemli sonuçlar olacağı görülmektedir. Bunun da esas olarak 7 Haziran sonrasında yapılan darbenin yeni boyutlar kazanarak kapsamlılaşması biçiminde gerçekleşeceği anlaşılmaktadır. Bu nedenle bu darbe girişiminden sonra olabilecekleri kapsamlıca analiz etmek gerekir. Siyasal olarak yanılgılara ve gaflete düşmemek için bu gereklidir.
Her şeyden önce bu darbe girişiminin Fethullahçılar tarafından yapıldığı doğru değildir. AKP ile Fethullahçılar arasında yaşanan çatışma nedeniyle Fethullahçılara sempati duyanlar bu girişim içinde yer almış olabilir ya da bu girişime sempati duymuş olabilirler. Ancak “Fethullahçılar darbe yaptı“ denilerek hem Fethullahçıların üzerine daha fazla gitme imkanı yaratılmakta hem de darbecileri Fethullahçı gösterip çeşitli destekler almak ve toplumsal meşruiyetini güçlendirerek darbe girişiminde bulunanlar ve çevresi daha fazla ezilmek istenmektedir. Başka bir deyişle bir taşla iki kuş vurulacaktır.
Ordunun içinde bu düzeyde darbe yapacak Fethullahçı bir kesim yoktur. Halbuki bu darbenin ordu içinde çok büyük destek aldığı görülmektedir. Planlama ve tedbirlerini daha profesyonel yapmış olsalardı, başarıya ulaşmaları gerçekleşebilirdi. Bu açıdan ne azınlık bir grubun ne de Fethullahçıların işi demek mümkün. Birçok önemli general ve ordu komutanının tutuklanması bu gerçeği göstermektedir. Belki Kürdistan’da darbeciler harekete geçememiş ama buradaki subayların önemli bölümünün darbecilerden yana olduğu anlaşılmıştır. “Kürdistan’da savaş olduğu için, harekete geçersek bu durum bize karşı kullanılır” diyerek harekete geçmemişlerdir. Ancak Kürdistan’da savaşan komutanların önemli bölümü bu darbecilerin destekçisi olarak görülüp tutuklanmıştır.
Kürt sorunu çözülmeyince darbe mekaniği devreye girdi
Özellikle Kürt Özgürlük Hareketi’nin 1 Haziran 2014 hamlesinden sonra ordunun itibarı zayıflamıştır. Kürt Özgürlük Hareketi mücadelesinin yükselişi, ordunun başarısız olduğu algısını güçlendirmiştir. Zap’taki bozgundan sonra ordunun etkisi ve siyaset üzerindeki ağırlığı daha da zayıflamıştır. Öte yandan Tayyip Erdoğan, ABD ve Avrupa’nın da desteğiyle ordu içinde kendisine muhalif olarak gördüğü Ergenekoncuları etkisizleştirince, ordu içinde dengeler değişmiştir. Ordunun siyasi darbe yapacak bir itibarı ve gücü kalmamıştır. Darbe yapmaya yatkın Ergenekoncuların etkisinin zayıflaması da böyle bir durum ortaya çıkarmıştır. Bu sürecin diğer bir sonucu da ordu içinde yeni bir eğilimin ortaya çıkması olmuştur. Bunlar Erdoğan’ın politikalarıyla güçlenen kesimdir. Ergenekoncular önemli oranda saf dışı kalınca, ABD ve Batı’ya yakın generaller ve subaylar ordu içinde öne çıkmaya ve önemli görevlerde yer almaya başlamıştır. Bunlar yakın zamana kadar Tayyip Erdoğan ve AKP’nin kendileri için daha olumlu gördüğü kesimdir. Ordu içinde giderek güçlenen kesim olduğu için köşe başlarını tutanlar da bunlar olmuştur.
