Med Nuçe’de yayınlanan Özel programda konuşan Rıza Altun, Türkiye’nin son dönemde dış politikada geliştirdiği değişimler ve bunların Kürtlere, Kürtlerin mücadelesine olası etkileri değerlendirdi.
AKP’nin geçmişte de bugün de Kürt karşıtı bir politika yürüttüğünü ifade eden Altun, Türk devleti için değişmeyen tek boyutun bu olduğunu anlattı.
Türkiye’nin yeni politikasının temel yasasının ulus-devletin varlığı ve bekası olduğunu söyleyen Altun, “yeni politikada da Kürt inkarı üzerinde kurulmuş bir politikadır. Bütün güçlerin bir ortak noktası vardır ve bu güçler bugünkü devleti ve iktidarı meydana getirenlerdir” dedi.
Altun, gazeteci Cihan Özgür’ün Türk devletinin değişen dış siyaseti ve bölgesel dengeler konusundaki sorularını yanıtladı.
Çokça tartışılıyor Türkiye’nin dış siyaseti. Ancak son süreçte bu politikanın değiştiğine yönelik sinyaller geldi. Ardından Rusya ve İsrail’le görüşmeler yapıldı. Özellikle son süreçte yaşanan sıcak gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz? Türk devleti gerçekten dış politikasını değiştirdi mi?
Bir değişiklik var, bu doğru. Özellikle AKP’nin on üç yıllık iktidarını izlediğimiz zaman uygulamış olduğu politika özellikle de Ortadoğu krizinden sonra ya da Ortadoğu’daki Arap baharından sonra izlediği politikalara baktığımız zaman hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde değişikliğe gittiği aşikardır. Fakat bu yalnız mevcut siyasetle sınırlı değil, AKP’nin kendisiyle de Türk devlet ve toplumsal yapısıyla da bağlantılı birçok değişiklikle birlikte ele alıp yorumlamak daha doğru olur. Yoksa sadece siyasi ilişkiler bölgesel ya da uluslararası ilişkiler bazında bakarsak bu yeterli olmaz. Bütünsellik içerisinde baktığımız zaman Türkiye’de çok köklü bir değişikliğin olduğu kesin. Özellikle de bölge ve uluslararası siyasetinde fakat bu AKP’den ve parti yapısından, Türkiye’nin iç politikasından, ekonomik ve siyasi yapısından bağımsız bir gelişme değil.
AKP TASFİYE ETMEK İSTEDİĞİ GÜÇLERLE SIKI BİR İTTİFAK İÇERİSİNDE
O zaman bu bir sonuç mu?
Evet, bu bir sonuçtur. AKP iktidarının şimdiye kadar uygulamış olduğu politikaların gelmiş olduğu bir sonuç ama bu öyle bir sonuçtur ki enine boyuna tartışılması gerekir. Öyle sıradan bir sonuç değil. Kim nereye geldi? Onu çok iyi tartışmamız gerekir. Gerçekten AKP ilk başladığı günden on üç yıllık iktidarı sürecinde yapmak istedikleri ve gelmek istedikleri noktanın neresindedir ya da şu an neresindedir? Ya da tasfiye etmek istediği güçler şu an nerededir? Bu bağlamda baktığımız zaman çok ilginç bir tablo ortaya çıkar. İlk başlangıçta ortaya çıkan AKP gerçeğinin geldiği nokta başladığı noktaya çok yakın bir düzeydedir. Gene tasfiye etmek istediği güçlerle sıkı bir ilişki ve ittifak içerisinde yeni bir oluşum biçiminde bir siyasal yapılanması söz konusudur. Bu yapılanma öncelikle içerde zaten onların çokça tartıştığı devlet yapısı ya da devlet yapısının meydana getirdiği kuvvetler ayrılığının birbiriyle yeniden ilişkilendirilmesinde gelmiş olduğu nokta ve bu bağlamda ancak uluslararası ve bölgesel değişiklikler belli bir anlam kazanabilir. Yoksa sadece meseleyi bir İsrail’le ilişkiler meselesi ya da Rusya’yla ilişkiler meselesi olarak ele alırsak sorun çok iyi anlaşılmaz. Çünkü bunlar birer siyasal ve bir taktik gelişme olarak da değerlendirilebilir. Çok fazla anlam kazanmayabilir ama bu olayların stratejik değerleri şu anda Türkiye'nin ve AKP'nin içerisinde bulunduğu durumla alakalı.
ERDOĞAN NASIL GELDİ?
Bunu biraz açmanızı istiyorum. Çünkü siz dış politika değişikliğini bir sonuç olarak değerlendiriyorsunuz. Son süreçte özellikle Milli Görüşün önemli kesimleri, Abdullah Gül gibi Arınç gibi eleştirileri de oldu AKP’ye. Yine Davutoğlu’nun tasfiye edilmesi ve gidiş biçimi de çokça tartışıldı. Cemaatle öncesindeki ilişkiler sonrasında çelişkiler tasfiye edilmesi ve Ergenekon’la ilişkiler. Bu bağlamda ele alındığında AKP bir eksen kayması mı yaşıyor? Ve ya yeni bir eksene mi oturtuyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
AKP'nin bir eksen kaymasından ziyade AKP gerçekten tam olarak neydi? Bu ciddi bir tartışma konusu. Özellikle de AKP’de lider vasfına ulaşmış ya da lider olarak kabul edilen Erdoğan bu açıdan gerçekten de üzerinde durulması gereken bir olaydır. Yani nasıl ortaya çıktı Erdoğan? Nerden çıktı, nerden geldi, nasıl uluslararası meşruiyet kazandı? Nasıl Türkiye’de yasaklı olmasına rağmen parlamentoya girebildi ve bir parti başkanı hatta bir başbakan oldu ve kısa süre içerisinde cumhurbaşkanlığına kadar uzandı? Bu zaten başlı başına bir durumdur. Yani burada gerçekten de belli bir misyonu temsil eden oluşum tarihsel birikimler üzerinde kendi öz gücüyle ortaya çıkmış bir gerçeklik midir yoksa farklı bir durum mu?