Tayyip Erdoğan ve ordu, 30 Ekim 2014’teki MGK toplantısında savaş kararı alınca, doğal olarak savaşı yürütecek komuta kademesinin önemli kesimi de bunlardan oluşmuştur. Tayyip Erdoğan Ergenekoncuları bırakarak Kürt halkına karşı yürütülen savaşta bunları ittifak gücü yapsa da, Ergenekoncu olarak tutuklanan generaller ve subayların çoğu emekli yapıldığından, savaşı yürüten komuta gücü bugünkü darbeyi gerçekleştirenlerden olmuştur.
Savaşta ısrar, orduya darbe kabiliyeti kazandırdı
AKP Kürt sorununu çözmeyince Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı savaşı devreye koymuştur. Kürt sorununun çözümsüzlüğü darbe mekaniğinin işlemesini beraberinde getirmiştir. Özellikle 2014 sonunda başlayan ve 7 Haziran seçim sonuçlarından sonra hızla devreye giren darbe mekaniği, faşist bir ittifak temelinde darbeyle sonuçlanmıştır. Erdoğan iktidarda kalmak için savaşa yönelince, ordu her yönüyle işin başında ve gelişmelere yön veren durumda olmuştur. Tayyip Erdoğan ve AKP, Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı açtığı savaşta orduya muhtaç hale gelmiştir. Özellikle 7 Haziran sonrası darbe mekaniğinin harekete geçirilmesi böyle olmuştur. Buna birinci darbe mekaniğinin devreye girmesi ve darbenin gerçekleşmesi olarak bakmak gerekir.
Tayyip Erdoğan 1 Kasım seçim sonuçları sonrası savaşı şiddetlendirip orduyu şehirlerde savaşa sürme kararı verdiğinde, aslında ikinci darbe mekaniği de harekete geçirilmiştir. Bu savaş sürecinde ordu, Erdoğan karşısında konumunu daha fazla güçlendirmiştir. Çünkü Türkiye’deki siyasetin yönünü ve ağırlık merkezini belirler duruma yükselen, Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı savaştaki konum olmuştur. Bu açıdan son bir yıl içinde süren şiddetli savaşta ordu öne çıkmış ve etkisini arttırmıştır. Bir dönem etkisizleşen ve darbe yapacak konumdan çıkan ordu, Tayyip Erdoğan’ın “Biz şehirlerde savaşı kazandık, PKK’yi ezdik” yaklaşımıyla birlikte yeniden darbe yapacak güce ulaştığı kanaatine ulaşmıştır. Şehirlerde gerçekleşen şiddetli savaş ortamında harekete geçen ikinci darbe mekaniği, darbe girişimiyle sonuçlanmıştır. Bu darbeyle Türkiye siyaseti yeniden dizayn edilmek istenmiştir. Hazırlanan bildiri, böyle bir rolle bu darbeyi gerçekleştirmek istediklerini ortaya koymaktadır.
‘Savaşı biz yaptık, siyaseti de biz yaparız’ tutumu
Ergenekonculardan farklı olarak, bunlar daha çok NATO ilişkileri içinde Batı’daki siyasi eğilimlerin etkisinde gelişen yeni bir ulusalcı kanat olarak ortaya çıkmıştır. Bu yeni ulusalcı şekillenmede AKP politikalarına karşıtlık herhalde önemli etkide bulunmuştur. Hatta şunu söylemek bile mümkündür: AKP’nin son zamanlarda dış politikada değişiklik içine girmesinde, ordudaki bu eğilimin rahatsızlıkları ciddi etkide bulunmuştur. Ya da AKP bu rahatsızlığın daha da ileri gideceğini düşünerek, bu çevrelerin dış destek kazanmasını engellemek için de dış politikada yeni bir söylem içine girmiştir. Geçen yıllarda AKP’nin dış politikasına yönelik tepkinin bu eğilimi şekillendirdiği anlaşılmaktadır. Neo-ulusalcı olarak değerlendirilebilecek bu darbeci eğilim, AKP-IŞİD, AKP-MİT ilişkilerini çok yakından görmüştür. Hükümetin IŞİD’le ilişkili politikasını uygulama safhalarında kendileri de şu veya bu düzeyde yer aldıklarından, AKP-IŞİD ilişkilerinin nasıl yürütüldüğünü öğrenmişlerdir. Başarılı olsalardı herhalde Batı’nın da desteğini alarak bu konuda AKP Hükümeti’ni yargılayacaklardı.
Öyle anlaşılıyor ki bunlar, “Türkiye’de temel siyasi sorun Kürt sorunudur, bu mücadeleyi de biz veriyoruz, bu nedenle Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek politikaları da biz yürütmeliyiz” yaklaşımı içine girmişlerdir. Türkiye’de sözde sivil olan hükümetlerin Kürt sorununda çözüm politikası olmayınca, darbe mekaniği kaçınılmaz olarak devreye girmektedir. Son darbe girişiminde bulunanlar adeta “Savaşı biz yaptık, siyaseti de biz yaparız” tutumunu ortaya koymuşlardır. İsimlerini “Yurtta Sulh Konseyi” koymaları, “Kürt sorununda bir siyaset yapılacaksa onu da biz yaparız” anlayışının dışavurumu gibidir. Özcesi, “Kim PKK’ye karşı savaşır ve bu konuda esas rolü oynarsa, siyasette de o hakim olmalı, Türkiye’nin sahibi onlar olmalı” yaklaşımıyla hareket etmişler ama evdeki hesap çarşıya uymamıştır.
Kürtlere karşı savaş yürüten iki kanat
Bunlar Türkiye içinde de AKP iktidarının kendileri dışında herkesi karşısına aldığını ve bir kutuplaştırma siyaseti güttüğünü görmüşlerdir. Bu siyasetin Türkiye’yi hem içeride hem de dışarıda zayıf düşürdüğünü gören bu eğilimin, bir darbeyle dış politikada Başbakan’ın dillendirdiği “düşman azaltmaya gitme, içeride de var olan kutuplaşmayı giderme” gibi bir politik tutum içine girme yaklaşımını benimsediği anlaşılmaktadır. Yurtta Sulh Konseyi adını almaları bununla ilgilidir. Böyle bir politikayla darbelerine destek alacaklarını hesaplamışlardır. Ancak kendileri de Türkiye’de Kürt karşıtlığı üzerinden kutuplaşma ve milliyetçiliğin gelişmesinde rol alacaklar; Kürt karşıtlığının önemli bir parçası ve Kürtlere karşı savaşı veren güç olacaklar; ama Kürt karşıtı politikanın yarattığı kirli iç ve dış politikadan ayrı bir siyasi hedefle darbe yapacak ve başarılı olacaklar! Bu da eşyanın tabiatına aykırıdır.
Kürt karşıtı iki darbeci kanat!
Kürtlere karşı yürütülen savaşta amacına ulaşmak isteyen iki kanat arasındaki savaşımda, elbette bu konuda daha geniş cephe kuran kanat savaşı kazanır. Nitekim Kürtlere yönelik savaş üzerinden yürütülen bu iktidar mücadelesini darbe mekaniğinin harekete geçirdiği birinci darbeciler kazanmıştır. Belki darbe girişiminde bulunanlar Kürtlere yönelik savaşta en önde yer almışlar, savaşın vurucu gücü olmuşlardır. Ancak Tayyip Erdoğan bu savaşı esas olarak Ergenekoncular, MHP ve çeşitli şovenist ulusalcı güçlerin ittifakı ve buna dayanan siyasetiyle yürütmüştür. Dolayısıyla sadece vurucu gücü olan ve bir siyasetin askeri gücü olarak hareket edenlerin, kendilerinin de içinde olduğu savaşa siyasi olarak yön verenleri aşması mümkün değildir. Özcesi, kendilerini bu savaşın tümünü yürütenler gibi görmeleri ve bu savaşı yürüten diğer bileşenleri hesaba katmamaları, iktidar mücadelesinde bu darbeci kliğin kaybetmesiyle sonuçlanmıştır.