AKP’NİN ÇİZGİSİ ERBAKAN’IN MİLLİ GÖRÜŞ ÇİZGİSİ DEĞİLDİR
Şu bir gerçek; AKP'nin ortaya çıkışı ve Erdoğan’ın özellikle de ortaya çıkışı ve yükseliş şeyine baktığımız zaman burada çok rahat şunu söyleyebilirsin. Ortada bir gelenek var. Daha çok İslami değerlere bağlı, özellikle de ulus-devlet yapısını bütün yasaklarına rağmen varlığını sürdürmek isteyen bir çizgi var. Ama bu çizginin kendi istikrar gelişimiyle geldiği bir nokta değil. Öncelikle bu çizgi içerisindeki bölünmeyle meseleye bakmak gerekiyor. Bir Erbakan çizgisi bir de Erbakan çizgisine muhalefet temelinde ortaya çıkmış bir akımın AKP biçiminde örgütlendirilmesi gibi bir sorun vardır. Peki bunu şimdi nasıl değerlendirmemiz gerekiyor? Burada çizgi olan Erbakan’ın çizgisi midir, milli görüşçü bir çizginin gelişimi midir, yoksa farklı bir durum mudur?
Şimdi yine Necmettin hocanın deyimiyle ifadelendirmek gerekirse bunun milli bir görüş çizgisi olmadığı kesin. Hatta Milli Görüş çizgisine ihanet temelinde ortaya çıkmış daha da liberal daha da kapitalizmle ve emperyalizmle işbirliği içerisinde iktidar olmayı hesaplayan ve iktidar olmayı hesaplarken de bir yanıyla elindeki güce göre hareket eden bir durumu ifade ediyorlar. Şimdi bu anlamıyla AKP'nin Erdoğan'ın çıkışı kesinlikle çok böyle tasvip edilebilecek çizgisel gelişmenin ortaya çıkardığı bir sonuç değildir. Tam tersine kendi çizgisinden kopma ve kendi çizgisine ihanet temelinde İslamiyet’in biraz daha libarelleştirilmesi, kapitalizme entegre edilmesi temelinde bir vaatle ortaya çıkmış bir parti geleneği vardır. Bu parti geleneği zaten uluslararası bölgesel siyasetle liberal İslam üzerinde büyük Ortadoğu projesini geliştirme ihtiyacıyla birlikte ele alındığı zaman uluslararası meşruiyeti buna dayanıyor. Neden uluslararası meşrutiyet kazandı? Daha çok Ortadoğu'da İslam’ı liberalize ederek, kapitalizme açarak ve bunun güvencesini vererek, ulusalar arası bir güvence almak temelinde bir iktidar olma gerçeği vardır ve iktidar olduktan sonra kısa bir süre içerisinde dünya çapında kabul görülmesi ve popüler bir duruma gelmesi bununla bağlantılı bir durumdur. On üç yıllık süreç içerisinde yapmış olduklarının tümü aslında bu gerçeğin üstünü örtmüş bir biçimde zaman zaman İslami kimliği öne çıkarılsa da bu gerçeğin üstü örtülmüş bir şekilde bugüne kadar getirilmesinden başka bir şey değildir.
ERDOĞAN MİLLİ GÖRÜŞ İÇERİSİNDEKİ ARKADAŞLARINA İHANET ETTİ
Fakat bunun bu şekilde gelişim süreci içerisinde de kendi içerisinde de özellikle Haziran seçimlerine kadar olan dönemle Haziran seçimleri sonrasını birbirinden ayırmak gerekiyor. Haziran seçimine kadar olan süreç çok daha değişik açılardan tartışılabilir. Bölgesele, uluslararası, siyasi, Türkiye'nin yeniden şekillenmesi boyutuyla tartışılabilir. Ama Haziran ayı aslında AKP'nin iktidara gelmesinin gerekçelerini meşruiyeti bakımından iflas etmiş olduğu bir dönemi ifade ediyor. Özellikle de Haziran seçimleri AKP'nin on üç yıllık iktidardan düşürülmesi, tek başına iktidara gelmemesi büyük ölçüde hem bölgesel düzeyde hem de uluslararası düzeyde konumunu kaybettiği anlamına gelir. Aynı zamanda da içerde iç siyasetteki karşılığı da budur. İç siyasette artık on üç yıllık iktidarın tek partisi vasfını kaybetmiştir. Bu AKP biçimi bir sonuçtur. Bu sonuca geldikten sonra AKP'nin artık eskisi gibi bu işi sürdürmesi ya da AKP çizgisi biçiminde sürdürmesi zaten söz konusu olamazdı. Bu durumda AKP kaderine razı olmak durumundaydı. Ortaya çıkan siyasi sonuçları kabullenerek siyasetin önünü açması gerekiyordu. Ya da farklı gelişmelerle farklı siyasal oluşumlarla durumu değerlendirerek yeni bir başlangıç yapması gerekiyordu.
Şimdi AKP'nin ortaya çıkan Haziran seçimlerinin sonucunu kabul etmediği bir gerçek, kabul etmesi de mümkün değildi. Hem AKP için hem de temsil ettiği çizgi için bu kabul edilmez bir durumdur. Onu giderek çöküşe getirebilecek bir dönüm noktasını ifade eder. Çünkü on üç yıllık iktidarından düştükten sonra yeniden toparlanıp kendi çizgisini Türkiye’de temel bir çizgi haline getiremez. Onun içinde kendi içerisinde sorunlar yaşadı. Ve Erdoğan burada aslında nasıl ki milli görüş içerisindeki arkadaşlarına ihanet ederek onlardan kopup kendisini pazarlayarak yeniden kendini var etmeyi başardıysa AKP içerisindeki eski yol arkadaşlarıyla bütün yollarını ayırıp yeniden kendisini kadrolaştırarak yoluna devam etmeye karar verdi. Fakat 7Haziran’ın bir özelliği de Türkiye’de AKP'nin iktidarının düşmesi, Türkiye'nin iktidarsız kalması demektir. O dönemde AKP'nin yerini doldurabilecek herhangi bir alternatif yok. MHP‘nin ve CHP’nin durumu ortada. Yine HDP’nin barajı aşması ve çığ gibi büyüme ihtimali dikkate alındığında Türkiye'nin siyasal geleceğinin ne olacağı çok belli değil. Geçmişteki ordu, daha çok ulus devletçi, milliyetçi yapılar ve devleti meydana getiren diğer derin yapıların mevcut durumda aşırı derecede kaygılanması giderek bu güçlerin Erdoğan’la yapmış oldukları yeni bir ittifak temelinde yeni bir süreç başladı aslında.