Ancak bu darbenin başarısız kalmasıyla birlikte, Kürt halkına ve demokrasi güçlerine karşı savaş yürüten AKP ve müttefiklerinin bu durumu çok kötü biçimde kullanması durumu ortaya çıkmıştır. Türkiye’de eskiden beri özel savaş demokrasisi vardı. Kürt’ü ezmeye ve soykırıma uğratmaya hizmet eden bir özel savaş demokrasisi söz konusuydu. Buna zaman zaman Kürtsüz demokrasi de denilmiştir. Kürt halkı ve demokrasi güçlerinin mücadelesiyle bu özel savaş demokrasisinin cilası dökülmüş ve gerçek yüzü önemli düzeyde görülmeye başlanmıştı.
Mezhepçi milliyetçi eğilimler Türk IŞİD’ini yaratacak
Darbecilerin başarısız kılınmasıyla birlikte AKP ve müttefiklerinin kendilerini “darbeye karşı duran halk iradesi” ve “demokrasi güçleri” olarak gösterip Kürt ve demokrasi düşmanı bu özel savaş demokrasisini güçlendirme doğrultusunda kullanmaları durumu ortaya çıkmıştır. Bu açıdan AKP Hükümeti, yandaşları ve müttefiklerinin demokrasiyi savunma güçleri olarak gösterilmesi, gerçekten de çok tehlikeli durumlar ortaya çıkarmış; mevcut AKP faşizminin Kürt ve demokrasi düşmanı politikalarını pervasızca yürütmesinin önünü daha fazla açmıştır.
AKP faşizminin müttefikleri MHP ve şovenist ulusalcılar olduğuna göre, bu darbe girişiminden sonra özel savaş demokrasisinin yeni bir konum kazanması, Kürtlere ve demokrasi güçlerine düşmanlığın ve saldırganlığın artmasını da beraberinde getirecektir. Darbe girişimi karşısında saflarını sıklaştıran bu güçler, Kürtler üzerindeki soykırım politikalarını derinleştirerek sürdürecektir. Bunun için de Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı kirli savaşı daha pervasız hale getireceklerdir. Bu darbe, AKP’nin müttefikleri olan Ergenekoncular ve diğer ulusalcıları güçlendireceği gibi, AKP çevresindeki mezhepçi milliyetçi eğilimlerin radikalleşerek Türk IŞİD’i biçiminde ortaya çıkması durumu yaşanacaktır. Zaten Osmanlı Ocakları, bu yönlü eğilimi ortaya koymuştur. Bu darbe girişiminden sonra darbenin başarısızlığında oynadıkları rol nedeniyle AKP çevresindeki bu mezhepçi milliyetçi eğilimler daha da radikalleşerek muhaliflerini sindiren güç haline geleceklerdir. Bu darbe girişimi sırasında sokağa çıktığı söylenen kitlelerin önemli bir bölümü, bu tür topluluklardan oluşmuştur. Şu andan itibaren radikal ulusalcı şovenistlerle radikal mezhepçi milliyetçi eğilimler, Kürt düşmanlığı üzerine kurdukları ittifaklarını daha da geliştirip Kürt halkına karşı saldırılarını arttıracaklardır. İktidar mücadelesi içinde oldukları güçler karşısında konumlarını güçlendirmeleri, 7 Haziran’da Kürt ve demokrasi düşmanlığı temelinde kurdukları ittifak temelinde yürüttükleri saldırıları daha da tırmandırmaları durumunu ortaya çıkaracaktır. Kürt halkının özgürlük kuvvetleri ve demokrasi güçleri kendilerini böyle bir saldırıya hazırlamalıdır.