İKTİDAR KENDİNİ ERDOĞAN İLE İFADE EDİYOR
Başlayan bu süreç artık ne eski AKP sürecidir ne de bunun dışında ne olacağı çok net olarak belirlenmiş bir süreçtir. Adeta değişik güçlerin kendisini mevcut AKP ve Erdoğan’ın liderliği adı altında yürütülen bir iktidar içerisinde kendisini ifade ettikleri bir süreç başlamıştır. Bu süreç çok farklı bir süreçtir. Bu süreci değerlendirmek gerekir ve bugünkü gelinen noktayı bu başlangıçla birlikte ele almak lazım. Bugün Türkiye'nin siyaset değiştirmesi diye tabir edilen bu gelişmeler hepsi bu dönemle bağlantılı gelişmelerdir. Bu dönem çünkü artık tek başına bir AKP'nin gerçek bir iktidarı artık söz konusu değil. Bir devleti oluşturan bütün erkanın mevcut ortak bir iktidarı vardır. Ve bu iktidar kendisini AKP ile ifade ediyor bu iktidar şu an kendisini Erdoğan’la ifade ediyor. Ama Erdoğan ve AKP iktidarda olmasına rağmen eskisi gibi kendilerine misyon yükleyerek daha çok liberal de olsa dinsel, siyasal ve toplumsal misyonlar yükleyerek istediği gibi yol aldığı bir AKP’de değildir. Bunun içerisinde çok değişik kesimler vardır. Burada önemli olan kendi deyimleriyle ülkenin bütününü koruyabilmektir. Devletin birliğini koruyabilmektir.
AKP RANT İTTİFAKI İLE BİR ARAYA GELEN BİR KESİM
Devletin birliği ve ülkenin birliği temel felsefesinden hareket edilerek birçok güç burada yeni bir oluşum yarattı. Bunun içerisinde kimler yok ki? Mesela özellikle Tayyip Erdoğan’ın tasfiye ettiği yol arkadaşlarının da dıştalanmasıyla AKP'nin almış olduğu yeni bir biçim var. Bu yeni biçim aslında aşırı derecede tabansız bir biçimdir. Köksüz bir biçimdir. Daha çok rantın üzerine, çıkar üzerine, iktidar olma üzerine bir araya gelmiş çok böyle boşlukta olan bir kesimi ifade ediyor. Sanıldığı kadar güçlü değil. Yüzde elli oy oranı denen olay aslında büyük ölçüde yüzde elli olan hepsi bir AKP bir Erdoğan şeyi değil. Diğer oluşumlarla birlikte yüzde elli oy ama yüzde elli oyun AKP ve Tayyip Erdoğan’a düşen payı ise çok köksüz bir topluluğu ifade ediyor. Bu toplulukla iktidar olunmaz. Bu topluluğa, bu kesimin kadrolarına dayalı iktidar olmak artık mümkün değildir. Beraber iktidar olduğu arkadaşlarını da dışlamış bir pozisyondadır.
MHP BAHÇELİ ELİYLE AKP İLE BÜTÜNLEŞMEYİ SAĞLADI
Şimdi aynı yapı içerisinde MHP’nin de olduğunu görmek gerekiyor. MHP’nin bugünkü durumunu nasıl değerlendirmemiz lazım? Seçim süreci eğer dikkate alınırsa MHP’nin mevcut Haziran sonrası politikaları adeta AKP’yi bu hale getirmek için kendisini feda edebilecek bir politika yürüttü. Türkiye’yi gerçekten bir koalisyonlar süreciyle alıp götüren bir siyasal sürece sokmamak için elinden gelen herşeyi yaptı. Erken seçim zorlamasını en çok yapan kendisi oldu ve AKP ile birlikte hükümet kurmaya yanaşmayarak adeta AKP'nin ve Tayyip Erdoğan’ın tek başına iktidar olmasını elinden gelen bütün çabaları sarf ederek iktidar yaptı. Neyin karşılığında iktidar yaptı? Mevcut gelişen ulusal kurtuluş mücadelemiz üzerinde. Yani Kürt halkının özgürlük mücadelesi, hem bölgesel düzeyde hem de Türkiye’deki özgürlük mücadelesi karşısında bunun inkarı ve tasfiyesi temelinde adeta MHP, Bahçeli’nin eliyle AKP’yle bütünleşme sağladı. Ve bu gütmüş olduğu çizginin sonuçları bugün MHP’deki durumun gerçek nedenidir. Bu politika ona büyük ölçüde oy kaybettirdi ki kaybedeceğini bile bile böyle bir politikayı güttü ve Kasım seçimlerinde oy kaybetmesine rağmen mevcut iktidara daha çok yanaşarak mevcut iktidarı daha çok destekleyerek onun politikalarını destekleyerek, uygulamalarına fiilen katılarak adeta bu yeni oluşum sürecine içinde yer aldı. Ama bu giderek diğer tabanında birçok kesiminde rahatsız edici MHP’nin durumu ortaya çıktı. Eğer bugün MHP’deki muhalefetin tümü ve verilen mahkeme kararlarına rağmen bir kongre yapılamıyorsa, bir tüzük değişikliği yapılamıyorsa ve bunun yapılamayışının nedenleri de temel olarak Erdoğan’ın ve AKP'nin sunmuş olduğu katkılar olduğunu görürsek meselenin anlaşılmayacak yanı kalmaz. Bir boyutu budur. Böyle bir MHP ortaya çıktı.
CHP, MHP İLE AYNI DÜZEYDE SÜRECE ÇANAK TUTTU
Ama öbür tarafta CHP’nin pasif yaklaşımları da bu sürece hizmet etti. CHP’yi bu konuda çok iyi değerlendirmek gerekiyor, iyi tanımlamak gerekiyor. Şu günlerde özellikle tartışılıyor. Deniyor ki; işte bir demokrasi cephesine ihtiyaç vardır ve demokrasi cephesi tartışılırken de neredeyse demokrasi cephesinin öncülüğüne CHP’yi oturtmak gibi bir mantık var ki gerçekten de Türkiye’deki mevcut siyasi süreci hiç anlamayan hangi güçlerin bu siyasal süreçte nasıl rol aldığını anlamayan bir yaklaşımdır bu. 7 Haziran seçimlerinden sonra baktığımız zaman CHP’nin yaklaşımı çok muğlak bir yaklaşımdır. Gerçek anlamda demokrasiden yana tavrını orta koyup da bu konuda politika yapan bir pozisyonda değildir. Daha çok eski derin devlet, eski ordu güçleriyle bağlantı içerisinde onların ağır etkileriyle kendi içerisindeki ulus-devletçilerin ağır baskısı sonucunda çok muğlak bir politika gütmüştür ve gütmüş olduğu muğlak politikayla da AKP'nin ve Erdoğan’ın iktidara gelmesine aynı MHP düzeyinde çanak tutan bir şey içerisine girmiştir. Objektif bir sonuç ortaya çıkarmıştır bu konuda.
KÜRT MESELESİNİN ÇÖZÜMÜ ARTIK TÜRKİYE’NİN HEDEFLERİNDEN BİRİ DEĞİL
Şimdi burada CHP’nin de mevcut durumda Türkiye’deki Haziran’da ortaya çıkan özellikle de iktidarsızlık durumunda CHP’nin de aynı bir AKP kadar bir ordu kadar bir MHP kadar korkuya kapılarak neye mal olursa olsun mevcut iktidarı destekleme pahasına da olsa bu süreci destekleme gibi bir karar şeyiyle yaklaştı. Burada özetle şunu söylemek gerekir: 7 Haziran’dan sonra özellikle HDP’nin barajı aşması Rojava’daki gelişmeler, Ortadoğu’daki, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki gelişmeler, Kuzey’deki gelişmeler büyük sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Bu sonuçların Türkiye’deki karşılığı mevcut iktidarın iflası noktasına geldi ve burada büyük bir panik ortaya çıktı ve bu panik ortaya şu sonucu ortaya çıkardı; AKP kendisine biçmiş olduğu o misyondan koparak o misyonda ısrar edenleri tasfiye ederek ama daha çok yolsuzluğa ranta hırsızlığa bulaşmış olanların iktidar heveslerini ise bu yeni oluşum süreci içerisinde eski Ergenekoncularla ittifak içerisine orduyla, derin devletle ittifak içerisine girerek, örtülü olarak CHP’nin desteğini alarak, MHP’nin fiili desteğini alarak ve bütün bunların da ancak kendi politikasının doğrultusunda yürümesi koşuluyla Erdoğan’ın ve AKP'nin iktidar olmasını kabul eden bir sonuç ortaya çıktı. O zaman şunu görmek gerekiyor; AKP'nin bugün uygulamış olduğu politika Türkiye'nin içinde uygulamış olduğu politika AKP'nin eskiden beri dile getirdiği bir politika değildir. Bu politika artık farklı bir boyut kazanmıştır. Erdoğan’ın ve AKP'nin şahsında yeni bir boyut kazanmıştır. Bu nasıl bir boyut kazanmıştır? Boyut şu; şimdiye kadar özellikle Türkiye’de hedef alan bir takım temel değişimler, yani Türkiye’nin demokratikleşmesi ve başta da Kürt sorununun çözümü konusunda belli bir durum vardı. Her ne kadar bu çok köklü olarak gelişmese de yani bir çözüm noktasına doğru istenilen düzeyde evrilme içerisinde olmasa da belli bir gelişme vardı bu konuda.
Şimdi bir sefer bütün bunların, yani Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt meselesinin çözümü kesinlikle burada artık temel Türkiye’deki siyasetin temel hedefi değildir. Temel hedef Kürt meselesinin yine inkarı, Kürt özgürlük mücadelesinin bastırılması Ortadoğu'da Kürtlerin en ufak bir statü kazanmasının önüne geçmek temel bir politika haline gelmiştir. Ve bu temel politika böyle belirlendiği için Türkiye'nin demokratikleşmesinde de artık temel bir hedef yoktur. Hedef olmadığı gibi demokrasiye neden olabilecek ya da yasalarda boşluklarda yararlanabilecek düzeyde imkanlar varsa bu imkanları da ortadan kaldırarak daha çok anti-demokratik faşist bir iktidarın kurulmasıdır. Mevcut sürece baktığımız zaman bunun böyle olduğu kesin.
GÜÇLERİN TEK ELDE TOPLANDIĞI DEVLET YAPISI OLUŞTU
7 Haziran’dan önce ne oldu? Bir sefer Rojava’daki gelişmeler konusunda devletin, daha çok AKP ve Erdoğan’ın ortaya koymuş olduğu bir tutum vardır. Bir Kürt karşıtlığı tutumu vardır. Ortaya çıkacak bir Rojava statüsünün kesinlikle kabul edilmeyeceğine dair bir itiraz vardı. Hatta buradan hareketle Güney’deki federe Kürt yapısını kabul etmeyen bir yaklaşımı vardı. Şimdi Rojava’da özellikle Kobanê başarısından sonra birde üstüne 7 Haziran seçimleri kazanıldıktan sonra bu tamamen AKP’de büyük bir paniğe yol açtı. Yapması gereken tek iki şey vardı; ya bütün bunları inkar ederek bugünkü noktaya gelinecekti ya da bütün bu gelişmeleri çok doğru değerlendirip Kürt sorunun çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesinde ileri adımlar atması gerekiyordu. Şimdi Kürt sorunu çözümü ve demokraside ileri adımlar atmayıp diğer yolu tercih etti. Öncelikle Önderlikle bütün görüşmeleri askıya aldı. Arkasından da Önderlik üzerinde ciddi bir tecrit politikası içerisine girdi ve hareketimize karşı büyük bir savaş başlattı, Kürt halkına karşı savaş başlattı ve özelliklede birazda olsa legal sahada Kürt siyasetini temsil edecek olan o demokrasi cephesine büyük bir savaş açtı. Büyük bir seferberlik ilan etti. Ve burada geliştirmiş olduğu siyasetin aynısını Rojava’da da uygulamaya koyarak Kürt karşıtlığı biçiminde uygulamaya koyarak Kürdistan’ın dört parçasında hiçbir statünün kabul edemeyeceğine dair söylemler ve politikalarla siyasetini büyük ölçüde değiştirdi AKP. Şimdi siyaset bu temelde değiştikten sonra elbette ki Türkiye’deki mevcut devlet yapısı siyasal yapısı da bunu karşılayabilecek bir biçim alması gerekiyordu. Yani hem bölgesel düzeyde Kürt’ü inkar etmek, bölgesel düzeyde anti-demokratik faşist bir siyasete yönelmek demektir. İçerde de Kürtlerin demokratik ve örgütsel yapısını reddetmek, içerde anti-demokratik faşist bir yapılanmaya kendisiyle yürümesi demektir. Bakıyoruz siyasette de devletin yapılanması geçmişte daha çok biraz siyaseti yumuşatan biraz da siyasete demokratik bir renk vermek isteyen yaklaşımlar hepsi durduruldu, bunun yerine on üç yıllık iktidarı süreci içerisinde yumuşatılmış bir siyasal iktidarın yeniden sertleştirilerek faşist eski ulus devletçi faşist yapı haline getirildi. Eğer bugün çıkan yasalara bakarsak özellikle de kuvvetler ayrımı bazında, yasama yürütme yargı sistemine baktığımız zaman her ne kadar kuvvetler ayrımından söz etseler de bütün bunların tek elde toplandığı ve herkesin bu tek elde toplanmış olan devletin temsil yapısına razı olduğu bir gerçekle karşı karşıyayız.