Her türlü darbe zeminini demokratikleşme kurutur
HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, “bu darbe girişimi demokratikleşmenin geliştirilmesi için bir zemin ve fırsat haline getirilmeli” biçiminde bir açıklamada bulundu. Bu yönlü çağrı da yaptı. İyi niyetli yaklaşım ve demokratik siyasal düşüncede olmak, bu olaydan sonra böyle davranmayı gerektirir. Her türlü darbe girişiminin zeminini demokratikleşme kurutur. Dolayısıyla demokratikleşmeye karşı olmamak, demokrasiden yana olmak bunu gerektirir. Ancak bunların darbe karşıtı söylemi demokratik zihniyetten ve demokrasiye bağlılıktan değil, somut olayda iktidar mücadelesinden geliyor. Bunlar demokrat ya da darbe karşıtı değil ki! Bunlar demokratik gelişmeye darbe yaparak iktidar olmuştur. Bu açıdan, “darbe girişimi oldu, bir daha böyle şeyler olmasın “diye demokratikleşme yolunda adım atmazlar. Böyle bir beklenti içine girmek ham hayal bir yaklaşım olur. Bunlar bu darbe girişimini özel savaş demokrasisini daha fazla cilalama ve kendi gerçek yüzlerini örtmek için kullanacaklardır. Zaten şimdiden bunu yoğun biçimde kullanmaktadırlar. Bu açıdan AKP iktidarından darbe girişimi sonrası demokratikleşme adımları beklemek, gerçekleri görmemek ve kafayı kuma gömmek olur. Erdoğan ve Saray Gladyosu’nun kurduğu ittifaklara bakmak lazım. Bu müttefikler grubundan daha fazla Kürt ve demokrasi düşmanlığından başka bir şey çıkmaz. AKP güçlenip bunları saf dışı ettiğinde bile, mezhepçi milliyetçi IŞİD’in Türkiye versiyonu bir hegemonik iktidar gücü ortaya çıkacaktır. AKP ideolojisi, politikası ve şemsiyesi altında Ortadoğu’da kendine İhvan-ı Müslim diyen tüm eğilimlerden daha radikal bir siyasi toplumsal güç ortaya çıkaracaktır. Tayyip Erdoğan bu darbe girişimini bu doğrultuda yapacağı hazırlıklar ve atacağı adımlar için bir fırsat olarak değerlendirecektir. Zaten polis içinde mezhepçi milliyetçi bir yapılanma ortaya çıkarmıştır. Bu darbe girişiminde bunların oynadığı rolü görerek bu yapılanmayı daha da geliştirip güçlendirecektir. Hatta Türkiye, bir polis devleti olacaktır. Silah ve vuruş gücü olarak polis, orduya alternatif bir silahlı güç haline getirilecektir.
Demokrasi güçleri bu darbe girişimi sonrası durumu daha iyi görmeli ve takip etmelidir. AKP faşizmi tüm demokrasi güçlerini sindirmeye yönelecektir. Öyle ki, kendisini demokratik iktidar yönetimi olarak gösterip her kesimin kendisine biat etmesini dayatacaktır. Kendisine karşı olan herkesi darbeci olarak gösterip demokrasi adına üzerlerine gidecektir. Darbe girişiminden sonra Erdoğan yardakçılığının artması bu durumu göstermektedir. Demokrasi güçleri mücadeleleriyle bu ortamı ve yaratılan havayı değiştiremezse, Erdoğan herkesi kendisine biat etmeye zorlayacaktır. Bu açıdan demokrasi güçlerinin AKP ve müttefiklerinin gerçeğini iyi teşhir edip bir mücadele cephesi ortaya çıkarması gerekmektedir.