Herhangi bir kuvvetler ayrımı yok, artık yasaması da, yürütmesi de, yargısı da hepsi tek elde ifade ediyor. Öbür tarafa baktığımız zaman bütün toplumsal alanlarda çıkan bütün yasalara baktığımız zaman hepsi anti-demokratik faşist yasalardır. Sürekli bir faşistleşmeye doğru, her gün ortaya çıkan yeni yasalarla devletin giderek otoriterleştiği, giderek tekleştiği, merkezileştiği ve faşistleştiği bir sisteme doğru evrilmiş ve bugün de o noktadadır. Şimdi buna baktığımız zaman siyasetin aslında ne kadar Haziran seçimlerinden sonra da bir değişime gebe olduğu ve Haziran seçimleriyle birlikte değiştiğini zaten görebiliriz biz. Burada bugün gelinen nokta aslında buradan başlayan bir noktadır. Şimdi buradan başlayan bir nokta bugün kendisini yeni siyasette dış ilişkilerde farklı bir boyut biçiminde yeni bir süreç olarak ortaya koyuyor. Onun için de İsrail’le ilişkiler, Rusya’yla ilişkiler bundan sonra olabilecek yani Mısır’la, Suriye’yle, Irak’la, İran’la olabilecek ilişkiler tümü aslında biraz da böyle bir gelişmenin zorunlu bir durumudur. Ama bu ne kadar tutar? Tabi o ayrı bir konudur.
TÜRKİYE DIŞ SİYASETİNDE HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK
Atatürk havalimanı saldırısı da gerçekleşti yakın zamanda. Selefi hareketlerle daha önce kurduğu ilişki öte yandan mezhepçi dinci siyasetten de başarısızlıktan sonra vazgeçme eğilimi gelişecek mi? Gelişecekse ne getirecek?
Düşmanlarımızı azaltma dostlarımızı çoğaltma politikası olarak güdülüyor. Şimdiye kadar düşmanlarını çoğaltma ve dostlarını azaltma politikasını yürütmüşler ki böyle diyorlar. Hal bu ki Davutoğlu nasıl formüle etmişti; dünya çapında sıfır sorun. Özellikle de stratejik derinliğe baktığımızda Osmanlının selam verdiği ve ayak bastığı her yer Türklerin siyasal ve stratejik müttefiki stratejisinden gelen bir durum. Bunlar şimdi hangi noktadadır? Demek ki Davutoğlu’ndan hareketle herkesle düşman olmak şimdi ise herkesi kendine dost etme ve düşmanların sayısını giderek azaltmayı esas alan bir enformasyonla hareket ediyorlar. Dün bile TV’de diyor ki daha Rusya’yla görüşmenin yapılmadığı yerde ne olacağı belli olmadığı halde ‘turizmde yüzde 85 kapasite doldu’ diyor. Açık yalan söylüyor. Gerçekten Rusya ve İsrail’le sorun çözülecek mi ya da ne kadar çözülecek?
Belli bir yumuşama gelişebilir. Ama herhalde hiçbir ülke, siyasal yapı ve devlet ne dersen de kendi tarihini göz ardı edemez. Yaşananları yok sayamazlar. Türkiye’nin geçmişteki hem Kemalist politikaları hem de AKP’nin uygulamış olduğu politikalar, Ortadoğu ve dünyada Türkiye’nin güvenilmezliğini ortaya koydu. Bundan sonra ilişkiler gelişebilir ama bu ilişkilerin çok stratejik müttefikler ilişkisine dönme ihtimali çok zayıftır. Neden zayıftır ve hangi konuda anlaşacaklar?
SURİYE HÜKÜMETİ İLE GÖRÜŞÜLDÜ
Suriye’yle Vatan partisinin devreye girmesiyle İran’ın referansıyla Türkiye ve Suriye yöneticileri Cezayir’de bir araya geldiler Kürt karşıtı temelinde bir kontak sağlandı. Ve bundan hareketle de ilişkilenebilecekleri ortaya koydular. Ama nasıl bir ilişkilenme olur? Bir kere mevcut Suriye rejiminin ortada kalıp kalmayacağı belli değil. Kalsa bile eski Suriye’deki rejim olamaz. Şimdi Suriye hiçbir şey olmamış gibi yine Beşar Esad’ın iktidarıyla varlığını sürdüren bir durum değildi ki. Kiminle anlaşacak? Burada bir sorun var.
İkincisi Suriye bu yaptıklarından sonra hiçbir şey olmamış gibi onlar yeniden kardeşlik politikası temelinde Beşar Esad gelip İstanbul’da ve sarayda Erdoğan’la eski kardeşliğini devam edeceğini mi sanıyorlar? Her iki biçimde de olmaz. Yani mevcut iktidar devam etse de etmese de Türkiye’nin orayla ilişkisi eskisi gibi olma şansı yoktur. Bunu bildiği içinde bir yandan oraya gül atarken bir yandan da Binali Yıldırım dün diyordu ki; ‘biz Suriye’yle ilişki derken o katille ilişkiyi kastetmedik’ diyordu. Yani kaos içerisindedir.
ERDOĞAN MÜSLÜMAN KARDEŞLER ÜYESİ
Mısır’la nasıl ilişkileneceksin? Erdoğan’ın kendisi Müslüman Kardeşlerin üyesidir. Belgelenmiş bir şey. Bu her tarafta yayınladı. AKP’nin dayandığı temel dayanaklar büyük ölçüde İhvani Müslim. İhvani Müslim sadece Mısıra özgü değil. İhvani Müslim İslamiyet içerisinde özellikle Ortadoğu’da bir çizgidir. Yani Türkiye de eğer İhvani Müslim aranacaksa İhvani Müslim dediğimiz de akla Erdoğan ve Erdoğan’la birlikte AKP içerisinde birçok kesim gelir. Ya bunlar İhvani Müslim çizgisinden vazgeçerek ya da buna karşı bir durum içerisine girerek Mısır’la ilişkilenmesi gerekiyor ki bu şu anlama gelir; Müslüman kardeşlere ve onların değişik tonuna savaş açmak anlamına gelir. Bunların büyük bir bölümü Türkiye içerisinde yerleşmiş. Banka sistemlerinden tutalım büyük yatırımlarına, şirket ve holdinglerine ve uluslararası ticarete kadar kökleşmiş bir yapı söz konusudur. Eğer ihvana savaş açarsa Ortadoğu’daki bütün ihvanı karşına alarak bu savaşı yürütmek zorundadır. Ancak biraz Mısır’a yanaşabilir. Ama bunlara hiçbir şey yapmadan “Mısır’la eski ilişkilere geleyim” diye yapmaya kalkarsa herhalde Mısırlılar bunu yutmayacak kadar elinde bilgiye sahiptirler.
İSRAİL TÜRKİYE’NİN POLİTİKALARINI UNUTMAYACAK
İsrail’e gelince, İsrail o Davos’taki durumu herhalde unutmadı. Herkes unutabilir ama İsrail unutmaz. Özellikle de İsrail karşısında İsrail-Türkiye ilişkilerden çok Gazze eksenli hareket etmek Filistin’in temel koruyucu pozisyonuna girmek İsrail’in yiyip yutacağı bir şey değil. Bunlar kabul edilecek şeyler değil. O zaman mevcut ilişkileri geliştireyim derken ilişkiyi ne kadar geliştireceği tartışma konusu.
Rusya’yla da aynı şey söz konusu. Eğer Rusya bugün Ortadoğu’da bir oluşuma öncülük edip sürece müdahale edeceğim diyorsa bir politika güdüyordur. Mevcut politikaları daha çok İran üzerinden Çin’le birlikte, Irak ve Suriye üzerinden giderek kısmen Mısır ve İsrail’i de kapsayan bir politik alan çizmiş kendisine. Bu alan üzerinden politika yapıyor. Bu alan üzerinden politika yaparken siyaset yaptığı bütün alan geçmişte Türk hükümetiyle karşı karşıya gelip neredeyse savaş durumuna gelecek kadar bir durumla karşı karşıya. Hangisini tercih edecek? Türkiye’nin özründen hareket ederek Türkiye’yi mi tercih edecek yoksa kendi açılım sahasında yeni ilişkileri mi tercih edecek? Ayrıca Türkiye’nin kendisini Suriye de yaşamış olduğu sorundan sonra bu ilişkilerin yeniden gelişmesi çok kolay olmayacak. Şu hiç olmaz değil; Rusya da İsrail de bazı ilişkilere ihtiyaç duyuyor. Ama bazı ilişkilere ihtiyaç duymak başka bir şey ama bütün bu ilişkiler Türkiye lehine siyasal ve ekonomik anlamda dönüştürmek farklı bir şeydir.
BÖLGESEL İLİŞKİLER TÜRKİYE’NİN LEHİNE DÖNÜŞECEK BİR DURUMA DÖNMEYECEK
Bütün bu ilişkiler Türkiye’nin lehine dönüşecek bir duruma dönmeyecek gibi, mevcut Türkiye’deki iktidar kaosunu özellikle de bunu ekonomik kaosa götürebilecek bir rolü de oynama daha ağır basıyor. Bu yeni oluşum Türkiye’nin bir toparlanma değil de giderek dağılması ve çökmesi anlamına gelebilecek sonuçlara oldukça gebe bir durum olarak da görmek lazım. Onun için başarı sansı çok zayıf. Neden zayıf? Çünkü köklü bir değişim yok. Daha çok günlük anlık sıkıntılara çözüm bulmanın çerçevesinde hareket ediyor. Şimdiye kadar sıkıntılarıyla nasıl savaşıyordu? Meydan okuyarak, küfür, hakaret ve izole ederek sıkıntılarını böyle aşıyordu. Ama bu yaratmış olduğu politikanın adını dik ve onurlu olarak değerlendirmişti. Demek ki öyle değilmiş. Dik durmak ve onurluluk adına aslında en büyük onursuzluk etmiş bu güne kadar. “Bu öyle gitmiyorsa o zaman dik durmaya gerek yok, yatalım” diyor şimdi. Herkesin karşısında biraz yatarak yol almaya çalışıyor. Peki herkesin karşısında yatarak yol almış ve almak isteyen bir siyaset bölge ve dünya siyaseti içerisinde yatmışlığıyla ne kazanabilir?
Hiçbir şey kazanamayacağı gibi bence Birinci Dünya Savaşından sonra Osmanlının başına gelenler bir gözden geçirseler kendileri için çok iyi olacağını düşünüyorum.
DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY KÜRTLERE KARŞI POLİTİKA
Son olarak bu bahsettiğimiz noktaya gelmesinde Kürtler nasıl bir rol oynadı?
Hem geçmişte yürüttüğü politika hem de günümüzde yürütmüş olduğu politika ikisi de Kürt karşıtı bir politikadır. Değişmeyen tek şey bu politikadır. AKP, Ortadoğu krizinde daha çok Selefi bir çizgiye dayalı olarak geliştirmiş olduğu politikada zaten bir özgürlükleri yok. Kürt ve Ortadoğu sorununun çözümü yok daha çok padişahlık, ümmet ve halifelik anlayışı vardı. Bu nasıl oldu? Bu Kürtlerin inkarını gerektiriyordu ki zaten biraz palazlanıp da Ortadoğu’da acaba bir şeyler olabilir miyim umuduna kapıldığı yerde çözüm süreci diye süreci allak bullak edip bunun üzerinden büyük bir savaşı başlatarak buradan buna sıçrama yapmak istedi ve bu başarılamadı. Şu an üzerinde tartıştığımız politika da bu gerekçeyle de bu noktaya geldi.
Yeni politikanın temel yasası nedir? Ulus-devletin varlığı ve bekasıdır. Siyasal rejimin faşistliği, antidemokratik, Kürtlerin inkarı, bölünmesi ve soykırımı anlamına geliyor. Yeni politikada da Kürt inkarı üzerinde kurulmuş bir politikadır. Bütün güçlerin bir ortak noktası vardır ve bu güçler bugünkü devleti ve iktidarı meydana getirenlerdir. AKP’ye baktığımız zaman başbakan ve Erdoğan’ın ağzından ortaya çıkan Kürt inkarı ve katliamının uygulaması var.