Kürt düşmanlığı tehdidi arttı
Kuşkusuz mevcut müttefikler kendi konumlarını güçlendirip birbirlerine muhtaç olmadıklarını düşündükleri an, birbirlerine düşeceklerdir. AKP ile Fethullahçılar arasındaki kavganın bir benzeri yaşanacaktır. Ancak şu anda esas olarak Kürt ve demokrasi düşmanlığında yarışacaklardır. Müttefikleriyle yaptıkları Kürt ve demokrasi düşmanlığını birbirlerinden koptuktan sonra da sürdüreceklerdir. Eskiden Kürt düşmanlığı üzerine bir devlet yapılanması ve siyasi mekanizma oluşturulmuştu. Şimdi buna Kürt düşmanı bir toplumsal yapılanma üzerinden iktidar olma durumu da eklenmiştir. Bu açıdan Kürt düşmanlığı üzerinden iktidar olma kanununa böyle bir boyut eklenmesi soykırımcı güçleri daha da tehlikeli hale getirmiştir. Tüm Kürt ve demokrasi güçleri bu gerçeği de görmelidir. Türkiye’de toplumsal şekillenmede eskisinden çok öte böyle tehlikeli bir durum da ortaya çıkacaktır. Ancak tüm bu gerçeklere rağmen Türkiye’de şimdiye kadar verilen demokrasi mücadelesi, Kürt halkının özgürlük ve demokrasi özlemi, Ortadoğu’da ulus-devletin ve mezhepçi-milliyetçi siyasi iktidarların çözülüş sürecinde olması, bu yönlü eğilimlerin dünyadaki egemen sınıfların hakimiyetindeki demokratik siyasal eğilimlerle bile çatışma konumunda olması, direnildiği taktirde bu siyasal güçlerin kısa sürede etkisizleştirileceğini göstermektedir.
Aslında bir demokrasi bloku yaratılıp demokrasi mücadelesi yürütülseydi, AKP faşizmi ve müttefikleri bir ay içinde safdışı edilebilirdi. Ancak bu darbe girişiminden sonra kendilerini demokrasi savunucusu gösterme, bunlar karşısında başarı kazanan blok olarak kendini yansıtma temelinde bir direnç ortaya koyacaklardır. Bu darbe girişimi sonrasında ortaya çıkan ortamı bir süre iktidarlarını güçlendirme doğrultusunda kullanacaklardır. Ancak karakterleri ve politikaları nedeniyle, direniş sürdürüldüğünde kısa bir süre sonra yine aşılması gereken güç haline geleceklerdir.
Aslında bu darbe girişimi mevcut iktidarların aşılarak Türkiye’nin demokratikleşmesi gerektiğini bir kez daha ortaya koymuştur. Demokratikleşme ihtiyacı daha acil hale gelmiştir. Ancak özel savaş demokrasisini bu süreçte biraz daha cilalayacak olan AKP, kendisini demokratik bir güçmüş gibi göstererek, bu demokratikleşme ihtiyacını örtmek isteyecektir. Bu darbe girişiminin ortaya çıkardığı demokratikleşme ihtiyacını çarpıtıp kendisinin demokratik hükümet olarak desteklemesi gerektiğini gündemleştirebilir. Ancak yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Bu tür darbe girişimlerinin olmaması ve Türkiye’nin barış ve istikrara kavuşması için demokratikleşme ihtiyacı yine kendini dayatır ve bu iktidarın aşılması zemini her bakımdan güçlenir. Dolayısıyla AKP faşizminin kendisini güçlü gösterip iktidarını sürdürmek istemesi, siyasal gerçeklik karşısında anlamını yitirir ve Türkiye’nin demokratikleşme süreci devreye girer.
Bu süreçte demokrasi güçlerine düşen temel görev, kendisini demokrasi yanlısı gösteren AKP iktidarını ve müttefiklerini çok iyi teşhir ederek bir demokrasi bloku etrafında mücadeleyi yükseltmek olmalıdır. AKP’nin demagojiyle kendi yüzünü saklayıp iktidarını pekiştirmesi ve sürdürmesine fırsat verilmemelidir.
MUSTAFA KARASU