Şimdi MHP’ye baktığımız zaman AKP’nin bu çizgiyi sürdürdüğü sürece kendisinin iktidar olmasının çok anlamlı olmayacağını biraz daha geliştirmesi halinde kendilerinin bir iktidar olabileceği bir politikayı güttüğü ve kendisinin bütün desteği vereceği biçimde bir destek veriyor. Ordu ise Erdoğan’ın iktidarda kalması sadece Kürt politikası bu şekliyle yürütmesiyle orantılı. Eğer Erdoğan bu politikasını bu şekliyle yürütecekse aynı MHP gibi ordu da Erdoğan ve AKP’nin iktidarda kalmasında uzlaştıkları bir noktadır.
CHP’nin korkunç derece de kafası karışık. Ne yapacağını bilmez bir derecededir. İleriye doğru tek bir adım atma cesareti olmadığı gibi gelenekten de kopmayacak kadar muhafazakar tutucu bir konumdadır. Ordunun sürekli onu iktidarın çıkarı temelinde terbiye etmesi gibi bir sonuç ortaya çıkarıyor. Vatan partisi ise açıkça şunu söylüyor; “Erdoğan bizim çizgimize geldi” diyor. O zaman mevcut devleti oluşturan güçlerle bunların bugün ki siyasetini temel çıkış noktası Kürt inkarı ve imhası üzerindedir. Bunun başarılı olup olmayacağını bu açıdan da değerlendirmek gerekir.
ROJAVA İÇİN KANIMIZIN SON DAMLASINA KADAR MÜCADELE EDECEĞİZ
Rojava’ya karşı söylemleri bellidir. En ufak bir Kürt statüsü kabul etmiyor. Ama bu konuda biz Rojava’da bir Kürt statüsünü ya da demokratik ve federatif Suriye’nin ortaya çıkması için kanımızın son damlasına kadar oradaki Kürtlerle birlikte mücadele edeceğimizi ilan etmiş bir durumdayız. Biz bundan vazgeçmeyeceğiz. TC de bundan vazgeçmeyeceğini söylüyor. Bu temelde ilişki ve ittifakları geliştirmeye çalışıyor. O zaman Suriye’de çok köklü bir mücadele yürütüyoruz.
Ama bir de Suriye’de uluslararası güçler de var. ABD, Rusya, Avrupa ve Çin politikası var. Yeni Ortadoğu projesi kapsamında baktığımızda eskisi gibi bir politika yürütmesi mümkün değildir. O zaman Türkiye’nin Kürt karşıtı politikasının Rojava’da ne kadar başarılı olup olmayacağı bu ölçülere vurulduğunda Kürt direnişi ve yeni Ortadoğu gerçekliği bunun biraz başarısız olması daha ağır bir ihtimal olduğunu ortaya koyuyor. Öbür tarafta güney Kürdistan için federatif Kürt devletini kabul etmiyordu. Davutoğlu söylemedi mi; “bizim kırmızı çizgimiz Afrin’den başlayıp Süleymaniye’ye kadardır” diye.
BOŞALTILAN KÜRDİSTAN’A SURİYELİLER YERLEŞTİRİLMEK İSTENİYOR
Erdoğan da hataydı demişti…
“Çıkarlar temelinde ilişki kurulabilir ama biz Kürt varlığını kabul etmiyoruz” diyen bir AKP politikası vardı. Ordu politikasına baktığımız zaman onlar için ‘postal yalayıcı’ diyorlardı. Şimdi iktidara gelenler kimlerdir? KDP ve onun gibilere postal yalayıcı diyenlerdir. Bundan sonra mevcut Türkiye’nin politikası Rojava’da olduğu gibi güneyde de daha çok Kürt inkarına endeksli bir politikadır. Bu da KDP’nin mevcut Türkiye’yle geliştirmiş olduğu stratejik ilişkilerin iflas noktasına dönme tehlikesi var. Burada da bir saldırı söz konusudur. Çünkü eskisi gibi federe devletin varlığını Türkiye de bir devlet gibi muhatap alan AKP vardı. Cumhurbaşkanı ve başbakanla yürütmüş olduğu çeşitli devlet erkanıyla görüşme sağlayabiliyorlardı. Bu yıl gelişecek politikalarda buna yer yoktur aslında. Vatan partisi ve ordu politikasına baktığında bunlar daha çok Kürtleri nerede karşılarlar? Eskiden olduğu gibi Silopi’de sınır karakollarında Kürtleri karşılayabilecek bir ilişki biçimiyle sınırlıdırlar. O zaman burada da bir tehlike durumu var.
Diğer taraftan da içeride de zaten savaş açmış durumda buna girmek istemiyorum. Arkadaşlarda programlarda bunu yeterince değerlendiriyorlar ve buna katılıyorum da. Yani sonuna kadar Kürtlere bir savaş ilan edilmiştir. Başta önderliğe, partimize, halkımıza, şehirlerimize, dağlarımıza ve toprağımıza geniş bir savaş ilan edilmiş. Şu an Önderlik üzerinde büyük bir tecrit vardır. Önderlik bir bütün olarak izole edilmiştir. Yaşamdan izole edilmiştir. Adeta ölüme mahkum edilmiştir önderlik. Partimize karşı bütün her şeyi seferber etmiştir. Uluslararası bütün güçleri ve bölgesel güçlerini devreye sokarak partimizin tasfiyesi için her şeyi yapıyor. Diğer yandan halkın kendisini demokratik olarak ifade etmek istediği bir takım STK da siyasal partilerde yaklaşımında büyük bir siyasal soykırım uyguluyor. Tutuklamalar, dokunulmazlıkların kaldırılması, kurumların kapatılması, Kürt gazetecilerin tutuklanması tam bir Kürt kıyımıdır. Çeşitli gerekçeler uydurarak Kürt şehirlerini yerle bir ediyor ve yerle bir ettiği şehirlere Kürdistan’ın demografisini değiştirmek için planlar geliştiriyor. Maraş’tan Malatya’ya, Adıyaman’a, Zara’ya, Sur’a, Cizre’ye kadar vatandaş yapmak istedikleri 3 milyon Suriyeliyi, Kürdistan’ın yarısını boşaltarak, yıkarak, yerleştirmek isteyen ve bu yolla Özgürlük Mücadelesini tasfiye etmek isteyen bir planla karşı karşıyayız.
O zaman Rojava’da olduğu gibi içerde de Kürt halkı büyük bir direniş verecektir. Buna teslim olmayacağız. Şimdi bu politika neyin politikasıdır? Eski ulus-devlet politikasıdır. TC kurulduğundan beri AKP iktidara gelene kadar yürütmüş olduğu politika buydu. Defalarca her şeyi denenmiş ve yapılmış ve her şey iflas ettiği halde korkunç derecede dejenere olmuş defalarca çökmüş bir halde yenilgiye uğradı. Onun gibi yenilgisi üzerinde tam 70 yıldır irticai hareket diye tanımladıkları İslamiyet iktidarı devretmek zorunda kaldılar. Ama İslamiyet’i temsil ederim diye o kadar basiretsiz ve beceriksiz bir tip ki 13 yıl bile iktidarda kalma becerisi göstermeden eski Kemalistlerin kucağına oturtmakla kendi canını kurtarmaya çalışan bir sonuca geldik. Bu çok önemli cumhuriyet kurduğundan beri Türkiye’ye verilen toprak, Misak-i Mili içersindeki demografiye baktığımız zaman temel cizgiler vardır. Bir Türk etnisite adı altında, daha çok Sünni mezhebe dayali bir oluşum var. Bu daha çok geleneksel olarak, Osmanlı dönemin de ordudan gelen, İtihat ve Terakki’den, cumhuriyetin kuruluşundan, ordudan gelen bir geleneğin oluşturmuş olduğu; Kemalizm ve din kimliğiyle oluşturulmuş bir kimlik.
Bu ulus devleti kuran ve bu ulus devleti oluşturan 70-80 yıllık, hiç bir muhalefeti kabul etmeyen, faşist bir iktidarla, kendi varlığını tasfiye etme duruma geldi. Bunun dışında kim vardı? Daha çok dinsel kimliğiyle kendini ifade etmek istiyen kesimler vadı. Müsluman kesim diyelim. Bunlar nasıl tanımlanıyordu? İktidar tarafında daha çok gerici olarak tanımlanıyordu ve bunlar kendi ibadet yapma hakı tanımıyordu, bir baskı vardı. Bunlar sürekli kendini ifade etme arayışları içersinde olmaları hiç bir zaman devlete meşruyet kazanmadılar ,devlet içersinde yer almadılar. Süreki lanetli bir muhalif olarak kalmaya mahkum bıraktlar.
Öbür tarafta devrimci demokratlar ve bir de Kürtler vardı. Devrimci demokrat kürtler de bölücüler adı altında lanetleniyordu. O zaman İslamiyetle, Kürtler ve sosyalistler lanetlenerek lanetli muhalifler olarak sürecin içinde tutuldu. Daha çok da Kemalist faşist iktidar biçiminde ulus devleti kurdular. Fakat bizim geliştirdiğimiz özgürlük mücadelesi karşısında Kemalizmin yaşamış olduğu yenilgiyi ve İslamiyet eksenli siyaset yapanların bizim devletle yürütüğümüz çatışmanın çelişkilerinden yararlanarak, sürekli bundan güç toplayarak iktidar olma durumuna gelecekti. Erbakan hoca daha tutarlı bir temelde bu çizgide devlete yer almak istedi. Ama devlet Tayyip Erdoğan gibi işbirlikçileri yaratarak adeta onun çizgisine darbe vurarak yozlaşmış bir çizgiyle Erdoğan’ı iktidara getirdi.
ERDOĞAN’IN HİÇBİR GELECEĞİ YOKTUR
Bu ne demektir? 80 yıl sonra nihayet lanetlemiş İslamiyet iktidara gelme şansı ele geçirdi. AKP ve Tayyip Erdoğan çizgisi temelinde ele geçirdi. Ve bugün geldiği nokta nedir? Bir çok eski devletle ittifak içerisine girerek yani mevcut İslamiyet ve Kemalizm arasındaki çelişkiyi ortadan kaldırıp, birbiriyle mütefik haline gelerek bütünleştiler. Kürt düşmanlığı temelinde kendi varlığını sürdürmek istediler. Bu gerçek anlamda islamiyet çizgisinde olanlar için bir felekettir. Yani 15 yıl iktidar da olamayı becermeden devletin, Kemalizmin dümen suyuna girmekle kendisinin bitirme noktasına geldiler. Artık Kürtler bu sefer Kemalistler biraz dini de Kürtlere karşı kullanarak, eski orduyla birleşerek bir Kürt düşmanlığı üzerinde varlıklarını sürdürmek istiyorlar. Bir ikilemle karşı karşıyayız, devlet şu anki dincisiyle, Kemalizmiyle ve laikiyle, Kürt karşıtlığında bir araya gelmiş. Kürtlerin tasfiyesinde kendi varlığını gören bir noktadadırlar. Kürt Özgürlük Mücadelesi ise bunlara karşı direnmekle devrimci demokratik bir eğilimi geliştirmesini temsil etmektedir. Bu açıdan değerlendirdiğimiz zaman gerçekten de tutarlı Müslümanların da AKP’nin, özellikle Tayyip Erdoğan’ın onları nereye getirdiğini görmeleri gerekiyor. Söyledikleri gibi büyük reis, lider öyle bir vasfı yok. Hiç bir vasfı yok yani bir hırsızla karşı karşıyayız. Mezarlıktan geçerken bağırıp kendisine moral veren bir korkaktan başka bir şey değildir. Bir korkuyla karşılaştığında eğer bağırarak karşındaki ıskalamıyorsa hemen karşısındakine teslim oluyor havasız bir pozisondadır. İslam çizgsini mahfetti. Dünya çapında ve Türkiye toplumunda da tutarlığı olmayan bir noktaya geldi. Onun için Erdoğan’ın hiçbir geleceği yoktur. Bunun üzerinde siyaset, gelecek ve istikbal oluşturmak isteyenler, gelecekte büyük bir yanılgıya düşerler ve ol şturdukları siyasetin de başarlı olmayacağı kesindir. Hükümet sözcülerini, özellikle başbakanları eğer takip ederlerse, siyasal bir literatür kulanamıyor. Bir çaresizlik literatürüyle mevcut durumu ifade ediyor. Çaresizlik litaratürüyle mevcut durumu Ortadoğu’da dünyada nasıl bir siyaset haline getirebilir ki Binali Yıldırım?
ANF